Etiket arşivi: sadaka

Seni zengin eden kim?..

İbadetler, Allah emrettiği için yapılır. İslam’ın şartından biri de zekât vermektir. Belki zekât vermek insana sıkıntı verir, yani malını bir başkasına vermek zordur.

Adam diyor ki, “Canımı istesen veririm fakat para istiyorsun, işte bu çok zor.” Çünkü canını bedava buldu. Kolayca vereceğini zannediyor amma iş cüzdana gelince fakirlikten korkuyor ve titriyor. Ancak iman ibadete dönüşürse o zaman zekât verdiğine sevinir. “Çok şükür Allah bana zekât vermeyi nasip etti.” der. Zekât Allah’ın emri olduğu için “Ne olursa olsun; Allah emretmiş, o emre uyacağım.” denirse Allah da insana kolaylık gösterir.

Allah’ın varlığı karşısında kendi fakrını anlayan insan, zekât vermekten korkmaz. Kendi organlarına bile sahip çıkamayan insanın nesi zengin? Ömrünü uzatamayan, felaketlere mani olamayan insanın nesi zengin? Zaten zekât meselesinde anlaşılması zaruri olan husus şudur: Neden falan adam zengin olamamış da kendisi zengin olmuş? Herkesin aklı var, gücü var, işi varken, pek çok kişi zengin olmak için çabalayıp da olamıyorken, onu zengin eden kim? Böylece anlar ki onun zenginliği Allah’ın lütfuyladır. Elim ayağım, evim arabam dese de aslında onlar onun değildir. Ölünce “benim” dediği çok kıymetli vücudunu ve mallarını dünyada bırakır gider. Böylece anlar ki aslında insan çok fakir amma kainat bütünüyle Allah’a ait…

Hangi meşhura kaldı ki dünya?

Bastığın yer belki kralların kalbidir.

Gururlanma ey insan değmez,

İnsan neyin sahibidir?

Kuyumculuk yapan çok zengin bir arkadaşım vardı. Psikolojik hastalığa yakalandı. Yanıma gelip bana sordu, “Bu hastalıktan kurtulmak için ne yapabilirim?” Dedim ki, “O serveti tek başına yeme. Allah, razı olmaz. Bak hastalandın. Peygamberimiz buyurmuş ki, hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin.” “Ne yapayım?” dedi. “İnşaat yap.” dedim. Arkadaş inşaat işinde yüzlerce insan istihdam etti. Birçok eve ekmek girdi. Hastalık mastalık kalmadı. Allah servet verir. Fakat onu sadece bir adamın yemesine izin vermez. O servetten herkes pay almalıdır. Bunun iki çeşidi vardır: Biri şirket kurmak, işçi çalıştırmaktır. Diğeri zekât vermektir. Milletçe kalkınmak İslamiyet’te hedeftir…

Allah’ım her türlü nimeti “senden bilenlerden” eyle… Senin emirlerine tabi olanlardan eyle. Verdiğin nimetlerden ihtiyacı olanlara vermemizi nasip eyle… Bütün iyilikler Senden, kötülükler nefsimizdendir. Allah’ım bizi iyiliklerle mamur eyle. Sen bize servet verdin. Bize de zekâtlarımızı vererek, şükrümüzü eda etmeyi nasip eyle…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Sadaka ve Zekat Kimlere Verilebilir ?

“Keder ve gamları sadaka ile önleyiniz. Allah size isabet edecek zorlukları engeller. Düşmanlarınıza karşı size yardım eder. Kötü anlarınızda ayaklarınızı kaydırmaz.” Hz.Peygamber(s.a.v)

Zekât, Allah rızası için yapılan yardım nevi’leri veya verilen şey; Sadaka ise insanın malından sırf Allah rızası için muhtaç olanlara temlik edilmek üzere çıkardığı bir vergi türü anlamında fıkıh terimleridir.

Zekâta, mü’minlerin Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlarini gösterdiği için “sadaka” da denilmiştir. Çoğulu sadakât’tır.

Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlîkin Allah için olması.

Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vacib veya nâfile hükmünde olur.

Sadakanın farz olan kısmı zekâttan ibaret olup; tarım ürünlerinin zekâtı olan öşrü; hayvanların, ticaret mallarının, altın, gümüş ve diğer nakit paraların zekâtı ile define ve madenlerin zekâtını kapsamına alır.

Cenab-ı Hak Furkan-ı Hâkim de şöyle buyuruyor:

  • “Namazı kılın, zekâtı verin.” (el-Bakara, 2/43);
  • “Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onları temizleyip mallarını çoğaltasın” (Tevbe, 9/103);
  • “Hasat günü ürünün hakkını ödeyin” (el-En’âm, 6/141)

Hz. Peygamber’in çeşitli hadislerinde farz olan zekât emredilmiştir: “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur. Bunlardan birisi de zekât vermektir” (Buhârî, İmân, 1, 2; Tefsîru Süre, 2/30; Müslim, İmân, 19-22; Tirmizi, İmân, 3; Nesâî, İmân,13)

İhsanlar zekât nâmına olmazsa, üç zararı var. Ba’zan da fâidesiz gider. Çünkü Allah nâmına vermediğin için, ma’nen minnet ediyorsun; biçâre fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbûl olan duâsından mahrum kalıyorsun.

Hem hakîkaten Cenâb-ı Hakk’ın malını ibâdına vermek için bir tevziat me’muru olduğun halde, kendini sâhib-i mal zannedip bir küfrân-ı ni’met ediyorsun.

Eğer zekât nâmına versen, Cenâb-ı Hak nâmına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükrân-ı ni’met gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbûr olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duâsı senin hakkında makbul olur.

Evet zekât kadar, belki daha ziyâde nâfile ve ihsan, yâhut sâir sûretlerde verip riyâ ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekât nâmına o iyilikleri yapıp, hem farzı edâ etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duâyı kazanmak nerede? (Mektubat, 22.Mektub)

Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.

Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:

1. Sadakayı vermekte israf olmaması.

2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması. Ali’den alıp Veli’ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. “Size rızık olandan veriniz” demektir.

3. Minnetle in’âmın bozulmaması(minnet etmemek). Yâni “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.” Yâni “Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.”

4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek.

5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi. Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dâhi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.

6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette(günahlar ve haram eğlenceler) değil, hâcât-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır. Öyle adama veresin ki, nafakasına(ailevi, zaruri ihtiyaçlarına) sarf etsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbûl olmaz. (İşaret-ül İ’caz, s.24)

Fıtır sadakası, vacib hükmünde bir sadaka türüdür.

Bu, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan her hür müslümanın yoksullara vermesi gereken bir sadakadır. Buna kısaca, “fitre” denir ki, fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış atıyyesi(hediyesi) anlamına gelir.

Abdullah b. Abbas(r.anhümâ)’dan yapılan rivâyete göre Rasûlullah(s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Cenab-ı Hak, oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim bayram namazından önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur” (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12, 13, 16; Ebu Dâvud, Zekât, 18, 20; Nesâi, Zekat, 31, 33)

Sadaka verilecek fakirler arasında bir tercih söz konusu olursa; bu durumda öncelikle Takvası en üstün olan fakire bu sadakayı vermek gerekir.

Sadakayı verirken, tasadduk ettiği sadaka ile ihtiyaç sahibinin ibadet için güçlenmesini niyet etmek gibi güzel düşüncelerle vermek gerekir.

Sadaka verdiği zaman kişi bunu kendisi için bir ganimet bilip, Allaha hamd etmelidir.

Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Müslüman, güvenilir, kendisine emredileni tam ve eksiksiz gönül huzuru ile yerine getiren, kendisine emredilen kimseye ödenmek is­tenileni ödeyen haznedar, sadaka veren iki kişiden biridir.” (Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 205)

Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek. 

Cenab-ı Hakk(c.c) Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde mü’minleri şöyle uyarmaktadır: “Şeytan sizi Allah yolunda infak ederken fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emreder.” (Bakara 268)

Efendimiz(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: Sadaka, malı eksiltmez, malı çoğaltır ve bereketlendirir.” (Müslim, Birr 69; Muvatta, Sadaka 12)

Bir kudsi hadiste: “Ey Ademoğlu! İnfak et ki, Ben de sana  infak edeyim.” buyrulmaktadır. (Buhari, Zekat 28; Müslim, Zekat 57)

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v), Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’ya şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey Esma! Cimri olma ki, Allah da sana eksik vermesin. Saymadan ver ki, Allah da sana saymadan versin. Kesenin ağzını bağlama ki, Allah da sana nimetini eksik etmesin, kesenin ağzını bağlamasın. İnfak et ki Allah da sana infak etsin.” (Buhari, Zekat 21; Müslim, Zekat 88; Tirmizi, Birr 40)

Çeşitli ameller arasında fazilet bakımından farklar bulunduğu gibi, ihtiyaç sahiplerine yapılan yardım ve tasadduklarda da bir sıra gözetilmiş; öncelikli tasadduk alanları belirlenmiştir.

Gerçekten kişinin çok yakınında, belki aile fertleri arasında büyük sıkıntı içinde olanlar varken, uzakta olanlara yardım etmeye kalkışması maslahata uygun düşmez. Bu yüzden yardım ve infaka en yakınından başlamak prensibi getirilmiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kimsenin sarfedeceği en faziletli dinar, kendi aile fertlerine infak ettiği dinarla, Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcadığı dinardır.” (Müslim, Zekât, 38; Tirmizi, Birr, 42; İbn Mace, Cihâd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 279, 284).

Yine Rasûlüllah(s.a.s) “Allah yolunda harcanan, bir köle azadı için sarfedilen, bir yoksula verilen veya ailenin geçimi için yapılan harcamaları zikrettikten sonra, bunların sevap bakımından en üstününün aile fertlerine yapılan harcamanın olduğunu belirtmiştir.” (Müslim, Zekât, 39)

Bu hadislerde zikredilen aile fertlerinden maksat; bir kimsenin nafakası kendisine ait olan çocukları, eşi, annesi, babası ve hizmetçisidir.

Sadakanın en kıymetli, en iyi, en temiz ve en sevilen maldan verilmesi çok faziletli olmakla birlikte, bir mü’minin tasaddukunu sevdiği mal cinsinden yapması, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmaya sebep olur.

Kur’ân-ı Kerim’de Al-i İmran suresinde mealen; “Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe iyilik ve taate nail olamazsınız” buyurulur. (Âl-i İmrân, 192)

Bu âyet inince Ebû Talha(r.a), Rasûlüllah(s.a.s)’e gelerek şöyle dedi: “Benim en çok sevdiğim malım Beyrahâ adındaki bahçemdir. Bu malım Allah için sadakadır. Onun Allah nezdinde sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Ey Allah’ın elçisi; onu istediğin yere sarfet!” Bunun üzerine Hz. Peygamber(s.a.v), bu kararının çok kârlı bir yatırım olduğunu belirttikten sonra, bahçesini hısımlarına(akrabalarına) vakfetmesini bildirdi. (Müslim, Zekât 42, 43)

Tebessüm en büyük sadakadır!

Vakkasoğlu, “Riyakârlık yapmadan, gösterişe ve samimiyetsizliğe sığınmadan, ciddiyetsizlik yerine içten gelerek çocuklarınıza ve eşlerinize tebessüm edin, sevginizi gösterin.” dedi.

Vakkasoğlu, Bursa Gemlik Belediyesi’nin Ramazan Ayı Kültür Etkinlikleri kapsamında ilçe halkıyla buluştu. Konuşmasında tebessümün önemine değinen Vakkasoğlu, şunları kaydetti: “Tebessüm en büyük sadakadır. Riyakârlık yapmadan, gösterişe ve samimiyetsizliğe sığınmadan, ciddiyetsizlik yerine içten gelerek çocuklarınıza ve eşlerinize tebessüm edin, sevginizi gösterin. Özellikle hanımlar ve anneler şefkat kahramanlarıdır. Öncelikle anneler yüreklerini açmalıdır. Sevgi azalmamalı. Aile ortadan kalkmamalı. Dünya bu kadar katılaşmamalı. Anne yüreği de giderse kalır mı aile? Bu nedenle içimize, yüreğimize, derinimize samimiyetle bakalım. Sevgiyi, saygıyı, tebessümü ben demiyorum, bu efendimiz Hz. Muhammed’in sünnetidir.

Sevginin paylaştıkça çoğalıp, coşacağını ifade eden Vakkasoğlu, Ramazan ayında gönüllerin açılmasını isteyerek, beddua yerine duaya sığınılması gerektiğini kaydetti.

Eşlere mutlu bir aile adına tavsiyelerde bulunan Vakkasoğlu, şöyle devam etti: “Eşinizle yarışarak, rekabet ederek, inatlaşıp, didişerek aile kurtulmaz. Karşılıklı hoşgörü, sevgi, saygı, samimiyet ve tebessümle, konuşarak aile kurtulur. Ailelerimiz bizim son kalelerimizdir. Onu koruyalım. Batı da karı koca yemek yiyip, herkes yediğini ödemekte. Biz bu durumlara düşmeyelim.

Gemlik Belediye Başkanvekili Refik Yılmaz, programın sonunda Vakkasoğlu’na çiçek takdim etti.

Cihan

Şaban Ayının Fazileti

Şaban ayı üç ayların ikincisi olup bu ay da çok mübarek bir aydır. Yüce Rabbimiz peygamberleri dahi fazilet itibarı ile birbirlerine tafdil ettiği gibi ayları, günleri hatta saatleri de tafdil ve takdir buyurmuştur. Bu itibarla seher vakti saatlerin, Cuma günü günlerin, Kadir gecesi gecelerin, Ramazan ayı ayların en kıymetlisi olduğu gibi, içerisinde beraat gecesini barındıran Şaban ayı da Ramazan ayından sonra ayların en kıymetlisidir. Bunun içindir ki Rasûlüllah (SAV) Efendimiz hiçbir ayda bu ayda oruç tutduğu kadar oruç tutmamıştır.

Şaban Ayının Fazileti

İlâhî feyz ve bereketin yeryüzünü şenlendirdiği bu mübarek ay, mü’minler için en kârlı ve kazançlı fırsattır. Çünkü Şâban’ın değer ve kıymetini arttıran en önemli tarafı, diğer aylara göre (Ramazan hariç) yapılan her amelin ve ibadetin sevabının üç yüz kattan fazla oluşudur.(1)

Diğer vakitlerde kılınan bir rekât namazın sevabı on ise, Şaban ayında üç yüzden fazladır. Okunan her bir Kur’ân harfi için üç yüz Cennet meyvesi vardır.

Yine bu ihsan ve bağış ayı olan günlerde amel defterimizin sevap hanesine kaydettirdiğimiz ibadetler, her an şeytan ve nefsin fırlattığı gaflet, vesvese ve şüphe oklarına birer kalkan vazifesi görerek gerçek huzurumuzun kaynağı olur. Çünkü farkında olmadan veya bir anlık gaflet sonunda işlediğimiz hatâ ve kusurların keffareti olabilecek hasenat ve iyilikler en bereketli şekilde bu günlerde elde edilmektedir. Ayrıca bu ibadetler ileride hücumuna maruz kalabileceğimiz günahlar için de bir siper hüviyetini taşır.

Resul-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam diğer aylara göre bu ayda daha çok ibadet ve taatte bulunurlardı.

“Şaban benim ayımdır.”

“Şaban günahları temizleyendir” buyurarak kadrini yüceltirdi.(2)

Receb ayı geldiği zaman da “Allahım, Receb ve Şaban (ayını) bize mübarek ve bereketli kıl” buyururdu.(3)

Böylece dua ve niyazlarında bu ayların kudsiyetini dile getirmişlerdir.

Peygamberimizin Şaban ayına gösterdiği bu hürmetin bir sebebi de devamında gelecek olan Kur’ân ayı olan Ramazan’dan dolayı idi. Hz. Enes’in rivayetine göre, Peygamberimizden sual ederler:

“Ya Resulallah, Ramazan’dan başka en faziletli oruç ayı hangi aydadır?”
Bu soruya Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam,
“Ramazan’ı tazim için (Ramazan hürmetine) Şâban’ da tutulan oruçtur” cevabını verirler.(4)

Başta Hz. Âişe Validemiz olmak üzere Sahabilerin beyanına göre Peygamberimiz bazan Şaban ayının tamamını, çok kere de çoğu günlerini oruçlu geçirirdi. Zaten diğer günler, bilhassa Pazartesi ve Perşembe günleri de oruçlu bulunan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam maddî ve manevî pekçok hikmetinden dolayı oruç ibadetini sıkça yapardı.
Bu hususta Hz. Âişe’nin (r.a.) şöyle bir rivayeti vardır:

“Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam bazı aylarda çok oruç tutardı. Hattâ, biz, onu bu ayda hiç iftar etmedi sanırdık. Bazı aylarda da çok iftar ederdi. Hattâ, biz, onu bu ayda hiç oruç tutmadı derdik. Resulullahın Aleyhissalâtü Vesselam Ramazan’dan başka bir ayın orucunu tamamladığını görmedim. Şaban’daki kadar, kendisinde, çok oruçlu olduğu bir ay da görmedim” (5)

Hz. Âişe başka bir rivayetinde bu konuda şunları söyler:
“Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam senenin hiçbir ayında Şaban ayındakinden fazla oruç tutmaz ve şöyle buyururdu:
“Amellerden gücünüzün yettiğini yapın. Çünkü siz bıkmadıkça, Allah da size asla bıkmış muamelesi yapmaz. Allah yanında amelin en makbulü, kişinin az da olsa devam üzere işlediği ameldir.”(6)

Yine Hz. Âişe, İbni Mâce’de geçen başka bir rivayetinde de, “O (Resul-i Ekrem) Şaban ayının tamamını oruçla geçirerek nihayet Şâban’ı Ramazan’la birleştirirdi”(7) diyerek Peygamberimizin bu ayda daha çok oruç tuttuğunu ifade etmektedir.

Bu iki rivayetten hadis âlimleri, Peygamberimizin bazı seneler Şâban’ın tamamını, bazı zamanlarda da çok günlerini oruçlu geçirdiği kanaatine varmışlardır. Zaten hadiste geçen “tamamı” mânâsına gelen “küll” kelimesi Arapçada çoğunluk mânâsında kullanılırdı.

Bir kimse bir ayın çok günlerini oruçlu geçirirse, tamamını oruçlu geçirdiği ifadesi yer alırdı. Her iki rivayetten Şaban ayının tamamını oruçlu geçirmenin veya bir kısmında oruç tutmanın caiz olacağı hükmü çıkarılmaktadır.

Şaban ayında oruç, namaz, sadaka gibi ibadetlerin ve diğer imâni ve İslâmî hizmetlerin fazla yapılmasının bir hikmeti de, devamında gelecek olan Ramazan ayı için zihnen, bedenen ve ruhen bir hazırlık ve alışkanlığa sebep olmasıdır. Çünkü bazı insanlar, “Nasıl olsa, Ramazan gelince daha çok ibadet ederiz” diye gaflet ve tembelliğe kapılabilirler. İşte Şâban’da yapılan ibadetler bu perdeyi yırtmaktadır.

Bu hususa Peygamberimiz, Hz. Üsame bin Zeyd’in suâli üzerine işaret etmektedir. Hz. Üsame sorar:
“Yâ Resulallah, Şaban ayında tuttuğunuz kadar hiçbir ayda oruç tuttuğunuzu görmedim.”
Bunun üzerine Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyururlar:
“Receb ve Ramazan ayları arasında şu Şaban ayında insanlar gafildir. Bu öyle bir aydır ki, ameller, Alemlerin Rabbine bu ayda yükseltilir. Ben oruçlu iken amellerimin yükseltilmesini severim.”(8)

Bu mübarek günleri değerlendirerek gün ve gecelerimizi manevî yönden daha çok bereketli kılarsak, bu ayın feyzinden daha fazla istifade etmiş oluruz. Bu aylarda tutulan oruç farz ve vacip olmayıp sadece sünnettir. Peygamberimize uyarak sevap ve mükâfatına nail olmak için oruç tutmaya gayret ederiz.

Cenab-ı Hak bizleri Şaban ayının nurundan ve feyzinden en azami mertebede istifade eden kullarından eylesin. Amin.

Kaynaklar
1) Şualar, s. 416.
2) Keşfü’l Hafâ. 2:9
3) Müsned, 1:259
4) Tirmizı, Zekât: 28.
5) Buhari, Savm: 51.
6) Müslim. Sıyam: 177.
7) İbni Mâce, Savm: 4.
8) Nesei, Savm: 70.

Sorularla İslamiyet.com

2011 Ramazan Ayı ve Ramazan Bayramı Ne Zaman?

2011 Ramazan Ayı ve Ramazan Bayramı Ne Zaman?

1 Ağustos 2011 Pazartesi, Ramazan ayının ilk günüdür,

29 Ağustos 2011 Pazartesi Arefe günüdür.

30 Ağustos 2011 Salı Ramazan Bayramı (1.Gün).

31 Ağustos 2011 Çarşamba Ramazan Bayramı (2.Gün).

1 Eylül 2011 Perşembe Ramazan Bayramı (3.Gün).

www.NurNet.org

Ramazan Ayı’nın Özelliklerinden Bazıları Nelerdir?

Ramazan ay’ına “on bir ayın sultanı” denilmiştir. Bu ayın özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Kur’an-ı Kerim’de ismi açık olarak geçen tek ay Ramazan ayıdır.

2- Kur’an-ı Kerim bu ay içerisinde indirilmiştir. Yüce Rabbimiz; “Ramazan ay’ı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur’an, bu ayda indirildi” (el-Bakara, 2/185) buyurmuştur.

3- Kur’an-ı Kerim’de, “bin aydan daha hayırlı” olduğu belirtilen Kadir gecesi bu ay içerisindedir.

4- Dinimizin beş temelinden biri olan oruç ibadeti bu ayda üzerimize farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de; “Sizden kim bu aya yetirirse oruç tutsun” (el-Bakara, 2/185) buyurulur. Ramazan ay’ı girince şartlarını taşıyan kimselere oruç farz olur.

5- Fıtır sadakası vermek bu aya mahsus bir ibadettir.

6- Teravih namazı da bu ay’a mahsus ibadetlerimizdendir. Ebû Hüreyre (r.a)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Resulullah (s.a.s)’in Ramazan hakkında şöyle buyurduğunu işittim: Kim inanarak ve sevabını umarak Allah rızası için teravih namazı kılarsa geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, Teravih,I; ayrıca bk. Teravih).

7- İtikafa girmek: Ramazan ay’ının son on gününde itikafa girmek sünnettir. Hz. Peygamber (s.a.s) Ramazan’ın son on gününde daha çok ibadet ve taatta bulunurdu. Hz. Âişe validemizden şöyle rivayet edilmiştir:

“Resulullah (s.a.s) Ramazan ayının son on günü girince elini eteğini toplar, geceyi ihya eder ve ev halkını uyandırırdı” (Buhari, Kadr, V). Yine Hz. Âişe (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s) Ramazan’ın son on gününde vefatına kadar itikafa girdi. İrtihalinden sonra da zevceleri itikafa devam ettiler” (Buhari, İtikaf I).

8- Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’i okumak, hayır ve hasenatta bulunmak: İbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir: “Resulullah (s.a.s) insanların en cömerdi idi. Onun bu cömertliği Ramazan ay’ı girip de kendisiyle Cebrail (a.s.) karşılaştığı zaman daha da artardı. Cebrail (a.s.) Ramazan ay’ı çıkıncaya kadar her gece Resulullah (s.a.s) ile buluşup, Resulullah (s.a.s) Kur’an’ı arzeder (okur) du. Resulullah (s.a.s) Cebrail (a.s) ile buluştuğunda insanlara rahmet getiren rüzgardan daha cömert, daha faydalı olurdu” (Buhari, Savm, 7).

www.sorularlaislamiyet.com