Etiket arşivi: Rüştü Tafral

AHKÂM-I ŞER’İYEDE NAKLÎ DELİL ESASTIR!

 

AHKÂM-I ŞER’İYEDE NAKLÎ DELİL ESASTIR!

 

“Dokuzuncu Nükte: Mesail-i şeriattan bir kısmına “taabbüdî” denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolduğu için yapılır. İlleti, emirdir.

Bir kısmına “Makul-ül mana” tabir edilir. Yani: Bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine müreccih olmuş; fakat sebeb ve illet değil. Çünki hakikî illet, emir ve nehy-i İlahîdir.

Şeairin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor, ona ilişilmez. Yüzbin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de: “Şeairin faidesi, yalnız malûm mesalihtir” denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir. Meselâ biri dese: “Ezanın hikmeti, müslümanları namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfenk atmak kâfidir.”

Halbuki o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır. Tüfenk sesi, o maslahatı verse; acaba nev’-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-ı kâinatın netice-i uzması ve nev’-i beşerin netice-i hilkatı olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlahiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak? M:397

“Beşincisi: Üç nokta-i nazar, şu zamanın içtihadatını arziye yapar, semavîlikten çıkarıyor. Halbuki Şeriat semaviyedir ve içtihadat-ı Şer’iye dahi, onun ahkâm-ı mestûresini izhar ettiğinden semaviyedirler.

Birincisi: Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır.

Hikmet ve maslahat ise; tercihe sebebdir, îcaba icada medar değildir.

İllet ise, vücuduna medardır. Meselâ: Seferde namaz kasredilir, iki rek’at kılınır. Şu ruhsat-ı şer’iyenin illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünki illet var.

Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasredilmesine illet olamaz. İşte şu hakikatın aksine olarak, şu zamanın nazarı ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihadat arziyedir, semavî değildir.

İkincisi: Şu zamanın nazarı, evvelâ ve bizzât saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor. Halbuki Şeriatın nazarı ise, evvelâ ve bizzât saadet-i uhreviyeye bakar, ikinci derecede -âhirete vesile olmak dolayısıyla- dünyanın saadetine nazar eder. Demek şu zamanın nazarı, ruh-u Şeriattan yabanidir. Öyle ise, Şeriat namına içtihad edemez.” S:482

«!  Yahut; acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, “aklımız bize yeter” deyip sana ittibadan istinkaf mı ederler. Halbuki akıl ise, sana ittibaı emreder. Çünki bütün dediğin makuldür. Fakat akıl kendi başıyla ona yetişemez.” S:386

Veyahut: Aklı hâkim yapan mütehakkim Mu’tezile gibi kendilerini Hâlıkın işlerine rakib ve müfettiş tahayyül edip Hâlık-ı Zülcelal’i mes’ul tutmak mı istiyorlar? Sakın fütur getirme. Öyle hodbinlerin inkârlarından bir şey çıkmaz. Sen de aldırma. ” S:387

 

Örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak manasını ifade eden “nakz” tabiri, yüksek bir üslûba işarettir. Sanki Cenab-ı Hakk’ın ahdi; meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecelli ederek silsilelerini kâinatın enva’ına dağıtır iken, en acib silsilesini nev’-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidad ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidadların terbiyesini ve neticesini cüz’-i ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz’-i ihtiyarînin yuları da şeriatın ve delail-i nakliyenin eline verilmiştir.

Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın ahdini bozmamak ve îfa etmek, ancak o istidadları lâyık ve münasib yerlerine sarfetmekle olur. Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir. Meselâ: Bazı enbiyaya iman ve tasdik, bazılarını inkâr ve tekzib; bazı hükümleri kabul, bazılarını red; bazı âyetleri tahsin, bazılarını kabih ve çirkin görmek gibi. Zira böylece yapılan nakz-ı ahd; nazmı, nizamı, intizamı ihlâl eder, bozar.” İ:173

“Sual: Kur’an zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilaf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrı ayrı manaların bir kısmı, birbirine muhaliftir?

Cevab: Azizim! Kur’anın herbir kelâmı, üç kaziyeyi müştemildir:” İ:66

Birinci Nükte: “Kur’an-ı Hakîm’in esrarı bilinmiyor, müfessirler hakikatını anlamamışlar.” diye beyan olunan fikrin iki yüzü var ve onu diyen, iki taifedir.” M:388

S: Âlem-i İslâm ülemasının ortasındaki müdhiş ihtilafata ne dersin ve re’yin nedir?

C: Evvelâ:(*) Âlem-i İslâma gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb’usan ve encümen-i şûra nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki: Re’y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu, bu meclisteki re’y, ekseriyetin naziresidir.” Sti:71

 Selam ve Dua ile

 

____________

(*): Bir zaman böyle demiştim.

 

www.nurnet.org

Rüştü Tafral Ağabeyin Üstada Yazdığı Mektup

Rüştü Tafral Ağabeyin Üstada Yazdığı Mektup
Çok aziz müşfik Üstadım Hazretleri !
Evvelen: Şuhuru-u Selase;Leyle-i Kadir ve bayramlarınızı ruh-u canımla tebrik eder eşrat-ı makbuleye mazhar dualarınıza amin der Zülfikar-ı maneviyeyi kullanan ellerinizden hurmetle öperim.Arz ediyorum.
Kur’an-ı Hakim’in ayinedarlığında bulunup o envar-ı muazzamadan alem-i insaniyete aksettirdiğiniz nur ehl-i iman için muzmer hakaik-ı kevniyenin vuzuhan görülmesine ziya ve hakaik-ı gaybiyenin bakiyane müşahedesine dürbün;insanlık mertebelerinin a’la-yı iliyyin derecelerine sür’atle nurdan bir zat buyuruyor ve bid’alar zulumatı içinde ve istilası anında cadde-i Kur’aniyeyi gösteren ve güneş altında birer projektör olmuştur. Ve tadadla bitmez.
Tavsifinden bizzarure aciz kaldığımız meziyetleri havi külliyatından bizi ayıracak beşeri kuvvet yoktur.Allah ebediyyen siz Üstadımızdan razı olsun.
Evet, Üstadım Hazretleri! Nur külliyatı kainatın manasını;hilkatın gayesini ve marziyatı ilahiyeyi Kur’an hazinesinden öğretiyor.Bu külliyat canımız;cananımız;ona hizmet etmek en büyük gayemizdir.
Duanıza çok muhtaç ve müştak talebeniz
Rüşdü Tafral
Bütün udebaların tavsifinden aciz kalacakları Nur külliyatı hakkında söz söylemekten çekiniriz. Siz üstadım Hazretlerine dersimden bir nebze arz ederim.
Üstadın cevabı mektubu ;
Aziz kardeşimiz Rüşdü,
Güzel mektubunuzu hasta olan Üstadımıza okuduk.Size çok selam ve dua ediyor. Siz de Üstadımıza dua ediniz.Elhamdülillah, nurların futuhatı hertarafta fevkalededir.Hatta Mısır’da Hutbe-i Şamiye yirmibeşbin nüsha olarak basılmış.Şam radyosu da bayramın birinci günü yirmi dakika kadar Risale-i Nur’dan ve Üstadımızdan bahs etmiş.Bunları müjde olarak yazıyoruz.
Orada bulunan cümle kardeşlerimize pek çok selam ederiz.
Kardeşiniz
Tahiri, Zübeyr,Ceylan
Kaynak: Yozgatnur66
www.NurNet.Org

Rüştü Tafral Ağabey Vefat Etti

İnna lillah ve inna ileyhi raciun.

Tahiri ve Zübeyir Ağabeylerle beraber bulunmuş Rüşdü Tafral Ağabey hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Allah rahmet eylesin.

imageCenaze namazı pazartesi (1 Haziran 2015) ikindi Namazını Müteakiben Eyüb Sultan camiinde kılınacak ve Eyüb Sultan mezarlığına defnedilecektir.

Ehli Tahkik Rüşdü Tafral Ağabey Kimdir?

Rüştü Tafralı Ağabey Rize doğumludur. Zübeyr, Tahiri gibi Nurun Saffı Evveli Varisi Mutlakı Ağabeylerin yıllarca hizmetin de bulunmuş iki ağabeyimizin vefatlarına kadar yanlarında hizmet etmiştir, Zübeyir Ağabeyimizin Sır Katibi lakabıyla da anılmaktadır.

Envar Neşriyat kurulurken Ahmed Aytimur Ağabeye destekleri olmuştur. Risale-i Nurun Neşrine Sadık kalmış ve intibahına  teşvik etmiştir. Hiçbir Şekilde ayrı baş çekmemiş ihtilaf çıkarmamıştır.

Sohbetlerde Risale-i Nurları konularına ve harflerine göre kısımlara ayırıp ilk kez ders şekline getiren Rüşdü Ağabeyimizdir.

Zeytinburnu İstanbul (merkezli) senelerce yurt içi yurt dışı hizmetlerde bulunmuştur. Ağabeyler ve Nurcular içinde ilk kez Gülene karşı sert bir duruş sergileyen Rüşdü Ağabeydir.

Hizmet Vakfı Osmanlıca Lügatin hazırlanışında Abdullah Yeğin Ağabeye katkısı olmuştur.

40 yakın derleme eseri ve İslam ansiklopedisi Ciltli bulunmaktadır. Bu eserleri İttihad Yayınları‘ndan temin edebilirsiniz.

Uzun zamandır rahatsızlıkları nedeniyle genellikle İstanbul’da Büyükçekmece’de medresede istirahat etmekte idi.

Rüştü Tafral Ağabeyimize Cenab-ı Allah yüzbin Rahmet eylesin. Amin.

www.NurNet.Org

Nifak Cereyanının Cemaatı Dağıtmak Plânı

Cemaat içine hulûl eden nifak cereyanı, cemaat içindeki  bazı safdilleri ve garazkârları ve enaniyet hastalarını bulup onların enelerini okşayarak hizmet aleyhinde alet ederler. Hem bu safdiller, kitabdaki hükümlere göre düşünüp hareket etmeye alışmadıklarından alıştırılmadıklarından yanlışı ve doğruyu ve alet edilmekten doğacak büyük zararları fark edemediklerinden ve nifak cereyanının aldatıcı telkinlerine kapılıp maslahat zannederek zararlara vesile olurlar.

Hem bu gafil ve kuru kalabalık, şahsa bağlandıkları cihetle, nifak cereyanı bunların nazarında bazı şahısları nazarlarında yüksek derecelere çıkarır. Tâ ki i’la ettiği o şahısları iftiralarla çürütüp yere atınca, ona bağlı olan avam, inkisar-ı hayale düşsün, hizmetten kopsun ve perişan olsun. Nifak cereyanının bu planı oldukça dehşetlidir. Hem de bu ifsada alet olanların mesuliyetleri ve cezası dahi, alet oldukları tahribat derecesinde büyük olur ve akıbeti de  felakettir.

Evet, Bediüzzamanın şu ikazına dikkat gerek. Şöyle ki:

…… âyet-i kerimesi fermanıyla: Zulme değil yalnız âlet olanı ve tarafdar olanı, belki edna bir meyledenleri dahi, dehşetle ve şiddetle tehdid ediyor. Çünki rıza-yı küfür, küfür olduğu gibi; zulme rıza da zulümdür.” M:362

Mezkûr tecavüz plânı hakiki Nurcuları dağıtamadı ve dağıtamaz. Evet,

“Risale-i Nur’a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşâallah bozulacaklar, onun şakirdleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle mağlub edilmezler.”Ş:362

“Size ihtar ediyorum: Fâni ve kabir kapısındaki çürük şahsımı çürütmeğe ihtiyaç yok ve bu kadar ehemmiyet vermeğe de lüzum yok. Fakat Risale-i Nur’la mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlub edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirdlerini dağıtamazsınız. Çünki hakikat-ı Kur’aniyenin muhafazası yolunda kırk-elli milyon şehid veren bu vatandaki geçmiş ecdadlarımızın ahfadlarına bu zamanda hakikat-ı Kur’aniyenin muhafazası ve âlem-i İslâmın nazarında eskisi gibi dindarane kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zahiren çekilseler de, o hâlis şakirdler ruh u canıyla o hakikata bağlıdırlar. Ve o hakikatın bir âyinesi olan Risale-i Nur’u terkedip, o terk ile vatan ve millet ve asayişe zarar vermeyeceklerdir.” Ş:398

“Yirmisekiz seneden beri dehşetli mahkemeler dessas ve kıskanç muarızlar, bu kudsî hizmetten başka onlarda bir maksad bulamadıkları için onları mahkûm edemiyorlar ve dağıtamıyorlar. Ve Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız, onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar.” diyorlar. Kemmiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakikî ihlası taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.” Em:169

Şer cereyanının hakiki ve mücahid Nurcuları dağıtamayıp ancak avam taifesini ifsad ederek kendi tarafına çektiği şöyle ifade edilir:

“Risale-i Nur’un mümtaz bir hasiyeti, imanın en son ve en küllî istinad noktasını, kuvvetli ve kat’î beyan olduğundan; bu hasiyet Âyet-ül Kübra Risalesi’nde fevkalâde parlak görünüyor. Ve bu acib asırda mübareze-i küfür ve iman, en son nokta-i istinada sirayet ederek ona dayandırıyor. Meselâ: Nasılki gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafın bütün kuvvetleri toplandığı bir sahrada iki tabur çarpışıyorlar. Düşman tarafı, en büyük ordusunun cihazat-ı muharribesini kendi taburuna imdad ve kuvve-i maneviyesini fevkalâde takviye için her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır. Ehemmiyetli bir istinadgâhını kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır. Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cem’iyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir. Bütün bütün kuvve-i maneviyesini mahvetmeğe çalıştığı bir hengâmda Hızır gibi biri çıkar, o tabura der: “Me’yus olma! Senin öyle sarsılmaz bir nokta-i istinadın ve öyle mağlub edilmez muhteşem orduların ve tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki, dünya toplansa karşısına çıkamaz. Senin şimdilik mağlubiyetinin bir sebebi, bir cemaata ve bir şahs-ı maneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki, herbir neferin, istinad noktaları olan dairelerinden manen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i maneviye ile bir şahs-ı manevî ve bir cem’iyet hükmüne geçsin” dedi ve tam kanaat verdi.” K:55

“Nurların muarızları, her cihetle mağlub olduktan sonra, zahiren bize hoş görünmeyen ve hakikaten Nurlara daha menfaatli bir plân takib ediyorlar. Güya Nurcuların tesanüdünü kırıp bilinmeyecek bir tarzda bazı mühim erkânlarını başka yerlere gitmelerine sebebiyet veriyorlar. Halbuki onların gitmesiyle tesanüd kırılmadığı gibi, gideceği yerlerde lüzumları var. Ezcümle; Muharrem’i Tavas’a; Mustafa Osman’ı Karabük’e; Re’fet’i İstanbul’a gibi.. bazı kardeşlerimizi dağıtmağa sebebiyet veriyorlar. Bu kardeşlerimiz de, onlara hissettirmeyerek, güya kendi ihtiyarlarıyla gidiyorlar. Hakikat ise, hiç ihsas edilmeyecek bir tarzda, tesanüde zarar niyetiyle öyle zemin ihzar ediliyor.”E:250

Kitabdaki düsturlara bedel, şahsa bağlananların akıbetlerini gösteren bir-iki nümune:

“-Risale-i Nur’un has şakirdleri müstesna olarak- başkaları beni büyük bir makamda bilmekle, kuvvetli bir alâka ve hizmet gösterir. Hem mukabilinde, dünyada, ehl-i velayet gibi nuranî neticeleri ister. Sonra bize hizmeti ile ve alâkası ile manevî ihsan eder. Böylelerin bu nevi ihsanlarına karşı, istediği fiyata sahib olamadığım için mahcub oluyorum. Onlar da ehemmiyetsizliklerimi bildikleri vakit inkisar-ı hayale uğrarlar, belki hizmette fütura düşerler.E:90

“Kardeşlerim! Bu hakikata binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek dost ise inkisar-ı hayale uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.” Ş:317

İşte bu gibi hikmetler içindir ki Risale-i Nur mesleğinde şahsî kemalattan daha çok ihlas, sadakat, sebat ve metanet gibi keyfiyet hususiyetleri tercih edilir ki bu hususiyetler, hizmet istikametinin esaslarıdır. Eğer bu safderunlar ve enaniyetten avlananlar ve garazkârlıklara düşenler, hissî temayüllere bedel, hizmetin selametini düşünseler ve kitabî düsturları esas alıp hareket etseler, aldatılma ihtimali azalır ve nifak cereyanı dahi ifsad imkânını fazla bulamaz.

Üstad Hazretlerinin aldatılmakla doğan mesuliyetlerine dair ikaz mektublarından birisinde aynen şöyle der:

“Bu asrın acib bir hassasıdır. (Haşiye) Bu asırdaki ehl-i İslâm’ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri de âlîcenabane afvetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler. Evet elması bildiği (âhiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat’iyye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer’iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama’ ve hafif bir korku ile tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstehak eder. Hem âlîcenabane afvetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini afvedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen canilere afuvkârane bakmağa hakkı yoktur, zulme şerik olur.” K:25   (Haşiye): Yani elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.

Fitne-i ahirzaman cereyanının yukarıda nazara verilen zulmüne ortak olmak, gökler ve yerlerin kaldıramıyacağı bir mesuliyettir.  Böyle feci helaketlerden kurtulma vesilesi olan kitaba bağlılığın lüzumu hakkında Hz. Bediüzzaman diyor:

“İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ü cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın muhkemat kal’asına gir ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!..”L:78

Evet, Hakiki bir Nur Şakirdi, manevî mesuliyet hissine sahibtir. Bu hissin, vicdanî bir neticesi olarak da, Kur’andan alınmış olduğunu bil­diği Risale-i Nurdaki  ha­kikatlara ve düsturlara tam bir teslimi­yeti vardır. Yani kendi arzu­suna ve hissiyat-ı nefsaniyeden gelen temayüllerine göre değil, kitaba uygun düşünür, inanır,  konuşur ve yaşamaya çalışır.  Hatası olunca istiğfar eder.

Şimdi Üstad Hazretlerinin Nur dairesinde belli bir cemaatın bağlandığı şahısları iftiralarla çürütüp o cemaatı hizmetten soğutup dağıtmak plânından  bazı ikazları Risale-i Nurdan ibret ve teyakkuz için nakledelim. Şöyle ki:

“Bütün hücumları, şahsımı çürütmek ve Nur’un fütuhatına bulantı vermektir. Emirdağı’ndaki malûm münafıktan daha muzır ve gizli zındıkların elinde âlet bir adam ve bid’atkâr bir yarım hoca ile beraber bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe, yirmiden bire inmiş. İnşâallah o bir dahi, bizi mecruh ve yaralı etmeyecek ve düşündükleri ve kasdettikleri bizi birbirinden ve Nurlardan kaçırmak plânları dahi akîm kalacak..” Ş:495

“O zındıklar, Risale-i Nur’u ve şakirdlerini tarîkata ve bilhassa Nakşî Tarîkatına kıyas edip, o ehl-i tarîkatı mağlub ettikleri plânlar ile bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle bu hücumu yaptılar.

Evvelâ: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin sû’-i istimalatını göstermek.

Ve sâniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek.

Ve sâlisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek ile mabeynlerinde tesanüdü kırmak ve üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarından sukut ettirmektir ki, Nakşîlere ve ehl-i tarîkata karşı istimal ettikleri aynı silâh ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar.” Ş:302

Yukarıda zikredilen (cazibedar sefahet), zamanın bid’alarından uzak durmayı şart koşar.

 “ Din ve İslâmiyet düşmanları, ekseriya perde ardından bahaneler icad ederek dine saldırmaktadırlar. Doğrudan doğruya dinin ve İslâmiyetin aleyhinde bulunmuyorlar; dine hizmet eden, bu uğurda türlü fedakârlıklara katlananları nazar-ı âmmede kötülemek, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçiyorlar; ta ki dine hizmet edenleri âtıl vaziyete getirip, dinî inkişafa mâni olsunlar.” T:24

 “Düşman tanınmadığı ve bilinmediği müddetçe daha çok zararlı düşer. Şayet düşman Muhannes olsa, yani gizli, örtülü ve içten karıştırıcı olsa; daha çok habis olur.. Ve eğer yalancı kezzab olsa, daha çok ifsadcı olur.. Ve eğer adüvv, dahilî olsa, zararı daha çok büyük our. Zira dahilî düşman salabeti gevşetir, kuvveti dağıtır. Haricî düşman ise; dinin ve millî salabetin kuvvetlenmesine, toparlanmasına sebebiyet verir. Evet, nifakın İslâma yaptığı cinayet, verdiği zarar – maateessüf- pek büyüktür. Ve halen İslâm alemindeki şu müşevveşiyet ve karışıklıklar da hep nifaktan gelmiştir. İşte onun için Kur’an-ı Hakîm münafıkların aley­hinde, haddı mütecaviz olan kötülük ve şenaatlarının zararlarından çokça bahsetmiştir.”İşaratül-İ’caz (A.Badıllı:163)

“Ey birader! Düşman hariçte olsa, insan silâhsız o düşmanla geçinebilir. Fakat düşman kal’a içine girse ve gizlense, o vakit o düşmana karşı silâhlanmak, zırh giymek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddî sebat etmek lâzımdır. Tâ ki hayat-ı ebediyesini hafî darbelerden kurtarabilsin.

Ey kardeş! Zırh ve silâh, namaz ve takvadır. Kur’an’ın zincirini muhkem tut. Onun sözüne kulak ver. Başkaları seni aldatmasın. Şu zamanın gafil sarhoşları içinde, seni terk-i şeaire ve medeniyet-i dünyaya davet edenlere de ki: “Hey sersem gafiller! Benim halim sizi dinlemeye müsaid değil.” Ni:143

Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin neşredilmiş hatıralarında bu tarz iftiraları susturan yazısında aynen şöyle der:

Her fena dedikoduda da ehl-i iman ağzından da çıksa  mutlaka dinsizlerin veya münafıkların parmagı olduğu teyakkuzunu taşımalarına sebep olmuşlardır. Dinsizlerin aleyhine ,Nur Talebelerinin lehine tecelli eden bu neticeyi sonra o münafıklar gözleriyle görmüşler,ye’se ve çaresizliğe düşmüşlerdir…

Ne şekilde olursa olsun ,her kimden gelirse gelsin ,hangi ehl-i imanın ağzından ve elinden çıkacaksa çıksın,Nur Talebelerinin ittifakını bozabilmek kastıyla ortalığa yayılacak ittiham ve iftiralara ,dedikodu ve mukabele etmeyeceğiz.Onlarla uğraşmak küçüklüğüne düşmeyeceğiz.Onlarla meşgul olup hizmete ve ibadete ,Nurlara çalışmaya sarf edeceğimiz kıymettar vaktimizi öldürmeyeceğiz. Bilhassa ve bilhassa şahıslarımıza gelen iftira ve darbelerden memnun kalacagız.  Risale-i Nur’un selamet ve intişarı ve ittihad ve tesanüdümüz uğrunda icabında haysiyet ve nefsimizi dahi feda edeceğiz.”(Zübeyr Gündüzalp)

(Rüştü Tafral Abinin 30 küsur sene evvel derlediği bir dersten…)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org