Etiket arşivi: rusya

Risale-i Nur Rusça’ya Tercüme Ediliyor

Risale-i Nur’lar, günümüz Rusya’sında çeşitli sahalarda hususen gençler ve ehli ilim nezdinde çok önemli bir yer edindi ve çokça okunmakta.

Rusya’da birçok millet var. Binaenaleyh bu milletlerden Risale-i Nur’ları hem Rusça hem Türkçe rahat okuyabilenler bulunmakta.

Risale-i Nurların Rusça tercümeleri henüz bitmedi ve bu tercümelere olan ihtiyaç da had safhada. Bununla beraber kabiliyetli ehli ilim hizmet meselelerine sahip çıkmakta. Onlarla beraber çalışmak niyetiyle devamlı Kur’ân hakikatlerini öğrenmek ve bu hakikatlerin neşriyatı için daha düzenli ve sistemli çalışmak gayretindeyiz.

Erzurum Tercüme Heyeti

www.NurNet.org

Editörün Notu: Risalelerin Rusça’ya çevrilmesi projesinde gönüllü çalışmak isteyenler için iletişim:

 

 

Said Nursi’nin Rusya Macerası

Editörün Notu: Bu sayfada Üstad ile ilgili ilk defa ortaya çıkan fotoğrafı diye bir haber vardı ki biz Üstad olduğuna kani değiliz demiştik, okuyucularımızdan gelen istekler üzerine haber metnini kaldırdık sadece hatıra kısmının kalmasını arzu ederek yazımızı devam ettiriyoruz.

Bediüzzaman Said Nursi 1. Dünya Savaşı yıllarında doğu cephesinde gönüllü alay komutanı olarak hizmet eder. Savaş esnasında yaralanıp 2,5 yıl Rusya’da esir kalır. Kosturma’daki esaret günlerinde bir gün Rus Orduları Başkumandanı Nikola Nikoloviç kampa gelir. Bediüzzaman ayağa kalmaz. Bunun üzerine idam cezasına çarptırılır. Bediüzzaman son arzu olarak namaz kılmak ister. Rus komutan ve askerlerin şaşkın bakışları arasında namaz kılar.

BEDİÜZZAMAN’IN TARİHÇE-İ HAYAT KİTABINDA ŞU ŞEKİLDE GEÇMEKTEDİR:

Bir gün Rus Başkumandanı esirleri teftişe gelir. Teftiş esnasında, Bediüzzaman kumandana selâm vermez ve yerinden kalkmaz. Kumandan kızar, belki tanımamıştır diyerek tekrar önünden geçtiği zaman yine yerinden kalkmayınca, kumandan tercüman vasıtasiyle der:

– Beni herhalde tanımadılar?

Bediüzzaman:

– Tanıyorum, Nikola Nikolaviç’tir.

Kumandan:

– Şu halde Rus ordusuna, dolayısiyle Rus Çarına hakaret ediyorlar.

Bediüzzaman:

– Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman âlimiyim. İmanlı bir kimse, Cenab-ı Hakkı tanımayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh, ben sana kıyam etmem, der.

Bunun üzerine Bediüzzaman divan-ı harbe verilir. Birkaç zabit arkadaşı, hemen özür dileyerek vahîm neticenin önlenmesine çalışmasını istirham ederler.

Fakat Bediüzzaman:

– Bunların idam kararı, benim ebedî âleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir, deyip kemal-i izzet ve şecaatle hiç ehemmiyet vermez.

Nihayet idamına karar verilir. Hüküm infaz edileceği vakit, namaz kılmak için müsaade ister; vazife-i diniyesini ifadan sonra, atılacak kurşunlara göğsünü gereceğini beyan eder. Tam bu esnada, namazını eda ederken, Rus kumandanı gelerek, Bediüzzaman’dan özür dileyip:

– O hareketinizin, mukaddesatınıza olan bağlılıktan ileri geldiğine kanaat getirdim, rica ederim, beni affediniz Diyerek verilen idam hükmünü geri aldırır. (Tarihçe-i Hayat sayfa 114)

BEDİÜZZAMAN’LA BERABER ESİR KAMPINDA BULUNAN ALİŞAN SOYLU HADİSEYİ OĞLU GÜLCEMAL SOYLU’YA ŞU ŞEKİLDE ANLATMIŞTIR:

Babam Alişan Ağa, Bediüzzaman’ın, Kosturma esir kampını teftişe gelen Rus Başkumandanı Nikola’ya ayağa kalkmama hadisesinde oradaymış, her şeyi bizzat görmüş. Bize ağlayarak şunları anlatırdı:
“Çok esir vardı kampta. Bir gün bir komutan geldi… Ama biz kim olduğunu bilmiyoruz… “Dikkat!” diye bir komut verildi; herkes, hepimiz ayağa kalktık… Bir tek kişi hariç… Bediüzzaman… Sonradan kim olduğunu öğrendiğimiz Rus Başkumandan Nikola bunu gördü. Hemen bir tercüman çağırtıp, ‘niçin ayağa kalkmadığını’ sordu. Bediüzzaman, “Tazim Allah’a olur” diye cevap verince; Nikola, kurşuna dizilmesini emretti. O’na ölüm emri verdiği zaman biz çok korktuk. Ölüm mangası da hemen hazırlandı. Sonra namaz için izin istedi Bediüzzaman. Namazını kıldı ve hemen çabuk çabuk geldi. Komutan: “İdam olunacağı zaman ağırdan alınır, sen çabuk geliyorsun?” diye sordu tercümanla. Bediüzzaman umursamaz bir tavırla: “Rabbime kavuşmak için çabuk geliyorum” dedi. Bu ihlas, komutanı çok etkiledi ve insafa getirdi… İdamı kaldırdı ve özür diledi.”
Babam, Kosturma esir kampında 2,5 sene Üstadla beraber kalıyor. (Ömer Özcan Ağabeyler Anlatıyor-3 sayfa 95)

Büyük İtiraf – Prof. Dr. Ahmet Akgündüz (video)

Mısır Câmiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahît Efendi İstanbul’a geldiği zaman Bediüzzaman’a sorar: “Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?

Bediüzzaman: “Avrupa bir İslâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doğuracak. Osmanlılar da Avrupa ile hâmiledir; o da onu doğuracak.

Bu cevaba karşı Şeyh Bahît Hazretleri,

Bu gençle münazara edilmez. Ben de aynı kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beliğâne bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman’a hastır” demiştir.

Cümlesiyle konferansa başlayan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, İslamiyet’in doğuşundan bu yana Avrupanın İslamiyet’e bakış açısının zamanla nasıl değiştiğini ve sonunda Peygamberimizi Peygamber olarak kabul ettiklerini lakin bunu bir kısım insanların nasıl engellediğini anlatmakta ve bunlara yazmış olduğu “Büyük İtiraf” kitabında yer verdiğine dair beyanatta bulunmaktadır. Neticesinde ise Avrupanın ve Rusya’nın İslamiyet ile şerefleneceği müjdesini vermektedir.

Erzurum Olimpiyat Haberleri

Esselamu Aleykum,

2011 Dünya Üniversitelerarası Kış oyunları münasebetiyle yaptığımız hizmet çalışmaları hakkında kısa bir bilgidir.

Bir davetiye bastırdık. Bir tarafı İngilizce, bir tarafı Rusça. “All Free” başlıklı davetiyenin içeriğinde; yöresel meşhur tatlılar(kadayıf dolması, Türk lokumu, pasta börek tarzı) semaver çayı, sürpriz hediyeler şeklinde. Bu davetiyelerden bolca dağıttık.

Erzurumun en merkezi yeri olan Yakutiye Medresesi yanına resmi izinli “Culture House” adı altında bir kontainer açtık. Organizasyonun resmi afişiyle kapladık. Önüne kitap, broşür ve kartpostal stantları kurduk. Kocaman bir semaver koyduk. Büyük hoparlörden enstürimental  mehter ve tasavvuf musikileri çalıyoruz. Müzenin önünde olması hasebiyle, müzeye gelenler, davetiye veya kardeşler onlara ulaşamamışsa bile bizi fark edip geliyorlar veya ona da gerek kalmadan biz onları yolda karşılıyoruz.

Hizmetlerimiz Erzurum hava limanında karşılamayla başlıyor. Ayaküstü tanışma, kitap verme ve binecekleri servislerin koltuklarına kitap ve davetiye bırakma şeklinde.

Sporcuların ağırlandığı “olimpiyat köyü” adı verilen yurtlarda resmi görevli abi veya kardeşlerimiz var. O bölgede sporcularla tanışıp davetiye verip bize yönlendiriyorlar. Medya grubunun kaldığı bütün oteller tespit edildi, kalan yabancı misafir sayısınca, içinde tanıtım broşürleri, davetiye ve küçük risaleler bulunan hediye paketleri misafirlere ulaştırılmak üzere otel yönetimine bırakıldı.

Her bölgedeki esnaf, restorant, tarihi mekanlar ve kafelere davetiye, cep  risaleleri, vecizeli kartpostallar ve tanıtıcı broşörler  bırakıldı. Zaman zaman eksilen kitaplar takviye edildi. Bu konuda yaşadığımız manidar bir hatıramızı paylaşmak istiyoruz:

Yoldan geçen bir grup misafiri çadırımıza davet ettik. Fakat başlarında ki Türkateşe müstağni bir tavırla istemiyoruz deyip şevkimizi kırdı. Ancak meşhur Erzurum “eski evleri“ne, kitap takviyesi için gittiğimizde, o grubun bizim koyduğumuz kitaplardan aldıklarını gördüğümüzde moralimiz yerine geldi.

Meydandaki “kültür evimiz“de Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen Rusça ve İngilizce bilen abi ve kardeşler görevlendirildi. İstanbul’dan Antep’e, ingilizce öğretmeninden Rus öğrencilere varıncaya kadar hizmet için gelen ağabeyler kardeşler var.

Davetiyeyle, yönlendirme ile veya gezerken kardeşlerin tanışması vesilesiyle kültür evimiz“e gelen misafirlere Türk lokumu, baklava, kadayıf dolması, pasta börek çörek ve semaver çayı ikramı yapılırken tanışma, muhabbet etme, iletişim bilgilerini alma şansımız oluyor. Bu süreç  içerisinde diline göre hazırlanmış cep risaleleri, vecizeli karpostallar ve Türkiyeyi tanıtıcı kitap ve broşörler bulanan hediye poşetleri hazırlanıyor gitmelerine yakın takdim ediliyor.

Verdiğimiz kitapları okumalarını teşvik etmeği de unutmuyoruz. Okuma noktasında Avrupayı örnek aldığımızı dile getirip onların okumayı sevdiklerini bildiğimiz için kitap hediye ettiğimizi söylüyoruz. İnsan hangi inançta veya görüşte olursa olsun okudukça bir şeyler öğreneceğini ve okuyan insanla her konuda müzakere edilebileceğini ifade ediyoruz ve bu kitapları okuyup değerli gördüğümüz fikirlerini bizimle paylaşmalarını hassaten arzu ettiğimizi beyan ediyoruz.

Bu muhabbet esnasında Türkiye, İslam ve Müslümanlar hakkındaki ön yargıları kırılıyor memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Çok memnun bir şekilde ayrılırken yapılan hizmetin takibi amacıyla mutlaka bir iletişim adresi alınıyor. Facebook’da açtığımız “Winter universiade Erzurum 2011” sayfamızın isminin çıktısını takdim ediyoruz. Listelerine eklemelerini, resimlerini görebileceklerini ve yorumlarını eklemelerini istediğimizi söylüyoruz. Biz de her akşam o gün çektiğimiz resimleri sayfamıza ekleyip güncelliyoruz. Buda onlara ayriyeten cazip ve orijinal geliyor. Aldığımız iletişim adreslerini Nur Dershanesi olan ülkelerdeki ağabeyler ile bağlantıya geçirmek ve aynı zamanda Türkiye’den de takibini yapmak amacındayız. Kurulan samimiyete göre ilgilenilecek kişiler ağabeyler arasında paylaşılıyor.

Kültür evimiz” önüne yaptığımız dev “kardan adamlar” misafirlerin ilgisini çekiyor bize gelmelerine vesile oluyor. Her akşam çocuklar kardam adamları yıksa da, sabah kardeşler yenisini yapıyor. Koyduğumuz masalarda, gelen misafirlerin dilini bilen ağabeyler misafirleri paylaşıp samimi bir muhabbet ortamı oluşturuyorlar, fotoğraflar çekiliyor, çaylar içiliyor, mutlu bir şekilde, tekrar görüşmek, ümidiyle, vedalaşılıyor.

Ayrıca, Ateşe adı verilen ve Türklerden oluşan grup rehberleriyle tanışıp gruplarını bize getirmelerini istiyoruz. Hatta bizim ulaşamadığımız, fakat bir vesile ile bizi duyan Ateşeler de gruplarını bize getiriyorlar.

Hizmetimiz o kadar duyulduki sanki organizasyonun bir parçası gibi görülüyor, kulaktan kulağa yayılıyor, bir birlerine tavsiye ediyorlar. Şehre inen misafirler bize uğramadan geçmiyorlar. Bu durumdan resmi makamlarda memnuniyetlerini dile getiriyorlar.

Bu tür organizasyonların eksikliğinden herkes gibi onlar da dert yanıyor. Zira İslamiyeti tanıtmak bir tarafa, Erzurum’u veya Türkiye’yi tanıtacak ne belediyenin, ne kültür bakanlığının ne de bir cemaat veya bir kuruluşun hiçbir faliyeti yok. Bu manada belediye ve farklı grup ve kuruluşlardan tebrik, dua ve destek ve teşekkür alıyoruz. “Biz yapamıyoruz bari siz yapın Allah yardımcınız olsun” diyorlar.

Yanımızda bulunan müze olarak faliyet gösteren Yakutiye medresesinin içinde, ebru çalışması yapan hocaların da desteğini aldık. Normalde ücretli yapmalarına rağmen götürdüğümüz misafirlere ücretsiz deneme yaptırıyorlar ve resimleri hediye ediyorlar. Bu da onlara bir jest oluyor. Bunun arkasından “kültür evimiz“e getirmek daha kolay oluyor.

Sokakta bir grup gördüğümüzde ellerinde bizim hediye poşetlerimiz varsa derin bir nefes alıyoruz, yoksa tanışmanın ve kültür evimize getirmenin yollarını arıyoruz. Hedefimiz yabancı misafirlerin tamamına ulaşmak, inşaallah kitap almasa da Risale-i Nurları ve dolayısıyla İslamiyet Nurlarını duymadan burdan kimse gitmeyecek. Bunların yanında teklifimizi kabul eden gruplara, ücretsiz şehir turu vesilesiyle, iman hakikatlarını anlatma fırsatı buluyoruz. İnşaallah bu hizmetimiz son misafir gidene kadar devam edecektir. Bunların yanında 6 şubattaki kapanışdan önce cumartesi akşamı bütün misafirleri davet edeceğimiz bir program hazırladık.

Üstad Bediüzzaman’ı, Hizmetimizi, Risale-i Nurları anlatan bir sunum yapıldı. Program sonunda dağıtılmak üzere hazırlanan hediye paketleri misafirlerimize dağıtıldı.

Son gün, sporcuların çadırımızı ziyaret ettikleri bir sırada oluşan samimi ortamın etkisiyle, değişik ülkelerin sporcuları montlarını değiştirdiler. Bizde bu değişime katıldık. Herkes ceplerini boşaltarak montlarını teslim ediyorlardı. Biz böyle bir şeye gerek duymadık. Zira ceplerimizde yabancı risalelerden başka bir şey yoktu. Hatta montumuzu alan sporcular kitapları vermek istediklerinde onlarda kalmasını istedik.

Ağabey ve kardeşlerimiz o kadar şevkli ki akşam olup sokaklar boşaldığında, soğuğa ve yorgunluğa aldırmadan bir kişiye bir hakikat anlatabilmek için musabakalar aralarında ve  sonlarında misafirlere iman hakikatlerini anlatıyorlar. Bunun yanında hizmetimizin verdiği kutsi lezzete bir delil olarak şunu da beyan etmek istiyoruz ki, Müslüman olan Rus kardeşlerin gayri müslim arkadaşları da tüm gayretleriyle hizmetimize destek veriyorlar, tanışıp davet ediyorlar veya davetiye dağıtıyorlar.

Cenab-ı Hakkın inayeti ve yardımıyla  girelemiyecek yerlere girip, ulaşılamıyacak kişilere kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Bu manada yaşadığımız hadiselerden bir iki tanesini anlatmak istiyoruz.

Normalde resmi görev kartlarımız, sporcuların yemekhanesine girmemize yetmiyor. Ancak en güzel hizmet zemini de orası. Zira hiç birisinin acelesi yok, rahat bir ortamda yemek yeyip muhabbet ortamının çok uygun olduğu bir zemin. Bir şekilde bizim oraya girmemiz lazım. Yemekhaneye girmemize, görevi icabı engel olmaya kalkışan güvenlik görevlisi ile bir dakikalık bir tanışma sonrasında, biz hiçbir şekilde amacımızı belli etmememize rağmen, bize  “şakird ağabeyim ne olur kimseye çaktırmadan geçin, çıkışta da yanıma uğrayın biraz muhabbet edelim” dedi. Böylece yemek esnasında da hizmet etme imkanı bulduk. Çıkışta yanına uğradığımızda “Allah sizden razı olsun Allah şakirdleri başımızdan eksik etmesin” diye dua ediyor.

İkinci misal; Müslüman olan Rus Abdullah kardeşin validesini, atlama kulelerinin tepesine çıkarmak istiyoruz. Belli bir noktadan sonra hiçbir aracın çıkmasına müsaade edilmeyen sahanın zirvesine kadar özel aracımızla çıkıyoruz. Hatta sporcu ve koçların haricinde kimsenin oturamadığı bölgede çayımızı yudumluyoruz.

Yukarıda bahsini ettiğimiz Abdullah kardeşin validesi de bu hizmetlerden nasibini aldı. Bu ablamız yarışmalar için Erzurum’a gelmişti. 7 gün kaldı ve “kültür evimizi“de ziyaret etti. Bu süreçte kaldığı ortam, gördüğü çevre,  yapılan sohbetler neticesinde şu ifadeleri kullandı:

Ben bir Ortadoksum, ancak uygulamıyorum. Hele ki bu saattan sonra kiliseye de gidemem. Şu an yaptığım tek şey kalben dua etmektir. Bu noktada bana ne tavsiye edersiniz, nasıl ibadet edeyim?”. Kardeşimizin validesine verdiğimiz, bir saat süren cevabın hülasası “ibadetlerin en mükemmeli namazdır” oldu.

İkinci bir sorusu var mı diye soruyoruz, cevaben diyor ki “bir soru daha sorsam korkuyorum ki yarınki uçağımı kaçıracağım”. Kendisinin son olarak söylediği cümle şu “bir zaman işyerimden izin alıp ülkenize gelip hizmetinize ve tercüme faaliyetlerinize yardımcı olmak arzu ediyorum”. İnşaallah dualarınızla hidayete erer.

Burada yaptığımız hizmetlerin, başka yerlerde meyve verdiğine delil olarak, küçük fakat manidar bir hadise: Beyaz Rusyalı sporcuları biz çok sevdik, çok mütebessim ve sıcak insanlar. Karşılıklı etkileşimimiz fazla oldu. Bu günlerde aldığımız iki haber şöyle: Beyaz Rusya’da 18 yaşındaki Dima, Nur Dershanesinde ağabeylerle okudukları 8. Sözün ardından islamiyetini ilan etmişti. İki gün sonra Dima’nın 18 yaşında aynı isimdeki bir arkadaşı Dima da Müslüman oldu. Şu anda biri Abdullah diğeri Muhammed. Moskova’da ise Moskova karate şampiyonu 16 yaşındaki İgor iman edip Müslim adını aldı. Ve neredeyse dershaneden çıkmıyor.

Elhamdulillahi haza min fazli.

Selam eder, dualarınızı bekleriz.

Erzurum Nur Talebeleri

 


www.NurNet.org

Sahabe imanı, İslâm celâdeti

Eşref Edip Sebilürreşad’ın 15. cildinin 356. sayısında “Sahabe İmanı, İslâm Celâdeti” başlığı altında şunları yazıyordu:

“Ashâb-ı Kirâmdan Hz. Abdullah bin Huzeyfe, Resûl-i Ekrem Efendimizin İslâma davet hakkında İran Şahına yazdığı mektubu götüren zattır. Şam fütûhatında Bizans ordusu ile yapılan muharebede esir düşmüştü. Bizanslıların kaidelerine göre, esir düşen kimse evvelâ mezhebini bildirir, ondan sonra bu mezhepten feragat eder, Hıristiyan dinine girer, ancak bu sayede kurtulurdu. Yoksa böyle yapmadığı takdirde, zeytin ağaçlarından büyük bir odun yığını hazırlanır, üzerine zeytin yağı dökülür, esir o ateş içine atılır, yakılırdı.

“Hz. Abdullah bin Huzeyfe, diğer Müslüman esirlerle beraber Bizans hükümdarının huzuruna getirildi. Hıristiyanlığı kabul etmesi teklif edildi. Kabul etmedi, şiddetle reddetti. Mezhebini değiştirmek için çok uğraştılar, fakat muvaffak olamadı. Abdullah, Müslüman olarak ölmek istediğini söyledi.

“Bunun üzerine âdet gereğince Hz.Abdullah, ateşe atılmak üzere ateş yığınının yanına getirildi. Bizans hükümdarı da orada hazırdı. Papazlar ve hükümdar, Hz. Abdullah’ın illâ Hıristiyan olmasını tekrar ileri sürdüler. Hz.Abdullah kemâl-i metanet ve şehametle reddetti. Nihayet ateş yakıldı. Hz. Abdullah ateşe atılacaktı. Ateş karşısında da yine Müslüman olduğunu, ‘Külhü vallahü ehad, Allahü’s-Samed, Lemyelid ve lem yûled’ diyerek bu bâtıl dine intisap etmeyeceğini söyledi.

Değil beni‘ dedi, ‘benim vücudumun her bir zerresi Abdullah olsa, hepsine de ayrı ayrı cefâ etseniz, ateşte yaksanız, yine Abdullah hak yoldan dönmez. Allah yolunda, bir olan Hâlık-ı Zülcelâl yolunda kalır. Yalnız benim canım değil, binlerce Abdullah’ın canı Hak yolunda fedâ olsun.

“Bizans hükümdarı ve papazları, bu İslâm, iman kuvvetini görünce hayret ettiler, yeni bir teklifte bulundular. Hükümdarın elini öpmek şartıyla kendisini serbest bırakacaklarını söylediler. Hz. Abdullah bunu da kabûl etmedi, reddetti. ‘Ben bir Allah’a inanan bir Müslümanım. Bir haça tapanın elini öpmem’ dedi. Kendisine pekçok mal, mülk ve servet vereceklerini söylediler. Hz. Abdullah bunların hiçbirisini kabul etmedi.

“Bu derece iman, bu derece metanet ve celâlet, hükümdarı büs bütün hayrete düşürdü. Böyle iman sahibi bir zatı ateşte yakmaya kıyamıyordu.

“Bu defa başka bir teklifte bulundu. Kendisinin alnını öpmek şartıyla, bütün Müslüman esirleri serbest bırakacağını söyledi. Seksen kadar Müslüman esir vardı. Hz. Abdullah bu teklif üzerine düşünmeye başladı:

“Benim hayatımın kıymeti yok. Hak yolunda ateşte yanarım, ölürüm. Fakat benimle beraber seksen Müslüman da yakılacak. Bir putperestin alnını öpmek, bir Müslümana yakışmasa da, seksen Müslümanın hayatını kurtarmak da büyük bir meseledir.’

“Seksen Müslümanın serbest bırakmak şartıyla bu teklifi kabul etti. Esir Müslümanları beraberinde alarak Mekke’ye geldiler. Hz. Ömer bu mücahitleri, bu kahraman Müslüman Hz. Abdullah’ı bizzat karşıladı ve Abdullah’a sarılarak elini öptü. O arada lâtife kabilinden bazıları, ‘Bu zat bir putperestin alnını öptü, serbest oldu’ dediler. Hz. Abdullah hemen cevap verdi: ‘Evet, maalesef öyle oldu. Fakat seksen Müslümanın da hayatını kurtardım. Onları alıp ailelerine kavuşturdum.’

“Bu sözü üzerine Hz. Ömerü’l-Faruk (r.a.) bir defa daha Hz. Abdullah’ın alnından öptü.

“Bu İslâm celâdet menkıbesini, neşretmekte olduğumuz Asr-ı Saadet, Peygamberimizin Ashabı adlı muazzam eserin dördüncü cildinden naklediyoruz. Bu bize merhum Said Nursî’nin esareti zamanında Moskof kumandanına karşı gösterdiği celâdet ve şehameti hatırlattı.

“Merhum Üstad, umumî harpte Ruslara esir olduğu zaman, buna benzer bir hâdise cereyan etmişti. Rus kumandanı esirleri teftiş esnasında Üstad kumandanın selâmını almıyor, yerinden bile kalkmıyor. Bu hareketten kumandan hiddetleniyor. ‘Belki görmemiştir’ diye tekrar önünden geçer. Fakat Üstad yine yerinden kalkmayınca, kumandan tercüman vasıtasıyla, ‘Herhalde beni tanımadılar’ diyor. Üstad ‘Hayır!’ diyor. “Tanıyorum, kumandan Nikola Nikoloviç!’

“Kumandan, ‘Şu halde Rus Ordusuna ve dolayısıyla Rus Çarına hakaret ediyorsunuz.’ Üstad, ‘Hayır’ diyor. ‘Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman din âlimiyim. İmanlı bir kimse Cenab-ı Hakk’ı tanımayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh, ben sana kıyam edemem.’

“Bunun üzerine Üstad’ı divan-ı harbe verirler. Subay arkadaşları neticenin vehametini takdir ederek, Üstad’ın özür dilemesini istirham ederler. Fakat Üstad kat’iyyen kabûl etmez. Kemâl-i izzet ve şehametle şöyle der:

Bunların idam kararı, ebedî âleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir.

“Nihayet divan-ı harb idam kararı verir. Hükmün infaz edileceği sırada Üstad, namaz kılmak için müsaade ister. Vazife-i diniyesini ifadan sonra atılacak kurşunlara göğsünü gereceğini beyan eder. Tam o sırada Rus kumandanı yetişerek, ‘O hareketinizin mukaddesâtınıza olan bağlılığınızdan ileri geldiğine kanaat getirdim. Tekrar tekrar rica ederim, beni affediniz’ der ve idam hükmünü geri alır.”