Etiket arşivi: sahabe

Hz. Ebu Bekir Sıddık (R.A.) kimdir?

571 Yılında Mekke’de doğdu, Babası Kureyş’in Teym boyundan Ebu Kuhafe Osman, Annesi Sahrin kızı Ümmül Hayr Selma’dır. Asıl adı Abdül Kabe idi müslüman olduktan sonra Hz Muhammed (sav) ona Abdullah adını verdi, ayrıca Atik, Sıddık Yarı- gar sanlarıylada anılır. Müslüman olan ilk erkektir.

Mekke’de Kureyş’lilerin kan davalarına bakardı, daima uygun ve yerinde karar veren bir hakemdi.

Hz Muhammed(sav)’in atalarının dininden başka bir dinden söz ettiğini duyunca Resullulah’ın yanına giderek bizzat

-Ya Ebel Kasım sen kavminin , atalarının dinlerini kınıyor ve yeriyormuşsun öylemi?

Peygemberimiz(sav);

– Ey Ebu Bekir(RA) ben, sana ve bütün insanlara Allah’ın Resulüyüm, insanları bir olan Allah’a davet ediyorum şahadet getir; Deyince Ebu Bekir (RA) hiç irkilmeden, düşünmeden, dili sürçmeden, dolaşmadan Kelime-i Şahadet getirerek Sıddıkiyet makamına giden caddeye girmiş oluyordu.

Müslüman olmadan öncede Peygamber(sav) ile yakın dostluğu vardı, müslüman olunca bu dostluk erişilmez bir dostluğa bürünmüştür.

Zengin bir tüccardı, kırk bin dirheminin otuzbeş binini müslüman olan kölelerin hürriyetini kazanmaları için fidye olarak ödemiştir. Hz Bilal( RA) fidyesinide Hz Ebu Bekir (RA) vermiştir.

Yoğun baskılar neticesinde müslümanlar Habeşistan’a göçtüğünde o Peygamberimiz( sav) yanında kalan bir kaç müslümandan biri idi.

Hz Ebu Bekir (RA) “Allahım! Ahiret günü benim vücudumu o kadar büyütki cehennemde benden başkasına yer kalmasın!” diye dua etmiştir.

Asırlar sonra gelen son asrın müceddidi Said Nursi Hazretleri’de “Bir kişi için cehennemde yanmaya hazırım” diyecektir.


Hz Ebu Bekir Kur’an-ı Kerim okurken ağlardı. (bizlerde ağlayamıyorsak ağlayamadığımıza ağlamalıyız). Hicrette Peygamberimiz(sav)’e arkadaşlık edeceğini duyduğundada sevincinden ağlamıştır.

Üç gün kaldıkları Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebû Bekir (RA) dir, mağarada keşif yaptıktan sonra Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) içeri girmiştir.

Mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Hz. Muhammed Mustafa (sav)’yı uyandırmamak için sesini çıkarmaması, ağlarken Hz. Muhammed’in uyanıp ne olduğunu sorduğunda, “Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah” demesi olayı Ebû Bekir’in Hz. Muhammed’e olan bağlılığının örneklerinden sadece biridir.

Kur’an-ı Kerim’de onun için”İkilerin ikincisi“Vasfı zikredilmiştir.

Hz Ebu Bekir(RA) hayatında hiç içki kullanmamıştır.

Peygamber (sav) insanların iyi huyları üç yüz altmış tanedir, hepsi Ebu Bekir(RA)’da vardır buyurmuştur.

Mescid-i Haram’da Peygemberimiz(sav) ve diğer müslümanlarla birlikteydi. Orada bulunan müşriklere Allah’a ve Resulüne inanıp bağlanmalarının gereğini anlatıyordu, müşrikler ona ve diğer müslümanlara saldırdılar ortalığı alt üst ettiler Hz Ebu Bekir (RA)’i kanlar içinde bırakıp tanınmayacak hale gelene kadar dövdüler ta ki Teyme oğulları gelip Onu yarı ölü vaziyetinde evine götürene dek.

Akşama doğru ancak kendine gelen Hz Ebu Bekir (RA) “Hz Muhammed (sav)nasıl ?” Diye sormuş ve illa görmek istemiştir. Hava kararıp ortalık tenhalaşınca Ümül Cemil ve Annesine dayanarak Resulallah(sav)’ı görmeye gitmiştir. Burada Allah’ın Resulü(sav)’nü görünce kendisine sarılmış, öpmüştür, orada bulunan müslümanları da kucaklayan Ebu Bekir (RA), burada annesinin müslüman olması için Allah Resulü(sav)’nden dua etmesini istemiş,annesi de orada müslüman olmuştur.

Hudeybiye antlaşmasının şartlarının ağırlığını gören sahabeler antlaşmanın yapılmasına taraftar değilken Hazreti Ebu Bekir (RA) Peygamberimiz (sav)’e bağlılığını bir kez daha ortaya koyarak hiç itirazda bulunmamıştır.

Hazreti Ebu Bekir (RA) ak benizli, ince yapılı ,zayıf yüzlü, çukur gözlü ,seyrek sakallı, çıkık alınlı, kuru parmaklı idi. Peygamber(sav)’in emirlerini harfiyen yerine getirmek hususundaki gayretlerini izah etmek adeta imkansızdır.

Hz Ebu Bekir (RA) imanda, amelde, cömertlikte, ihlasta, ahlakta, her yönüyle bütün faziletlerde insanların en üstünüdür.

Bir gün içerisinde oruç tutup, cenaze uğurlayıp, fakir doyurup, hasta ziyaret ettiğinde, Allah Resulü(sav) “Bunlar bir kimsede toplandımı o muhakkak cennete girmiştir.”Buyurdular.

Bedir harbinde oğlu Abdurrahman’la çarpışmak isteyince Allah Resulü(sav) “Sen benim işiten kulağım, gören gözümsün” diyerek çarpışmalarına musaade etmemiştir.

Peygamberimiz(sav)’in ebediyete göçeceğini ilk fark eden, herkesten önce sezen ve göz yaşı döken Sıddık-ı Ekber’dir.

Peygamberimiz(sav) çok hastalandığında namazı kıldırması için Hazreti Ebu Bekir'(RA)i tayin etmiştir.

Kırk bin dirheminin on binini gece, on binini gündüz, on binini gizli, on binini aşıkare tasadduk etmiş. Allah’ın “Mallarını gece ve gündüz ve aşikare sarfedenler işte onlar Rab’lerinin yanında ecirleri sırf kendilerinindir ve onlara korku yoktur ve mahzun değildir onlar” buyurduğu Ayet-i Kerime’nin müjdesine mazhar olmuştur .

Hazreti Ali (RA)’de bu ayet indikten sonra sahip olduğu dört dirhemin birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini aleni tasadduk etmiş, niçin böyle yaptığını soranlara “Ayet-i Kerime’nin müjdesine bende mazhar olmak istedim” diye cevap vermiştir.

Hazreti Ebu Bekir (RA), iki yıl, üç ay ve bir kaç gün halifelik yapmış ve islamı sonsuz düzlüğe çıkarma başarısını göstermiştir. Ayrıca, Kur’ân âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Hz. Muhammed (S.A.V.) zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taslara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashâbın çoğu da Kur’ân hâfızı idi. Ebû Bekir, Zeyd ibn-i Sâbit’in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti. Böylece bütün âyetler toplandı ve “Mushaf” meydana getirildi. Bu Mushaf Ebû Bekir’den Ömer’e, ondan da kızı Hafsa’ya geçti ve Hz. Osman zamanında çoğaltılarak Dârü’l-İslam’ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı.

Yine; İki yıllık halifelik döneminde iki büyük zafer kazanmış İran ve Filistin O’nun zamanında feth olunmuştur.

Yediği bir zehirli yemeğin tesirinden 63 yaşında 23 ağustos 634 yılında Medine’de ahiret alemine göç etmiştir.

Kızı Hz Aişe’nin ifadesi “Vefat ettiğinde tek kuruş bırakmamıştır.”

Hazreti Muhammed Mustafa(sav) ümmetinin cennete ilk girenlerindendir.

Mubarek naaşı Allah Resulü(sav)’in irtihalinde kullanılan sedye üzerine konulup, cenaze namazını Hz Ömer (RA) kıldırmıştır. Kainatın Efendisi Hz Muhammed( sav )’in göğüsleri hizasına defnedilmiştir.

Kabre oğlu Abdurrahman (RA),Hazreti Ömer (RA),Hazreti Osman (RA) ve Hazreti Talha (RA) indirmiştir.

Allah Rahmet etsin bizleri Şefaatine mazhar etsin amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

Sevgi kutupları

Kütübü sitte

kimkimdir.gen.tr

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Sahabe Kimdir? Sahabeler Diğer İnsanlardan Üstün Müdür?

Sahabe-i kiram efendilerimizin faziletlerine geçmeden önce Sahabe ne demek? Üstünlükleri nereden geliyor? Kur’an-ı Kerim ve Resullullah Efendimiz (SAV) Sahabe Efendilerimiz hakkında ne buyurmuşlar?

Hz. Peygamber’i (SAV) gören, O’na iman edip kendisiyle birlikte hareket eden ve bu inancını koruyarak vefat eden kimseye sahabe denir. (1)

Essebebü ke’l fâil” (sebep olan yapan gibidir) hadisi şerifinden yola çıkarak Kur’anı kerimin ayetlerinin ve Peygamber efendimizin(sav) Hadis-i Şeriflerinin bize kadar taşınmasına sebep olan sahabe efendilerimiz, dünyadaki tüm müslümanların ibadetlerinde hisse sahibidir diyebiliriz.

Kur’anı Kerim’de Sahabe-i Kiram Efendilerimiz;

Fetih süresinde “Muhammed Allah’ın Rasulü’dür. Onunla beraber bulunanlar ve O’nun maiyetinde olanlar ise, küfre ve kafirlere karşı çok çetindirler” buyuruyor.

Muhacirlerden ve ensardan o ilkler, o önde gidenler ve birde ihsan şuuruyla onlara tabi olanlar var ya, Allah onlardan razı,onlarda Allah’an razıdır.” (Tevbe,9/100)

Onlarda (muhacirlerden)evvel orasını (Medine’yi) yurt ve iman ocağı edinmiş olan (ensar-ı kiram), kendilerine hicret edip gelenlere sevgi beslerler, severler onları. Onlara verdiklerinden dolayı kalplerinde en ufak bir hacet, talep, elem, pişmanlık da duymazlar. Kendileri fakru hacet içinde bile olsalar, onları öz canlarından daha üstün tutar, öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte böyledir muradına erenler, onlardır kurtulanlar.” (Haşr,59/9)

Ayet-i Kerimeler sadece bir kaçıdır.

Hadis-i şeriflerde Sahabe-i kiram Efendilerimiz;


“Ashabım hakkında uygunsuz sözler söylemeyin.Eğer sizden birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve bunun tamamını Allah yolunda infak etse,bu,onların bir-iki avuçluk infakına, hatta yarısına bile mukabil gelmez.
” (2)

“Onları seven,beni sevdiği için sever;onlara buğzeden,bana buğzettiği için buğzeder. Onlara eziyet veren, bana eziyet vermiş, bana eziyet veren Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet vereni de, Allah hemen cezalandırır.” (3)

“İnsanların en hayırlıları, benim şu içinde bulunduğum asırda yaşayanlardır. (Ak çağ bu aydınlık çağdır) sonra onların peşinden gelenler(Tabiin), daha sonra da onların peşinden gelenler (Tebe-i Tabiin). Onlardan sonra(kötü) bir nesil gelecek. Birinin şahadeti yeminini, yeminide şahadetini geçecektir.” (4)

Allah kendisine kulluk serfiraz olanların kalplerine baktı, baktı da Hz. Muhammed’i (sav)seçti ve mahlukatına nebi olarak gönderdi. Sonra da insanların kalbine baktı (ve O’na ümmet olabilecek, kendisi gibi ısmarlama insanlar olarak) O’nun ashabını seçti; Onları dininin yardımcıları ve peygamberinin vezirleri yaptı.” (5)

Hadisi şerifler yine Sahabe efendilerimizi anlatan bir çok hadisi şeriften sadece birkaçıdır.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de “Enbiyadan sonra nevi beşerin en eftali Sahabedir” buyurmaktadır.

“Bunun sebebinin üç hikmeti bulunduğunu söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, bunlardan,

birinci sebep;  Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûke mukabil, hakikatın envarına mazhar olur. Çünki: Sohbette insibağ ve in’ikâs vardır. Mâlûmdur ki: İn’ikâs ve tebaiyetle, o Nur-u âzam-ı Nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasılki, bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyeti ile öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyorlar.

ikinci sebep; Çünki o zamanda, o inkılâb-ı azîm-i İslâmîde hayır ve hak bütün güzelliğiyle, şer ve bâtıl bütün çirkinliğiyle görülmüş ve maddeten hissedilmiş. Şer ve hayır ortasında öyle bir ayrılık ve kizb ve sıdk mabeyninde öyle bir mesâfe açılmıştı ki, küfür ve îmân kadar, belki Cehennem ve Cennet kadar beynleri uzaklaştı. Kizb ve şer ve bâtılın dellâlı ve nümunesi olan Müseylime-i Kezzâb ve maskaraca kelimeleri olduğundan, fıtraten hissiyat-ı ulviye sahibi ve maâlî-i ahlâka meftun ve izzet ve mübahatâ meyyal olan sahabeler, elbette ihtiyarlarıyla, kizb ve şerre ellerini uzatıp, Müseylime derekesine düşmemişler. Sıdk ve hayır ve hakkın dellâlı ve nümunesi olan Habibullah’ın (A.S.M.) a’lâ-yı illiyyîn-i Kemâlâtındaki makamına bakarak, bütün kuvvet ve himmetleriyle, o tarafa koşmak mukteza-yı seciyeleridir.

üçüncü sebep; Nübüvvetin velâyete nisbeti, Güneşin ayn-ı zâtıyla, âyinelerde görülen Güneşin misâli gibidir. İşte daire-i nübüvvet, daire-i velâyetten ne kadar yüksek ise, daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin yıldızları olan sahabeler dahi, daire-i velâyetteki sulehâya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hattâ velâyet-i kübrâ olan veraset-i nübüvvet ve sıddîkıyet ki, sahabelerin velâyetidir; bir veli kazansa, yine saff-ı evvel olan sahabelerin makamına yetişmez.(6) buyuruyor.

Şüphesiz her sahabi aynı değildir

Mekke’de iman eden ilk Müslümanlar,  Aşere-i Mübeşşere, Hz. Hatice ve Bilal el-Habeşî gibi, Hz. Ömer’in İslam’a girişinden sonra Müslüman olan Dâru’n-nedve ashabı, Peygamberliğin beşinci yılında Habeşistan’a hicret edenler, bu tabakaya Birinci Habeş Hicretine katılan 11 erkek ve dört hanım ile İkinci Habeş Hicretinde yer alan yaklaşık 83 sahabi dahildir. Birinci Akabe Biatinde bulunanlar, Birinci Akabe Biatinden sonra Müslüman olup İkinci Akabe Biatine katılanlar, Hz. Peygamber daha Kuba’da iken Medine’ye giren Muhacirler, Bedir Harbine iştirak eden sahabiler, Bedir Harbi ile Hudeybiye Anlaşması arasında hicret edenler, Hudeybiye’de ağaç altında Hz. Peygamber’e biat edenler, Hudeybiye Anlaşması ile Mekke’nin fethi arasında hicret edenler, Mekke’nin fethi esnasında Müslüman olanlar, Mekke’nin fethinde ve Veda haccında Rasûl-i Ekrem’i gören çocuklar… diye katogorilere ayrılmaktadırlar.

Sahabe-i Kiram efendilerimiz çok namaz kılardı. Onların alınlarında ve yüzlerinde secde izini görebilirdiniz .Allah, onlara altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.

Hicret eden Sahabe Efendilerimiz yurtlarından,yuvalarından vazgeçmiş ve Mekkeden Medineye göç etmişlerdir. Medineli Sahabe Efendilerimizde onlara bağırlarını açmış kucaklamış, onları o günkü imkanlarının en iyisiyle barındırmışlardır .O nasıl barındırmak, o nasıl kucak açmak ki kendi aç yatmış misafirine ikram etmiş, iki eşi olanlar birini arkadaşına teklif edecek kadar fedakarlıkta bulunmuşlardır. Bu gününün insanının anlayamayacağı seviyede insanlık sdersi vermişlerdir.

Sahabe-i Kiram, Allah’a ve Peygamberine(sav) verdiği sözden asla dönmemiş, sadakatlarından zerre miktar taviz vermemişlerdir. Canlarını ve mallarını Allah yolunda seve seve feda etmişler. Vücutları lime lime doğranırcasına şehadete koşmuşlar kefenleri olmamacasına mallarını tasadduk etmişlerdir. İşte Hz. Hamza (R.A.), işte Hz Enes (R.A.) , perde açılsa gayb görünse yakınim artmayacak diyecek kadar imanları hiç ama hiç sarsılmadı, her biri birer yıldızdır onların, yolunu şaşırmış gemiler misali insanlık onlara bakarak onlara uyarak sahili selamete erebilir. Onlar ümmet içinde en temiz kalpli, kullukta en ileri ve dosdoğru olanlardır sadece ahireti düşünürler dünya umurlarında değildir, onlara cehennem ateşi değmeyecektir.”İnandık,tastik ettik ve teslim olduk ey Resulümüz” diyerek teslimiyetin en azami örneğini bizzat yaşayarak göstermişlerdir. Onlar sıradan insanlar değildir Allah katında makamları dereceleri vardır evliyalar asfiyalar gelebilir,büyük insanlar hayır ve fazilet sahibi kişiler gelebilir ama mutlak hayır ve fazilet ashab-ı kirama aittir, bu günün evliyası o makama eremez (Devam edecek..)

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

(1)ibn hacer,el isabe

(2)Buhari

(3)Tirmizi

(4) Müslim

(5) Ebu nuaym

(6)Risale-i Nur 27.söz

Kaynaklar:

– Kütübü Sittte,

– Son Peygamber,

– Fethullah Gülen sohbetleri

O’nun Ardından (Şiir)

Hiç kimse O’nun kadar, dünyada sevilmedi
O’nun gibi bir insan, bu dünyaya gelmedi

Bu kadar zaman geçti, sevgisi eksilmedi
Ancak bedbaht kişiler, kıymetini bilmedi

Hala adı dipdiri, dolaşıyor dillerde
Çünkü “MUHAMMED” adı, şifadır gönüllerde

Rekorlar kitabında, en çok O’nun adı var
Çünkü O bir sevgili, her kesin gönlünde yar

Hiç kimsenin ölümü, O’nun kadar yakmadı
O’nun kadar hiç kimse, yetimler bırakmadı

Eşi Ümmü Seleme, o anı anlatıyor
Olayı anlatırken, Annemiz şöyle diyor:

“O vefat ettiği gün, bir araya toplandık
O gece sabaha dek, uyumadan ağlaştık

Sabahın seherinde, gürültüyle irkildik
Ansızın kazma- kürek, seslerini işittik

Ashabı hep beraber, durmadan ağlıyordu
Ev halkının feryadı, yürekler dağlıyordu

Adeta tüm Medine, tek bir hıçkırık olmuş
Üzüntüden ashabın, rengi sararmış solmuş

Deprem olmuştu sanki dünya sarsılıyordu
Resul vefat etmişti, Rabbine gidiyordu”

Derken Bilal okudu, sabahın ezanını
Sahabeler toplandı, kuşattı her yanını

“MUHAMMED” dediğinde, kimse dayanamadı
Yürekler parçalayan, feryatlarla ağladı

Cenazenin defninden, sahabe dönüyordu
Kızı Hazreti Fatma, onlara soruyordu

“O’nu toprağa gömüp, nasıl geri geldiniz
O gülün bedenine nasıl kıyabildiniz”

Her sahabe bir yana, sere serpe savruldu
Yaralı gönüllere, sanki oklar vuruldu

Bütün başlar eğikti, bedende deprem vardı
Bütün diller suskundu, çünkü kıymetli yardı

Sahabenin bir kısmı, hiç dayanamadılar
Bu musibetten sonra, orda kalamadılar

Bunlardan biri Bilal, Medine’yi terk etti
Ani bir karar ile gitti Şam’a yerleşti

Bilal o günden sonra, ezan okuyamadı
Çünkü ezan içinde, “MUHAMMED” adı vardı

Şam’da iken bir gece, rüyada O’nu gördü
Yanına çağırarak, hal hatırını sordu

Diyordu ki “Ey Bilal, sen beni üzüyorsun
Komşuluğumdan gittin, ziyaret etmiyorsun”

Bilal hemen uyandı, baktı sağa soluna
Karar verdi ve düştü, Medine’nin yoluna

Medine’ye varınca, etrafına geldiler
Ezan okumasını ısrarla istediler

Ashabın ısrarına, Bilal dayanamadı
Resul’ün aşkı için onları kıramadı

Vakit öğle zamanı, çıktı yüksek bir yere
Allah-u Ekber dedi, sesi gitti her yere

Sesini duyan geldi, toplandı sahabeler
O eski günlerini, beraber yâd ettiler

Resul dirildi sanki dolup taştı meydanlar
Sarıldılar Bilal’e oradaki insanlar

Ezanı bitirince, müminlere seslendi
Teselli etmek için, onlara şöyle dedi:

“Dostlar müjdeler olsun, müjdeler olsun size
Cehennem tesir etmez, O’na ağlayan göze”

Ya Rab Şefaatinden mahrum etme bizleri
O’nun hizmetkârıdır, kulun Ahmet Tanyeri

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Veysel Karanî Hz. Neden Sahabe Olmadı?

Meşhur kıssadır Veysel Karanî Hazretlerinin Efendimiz(ASM)’a olan aşk derecesindeki muhabbeti. Âmâ anneciğini yalnız bırakmamak için uzun zaman Rasulullah(ASM)’ı ziyareti tehir eder, zira annesinin az da olsa yalnız bırakılmaya rızası yoktur; ama âlem Rasulullah(ASM)’ın nuruyla coşmuş, dağ, taş, ağaç, su nur-u nübüvvet ile ayrı bir hayata kavuşmuş, ayrı bir renge bürünmüştür. Kainattaki bu cûş-u huruşu gören, kalbi aşk-ı İlahi ve Rasulullah(ASM) ile coşan Karanî Hazretleri anneciğinden zorlukla izin alabilmiş ve Medine yolunu tutmuştur. Gider ki Rasulullah(ASM) evinde yok! Annesine verdiği söz mucibince başka hiçbir yere bakmadan, sormadan hemen döner gelir Karen’e..

Bu hazin kıssa hep aklımda bir soru işareti olarak kalmıştır. Ta ki fıtrat kanunlarını anlayana kadar.. yani Veysel Karanî Hazretleri o gün Efendimiz(ASM)’ı Medine’de arasa ve bir kez yüzünü görse peygamberlerden sonra insanların en hayırlıları olan “Sahabe” sınıfına dahil olacaktı. Her cihetle alemde bambaşka bir inkişafa vesile olacak, “yıldız mahiyetindeki” sahabe efendilerimizden biri de o olacaktı. Ahiretteki mazhariyetleri ise tamamen aklın ihatası dışında. Peki neden Veysel Karanî Hazretleri o gün döndü geldi?

Karanî Hazretleri o gün annesine verdiği sözü çiğnememekle Allah’ın fıtratımıza koyduğu evlad olma kanununun insaniyetimizin esası olduğunu, o fıtrat kanununu çiğnemenin Allah’ın hükmünü çiğnemek ve dolayısıyla alemdeki bütün kanunlara muhalefet etmek olduğunu anlamış ve anlatmıştır. Yani Veysel Karanî Hazretleri o gün sözünü tutmasa ve annesini yalnız bırakıp Rasulullah(ASM)’a gitseydi belki insaniyetinin özündeki manayı kaybedecek,  değil sahabe, belki çok daha aşağı bir mertebeye sukut edecekti. Kendisi için hayırlı olmayan bir şeyin talebinde ısrar eden bir sahabenin neticede düştüğü üzücü durum buna başka bir örnektir. Bu yüzden Karanî Hazretleri Rabbinin en parlak aynası olan Rasulullah(ASM)’ı görme arzusunu, yine Rabbinin koyduğu evladlık hükmü-anne baba hukukuna riayet etmek için terk etmiş, canından çok sevdiği Rasulullah(ASM)’ın gül yüzünü dünya gözüyle görememiş, lakin “Tâbiînin en hayırlısı” diye iltifat-ı Nebevî’ye mazhar olup, hırka-i şerifini emanet almıştır. Böylesi çetin bir imtihanda insanın Rabbisinden razı ve hoşnut olmasının en münteha örneklerinden birisini hayatıyla anlatmıştır.

Bize ne kaldı? Karanî Hazretleri bize Allah’ın üstümüze yüklediği hakları, ancak hakkıyla ifa edersek mümin olabileceğimiz dersini bırakmıştır. Hak ve hukukları payimal ederek ne kulluk, ne hizmet, ne de başka bir salih amel mümkün değildir.

Peki Karenli Veysel biz olsaydık ne yapardık..? Allah yardımcımız olsun, enfüsî bir hesap..

Rabbimiz şefaatlerine mazhar eylesin. Âmin.

Nabi

www.NurNet.org

Sahabenin Kur’ân’a Olan Düşkünlüğü

Ashab Kur’ân’a o kadar düşkündü ki,  en tehlikeli anlarda bile Kur’ân okumaktan vazgeçmiyorlardı. Geceleri ashabın evleri adeta arı kovanı gibi Kur’ân sesleriyle çınlıyordu. Mesela bir sefer sırasında Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir vadinin kenarında mola vermişti. “Kim bizi nöbet tutup koruyacak?” diye sorunca,  Muhacir ve Ensardan birer sahabi vazifeyi üzerlerine aldılar. Resulullah  (s.a.s.)  bunlara: “Şu geçidin girişini tutun (orada bekleyin)!” dedi. Bu iki zat, geçidin ağzına gelince Muhacirden olanın uykusu geldi. Ensardan olan da namaz kılmaya başladı. Durumu anlayan düşman bir ok attı ve tam da namaz kılana isabet ettirdi. Sahabi oku çıkarıp namazına devam etti. Müşrik isabet ettiremedim düşüncesiyle atmaya devam etti. Öyle ki üçüncü okunu da attı. Ancak sahabi yaraya aldırmadan namaza devam etti. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı.  (Müşrik bunların iki kişi olduğunu görünce) yerinin farkına vardıklarını anladı ve kaçtı. Muhacirden olan zat, arkadaşındaki kanı görünce: “Sübhanallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?” deyince o: “Öyle bir sûre okuyordum ki, kesmek istemedim”  diye cevapladı.

Görüldüğü üzere sahabe, Kur’ân’a o denli bağlıydı ki, en tehlikeli anlarda bile onu okumayı bırakmıyor, ondan aldığı zevk ve lezzet, yaranın elemini hissettirmiyordu. En tehlikeli şartlarda bile Kur’ân’a bu denli bağlı olan ve onu okumadan vazgeçmeyen ashabın normal zamanlardaki halini varın siz düşünün!

Ashab geceleyin namazlarında uzun sureler okurdu ve gece ibadetleri, başkalarının da dikkatini çekecek ölçüdeydi. Ashab karşısında sürekli hezimet yaşayan Rum ve Fars kralları, gerek onları yakından tanımak için kullandıkları casuslardan,  gerekse onlarla savaşan askerlerden aldıkları cevaplar aynıydı.  Ashab “ruhbanun  filleyl  fürsanun  finnehardı.”  Yani gece abid,  gündüz ise cesur bir cengaverdi.  Şayet aralarına oturup da yanındakiyle konuşmaya kalksan,  onların Kur’ân okuma sesinden arkadaşının ne dediğini anlayamazdın. Zira onlar sürekli Kur’ân okur ve Allah’ı zikrederler.

İbadete düşkün olan ashab, Allah Resûlüne  (s.a.s.) hangi ibadetin Allah Teala’ya daha sevimli olduğunu sorduklarında,  onları Kur’ân’a teşvik ediyordu. Bunlardan birinde yine sorduklarında,  Resûlullah  (s.a.s.): “el-Hallu’l-Mürtehil” (bitirince tekrar yola başlayan) diye cevap verdi.  Bu da nedir deyince:  “Kur’ân’ı başından sonuna kadar okumak, bitirince de yeniden başlamaktır.”  dedi.

Buna benzer teşvikleri alan ashab, daha büyük bir iştiyakla Kur’ân’a sarılıyor, okuyor ve ezberliyorlardı. Ezberlemekle de kalmıyor, ezberlediklerini her vesilede okuyorlardı. Çünkü onu okumaları onlara ibadet sevabı kazandıran bir faktördü.

Ashabın boş bir vakit ve uygun bir ortam bulduğunda ilk yaptıkları şey yine Kur’ân okumaktı. Kur’ân okuma ibadeti, onlar için bir zorunluluk değil, aksine onlara zevk veriyordu. Bu zevk, onları Kur’ân’a yaklaştırıyor, bu yaklaştırma onu ezberlemeyi netice veriyor,  hafızada bulunan bu eşsiz ezber de sürekli okumayı gerektiriyordu.

Ashabtan Useyd b. Hudayr adındaki sahabinin yaşadığı şu durum da bize göstermektedir ki,  ashab için Kur’ân okuma,  vazgeçemedikleri önemli bir ibadetti ve bu ibadeti hiç aksatmıyorlardı.  Bir gece hurma harmanında iken,  ortamın sakin olduğu ve kimsenin de bulunmadığı böyle tenha bir zamanda,  sahabi uykuyu değil Kur’ân’ı tercih ediyordu. Böyle bir esnada Kur’ân’dan Bakara sûresini okumaya başladı. Hemen yakınında ise atı bağlıydı. Birden bire atı şahlandı. Bunun üzerine Kur’ân okumaya ara verdi. At da sakinleşti. Useyd tekrar okumaya başlayınca at tekrar şahlandı. Üseyd yine okumaya ara verince at yine sakinleşti. Biraz sonra yeniden okumaya başlayınca at yeniden şahlandı. Oğlu Yahya ata yakın bir yerde uyuyordu. Ona bir zarar vermemesi için atın yanından uzaklaştırmaya gitti. Bir aralık başını semaya doğru kaldırınca bir de ne görsün! Gökte şemsiye gibi bir şey ve içerisinde kandilimsi nesneler var. Sabahleyin hemen Resûlullah’ın (s.a.s.) yanına gelerek başından geçenleri anlattı. Hz. Peygamber (s.a.s.) de kendisine şöyle dedi: “O gördüklerin neydi bilir misin?” O da hayır cevabını verdi. Bunun üzerine: “Onlar meleklerdi. Senin sesine gelmişlerdi. Şayet sen okumaya devam etseydin,  onlar seni sabaha kadar dinleyeceklerdi. Öyle ki, sabahleyin herkes onları seyredebilecekti ve onlar halktan gizlenmeyecekti.” buyurdu.  Başka bir rivayette ise Kur’ân okunurken inen şeyin “sekîne” olduğu belirtilir.

Kur’ân’ın her bir harfinin insana en az on sevap kazandıracağı müjdesini alan ashabın,  zaten ondan geri durması da mümkün değildi. Allah Resûlü “Kur’ân-ı Kerim’den tek bir harf okuyana bile bir sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir.  Ben  “Elif lâm Mîm”  bir harf demiyorum.  Aksine  “Elif”  bir harf, “Lâm” bir harf, “Mîm” de bir harftir.”  buyurmuştu.

Ashap arasında Kur’ân’ı üç günde hatta bir gecede hatmedenler vardı.  Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.s.) Abdullah b. Amr’ı yanına çağırmış, ayda bir hatim yapmasını önermişti. O daha fazlasına gücünün yettiğini söyleyince, o zaman haftada bir olsun demişti. Bundan daha kısa süreye de izin vermemişti.

Ashap,  Kur’ân’ı sadece lafız olarak okuyup ezberlemiyor,  lafzın yanında onların saf kültürlerini de oluşturuyordu. Öyle ki toplumun bütün katmanları onun manasıyla da sıkı bir ilişki içerisindeydi. Öyle ki halife bile olsa şayet Kur’ân’ın hilafına bir hüküm verecek olsa,  hemen karşısına dikilerek,  gerçeği haykırmadan edemezlerdi. Onlarca örnekten sadece bir tanesi şöyle cereyan etmiştir:

Hz. Ömer (r.a.), evlilik akdi esnasında tesbit edilen mehir miktarı hakkında üst sınır belirlenmesi gerektiğin söylüyor. O, bunu mehir miktarının evliliğe engel olmaması için yapıyordu. Bir hutbe esnasında mescide okunan hutbe karşısında, bugün adını sanını dahi bilmediğimiz bir kadın şöyle diyor: “Ya Ömer! Senin bana ulaşmayan bir başka bilgiyle Efendimizden duyduğun bir şey mi var? Çünkü Kur’ân’da Allah “Ve âteytüm ihdâhünne kıntâran” diyor. Demek ki kantar kantar mehir verilebilir.” Hz. Ömer, o kadının itirazını yerinde buluyor ve kendi kendine “Yaşlı bir kadın kadar da dinini bilmiyorsun” diyerek sözünü geri alıyor.

Bunlar da göstermektedir ki ashap, Kur’ân’ı kendilerine adeta vird ediniyor ve kısa sürede de tamamın okuyarak,  yeniden başlıyorlardı. Böyle okumalar,  anlamının da çok iyi bir şekilde kavranmasına sebep oluyordu. Aynı zamanda bu da onun yazılması,  ezberlenmesi ve dolayısıyla korunması zorunluluğunu doğuruyordu.

Prof. Dr. Davut AYDÜZ

Kaynak: (Tefsir Usulü Ders Kitapçığı)