Etiket arşivi: said nursi

Bediüzzaman’dan Teyakkuz Çağrısı

Bediüzzaman’dan Teyakkuz Çağrısı

“Ehl-i dalalet… her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır. Ehemmiyetli bir istinadgâhını kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır. Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cem’iyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir.” (Kastamonu Lahikası, 55)

Kastamonu Lahikasını okurken burası hemen herkesin olduğu gibi benim de dikkatimi celb etti. İslam ümmetine yönelik tehditlerin nasıl işlendiğini ve bu tehditlere karşı nasıl dikkatli olunması gerektiğini okuyoruz.

“Her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır.”

İslam ümmetine ve iman ehline yönelik çok ciddi bir saldırının olduğunu anlıyoruz. İslam düşmanlarının her türlü araç ve yöntemi kullanarak Müslümanların manevi kuvvetlerini zayıflatmaya çalıştığını buradan anlıyoruz.

Bu saldırı, zayıflatma ve yıkma operasyonlarına Şualar’da da dikkat çekiliyor.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.” (Şualar, 288)

  • Kuvve-i maneviyeyi bozmak: İslam toplumunun inanç, moral ve dayanıklılığını yani salabetini hedef almaktadır. Bununla birlikte, toplumun inanç temelinde birleşmesini engellemeye yönelik hareketler kastedilir.
  • Tesanüdü kırmak: Tesanüd, İslam toplumunun birlik içinde hareket etmesini sağlayan önemli bir unsurdur. Düşman, bu dayanışmayı bozarak Müslümanları parçalamayı ve bölmeyi amaçlamaktadır. Bazı hizmet hareketlerinin farksiyonlara, meşreplere, guruplara ayrılıp gücünü birbirine sarf etmesi bu operasyonların etkili olduğunu göstermektedir.

“Ehemmiyetli bir istinadgâhını kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır.”

Bu ifadede, Müslümanların dayandığı, maddi ve manevi olarak beslendiği önemli kurumların veya şahısların, çeşitli aldatma ve manipülasyonlarla İslam düşmanlarının lehine hareket etmeye ikna edildiği belirtilir. Bu da Müslümanların moralini bozup kuvve-i maneviyesini dağıttığını anlıyoruz.

  • Ehemmiyetli bir istinadgâh: Burada, bir lider, âlim, toplumun güvendiği bir kurum dayanak noktası olduğunu anlıyoruz. Eğer bu dayanak noktası zaafa uğratılırsa veya yanlış bir tarafa çekilirse, toplumun savunma hattı zayıflar. Bu konuda nice tarihi misaller görülebilir. Toplumun bir şekilde desteğini alıp sonra toplum aleyhine hareketlere, kalkışmalara yeltenen stk’ler, şahısları tarihten okuyabiliriz.

İslamiyet düşmanları Bediüzzaman’ın şu sözünü çok iyi anlamışlar.

“Din âlimleri İslâmiyetin direkleridirler.” (Asar-ı Bediiyye, 397) Bu sebeple insanlara manen kuvvet veren manevi lider olabilecek kimselerin itibarsızlaştırılması, devşirilmesi için çok ciddi çalışmaktadır.

  • İhtiyat kuvvetini dağıtmak: Müslümanların ortak hareket etmesini sağlayan gücü dağıtmak ve toplumu etkisiz hale getirmek için bu yöntemi tatbik etmektedir.

“Mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktı.” (Sözler, 96)

“Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cem’iyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir.”

Burada, düşmanın organize bir şekilde hareket ettiği vurgulanmaktadır. Her bir Müslüman karşısına, organize olmuş bir grup çıkarılır. Müslümanlar az, zayıf, ferdi bireysel hareket etmesi de mağlubiyeti peşinen getirmektedir.

  • Cemiyet ve komitecilik ruhu: Düşman, organize yapılar kurarak stratejik hareket eder. Bu, bireysel Müslümanların karşısında daha güçlü bir görünüm sergiler.
  • Mütesanid bir cemaat: Düşmanın, birlik içinde hareket eden bir topluluk oluşturduğu ve Müslümanların fert fert direnişini kırmaya çalıştığı ifade ediliyor.

Ehl-i dalaletin komite halinde saldırısı karşısında çözümün Risale-i Nur’da şöyle okumaktayız.

“Şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatın şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur.” (Mektubat, 439)

Mektubun geneline baktığımızda:

İman ehline yönelik tehditlerin sadece fiziksel saldırılar olmadığını, manevi, fikri ve sosyal saldırılarla da Müslümanların zayıflatılmaya çalışıldığını anlıyoruz.

Burada şunların da altını da çizmek isterim.

  1. Birlik ve Tesanüdün Önemi: İslam ümmeti, sadece bireysel ibadetlerle değil, aynı zamanda dayanışma ve birlik içinde olarak da güçlenir. Yani cemaat halinde hareket etmelidir.
  1. Dayanak Noktalarına Dikkat: Müslüman toplumun önderlerine ve kurumlarına yönelik tehditlerin farkında olunmalı ve bunların düşman tarafından kullanılması engellenmelidir. Yani kendi kaynaklarımıza sahip çıkmalıyız. Ötekileştirip yalnızlaştırmamalı birlik ve beraberlik içinde hareket edilmelidir.
  1. Organizasyon ve Stratejik Hareket: İslam düşmanları organize bir şekilde hareket ederken, Müslümanların da kendi aralarında daha sağlam organizasyonlar kurması ve stratejik düşünmesi gerekir.

“İşte bu esaslara binaen
ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevk olunmaya ve teşvik edilmeye muhtaç değildirler.
Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez.

Belki mesaîlerin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar.

Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur.” (Mesnevi-i Nuriye, 161)

Bu mektubu okuyunca İslam ümmetine yönelik stratejik bir uyarı niteliğinde olduğunu ve manevi bir teyakkuz çağrısını işitiyoruz gözümüzle.

Her daim müteyakkız olabilmek duasıyla

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Doğru Bilgi Çerçevesinde Bediüzzaman

Doğru Bilgi Çerçevesinde Bediüzzaman

İzzetli-hürmetli bir insan için en ağır hâllerden biri de, maksadının zıddıyla itham edilmektir. Yani davasının esaslarına tamamen zıt olan şeylerle yad edilmesidir.

Bediüzzaman Said Nursi de bu isimlerden birisidir. Bu topraklarda bir asırdan fazla ismi yad edilmektedir. Kimi zaman hak ettiği gibi kimi zaman da maksadının tam tersi bir şekilde… Özellikle de Cumhuriyet, ümmetçilik ve milliyetçilik hakkındaki fikir ve kanaatleri itibariyle…

Mesela Cumhuriyet hakkında kendisini mahkemeye veren savcılara hitaben kullandığı ifadeler: “Ey müdde-i umûmi ve mahkeme azaları! Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, laik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim.”[1]

Burada şu da dikkatimi çekmedi değil. Üstad Bediüzzaman’ın imani ve İslami fikirleri hakkında değil, sosyal içtimai meseleler hakkında yanlış yorumlar yapılmaktadır. Yorumlamalar yanlış yapılsa da şunun altını çizmeliyim ki, Bediüzzaman’ın iman, amel ve insan bağlamındaki fikirleri, samimiyeti asla yanlış yorumlara açık değildir; çünkü hayatı samimiyet abidesidir. Bu da takdîre şâyân bir durumdur.

Üstad Bediüzzaman’ı Cumhuriyet düşmanı olarak görenler, hemen her mahkemede şu manada sorgulama yapmaktan geri durmadılar: “Cumhuriyet hakkında ne diyorsun, fikrin nedir?” şeklinde sürekli sual-cevap altına alarak bir maraz çıkartılmaya adeta zorlanmıştır. Fakat bu sıkıştırmalarla yapılmak istenen Menemen ve Şeyh Said hadiseleri gibi olayların çıkmasıdır.

“Şeyh Said ve Menemen hâdisesinin on misli bir hâdiseyi evhamla düşünmüşler.”[2]

Bunu bir eserinde şu şekilde ifâde etmektedir: “Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve birkaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla, Menemen ve Şeyh Said hâdisesi gibi bir hâdise çıkarmak için bütün kuvvetiyle en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda her desiseyi istimal ettiler.”[3]

Şimdi Bediüzzaman’ın Cumhuriyet hakkındaki açıklamasına bakalım!

Benden sordular ki:

Cumhuriyet Hakkında Fikrin Nedir?

“Ben de dedim: Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder.

Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim, bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. İşitenler benden soruyordular, ben de derdim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten tanelerini karıncalara verirdim. Sonra dediler: Sen selef-i sâlihîne muhalefet ediyorsun?

Cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidîn; herbiri hem halife hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber (RA) Aşere-i Mübeşşere’ye ve Sahabe-i Kiram’a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”[4]

Şüphesiz ki meseleler kirli bilgiler altında çok farklı görünebilirler doğru bilgilerle her şeyin içyüzü, olduğu gibi doğru şekilde görülecektir. Her şey net bir şekilde görüldüğünde puslu hava, kör düğüm söz konusu olamaz.

Cumhuriyet konusunda Bediüzzaman şunu çok iyi biliyordu, İslamiyet’in doğuşu ile beraber İslam toplumunda meşveret meclisi kendisini göstermiştir. Bunu Efendimiz (asv) bizzat tatbik etmiş ve oligarşi, istibdat oluşmaması için tercih etmiştir. Böylece meşveret sistemine dayalı Cumhurî bir idare tesis edilmiştir. Kendinden sonrakilere misal teşkil etmiştir.

Hz. Peygamberin (asv) vefatından sonra Hulefa-i Raşidin de, devlet başkanlığına seçimle getirilmişlerdir. Yani istişare meclisiyle Hulefa-i Raşidin döneminden sonra seçime dayalı hilafet sistemi saltanata dönüşmüştür. O günün İslâm uleması, saltanatla İslamî yönetim esaslarının bağdaşabileceğine dair fetvalar verdiler ve yöntemlerini de gösterdiler.

Bediüzzaman, her ortamda, hayatının her döneminde, meşrutiyet, meşveret manalarını ifade etmiştir. Gerekçelerini de izah etmiştir.

Cumhuriyet devrinde, Cumhuriyetin ruhuna aykırı olarak sergilenen tutum ve davranışları, Bediüzzaman şiddetle kınamıştır. Şunu da ifade edelim ki, Bediüzzaman’ı birçok şablona oturtmak istedikleri gibi demokrasi havarisi şablonuna da oturtmak isteyen bir kesimin de olduğunu ifade etmek isterim.

Bediüzzaman, her şeyin ifrat ve tefritini eleştirir. Bunun içinde laiklik manası da vardır.

“Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, laik manası, bitaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturiyle, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim.”[5]

Burada sisteme dönüşen her şey aslından uzaklaşır ya tavizler verir ya da ya pasif ya da marjinal bir kisveye bürüneceğini anlıyoruz.

Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatının ve fikirlerinin serencamı böyledir. Ya maksadının aksiyle itham edilmiş ya da konumu yanlış yorumlanmıştır.

Netice itibariyle, Bediüzzaman Said Nursi, ömrü boyunca insan hak ve hürriyetlerini üstün tutan, din ve vicdan hürriyetine mutlak manada saygılı, insanların hakkını aramasını savunmuş ve hürriyet mücadelesi vermiştir. Meşveret sistemine dayalı bir devlet anlayışını müdafaa etmiştir.

“Manasız isim”[6] peşinde değildir Bediüzzaman. Bu tarzda olan “mış gibi”lerin hep karşısındadır.

Bediüzzaman, sadece bir fikir adamı bir abid bir zahid değil aynı zamanda aksiyoner tarafını da görmek gerekir. Yoksa tek tarafını ele alırsak Bediüzzaman’ın doğru bir yaklaşım tarzı olmaz bizim için. Risaleleri okurken buna dikkat etmeliyiz. Yoksa Bediüzzaman’ı farklı tanıyan ve tanıtmak isteyenlerle yolumuzun kesişmesi kaçınılmazdır.

Doğru bilgi, bireylerin, toplumların ve kurumların sağlıklı kararlar alabilmesi, etkili ve verimli bir şekilde hareket edebilmesi için kritik bir öneme sahiptir. Etik değerlere uygun hareket etmenin ve güvenilir bir toplumsal yapı oluşturmanın anahtarıdır. Bilgi kirliliği ve yanlış bilgilendirme, toplumsal güveni sarsar ve etik dışı davranışlara zemin hazırlar. Bu değerlendirmelerim çerçevesinde yazma ihtiyacı hissetim.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat (480)
[2] Tarihçe-i Hayat (531)
[3] Emirdağ Lahikası-1 (147)
[4] Tarihçe-i Hayat (408)
[5] Şualar (363)
[6] Şualar (363)

Kaynak:RisaleHaber

www.NurNet.org

Risale-i Nur Külliyatına Sataşanlar

RİSALE-İ NUR’A SATAŞMALAR

Risale-i Nur, Kur’an’ın çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir[1]

“Risale-i Nur, Kur’an’ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur’anîdir. O halde Kur’an okundukça, o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur’aniye hakikatlerinin sergisidir, pazarıdır. Bu ulvî pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.”[2]

“Risale-i Nur, Kur’an’ın[dır] ve Kur’an’dan çıkan bürhanî bir tefsir[idir.]”[3]

Risale-i Nur Külliyatı, bu asrın insanlarına adeta bir ihsan-ı ilahidir. Gerek şimdiki üslub farkı gerekse meseleleri ele alma tarzıyla insanların ruhuna cazip geliyor.

Önceki zamanlarda telif edilen eserler o dönemlerdeki kuşkulara ve tereddütlere cevap vermiştir. Zaman ilerlemesiyle var olan eserler kâfi gelmemeye başlamıştır. Bu yeni dönemde Risale-i Nur Külliyatı da insan, amel, Allah ve kâinat meseleleri üzerine gitmiş ve perspektifi genişletmiştir. Çünkü yeni şartlar yeni usulleri beraberinde getirir.

İslam dünyasında önceleri ya dışarıdan gelen veya dışarıya yakın kimselerden gelen bazı tereddütler artık kurdun gövde içine girmesiyle Müslümanlarda tereddütler başladı. Ehl-i bida ve ilhadın fikirlerinin karışmasıyla da kargaşa meydana gelmiştir.

Tablo bu şekli almışken mülhid ve mürtedlerin ortalığı imansızlık ateşine verdiği ve ehl-i bidanın[4] tereddütleri, vesveseleriyle insanları aldattığı yadsınamaz bir gerçektir.

Hak ve hakikatla meşgul olmak insanın kendini inşa teşebbüsüdür. Manevi birer terapi de diyebiliriz buna. Hak ve hakikat insanın halet-i ruhiyesine müdahale ederek adeta bir tamirci rolü üstlenir. Çünkü Risale-i Nur meşguliyeti “yaratan Rabbinin adıyla oku” hitabına “Lebbeyk!” demektir. Çünkü Risaleler alelade bir okuma işi değildir. Yaradanın esmasını, sanatını, fiilini okumak, anlamak ve tefekkür etmektir. Risalelerin önemi buradan gelmektedir.

Risale-i Nur Külliyatı tefekkür ve iman hakikatlerini ihtiva eden muhteşem bir külliyattır. Okurken insan dikkat ve tefekkürle okursa duygusal, zihnî ve ruhî sağlığını da beslediği hissetmektedir.

Risale-i Nur Külliyatı burada tefekkürün, dikkatin gücünü kullanarak insan aurasını arttırmaktadır. Maneviyatı yükselterek insan manevi korumasını/aurasını attıracağını tesbit ettiği için ne abesle ne de haramla meşgul olmasını istemez.

Bediüzzaman Said Nursî, sıcaklarla birlikte çöken rehavet ve tembelliğe karşı insanı ikaz eder “bu yaz mevsimi, gaflet zamanı”[5] diyerek, insanı azami dikkate davet eder. Bu gaflet mevsiminde okuma ve tefekküre teşvik eder.

Risale-i Nur’un burada bahsettiğimiz fayda ve tesiri ancak denizden damla nisbetindendir.

RİSALE-İ NUR VE BEDİÜZZAMAN’I

KİMLER ELEŞTİRMEYE ÇALIŞIR, SATAŞIR

Kısacası Risale-i Nur Külliyatı ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi’ye üstünkörü bakmak, önemsiz görmek ve sıradan görmeye/göstermeye çalışmanın altında gurur, kibir, enaniyet, kıskançlık gibi hislerin ve kökü dışarıda gövde, dal budakları bu topraklarda olan komitelerin borazanlığını yapmaktan başka bir şey değildir.

Bu vatan bize piyangodan çıkmadı veya ortada ehemmiyetsiz olduğu için duruyordu da biz gelip imaret edip vatan yapmadık. Nice bedeller ödendi, canlar şehit oldu yanarak, donarak, parçalanarak. İşte Bediüzzaman hem talebeleriyle Kafkas cephesinde Albay rütbesiyle beraber savaşa katıldı Rus ve Ermenilere karşı savaştı, esir düştü.

Rusya’dan gelip Osmanlı İmparatorluğuna mücadelesinde silah yerine kalem eline alarak devam etti. Fikirleri, tefekkürleri, eserleri bugün vatan sathını da açıp altmıştan fazla dile tercüme edilerek İslamiyet’in fikrî cephesinde mücadeleye devam etmektedir.

Bediüzzaman ve eserlerine laf atmaya çalışanlar, eserleri tenkid etmeye yeltenenler önce nerede durduklarına kimin dolduruşuna geldiklerine bakmalı. Tabi bu söylediğimi anlayacak bir kapasitede olmadıkları için anlayamayacak ve görse de “hıh” deyip geçecektir. Çünkü menfaatleri ve başka hesap ajandaları olduğu var. İster yazar, ister vaiz, ister bilmem ne etiketi olursa olsun. Boş lakırdılarını burada yazmak bile zaman ve nefes israfı olduğu için yazmayacağım. Geneline baktığımızda hep basma kalıp birbirinden nakiller ve iftiralar şeklinde kendini göstermektedir. Ya Vehhabi/Selefi ya Şia ya muhtelif Bid’a fırkalarından kimseler olduğunu görüyoruz.

İman ve Kur’an düşmanlarından veya Mütekebbir ve Müteşeyyihlerden kendilerini dev aynasında görenlerden bazı sataşmalar laf atmalar görüyoruz okuyoruz. Ya gündeme gelmek ya da kendini bir yerlere göstermek rüştünü ispat etmek için yapılan bu çalışmalar, sataşmalar, laf atmaya çalışmalar ancak sataşanın kendi itibarına gölge düşürecektir.

Risale-i Nur Külliyatı, okka divitte değil; kelle koltukta ruhlardan gelen feveranla yazıldığı için tesiri azimdir. Bu tesiri kırmak ve yerine sahte kahramanlar türetmek isteyenler kimdir diye merak edip görmek isteyenler Risale-i Nur’a sataşanlara baksın.

Nurcular arasında işi boşaltılan ve sloganik bir hale gelen şu cümlenin bu zamanda artık geçerli olmadığını ve her şeye teşmil etmenin yanlış olduğunu belirtmemiz gerekir. Her şeye cevap verip atışı ağzının ortasına oturtmak gerekmektedir artık teknoloji asrında.

“لَوْ كُلُّ كَلْبٍ عَوَى اَلْقَمْتَهُ حَجَرًا ٭ لَمْ يَبْقَ فِى هذِهِ الْكُرَةِ اَحْجَارُ her üren kelbin ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz.” [6]

ŞAHSİ OKUMA YAPARKEN ŞURASI DİKKATİMİ ÇEKTİ PAYLAŞMAK İSTEDİR.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.

(Fakat ikinci gün beraet kararı, o dehşetli konuşmayı geriye bıraktı.)

Tecrid-i mutlakta ve haps-i münferidde Mevkuf Said Nursî[7]

 Selam ve dua ile..

Muhammed Numan Özel

[1] Şualar (515)
[2] İşarat-ül İ’caz (228)
[3] Şualar (81)
[4] ehl-i bid‘at, “aklı esas alıp nasları te’vil etmek suretiyle Hz. Peygamber’den sonra sünnete aykırı bazı inanç ve davranışları benimseyenler” şeklinde tarif edilebilir. https://islamansiklopedisi.org.tr/ehl-i-bidat#:~:text=Buna%20g%C3%B6re%20ehl%2Di%20bid,B%C4%B0D’AT).
[5] Tarihçe-i Hayat (314)

[6] İşarat-ül İ’caz (123)

[7] Şualar (288)

 

www.NurNet.org

 

RİSALE-İ NUR HİZMETİNDE NASIL EHİLLEŞİRİM!

RİSALE-İ NUR HİZMETİNDE NASIL EHİLLEŞİRİM!

İşin ehli, işini kural kaideye göre yaparak ehilleşmiştir. İşin kaçamaklarına uyarak veya üstün körü suhre gibi yaparak değil!

“NE GELİYORSA BAŞIMIZA SAFDİLLİKTEN, SAFDİLLERDEN GELİYOR!

 Üstadımız, Risale-i Nur’un meslek ve meşrebini lahikalarda sarihan ve vazıhan ve mücmel olarak yazmıştır. Meslek ve meşreb düsturlarıyla kâlen, hâlen, ilmen ve kalemen meşgul olan ve ihlasla cehd eden, vartaya düşmez. Sair usullerle çalışılırsa varta-i azime düşebilir.

Kâlen meşguliyet: Konuşmalarımızın Risale-i Nur’a uygun olmasına cehd etmeliyiz.

Fiilen meşguliyet: Hatt-ı hareketimizin Risale-i Nur’a muvafık olmasına cehd etmeliyiz.

Kalemen meşguliyet: Risale-i Nur’u medh ederek, kalemle yazmalıyız.”[1]

Her işin bir ehli vardır. Şayet usulüne uygun olarak yapmak istiyorsa bir insan ehlini arar, kendi felsefesine, düşüncesine göre hareket etmez. Nitekim hevaya göre hareket mesuliyet getirir insanın başına.

“Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”[2] (Nahl Suresi, 43.) İlim sahipleri, “Verrasihune fil ilmi/İlimde derinlik sahibi” (Al-i İmran Suresi, 7.) ve “Muhakkak ki Allah, bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 1.) hadis-i şerife göre müçtehid ve müceddidlerdir. Öyle ise, hakiki, sadık, samimi, dürüst, müttaki bir dindar, içtimai, siyasi yol haritasını kendisi belirlemez, ilim sahibine, otoritesine, yani müceddide sorar.

  • “Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Nahl Suresi, 43.)
  • İlim sahipleri, “Verrasihune fil ilmi/İlimde derinlik sahibi”[3] ve
  • “Muhakkak ki Allah, bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir.”[4] hadis-i şerife göre müçtehid ve müceddidlerdir.

Öyle ise, hakiki, sadık, samimi, dürüst, müttaki bir dindar bir insan içtimai, siyasi meslelerde kendi başına hareket edemez meselelerini, ilim sahibi olan müceddide sorar. Tabi herkesin gözünde kendi âleminde bir müceddid / müçtehidi vardır. Maddi meseleler bir şekilde hal olur; ama manevi meselelerdeki hata / ihmaller manevi mesuliyetleri de akabinde getirecektir. Yani kimi manevi önder seçeceğine insan hassas olarak davranmalıdır. Bir yerden peynir bile alacakken bazı yerlere içeriğine bakıp hassas davranan insan manevi meselelerde cesur davranıp başına buyruk hareket etmesi tam bir felakettir.

  • Risale-i Nur Külliyatı “bir mürşid-i a’zam, bir müceddid-i ekber olarak konuşuyor…”[5]

Buna biz safdiline inanmış da değiliz. Bunu makamı ve ilmi olan bir çok kimse de ifade etmektedir. Mesela Eski fetva Emini Ali Rıza Efendi[6] şunu ifade etmektedir.

  • “Bedîüzzaman, şu zamanda din-i İslâma en büyük bir hizmet eylediğini ve eserlerinin tam doğru olduğunu; ve böyle bir zamanda ve mahrumiyet içinde tam bir feragat-ı nefs ettiğini ve onun Risale-i Nur’u müceddid-i din olduğunu kat’iyyen tasdik ederim. Cenab-ı Hak onu muvaffak eylesin, âmîn!”[7]
  • Risale-i Nur, bu zamanın bir mehdisi ve müceddididir.[8]

Biz Risale-i Nur Külliyatını okuyanlarca Bediüzzaman Said Nursi ahirzamanın fıkh-ı ekberini elinde tutacak olan Mehdi-i Azamdır. Eserleri olan Risale-i Nur külliyatı namındaki telifatı sadece iman dersi değil, içtimai meselelerde de ders verir ve bir muslih olarak ders verir. Bu suretle Bediüzzaman hazretlerinin tebliği eserleri durana dek devam edecektir. Zaten fertler gelip geçer eserleri baki kalmaz mı? Derler ya sen kuşu değil uçuşunu hatırla.

Bediüzzaman Hazretlerinin;

İmani ve İslami eserleri: Sözler, Lemalar, Mektubat, Şualar, Mesnevi-i Nuriye, İşarat-ül İ’caz olarak..

İçtimai Hayata dair: Münazarat, Hutbe-i Şamiye, Divan-ı Harb-i Örfi, Sünuhat, Tuluat, İşarat, Emirdağ, Kastamonu, Barla lahikaları ve bunlardan terkip edilmiş olan Beyanat ve Tenvirler, Şualar. Ve bu reçetelerin yekünu Eski Said Dönemi Eserleri olarak Asar-ı Bediiyye namıyla tab edilmektedir.

  • “Risale-i Nur talebesi; imanî bahisleri okur, ehl-i salat ve takva olur, fakat başka cereyanlara aldanabilir. Eğer, meslek ve meşrebe dair mevzuları, lahikaları okursa, aldanmaz.”[9]

Sadece imani bahisleri okuyanlarda çeşitli içtimai meselelerde keşmekeşler olabilir çünkü üç sac ayaklı olan hizmetin sadece bir kısmını esas alarak hayatına devam ediyor. Böyle bir keşmekeş yaşamaması ancak keramet olur zaten. Bu sac ayak İmani bahisler, Lahikalar ve Müdafaalardır.

İmani ve İslami meselelerde Risale-i Nur Külliyatının bahislerine kimse itiraz etmemektedir ve edemezde, çünkü iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır.”[10]

  • Bizlerin bu zamanda ihtiyacı, tahkik-i imandır. Akıl, ruh ve kalbimizi, bütün manevi cihazatımızı nur-u imanla doldurmalıyız. Çünkü insanın 30-40 yaşlarına kadar kabiliyet ve istidatları alışkanlık haline gelir. Bu yaşa kadar nur-u imanla meşgul olmak elzemdir.”[11]
  • “Lâhika Mektupları: Lâhikalarda geçen siyasi mektuplar, şahsa değil umuma yazılmıştır. Üstadımızın hususi neşrettiklerine nazaran, çok kısa, hatta bir satır olarak umuma neşrettiği mektuplar vardır. Mektuplar ihtiyaca binaen yazılmıştır.”[12]
  •  Lahikalardaki mevzuular, aynen bu zamandakilere de hitap eder.”[13]
  • Üstadın Mektupları: Üstadın 2 çeşit mektupları vardır. Biri hususi… Diğeri: Kıyamete kadar Nur talebelerini herbir mes’elede tenvir edecek mektuplardır.

Üstad bu ikincileri ayırmış ve neşretmiştir. Bu mektupları kim okursa, ona hitap ediyor, yoksa eskiden yazılmış, hususi mektup değildirler. Onun için, Nur Talebelerine hitap ederken “Aziz, Sıddık,.. kardeşlerim” diyor. Ben de bu mektupları okuduğumda veya okunduğunda “Lebbeyk Üstadım” diyorum.”[14]

  • “Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi; Risale-i Nur eserlerinde ve Lahika mektuplarında, Risale-i Nur’un meslek ve meşreb düsturlarını sarihan, vazıhan, mücmelen vâ’z ve beyan etmiştir.
  • Nur Talebeleri; Risale-i Nur eserlerini ve Lahikaları devamlı okuyarak ve bilhassa ameli ve tatbiki hakikatları not edip (halen, kalen, fiilen ve kalemen) bu Kur’anî düsturlarla amel ederse veya ihlasla amil olmaya cehd ederse; Kur’anî, imanî ve mücahidane (Nur-u Kur’an hizmeti) olan Risale-i Nur hizmetinde, ömrü boyunca muvaffak olur. Ve bu muvaffakiyetinde bilerek veya bilmeyerek herhangi bir varta’ya düşmez. Sair şeylerin usulleriyle hareket etme varta-i azimine düşerek, ömür dakikalarını zayi etmez ve ettirmez…”[15]
  • “Hiçbir müfsid [bozguncu, yoldan çevirici] ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür [veya gösterir cerbeze sahibi olduğu için]. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette [hayatta, hizmette..] geziyor…”[16]

Siyasi ve içtimai meselelerde ortaya çıkan keşmekeşlerin en temel sebebi bu kaideleri tatbik etmemektir.

Hülasa: Hiç kimse kendi indi, hissi, şahsi, hevesi, nefsi, nakıs, konjonktürel, siyasi görüş ve yaklaşımlarını Risale-i Nur Hizmetine, Bediüzzaman Hazretlerine izafe etmeye, amiyane tabirle yamamaya sahip değil! Hizmetin prensipleri hizmet içindedir. Harici metodlarda aramak veya ihdas etmek nurculuktan feragat etmek demektir. Ben bu sözleri yazıyorum gene mihenge vuracak olan bu satırları okuyanlara aittir.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Bir dava adamından notlar (118)
[2] Nahl Suresi (43)
[3] Al-i İmran Suresi, (7)
[4] Ebû Dâvûd, Melâhim (1)
[5] Tarihçe-i Hayat (60)
[6] Son dönem Osmanlı ulemasının önde gelen isimlerindendir. Medrese eğitimini en üst seviyeye kadar tamamlandıktan sonra birçok görevde bulunmuş ve İstanbul’da Fetva Eminliği de dahil, çok önemli mevkilerde hizmet vermiştir. O da çağdaşları gibi tarihimizin üç önemli devrini yaşamıştır. (1861-1943)
[7] Tarihçe-i Hayat (307)
[8] Barla Lahikası (146)
[9] Bir dava adamından notlar (130)
[10] Emirdağ Lahikası-1 (180)
[11] Bir dava adamından notlar (101)
[12] Bir dava adamından notlar (102)
[13] Bir dava adamından notlar (116)
[14] Bir dava adamından notlar (148)
[15] Bir dava adamından notlar (127)
[16] Münâzârât (49) / Hizmet Rehberi (161)

Hangi Vadidesin?

Hürriyet, cumhuriyet, adalet, eşitlik gibi içtimai, siyasi ve felsefi mefhumlarda da kargaşa yaşadığımız malum. Aynı kelimeleri kullanarak o kelimenin tam aksi manaya gelecek işlere imzalar atılıyor.

İşte bu hakikatleri İslam medeniyetinin telifatıyla insan ruhlarını ve toplumu ihya ve inşa etme hedefiyle ele almaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi, telifatı olan Risale-i Nur Külliyatında temelde bu mevzuları ele alarak sonrasında yaratılış, sevgi, şefkat gibi duygular, hürriyet, din, iman ve ibadet, aile ve toplum, içtimai, siyasi mefhumların sistemi ve mantığı gibi meseleleri en yüksek seviyede ele alarak inşa ve ihya hizmeti yapmıştır.

Geçmiş asırlardan gelen tecrübe, bu asırda tekrar Kur’an nuruyla yoğrularak imani, itikadi ve toplumsal olarak buhran geçiren insanlığa Kur’an nuruyla mihmandarlık yapmaktadır.

Risale-i Nur, skolastik anlayışla asla insana yaklaşmamaktadır. Risale-i Nur sadece İslami mevzularda söz sahibi değildir. Kur’an nuruyla her sahada kaideleri göstererek bihakkın mihmandarlık vazifesini ifa etmektedir. Bediüzzaman, insanları kendisine bağlayıp bir tarikat sistemi tesis etmeyi tercih etmeyerek hizmetin şahıs merkezli değil kitap merkezli olmasını ihtiyar etmiştir. Çünkü şunu ferasetiyle keşfetmiş ki, kendisinden sonra yerine bir postnişin geçse desiselerle onu iğfal edebilirler, müntesiplerini dağıtabilir veya çok farklı mecralara sürükleyebilirler.

Ama kitap merkezli bir hizmet tesis ederek talebelerin arasına ihtilaf girse de kitaptan ayrılmayacağını görerek postnişin yerine kitaplarını bırakmıştır.

“Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.”[1] Belki de şu hakikat Risale-i Nur Hizmetinin sırrıdır.

“Nurcular, üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket, bir dershane hükmünde. Risale-i Nur kitabları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.”[2]

“Herbir risale, kendi âleminde ve kendine mahsus sema-i hakikatta birer güneştir.”[3]

Risâle-i Nur, baştan sona hayat ve İslâm felsefesidir. Risale-i Nur Külliyatını ciddi manada tetkik edenler bunu buhranlardan asgari seviyede etkilenerek müşahede etmektedir.

Bediüzzaman’ın tesbit ettiği ve çözüm olarak sunduğu hakikatleri hem şahsi hayatında hem içtimai hayatında tatbik etmek isteyenlere duyurulur.

“Risâle-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim.”[4]

Hiçbir filozof Bediüzzaman’ın ve eserlerinin karşısına çıkamamış, çıkanlar ya ilzam olup susmuş veya teslim-i silah etmiştir. Tarihçe-i Hayatını okuyanlarca malumdur.

“Büyük şâirimiz, edebiyatımızın medâr-ı iftihârı merhum Mehmed Akif, bir üdebâ meclisinde, Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler’ demiştir.”[5]

“Kur’ân-ı Hakîmin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zir ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz filozoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm.”[6]

Bediüzzaman, şu alemde kuru kuruya namım duyulsun diye hareket etmemiştir. Buhranlar asrında bir münci olarak insanlığa adeta manevi bir serdar olmuştur.

Hassasiyetle altını çizmek lazım ki: Bediüzzaman, ahir zamanın müceddididir. Elbette iman, ibadet, ahlak, içtimai, siyasi bütün meseleleri yeni izah ve anlayış tarzına göre yeniden ele almış ve altı boşalan kavramları inci gibi işleyerek manaların hakiki değerini göstermiştir.

“Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.”[7]

İşte Risale-i Nur Külliyatının muvazafferiyetinin sırrı budur.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mesnevi-i Nûriye (8)
[2] Emirdağ Lahikası-2 (168)
[3] Sözler (792)
[4] Tarihçe-i Hayat (628)
[5] Sözler (764)
[6] Mektubat (74)
[7] Mesnevi-i Nûriye (8)