Etiket arşivi: salih özcan

Ağabeylerin şüpheli ölümü!

FETOTerör örgütü FETÖ’nün İslamiyet’i kullanarak Türkiye’de taban kazanmaya çalıştığı ve bunun önünde engel gördüğü diğer dini cemaatler ile birlikte Said Nursi’nin yaşayan 6 vekilini ölümle tehdit ettiği, ardından beş din aliminin şüpheli kalp krizleriyle öldüğü ortaya çıktı.

Star’ın haberine göre; FETÖ’cülerin “Hayatlarıyla öderler” şeklindeki ölüm tehditlerine bizzat tanıklık ettiğini belirten AK Parti Isparta Milletvekili Sait Yüce, “Fetullah Gülen, kafasındaki menfur hedefe ulaşmak için Bediüzzaman Hazretleri’ni ve talebelerini engel gördü” dedi.

ÖLÜM MAKİNESİ

Yücel, terörist başı Fetullah Gülen’in başarısız darbe girişimi sonrasında yaptığı açıklamada, “Beyin kanaması balyoz gibi inebilir alır götürür” sözleriyle, FETÖ ile mücadele edenleri ölümle tehdit ettiğine dikkat çekti. AK Parti Milletvekili Sait Yüce, “Örgüt, Türkiye’de genişlemelerine engel gördükleri siyasetçi, gazeteci veya dini cemaatlere karşı, içlerine soktukları adamların sebep oldukları ihtilaflar ve hadiselerle gözü dönmüş bir ölüm makinesi olduklarını gösterdi” diye konuştu. Teröristbaşı Fetullah Gülen’in başta Kur’an-ı Kerim ve İslamiyet’i istismar etmeye çalıştığının altını çizen Sait Yüce, FETÖ’nün Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Risale-i Nur’unu tahrip ederek yayınlamaya çalışması ve 17-25 Aralık sonrasında kendilerine tepki gösteren din alimlerine ölümle tehdit etmesine ve ardından beş alimin şüpheli ölümüne dikkat çekti.

SADECE BİRİ KALDI

FETÖ tarafından Said Nursi’nin beş talebesinin öldürüldüğüne ilişkin şüphesini anlatan Yüce, şunları söyledi: “Talebeleri, Gülen hareketinin yanlışlıklarını ve Nurculuk hareketiyle ilgisi olamayacak sapkın yönelimlerinden bahsetmeye başlamış, 17-25 Aralık sonrasında da bu girişimin yanlışlığını ortak bir açıklamayla kınamışlardı. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin ”manevi evladım, varis ve vekilim’ dediği Mustafa Sungur, FETÖ’nün ve mensuplarının İslamiyet’e zarar veren uygulamalarından vazgeçmelerini istemiş, ‘Elleri ayakları kırılsın’ diye beddua etmişti. Nursi’nin o gün hayatta olan talebeleri Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Abdülkadir Badıllı, Mehmet Fırıncı, Hüsnü Bayram, Salih Özcan, 17-25 Aralık’tan yedi gün sonra gazete ilanları ve açıklamayla FETÖ’yü açık bir şekilde kınadı. O açıklamadan sonra, Bediüzzaman Hazretleri’nin yaşayan altı talebesinden merhum Mustafa Sungur, Abdülkadir Badıllı, Sait Özdemir, Abdullah Yeğin ve Salih Özcan, gelen tehditlere rağmen örgüt sempatizanı aile fertleri tarafından tedavi için götürüldükleri FETÖ’ye ait hastanelerde ya da başka sağlık kuruluşlarındaki Paralel Yapı’ya mensup doktorların kontrolü altındayken şüpheli şekilde kalp krizinden öldüler.” AK Parti Isparta Milletvekili Yüce, FETÖ’nün altı din alimini ölümle tehdit etmesine ve örgüt hastanelerinde şüpheli ölümlerine bizzat tanık olduğunu anlattı:

HAYATLARIYLA ÖDERLER

“Mehmet Fırıncı’ya ABD’den kimliği belirsiz telefonlarla “Biz karşımıza çıkanları yok ederiz. Konuşmalarınıza dikkat edin” tehditleri geldi. Bizzat şahit oldum. Şu an yurtdışında olan FETÖ’nün üst düzey adamlarından Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı eski Başkanı Harun Tokat’a, Gülen’e ulaştırması üzerine merhum Sungur’un mektubunu götürdüm. Risaleleri tahrip etmemelerini istedik. Harun Tokat, tam kapıdan çıkarken bana ‘Latif Erdoğan ve Kemalettin Özdemir’e de söyle fazla konuşmasınlar, hayatlarıyla öderler’ dedi, dondum kaldım.”

Yeni Şafak

Seyyid Salih Özcan Ağabey Kimdir? (1929-2015)

1929 Şanlıurfa Akçakale doğumlu olan Salih Özcan ağabey uzun süredir yoğun bakımdaydı. Bu gece Hakkın rahmetine kavuşan Salih ağabeyin cenaze programı daha sonra belirlenecek.

Salih Özcan ağabeyin kendi dilinden hayatı

“Üstad, ‘Annem Hüseynî, babam Hasenî’dir’ dedi.”

“1949 yıllarında Hulûsi Ağabey (Yahyagil) bize, Üstad Bediüzzaman’dan bahseder ve Küçük Sözler’den okurdu. Afyon’da olduğunu söyler ve bizi Üstadı ziyarete teşvik ederdi.

“O sene liseyi bitirdim. Tatilde Emirdağ’a Üstad’ın ziyaretine gittim. Dedem bana o zaman izin vermişti. Mehmed Çalışkan’a giderek beni Üstada götürmesini istedim. Üstad bizi kabul etti. Dizlerinin üzerinde doğruldu, kalktı, ‘Gel, Seyyid Salih! Gel’ diye beni kucakladı. Ellerinden öptüm, başımdan tuttu. Dedemin, Hulûsi Ağabeyin selâmlarını, hürmetlerini söyledim. Yanımızda bulunan Mustafa Acet’le Mehmet Çalışkan’ı dışarı çıkarttı. ‘Ben yüzbinlerce seyyidi beklerken sen geldin’ dedi. Ben kendilerinin seyyid olup olmadıklarını sordum. ‘Annem Hüseynî, babam Hasenî’dir’ dedi. Sonra da, ‘Ben de seyyid sayılır mıyım?’ diye tebessümle sordu. Ben de, ‘Hem de çift taraftan seyyidsiniz’ dedim.

“İstanbul’da üniversiteye gireceğimden bahsettim. Orada Nur talebeleri olduğunu, onlarla tanışmamı söyledi. Daha sonra kendilerine Urfa’dan mektup yazmıştım. O zaman Vahdeddin Gayberî’yle bir kısım kitaplarını ve eşyalarını göndermişti. Kendisine gidip gelen Urfalılara, Urfa’ya geleceğini söylerdi. Sonra Ceylân Çalışkan geldi. Dedem, ‘Sana misafir arkadaş geldi’ diye Ceylân Çalışkan’a çok alâka gösteriyordu. İlk zamanlar bizde misafir kalmıştı.

“Ankara’da toplantılarımız olurdu. Bu toplandılara Demokrat Partnin Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin babası, Prof. Münif Çelebi, Osman Nuri, Kemal Kalkan Paşa, Mahmud Yazır, Nail Pertev Paşa ve Cevat Çağrı gibi zatlar da katılıyordu. Sohbetlerde sık sık Bediüzzaman’dan söz edilirdi.

“Ali Ekber Şah’ın Üstadı ziyareti”

“O sıralarda Türkiye’ye Pakistan Maarif Nâzır Vekili Seyyid Ali Ekber Şah gelmişti. Cihan Palas Otelinde kalıyordu. Tevfik İleri, misafirin Üstadı ziyaret etmek istediğini, bizim alâkadar olmamızı, ancak kimsenin duymamasını söyledi.

“1952 yılında idi. Mehmed Gemalmaz’la birlikte misafiri de alıp Emirdağ’a gittik ve bir otele indik. Üstad’ın acele bizi beklediğini bildirdiler. ‘Hemen gelsinler’ demiş. Beraberce gittik. Üstad, Ali Ekber Şah için bir sandalye istedi. Hamza Emek hemen bir sandalye tedarik edip geldi. Üstad, ‘Seyyid Salih tercümanlık yapsın.’ diyerek benim tercümanlık yapmamı emretti. Konuşmasında, Risale-i Nur hareketini ve hizmetlerini, İslâm dünyasının durumunu anlattı. Ben tercüme ediyordum. Ancak mevzu gittikçe derinleşiyordu. Öyle bir noktaya geldi ki, ben tercüme etmekte güçlük çekmeye başladım, hattâ işin içinden çıkamaz oldum. Bu sırada Üstad iki dizinin üzerine doğruldu ve çok fasih bir Arapça ile konuşmaya başladı. Ben öylesine fasih ve beliğ bir Arapça konuşma dinlemedim.

“Seyyid Ali Ekber Şah, ‘Beni talebeliğe kabul eder misiniz?’ dedi. Üstad ona, ‘Seni yirmi senelik kardaşlığa kabul ediyorum.’ cevabını verdi. Üstadı Pakistan’a davet etti. Orada kendi emrine her türlü imkân, rayo istasyonu ve matbaa tahsisi edebileceklerini söyledi. Üstad buna karşılık şöyle cevap verdi:

“Kardaşım, Ali Ekber Şah! Bu hizmetleri göğüs göğüse yapmak icap ediyor. Siperin arkasında hizmet olmaz. Esas hastalık burada başladı. Ben Mekke’de de olsam buraya gelirdim. Asıl hizmet buradadır, cephe buradadır.’

“Üstad Hazretleri Ali Ekber’e eserlerinden verdi. Osman Çalışkan ve Dr. Tahir Barçın’la birlikte Üstad’ın yanından ayrıldık.

“Ali Ekber Şah’ı uğurlama”

“Seyyid Ali Ekber Şah, Üstadı ziyaretten son derece memnun olmuştu. Devamlı olarak, bu ziyaret imkânını bahşettiği için Allah’a hamd ediyordu. O geceyi beraberce otelde geçirdik. Üstad hakkındaki kanaatlerini sordum. ‘Bu zat sırf Kur’ân’dan konuşuyor. Bu kadar fasih ve beliğ olarak Kur’ân lisanını konuşan sadece bu zatı gördüm.’ diye cevap verdi.

“Sabahleyin Üstad’ın yanına gittim. Bana, ‘Keçeli, keçeli! Bu zatın devlet adamı olduğunu söylemedin. Görüşmemiz yeter.’ deyince ben çok üzüldüm. Adam, Üstadı tekrar ziyaret etmek istiyordu. Üstad kabul edemeyeceğini söyleyince, ‘Eyvah, bir daha göremeyecek miyim?’ diye ağlamaya başladı.

“Emirdağ’dan otobüsle ayrılacağımız sırada, bir de baktık ki, Üstad onu uğurlamaya gelmiş. Otobüste yan yana oturdular. Yedi-sekiz kilometre kadar beraberce gittiler. Ali Ekber tekrar görüşebilmekten dolayı çok memnundu. ‘Allah’a şükür, sizi bir daha gördüm’ diye seviniyordu.

“Ayrılacakları sırada Üstada bir kese altın vermek istedi. Ayrıca bir de ipek kumaş takdim etmek istiyordu. Altının hizmetlerde kullanılmasını, kumaşın da Nur talebelerinin ayaklarının altına serilmesini arzu ediyordu. Üstad uygun bir lisanla kabul edemeyeceğini bildirdi.

“Ali Ekber’i uğurladıktan sonra Zübeyir Ağabey çıkageldi. Üstad Zübeyir Ağabeye hitaben, ‘Bir veziri yolcu ettik, başka bir veziri karşıladık’ diye iltifatta bulundu.

“Ali Ekber Şah, ülkesine döndükten sonra Üstad’la alakalı çok sitayişkâr konuşmalar yapmıştı. El-Cumhuriyet gazetesinde de, ‘Risale-i Nur, Kur’ân’ın tercümanıdır’ diye yazdı. O sırada Üstada, Pakistan Dostluk Cemiyetini kurmak istediğimizi söyledik. ‘Beis yok, kurun’ dedi.

“Benim kabrimi kimse bilmeyecek!”

“1954 yılının yazı idi. Emirdağ’da Mustafa Acet, Sâdık ve ben, Üstad’la birlikte dağa çıkıyorduk. Bir ağacın altına gelince, Üstad orada yarım saat kadar durdu ve tefekkür etti. Sonra bizi yanına çağırdı ve şunları söyledi: 

“Keçeli, keçeli! Kimse benim kabrimi bilmeyecek. Sen de bilmeyeceksin. Ben senin memleketinde vefat etmek isterim. Halilullahın civarında ölmek isterim.’

Üstad’ın bu sözlerini Mustafa Acet yazmıştı.

“Menderes’i desteklemek lâzım”

“Bir ara ben, ‘Bu Menderes çok münafıktır’ diyerek aleyhinde konuşmaya başladım. Üstad hiddetle, ‘Sus, keçeli! Menderes’e böyle deme. O çok hizmet etmek istiyor. Fakat mâni olanlar var.’ cevabını verdi. Bunun üzerine ben, ‘Biz bir parti kuralım. Biz başa geçelim’ dedim. Üstad,

‘Eğer bugün Bayar bana dese, ‘Said gel, buraya otur,’ ben şiddetle reddederim. Bir cemiyette yüzde yetmiş dindar olmazsa, İslâmiyet nâmına başa geçmek cinayet olur. Memuru, mebusu senden olmadıkdan sonra İslâmiyete büyük zarar olur. Biz bütün kuvvetimizle Menderes’i desteklememiz lâzım ki, Halk Partisi iktidara gelmesin. Halk Partililerin yüzde doksan beşi masumdur. Kabahat yüzde beşindir.’

“Üstad Millet Partisinden bahsederek, ‘O partide çok münafık var. Kuvvet dindarların elinde değil’ dedi. Üstad bunları anlatırken bana da takılıyordu:

‘Sen benim yanıma geldiğin zaman, bütün siyasî damarlarımı oynatıyorsun. Benim param olsa, seni her sene hacca gönderirim. Sen Kutb-u Âzamın elini öpüp, ona Risale-i Nur’dan bahsedeceksin.’

“Daha sonraki yıllarda Seyyid Alevî Mâlikî’ye Üstad’dan bahsettim, Beşinci Şuâ’yı okudum. ‘Hâzâ sahih,’ yani, ‘Bu gerçekten doğrudur’ dedi. Üstadı sordu, vefat ettiğini söyledim. ‘Hayatta olsaydı, ziyaret eder elini öperdim’ dedi. Beni nerede görse, Bediüzzaman’ın talebesi olarak iltifat eder, yanına oturturdu.

Tarihçe’deki resimler

“Tarihçe-i Hayat’taki resimlerin baş kısımlarını çizerek başı gövdeden ayırırdı. 1955′ İhlâs Risalesi’ni bastırmıştım. ‘Bârekellah, perdeyi yırttın. Seni tebrik ederiz’ dedi. 

“Emirdağ’a, ‘Eddâî’nin bulunduğu formayı götürmüştüm. Üstad’la yolda karşılaştık. ‘Oradaki yetmiş dokuz değil, daha büyüksünüz. Bunda da hata var’ dedim. ‘Keçeli, bu doğrudur. Karışma sen. Bu böylece kalsın’ dedi. 

Vehhâbîlik bahsi

“Vehhabîlik meselesini Üstada sordum ve Mektubat’ta onunla alâkalı kısmın konmamasının münasip olacağını düşündüğümü söyledim. ‘Evet, bu bahis risalelerini İslâm âlemindeki intişarına mâni olur. Sonradan bu mesele izale olur.’ dedi. “

Seyyid Salih Özcan’ın Üstada yazdığı mektup

Salih Özcan’ın Gençlik Rehberi mahkemesinin beraetle neticelenmesinden sonra Urfa’dan İstanbul’a, Üstad Bediüzzaman’a yazdığı bir mektup:

“Çok muhterem, çok aziz, çok mubarek, çok müşfik ve bütün yüksek sıfatların mazharı olan Üstadım Efendim Hazretleri,

“Evvelan: Çok mübarek el ve ayaklarınızdan tazimatla kana kana öper, dua-yı âlîlerinizi bütün ruhumla niyaz eylerim.

“Saniyen: Mahkeme beraatının bütün âlem-i İslâmda yapmış olduğu akislerin ve sevinçlerin elbette bir âciz talebelerinizi de en az o kadar sevindirmiş ve Allah’a hamd ederek, Risale-i Nur’un bir zafer-i azîmi olarak telâkki etmeleri ve istikbale ait parlak ümitler müjdelemiştir. 

“Salisen: Hazret-i Üstadımız Efendimiz, birçok mecmua ve gazetelerde Risale-i Nur’un bazı parçalarını, bazen değiştirerek yazdıklarını ve hattâ maalesef istismar ettiklerini görmekle müteessir oluyoruz. Bu halleri Hazret-i Üstadımıza arz etmenin elzem olduğuna kanaat getirdik. Bütün bizleri arındıran bu hadiseler karşısında, buradaki üniversiteli Nurcular, kendi aralarında toplanarak, Büyük Nur isminde bir mecmuayı çıkarmak fikrine vardılar. Fakat bu fikri fasıl haline getirmeden önce, Hazret-i Üstadımıza arz etmeyi zarurî bulduk. Bu hususta, yüksek emirlerinize müntazırız, Efendim Hazretleri.

“Sevgili Üstadım; Risale-i Nur’a hizmet için, hakikata hizmet için, kusurlarımı af buyurarak en münasip şey ne ise Rabb-ı Rahim ihsan buyursun. Ve Risale-i Nur’un mübelliğ-i âzamı, istihdam-ı Nuriye ve Nur’ların merkez-i hakikîsi olan sevgili Üstadımdan emir ve fermanını el açarak bekliyorum. Hangi surette istihdam emir buyurulursa, İnşaallah lütf-u İlâhî ile muntazırım, Efendim Hazretleri. Bütün kardaşlarımız ayrı ayrı selâm ve hürmetlerini arz ederler.”

El-Baki Hüve’l-Baki
Kusurlu talebeniz:
Seyyid Salih (Özcan)

Kaynak: RisaleHaber

Salih Özcan Ağabey Hastahanede: “Son Durumu”

Üstadımızın ‘Hariciye Vekilim’ dediği Salih Özcan Ağabey bir yılı aşkın bir zamandır istanbul memorial  hastanesinde tedavisi sürmekte.. Bu süre içerisinde İstanbul bölgesi abi ve kardeşleri değişmeli olarak yanında bulunuyorlar..

Yanında kalan kardeşlerden edindiğimiz bilgilere göre sağlık durumu ve bakımı:
Sol tarafında kısmı hareketsizlik durumu devam ediyor. Her gün fizik tedavisi, doktorlar tarafından yapılıyor. Beslenme ihtiyacı Şurup ile yapılmakta. Kişisel bakımı hasta bakıcılar tarafından özenle yapılıyor.

Sıhhati açısından Ziyaretçi kabul edilmiyor.
Kadim dostları ve ağabeylerin ziyaretlerinde kendine geliyor, neşeleniyor ve onlarla sohbet ediyor.. Bunun haricinde hiç konuşmuyor. Adeta dünyadan kelamını kesmiş..

Doktorların ve hasta bakıcıların “Nasılsınız?” sorularına “Hayattayım” diye cevapta bulunuyor.

Yakınları ve Kardeşler sıhhatini sorduğunda “Elhamdülillah” diye şükür ifadeleri kullanıyor..

Yanında kalan kardeşlerin yardımıyla abdest alıp (teyemmüm) namaza başlıyor, sıhhatinin elverdiği kadar eda ediyor.. Uyanık oldu zamanlarda ağzı devamlı zikirle meşgul.. Yanında okunan Nurları dinliyor, Cevşen’i takip ediyor, Yasin-i Şerif, Amme, Tebareke, Fetih gibi sureler okunurken  kendiside okumaya çalışıyor..

Hadis-i Şerif‘te var, “İbadet konusunda güzel bir yolda olan kul, hastalığında, onun amellerini yazmakla görevli meleğe söyle denir: Onu iyileştirinceye kadar veya katıma alıncaya kadar, daha önce yapmakta olduğu ibadetlerin sevabı kadar yaz.” (Ahmed ibn Hanbel – Müsned 2/203 “Ravi: Abdullah ibn Amr R.A.”)
Adeta Bu Hadis-i Şerifi yaşayarak bizlere ders veriyor.

Odasında bulunan hatıra not defterinde kalan kardeşlerin acil şifalar temennilerine bizlerde yüzbinler amin diyoruz ve  bir kaçını burada paylaşmak istiyoruz.

Allah u Teâlâ Salih Özcan Ağabeye acil şifalar ve hizmet edenlere ecrini fazlasıyla versin.  Amin.

Furkan Fudayl

Bediüzzaman’ın 5 Talebesinden Ortak Açıklama

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin talebeleri Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayramoğlu, Salih Özcan, Mehmet Fırıncı, Abdülkadir Badıllı ağabeyler son günlerdeki tartışmalar üzerine kamuoyuna ortak açıklamada bulundular.

“İman hizmetinin töhmet altında” kaldığının belirtildiği açıklamada, Risale-i Nur talebelerinin siyasete bakışına dair metinler yer aldı.

Açıklamada şöyle denildi:

Risale-i Nur Külliyatının müellifi ve Risale-i Nur hizmetinin müessisi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş ve bu Kur’ân ve iman hizmetinin esaslarını bizzat ondan ders almış talebeleri olarak, aşağıdaki hususları muhterem kamuoyuna duyurmak ihtiyacını hissetmiş bulunuyoruz:

1. Risale-i Nur’un hizmet esasları içinde Bediüzzaman Hazretlerinin en fazla üzerinde durduğu ve büyük bir hassasiyetle riayet etmeyi bize ve bütün Nur talebelerine ders verdiği husus, bu hizmetin sadece ve sadece iman hizmetinden ibaret olduğudur. Pek çok mektuplarda tekrar tekrar zikredilen bu husus, bir Emirdağ mektubunda da şu şekilde ifade edilmiştir:

“Risale-i Nur hiçbir şeye âlet olamadığını ve rızâ-yı İlâhiyeden başka hiçbir maksada vesile olamadığını ve doğrudan doğruya herşeyden evvel iman hakikatlerini ders vermek ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu elbette sizin gibi Nur’un has şakirtleri biliyorlar.”

Bu hakikat muvacehesinde kamuoyuna şunu arz etmek isteriz ki, insanlara hiçbir tarafgirlik gözetmeksizin ve hiçbir menfaat gütmeksizin Risale-i Nur’la iman hizmeti vermek ve muhtaç olanların imanlarını her türlü tehlike, vehim, vesvese ve şüphelerden korumaya çalışmak ve bu hizmetin mukabilinde ne maddî, ne de manevî hiçbir karşılık beklememek, Risale-i Nur mesleğinin olmazsa olmaz esasıdır. Bu esas feda edildiğinde, ortada Risale-i Nur hizmeti de kalmaz.

2. Risale-i Nur hizmetinin gaye ve mahiyeti münhasıran iman hizmetinden ibaret olduğundan, onun dışındaki faaliyetler tarafgirlik mânâsına gelebilecek her türlü davranıştan şiddetle kaçınmak gerekeceği izahtan vareste olmakla beraber, Üstadımız bu hususu müteaddit mektup ve müdafaalarında tekrar tekrar hatırlatmıştır. Bu mektuplardan birinde, “İman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost, düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur’u – Risale-i Nur’u – hiç bir şeye âlet etmediler, siyaset topuzuna el atmadılar” denmektedir.

İman hizmetinde bulunanların hariç cereyanlardan niçin uzak durmaları gerektiği, Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ifadelerinde de çok net bir şekilde açıklanmıştır:

“Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünki hâlisane hizmet-i Kur’aniye, onlara her şeye bedel kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak… Hem dünya için dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında, Kur’anın hiçbir şeye âlet olmayan kudsî hakikatleri bir propaganda-i siyasette âlet olmuş tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakası, muvafıkı ve muhalifi, memuru ve âmisinin o hakikatlarda hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirdleri, tam bîtarafane kalmak için siyaseti ve maddî mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lâzım gelmiş.”

Siyaset yoluyla vatana, millete, İslâmiyete hizmet de elbette ki ihmal edilecek bir mesele değildir. Ancak herkese eşit şekilde hizmet sunması gereken bir iman cereyanının mahiyeti, siyaset yoluyla hizmetten bütün bütün farklıdır. Onun içindir ki, cemaat adına siyasî faaliyette bulunmak, siyasî partilerle pazarlıklar içine girmek, devlet içinde kadrolaşmak, iktidara ortak olmaya çalışmak gibi faaliyetlerin tamamı Risale-i Nur’un iman ve Kur’ân hizmetiyle tam bir tezat teşkil etmektedir. Risale-i Nur talebeleri böyle faaliyetlerde bulunmayı Üstadlarından miras aldıkları kudsî hizmetin kudsiyetini bozmak olarak görürler ve bundan şiddetle kaçınırlar. Aynı şekilde, milletin reyiyle iş başına gelen meşrû iktidarı muhafaza etmek ve memlekette asayişi ihlâl etme istidadı taşıyan hareketlerden şiddetle kaçınmak da Risale-i Nur talebelerinin Üstadlarından ders aldığı en mühim esaslar ve düsturlardır; ancak onlar bunu hiçbir zaman bir menfaate âlet etmezler, bir tarafgirlik haline getirmezler.

Nitekim Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derste:

“Aziz kardeşlerim, bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet İmân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz” denilerek, asıl yapmaları gereken şey ifade edilmiştir.

3. İman hizmetinin mahiyeti kadar metodları da menfi siyasetin icabı telâkki edilen âdet ve uygulamalardan uzaktır. İmanın esası olan doğruluk, iman hizmetinin de en mühim esasıdır; yalan, iftira, iki yüzlülük, hile gibi fiil ve metodlar hiçbir zaman iman hizmetine yanaşamaz. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, yol, sıdk ve doğruluk üzere olmaktır, der:

Sual: Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?

Cevap: Doğruluk.

Sual: Daha?

Cevap: Yalan söylememek.

Sual: Sonra?

Cevap: Sıdk, ihlâs, sadâkat, sebat, tesanüd.

Sual: Yalnız…

Cevap: Evet…

Sual: Neden?

Cevap: Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu burhan kâfi değil midir ki, hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır?

Bir müdafaasında da “Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz” demek suretiyle, Risale-i Nur hizmeti ile diğer faaliyetler arasındaki bu temel metod farkını ayrıca teyid ve tasrih etmiştir.

4. Siyasî tarafgirliğin en dehşetli neticesini, Bediüzzaman Hazretleri bir hatırasında şöyle anlatır:

“İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasîsi dahi, bu hadis-i şerifin, “(Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini sımsıkı tutan bir bina gibidir)” hakikatidir. Yani, hariçteki düşmanların tecavüzlerine karşı, dahildeki adâveti unutmak ve tam tesanüd etmektir. Hattâ en bedevî tâifeler dahi bu kanun-u esasînin menfaatini anlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife birbirinin babasını, kardeşini öldürdükleri halde, o dahildeki düşmanlığı unutup, hariçteki düşman def oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki, benlikten, hodfuruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardım etse lânet edecek gibi hâdisâtlar görünüyor. Hattâ, bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gıybet ettiği; ve İslâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve taraftar olduğu için hararetle senâ ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi, otuz beş seneden beri siyaseti terk ettim.”

İşte bu sebepten, tıpkı Bediüzzaman Said Nursî gibi, onun talebeleri de siyasî tarafgirliklerden uzak durmakta ve bu iman ve Kur’ân hizmetine hiçbir siyasî tarafgirlik gölgesi düşmemesi için azamî itina göstermektedirler.

5. Biz Risale-i Nur talebeleri, hizmetimizin prensiplerini kaynağı Kur’an ve Hadisten ibaret olan Risale-i Nur’dan ve onun müellifi olan Bediüzzaman Said Nursî’den alırız. Mevkii, maddî veya manevî makamı, şöhreti, ünvanı ne olursa olsun, hiç kimsenin indî tevilleri Risale-i Nur talebeleri için bir ölçü teşkil etmez. Risale-i Nur memleketimizin ve dünyanın en buhranlı dönemlerinden geçerek bugünkü muzaffer konumuna ulaşmışsa, Bediüzzaman Hazretlerinin büyük bir hassasiyetle muhafazasına çalıştığı “hizmet düsturları” sayesinde bu mümkün olabilmiştir. Yoksa, zamanın ve zeminin şartlarına göre hizmet tarzında birtakım değişiklik ve ayarlamalar yapılsaydı, şimdi Risale-i Nur hizmeti diye bir şey kalmazdı.

6. Son zamanlarda cereyan eden ve hepimizi üzen bazı gelişmeler, siyasî mahiyet taşıyan ve Nur’un safî hizmet telâkkisinden çok uzak düşen bazı hareketlerin Risale-i Nur ile karıştırılmasını ve bu menfî hareketler sebebiyle bu iman hizmetinin töhmet altında kalmasını netice verdiğinden, biz Risale-i Nur talebelerinin böyle hareket ve faaliyetlerle hiçbir surette alâkamızın bulunmadığını ve bu tür sakat anlayışların asla Risale-i Nur’dan kaynaklanmadığını açıklamak zorunda kalmış bulunuyoruz.

Aziz milletimize saygı ile duyurulur.

ABDULLAH YEĞİN, HÜSNÜ BAYRAMOĞLU, SALİH ÖZCAN, MEHMET FIRINCI, ABDÜLKADİR BADILLI

Haber7

Bursa’da “Bediüzzaman Haftası” başlıyor

1960 Mart ayında vefat eden Bediüzzaman Said Nursi’yi anma etkinlikleri Türkiye ve dünyanın çeşitli bölgelerinde düzenleniyor.

Bursa Bediüzzaman’ı Anma ve Anlama Paltformu bu yılki anma programını iki güne sığdırdı.

BİRİNCİ GÜN PANEL

24 Mart Cumartesi günü başlayacak olan Bediüzzaman Haftasında “Bediüzzaman’a göre temel hak ve hürriyetler” başlıklı panel düzenlenecek.

Saat 19.45’te Merinos Kültür Merkezi’ndeki panelin yöneticiliğini Av. Mustafa Tuncel yaparken Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Prof. Dr. Şadi Eren, Doç. Dr. Osman Can, Doç. Dr. Ahmet Yıldız konuşmacı olarak katılacak.

İKİNCİ GÜN MEVLİD

25 Mart Pazar günü ise Bursa Ulu Camii’nde Mevlid-i Şerif okunacak. Saat 11.30’da başlayacak olan mevlidin yöneticiliğini Mustafa Yılmaz yaparken Prof. Dr. Mehmet Emin Ay konuşma yapacak.

Hafızlar Ayhan Polat, Adnan Damar Kur’an-ı Kerim okuyacağı mevlid Yahya Alkın’ın yapacağı dua ile sona erecek.

BEDİÜZZAMAN’IN TALEBELERİ DE KATILIYOR

Anma haftasına Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Mehmet Fırıncı, Said Özdemir, Hüsnü Bayram, Ahmet Aytemur, Salih Özcan, Mahmut Çalışkan ve Abdülkadir Badıllı da katılacak ve hatıraları anlatacak.

Hüseyin Hiçdurmaz / Risale Haber