Etiket arşivi: Sahabeler Arası Tartışma

Hz. Muaviye (R.A.) Kimdir? Kısaca Hayatı

602 veya 603 yılında Mekke’de doğduğu tahmin edilmektedir. Mekke’nin ileri gelenlerinden olan Ebu Süfyan ile Hind bint Utbe’nin oğlu olarak dünyaya geldi. Babasının yanında yetişti ve onun gözetiminde büyüdü. İslâmiyet’in zuhuru sırasında 7-8 yaşlarında bulunmaktaydı.

Bilindiği gibi, ailesi, Mekke’nin fethine kadar Müslümanlarla savaşan ve mücadele eden cephede yer almıştı.

Mekke fethedildiği gün babası ile beraber, Resulullah(sav)’ın önünde müslüman oldu.

Hazret-i Muaviye (ra), Resulullahın zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir. Eshab-ı kiramın büyüklerindendir.Uzun boylu, beyaz tenli, heybetli. Güzel konuşur, adaletli davranan. Çalışkan, gayretli, azimli. Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden biridir.

Hazret-i Muaviye, Peygamber(sav) efendimizin kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi.

Zeyd ibni Sabit diyor ki:

Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimizin mektuplarını yazardı.

Fahr-i âlemin emniyetlisi idi. Bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukarı olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar.  Abdullah ibn-i Mübarek, Peygamber(sav) efendimizin ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki:

Hazret-i Muaviye, Resulullah(sav)’ın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.”

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:

Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resulullah(sav)’ın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.

Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:

Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber(sav) efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.

Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resulullah(sav)’ın önünde babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir(ra) ve Hazret-i Ömer(ra) zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer(ra), onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer(ra) zamanında 4 yıl, Hazret-i Osman(ra) zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali(ra) zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan(ra) zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı.

Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirildi. Kendisinden çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir.

Hz. Osman(ra)’ın şehit edilmesinden sonra Hz. Ali’ye (ra) biat etmeyen Muaviye, mazeret olarak, şehit halifenin katillerinin hemen bulunmamasını gösterdi. Hz. Ali(ra), Cemel Olayı’ndan sonra Muaviye’yi tekrar biat etmeye dâvet etti. Ancak, kabul etmedi ve bazı şartlar ileri sürdü. Hz. Ali(ra) ve Hz Muaviye(ra) taraftarları arasında 657 yılında Sıffin’de bir savaş meydana geldi. Bu savaşta tam mağlûp olacakları sırada harekete geçen Amr bin As Kur’an’ın hakemliğinde taraflar arasında uzlaşmanın sağlanmasını önerdi ve durum hakemlere havale edildi. Ancak, bundan da bir netice çıkmadı. Bütün bu gelişmeler Hz. Ali’(ra)den çok Hz Muaviye(ra)’nin işine yaradı. Savaş’ın durmasından sonra Hz. Ali(ra) taraftarları arasında ihtilâf çıktı.

Hz. Ali’nin (ra) bir Harici tarafından şehit edilmesi, arkasından Hz. Hasan’ın (ra) da Hz.Muaviye(ra) ile anlaşma yoluna gitmesi ve halifelikten feragat etmesi üzerine halifeliğinin önündeki engeller ortadan kalkmış oldu.

Hz Muaviye(ra), halife olduktan sonra yirmi yıla yakın bu görevi sürdürdü. İç karışıklıklar bittikten sonra İslâmiyet yayılmaya devam ettiği gibi bir çok yeni yer fethedildi. İstanbul kuşatması sonrasında Bizans her yıl vergi vermek zorunda bırakıldı. Hz. Ömer (ra) zamanında fethedilen Kudüs daha sonra elden çıkmıştı. Bu dönemde tekrar ele geçirildi. Emevi Devleti; Mısır, Yemen, Irak, Azerbaycan, Anadolu ve Horasan’da önemli bir üstünlük sağladı ve bölgede en güçlü devlet konumuna yükseldi.

Uzun süren iç karışıklıklar ve çatışmalardan sonra devleti yeniden toparlayan Hz Muaviye(ra), fetih hareketlerine yeniden başladı. İç çatışmalar sebebiyle Bizans’a vergi vermek zorunda kalmıştı. Bizans üzerine birkaç sefer düzenledi. İslâm tarihinde bir ilki gerçekleştirerek 670 yılında İstanbul’u kuşatma altına aldırdı. Bu kuşatmayı dört yıl boyunca devam ettirdi. Afganistan taraflarına çeşitli seferler düzenledi. Buhara ve Semerkand gibi önemli merkezler fethedildi. Bu dönemde İslâmiyet Berberiler arasında hızla yayıldı.

Muaviye, vefatından evvel oğlu Yezid’i veliaht tayin etti. Bu icraatında; Küfe valisi Muğire’nin tavsiyelerinin etkili olduğu, halife seçiminin anlaşmazlıklara ve bölünmelere yol açtığı sebepleri ileri sürüldü. Muaviye’nin bu kararına karşı Hz. Hüseyin (ra) ile Abdullah bin Zübeyr dışında pek karşı çıkan olmadı. Ancak bu hareket ve hilâfetin saltanata dönüştürülmesi daha sonraki dönemde de ciddî eleştirilere sebep oldu. Diğer taraftan bu hareketin ihtilâflara son verdiği ve dolayısıyla netice itibariyle Müslümanların hayrına olduğu şeklinde de yorumlayanlar çıktı.

Halifeliği döneminde önemli başarılar elde eden, devletin sınırlarını genişleten Muaviye’nin iyi bir diplomat ve ileriyi gören bir idareci olduğu nakledilmektedir. Amr bin As ile Muğire bin Şu’be gibi iki başarılı yöneticiye sahip olması, bunlardan azamî ölçüde istifade etmesi ve geniş yetkiler tanıması da dönemine önemli katkılar sağladı. Muhaliflerine karşı nasıl davranılacağını iyi bilmesi, en zor durumlarda bile soğuk kanlılığını yitirmemesi, savaşa son çare olarak bakıp başvurması, çevresindekilere büyük ihsanlarda bulunması başarısını etkileyen diğer sebepler olmuştur. Valilerin sert tutumlarına göz yumması, Şiî ve haricilere karşı sert tutumuyla bilinen Muğire’yi valilikte tutmaya devam etmesi eleştirilen ve tepki çeken yönleri olmuştur.

Peygamber(sav) efendimiz, Hazret-i Muaviye(ra)’ye; “Ey Muaviye! Memleketlere hakim olduğun zaman, iyilik et!” buyurmuştur. Hatta Hazret-i Ömer(ra), Hazret-i Muaviye(ra)’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi. Resulullah(sav)’ın sohbetinin bereketiyle İslamiyetten hiç ayrılmadı. Hazret-i Muaviye, Peygamberimiz(sav)den hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir. Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan“dır.

Ebu İdris el-Havlani anlatır: 

Hazret-i Ömer(ra), Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, “Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti” diye mırıldandı. Umeyr; “Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resulullahın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!)”dediğini duydum dedi.

Âmir İbnu Sa’d babasından naklen anlatır:

Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki:

Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.

Resulullahın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:

İmam-ı Ali şehit olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.

İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali(ra) buyurdu ki, Resulullah(sav)’tan işittim, Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır buyurdu.

İmam-ı Azam hazretleri, Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız buyurdu.

İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım! buyurdu.

İmam-ı Gazali hazretleri de Dinimizi bize ulaştıran Ashab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur buyurdu.

Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir.

Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda semi Allahü limen hamideh deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, Rabbena lekel-hamd dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı.

İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketlere sürüklemişler. Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile İslamiyet’in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lazımdır.

Hz. Muaviye (ra) İslam’ın seçime dayalı hilafet sistemini saltanata çevirmekle tenkid edilmiştir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, Hz. Muaviye (ra) de bir sahabedir ve Resulüllahın (sav) hiçbir ayrım yapmadan bütün ashabını temize çıkarmış hangisi olursa olsun dil uzatanı lanet etmiştir. Bütün Ehl-i sünnet uleması, bunu mühim bir esas olarak kabul etmiştir.

Ayrıca, o zamanda olan olaylarda kaderin payını da ihmal etmemek gerekir.

Hz. Muaviye (ra) devri, İslam fetihlerinin devam ettiği bir devirdir.

Elhasıl; Hz. Muaviye (ra) da dahil olmak üzere hiçbir sahabe hakkında, yaptıklarından dolayı itham ve suizan edilemez. Bu, hem Hz. Peygamberin (sav) hadisleri ile ve hem de Ehl-i sünnet alimlerinin ittifakı ile caiz değildir ve yapanlara lanet edilmiştir.

Muaviye’nin ismi, Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde de geçmektedir.

Hz. Ali (ra) ile yaptığı Sıffin Savaşı, “hilâfet ve saltanatın muharebesi” olarak ifade edilmektedir. İmam-ı Ali’nin dini hükümleri, İslâm hakikatlerini ve ahireti esas aldığı, saltanatın bir kısım kanunlarına, siyasetin merhametsiz gereklerine başvurmayarak bu dünyevî gerekleri din için feda ettiği; Hz. Muaviye ve taraftarlarının ise, sosyal hayatı saltanat siyasetiyle takviye etmek için, azimeti bıraktıkları, ruhsat yoluna gittikleri, siyaset âleminde uygulanan bazı fiillere uymaya kendilerini mecbur zannettikleri ve bu yüzden de hataya düştükleri dile getirilmektedir. Açıklamanın devamında sonraki gelişmelere de değinilerek;

Amma Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in Emevîlere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet muharebesi idi. Yani, Emevîler, devlet-i İslâmiyeyi Arap milliyeti üzerine istinad ettirip, rabıta-i İslâmiyeti rabıta-i milliyetten geri bıraktıklarından, iki cihetle zarar verdiler.

Birisi: Milel-i saireyi rencide ederek tevhiş ettiler.

Diğeri: Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takip etmediğinden, zulmeder, adalet üzerine gitmez. Çünkü, unsuriyetperver bir hâkim, millettaşını tercih eder, adalet edemez.” tesbiti yapılmaktadır.

Risâle-i Nur’da, Peygamber Efendimizin (sav) ileriye dönük ve Emevilerle ilgili bazı hadislerine de yer verilmiştir;

Hem, nakl-i sahih-i kati ile, Emeviye devletinin zuhurunu ve onların padişahlarının çoğu zalim olacağını ve içlerinde Yezid ve Velid bulunacağını ve Hazret-i Muaviye ümmetin başına geçeceğini iktidara geldiğin zaman yumuşak ve adil ol fermanıyla rıfk ve adaleti tavsiye etmiş. Ve Emeviyeden sonra Abbas’ın çocukları siyah sancaklarla çıkacaklar ve sahip olduklarının kat kat fazlasını elde edeceklerdir deyip, devlet-i Abbasiyenin zuhurunu ve uzun müddet devam edeceğini haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.”

Hz. Muâviye (ra) ömrünün son günlerinde okuduğu bir hutbede şunları söyledi:

Ey insanlar! Üzerinizde çok kaldım. Sizi usandırdım. Artık ayrılmak istiyorum. Siz de benden ayrılmak ister oldunuz. Fakat size benden daha iyisi gelmez. Nitekim benden evvel gelenler, benden daha iyi idiler. Kim Allah Teâlâ’ya kavuşmak isterse, Allah Teâlâ da ona kavuşmak ister.Yâ Rab! Sana kavuşmak istiyorum, sana kavuşmamı nasib eyle! Beni mübârek ve mes’ud eyle!.

Seksen yıla yakın bir ömür sürdürdükten sonra 680 yılında Şam’da vefat etti. Öleceği zaman, Resulullahın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesinde saklamış olduğu, Resulullahın mübarek saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilmesini vasiyet etmişti..Hz. Muaviye (ra) H. 60 yılında (diğer bir rivayette H. 50 yılında ) vefat etmiştir. Kabri Şam’dadır

Derleyen: Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • kütüb-ü sitte
  • sorularla islamiyet
  • diyanetansiklopedisi
  • risalei nur

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Amr bin As (R.A.) Kimdir? (?-664)

Amr İbnü’l As Kimdir?

Adı Amr, künyesi Ebu Abdullah veya Ebu Muhammed’dir. Mekke’de doğdu. Babası As, annesi Nâbiğa’dır. Amr’ın soyu Ka’b Bin Lüey’de Hz. Peygamber (s.a.s.)’le birleşir. Kureyş kabilesinin Sehmoğullarındandır.

Sözü dinlenen ve çevresini rahatlıkla etkisi altına alabilen atak bir kişiliğe sahip zekî, fedakâr, akıllı, bilgili siyasette dâhî, yiğit bir komutan. Risale-i Nur’da “dâhiye-i siyaset” olarak vasıflandırılan, Mısır’ın fatihi ve büyük bir devlet adamıdır.

Müslüman olmadan önce Mekke’nin ticaret ve siyaset hayatında önemli bir yeri vardı.

Sık sık ticaret kervanlarıyla dış memleketlere seyahatlerde bulunduğundan önemli dostluklar kurdu. Yakın dostu olanlardan birisi de Habeşistan’ın Hristiyan kralı Necaşi’dir. Bu dostluğundan ötürü, Mekke’li müşriklerin zulmünün tahammül sınırlarını aşmasından dolayı, adil Necaşi’nin memleketine sığınan Müslümanları geri almak için gönderilen heyete başkanlık yaptı. Ancak, Necaşi Müslümanları teslim etmeyince eli boş döndü.

Bedir Savaşına, Ebu Sufyan başkanlığındaki ticaret kervanı ile beraber olduğundan katılamadı. Uhud ve Hendek savaşlarında Mekke’li müşriklerin yanında yer aldı.

Amr’ın İslamiyet’i kabul etmesinde etkili olanlardan birisi dostu Necaşi’dir. Kendisine tabi bir gurupla Necaşi’ye sığınıp onun da desteğiyle Müslümanlara karşı mücadeleye devam niyetiyle Habeşistan’a gelen Amr, burada Peygamber Efendimizin (asm) elçisi Amr bin Ümeyye’yi görünce çok şaşırdı ve bilahare, elçinin kendilerine teslim edilip öldürülmesini isteyince, Necaşi’nin öfkelenmesine sebep oldu. Hükümdarı öfkelendirdiğinden ötürü büyük bir mahcubiyete düşerek özür diledi. Bunun üzerine Necaşi:

Musa’ya gelen Namusu Ekberin (Cebrail) kendisine geldiği bir zatın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun, öyle mi? Yazıklar olsun sana ey Amr! Haydi sözümü tut da Ona tabi ol. Allah’a yemin ederim ki, O, gerçekten doğruluk üzerinedir. O, Musa bin İmran’ın (as) Firavun ve ordusuna galip geldiği gibi, kendisine karşı çıkanlara mutlaka galip gelecektir” dedi.

Amr, bu mübarek zatın huzurunda İslamiyet’i kabul ettiğini açıkladı ve bilahare Medine’ye giderek önceki günahlarının affı için Peygamber Efendimizden (asm) dua etmesini isteyip Müslüman olduğunu bildirdi.

Medine’ye Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna geldiğinde iki Cihan Güneşi efendimiz onu görünce çok sevindi . Ashabına dönerek: “Mekke size ciğerpârelerini attı…” buyurdu kelime-i şehadet getirerek İslâm’la şereflendi.

Amr İbni Âs, Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize, önceki yaptıkları günahların af edilip edilmeyeceğini sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz de: “islâm öncekileri saymaz…” buyurdu.

İslamiyet’i kabul etmesiyle Mekke’li müşriklerin daha da zayıflamasına sebep olan, İslam tarihinde büyük başarılara imza atan, Amr İbni Âs (r.a.) biat ettikten sonra aklını, dehâsını, becerisini ve cesaretini İslâm’ın hizmetine verdi. Ömrünü hep savaş meydanlarında geçirdi. Fetih üstüne fetihler gerçekleştirdi.

Bir gün iki cihan Güneşi efendimize; “Yâ Rasûlallah! Bunca zaman İslâm’ın aleyhinde çalıştım. Bundan sonra İslâm’a girdigim belli ola…” dedi.

Efendimiz de: “Yakında, yakında..” buyurdu.

Amr İbni As (r.a.) Mekke fethine istirak etti. Huneyn’de bulundu. Suva ve Benî Hüzeyl kabilelerinin putlarını parçaladı.

Peygamber Efendimiz, Amr bin As’ın cesaret ve bilgisini yakinen bildiğinden, aralarında Hazreti Ebubekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra) gibi büyük sahabelerin de bulunduğu bir akıncı birliğine kumandan tayin etti.

Bediüzzaman, Uhud Savaşı’nın kazanılmak üzere iken kaybedilmesinin hikmetlerinden bahsederken şöyle bir yaklaşım geliştirir: “Müşrikler içinde, o zamanda saffı Sahabede bulunan ekâbiri Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazreti Hâlid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmeti İlâhiye, hasenâtı istikbaliyelerinin bir mükâfâtı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlûp olmuşlartâ, o müstakbel Sahabeler, berki süyuf korkusuyla değil, belki bârikai hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmeti fıtriyeleri çok zillet çekmesin.

Umman’a, İslamiyet’i tebliğ etmek ve vergi toplamak üzere gönderdi. İslâm’ı tebliğ neticesinde Umman hükümdarı Müslüman oldu. Peygamber Efendimizin (asm) vefatına kadar tayin edildiği Umman valiliğini sürdürdü. Vefat haberi üzerine Medine’ye geri döndü.

Hazreti Ebubekir’in (ra) halifeliğini kabul edip, bağlılığını bildirdi. Bu dönemde Güneydoğu Filistin’e gönderilen askeri birliğe kumandanlık edip, buranın alınmasında büyük emeği oldu. Hazreti Ömer (ra) zamanında Filistin’in kesin bir şekilde fethini sağladı.

Mısır’ın fethedilmesi konusunda halifeye telkinde bulunarak, alınması gerektiğine ikna etti. Bizans ordusunu mağlup ettikten kısa bir süre sonra İskenderiye’yi teslim aldı ve Mısır’a hâkim oldu. Kendisi, Mısır fatihi olarak tarihe geçtiği gibi buranın valiliği de kendisine verildi. Hz. Ömer (r.a.) onun devlet idaresindeki kabiliyetini takdir ederek “Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır” derdi.

Üstün idarecilik vasıflarına sahip olan Amr, daha önceleri kendi komutası altındaki İslam birliği arasında çıkan veba hastalığına karşı zamanında aldığı tedbirlerle, büyük bir felaketin önüne geçti. Mısır’da idari, iktisadi ve bayındırlık alanında çok önemli başarılara imza attı. Fustat şehrini kurdu. Burada kendi adıyla anılan bir cami yaptırdı. İlk defa bu camiye minare yaptırdı. Firavunların yaptırdığı eski kanalı yeniden açtırarak Nil nehri ile Kızıldeniz’i birbirine bağladı. Babilon ile Kulzüm limanlarını birbirine bağlayarak deniz taşımacılığına çok büyük katkıda bulundu.

Hazreti Osman (ra) zamanında da bir süre Mısır valiliğini sürdürdüyse de daha sonra azledildi. Bu durumdan rahatsızlığını gizlemedi. Diğer taraftan, Hazreti Osman, kendisinden istifade edip danışmaya devam etti. Hazreti Osman’ın vefatını duyduğunda son derece üzüldü.

Hazreti Ali’ye (ra) biat etmeyip halifeliğine karşı çıktı. Ancak, iç karışıklıklara dahil olmayıp ortalığın sakinleşmesini bekledi. Bu tavrını Cemel Savaşı sonrasına kadar devam ettirdi. Bu tarihten sonra halifelik konusunda Muaviye’den yana tavır aldı ve Emevi Saltanatının kurulmasında katkısı oldu. Sıffin Savaşı’nda Emevi Ordusunun tam mağlup olacağı sırada, mızrak uçlarına Kur’an sayfalarını taktırarak yenilgiyi önledi. Taraflar arasından seçilecek iki hakemle olayın barış yoluyla halledilmesini teklif etti. Hazreti Ali, Ebu Musa el Eşari’yi, Muaviye de Amr’ı hakem seçti.

Zeki bir siyasetçi olan Amr İbnü’l As’ın, Ebu Musa’ya hile ile Hazreti Ali’yi halifelikten azlettirip, daha sonra kendisinin de Muaviye’yi halife ilan ettiğine dair görüş yaygındır..

Muaviye’ye bağlı Mısır valisi olup vefatına kadar bu görevde kaldı. 40 küsur hadis-i serif rivayet etmiştir.

Haricilerin öldürülmelerine karar verdikleri üç kişiden biri olan Amr’ı, öldürmek üzere görevlendirilen Zazeveyh, sabah namazını kıldırmakla görevlendirilen Harice bin Huzafe’yi, Amr zannıyla öldürdü. Amr, rahatsızlığı sebebiyle sabah namazına gidemediğinden suikasttan kurtuldu. Bu olaydan üç yıl sonra (vefatı için hicri 47 yılı 48 yılı 51 yılı zikredilir) Ramazan Bayramı gecesi hasta yatağında yatmaktadır ve ağlıyordur oğlu Abdullah sorar;

-Niye ağlıyorsun? Ölümden ürktüğün için mi?

-Hayır der ölümden sonrasından korkarak ağlıyorum.

-Sen hayır üzerine yaşadın

-Ben idarecilik ve başka şeylerle iştigal ettim bunlar lehime mi oldu aleyhime mi bilmiyorum der ve tevbe istiğfar ederek, kelime-i tevhidi söyleyerek ruhunu teslim eder.

Cenab-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin!

Soru:

Hakem Olayı Nedir? Sıffin savaşı sonrasında, Hakem Olayı’nda Hz. Amr bin As (ra) kararlaştırılan karara neden uymamıştır?

Cevap:

Hz. Amr (ra), o anda harb içinde olduklarını düşünerek “Harb hiledir” hadisine dayanmış olabilir. O dönemde, sahabeler arasında yaşanan fitneler içinde, iyi niyetle de olsa bazı kusurlar işlenmiş olması mümkündür.

Fakat ehl-i sünnet âlimleri, bu mevzuların üzerine lüzumsuz bir şekilde gitmenin yanlış ve zararlı olduğunu bildirmişlerdir. Bu ciheti izah eden Üstad Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası adlı eserinde şöyle demiştir:

Sahabelerin bir kısmı, o harblerde adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer’iyeyi düşünüp tâbi’ olarak, Hazret-i Ali’nin (R.A.) takib ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şer’iye ile beraber zâhidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terkedip muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hattâ İmam-ı Ali’nin (R.A.) kardeşi Ukayl ve “Hibr-ül Ümme” ünvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî Ehl-i Sünnet Velcemaat, “fitne kapılarını kapamak şeriatin güzelliklerindendir.” O bir düstur-u esasiye-i şer’iyeye binaen “O bir kandı. Allah bizlerin ellerini o kandan temiz kıldı. Biz de dillerimizi temizleyelim” diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar.

Çünkü itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük sahabelere, hatta muhalif tarafında bulunan Âl-i Beyt’in bir kısmına ve Talha ve Zübeyr (R.A.) gibi Aşere-i Mübeşşere’den büyük zâtlara itiraza başlar, zemm ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak taraftarıdır.

Hattâ Ehl-i Sünnet’in ve İlm-i Kelâm’ın azim imamlarından meşhur Sa’deddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında tel’in ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet Velcemaat’in allâmeleri demişler: “Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve kat’î bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı kat’î ve delil-i kat’î bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimali olduğundan, öyle hususî şahsa lanet edilmez. Belki umumî bir ünvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur.” diye Sa’deddin-i Taftazanî’ye mukabele etmişler.”

Karşı tarafın başında olan Muaviye (ra) ve Amr bin As (ra)’ın sahabe olduklarında bütün ehl-i sünnet müttefiktirler. Onların o meseledeki niyetlerini Üstad şöyle anlatır:

Hazret-i İmam-ı Ali’nin Vak’a-i Sıffîn’de, Hazret-i Muaviye’nin taraftarlarıyla muharebesi ise, hilafet ve saltanatın muharebesidir. Yani: Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise; hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.”

Fetih Suresinin sonundaki sahabeleri öven ayetlerin sonunda onlara mağfiret vaat edilmesinin, sahabelerin istikbalde işleyecekleri bazı kusurların affedileceğine işaret ettiğini Üstad şöyle anlatır:

“(Mağfireten) kelimesiyle işaret ediyor ki: İstikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünkü mağfiret, kusurun vukuuna delalet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlub ve en yüksek ihsan, “mağfiret” olacak ve en büyük mükâfat ise; afv ile mücazat etmemektir. (Mağfireten) kelimesi, nasıl bu latif imayı gösteriyor. Öyle de Surenin başındaki (Taki Allah senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanı senin için mağfiret etsin) cümlesiyle münasebetdardır. Surenin başı, hakikî günahlardan mağfiret değil; çünki ismet var, günah yok. Belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mana ile Peygamber’e müjde-i mağfiret(tir) ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o îmaya bir letafet daha katar.

Netice olarak, bahsi geçen şahıslar sahabelik faziletinin çok azim sevabını kazanmış olduklarından, işledikleri kusurların da affedileceğine Kur’an işaret ettiğinden ve bütün ehl-i sünnet âlimleri bu konuda müttefik olduklarından bu konuların üzerine giderek kalbimize onların affa uğramış kusurları sebebiyle kötü duygular girmesine meydan vermememiz en doğru yoldur.

Derleyen :Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

Kaynak:

  • Kütübü Sitte
  • Risalei Nur

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız