Etiket arşivi: şark

Günümüz Sorunlarına Çözümler : Terör ve Anarşi

Bir ülkede refahı huzuru, asayişi sağlamak için siyasi, iktisadi ve dini yönden alınması gereken tedbirler vardır. Bu sağlandığı taktirde, terör de biter anarşi de. Örneğin, Osmanlı yönetiminde bunlar tam olarak uygulandığı ve hiçbir ırk ayrımı yapılmadığı için, 30 kadar millet 1000 yıla yakın kardeşçe yaşayabilmiştir. Bugün ülkemizde böyle bir problem varsa nedenlerini iyice araştırmak gerekir.

Örneğin, dahili ve harici düşmanlarca körüklenen fitnenin sebebi nedir ve çözümü nasıl olmalıdır? vb? Bunun çözümü ile ilgili Bediüzzaman çok veciz bir söz söylemektedir: “Enbiyanın ekserisi şarkta ve Hükemanın ağlebi garpta gelmesi, kaderi ezelinin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalptir. Akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz. Fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen gider veya muvakkat sathi kalır.”

Evet görüldüğü gibi doğuyu ayakta tutan hakimiyet-i diniyedir. Bu uygulanmadığı müddetçe alınan bütün tedbirler geçici ve faidesiz olabilir. Çünkü bu milletin 1400 senelik manevi mirası olan dini ve kültürü vardır. Bundan uzaklaştırmaya çalışmak kemik ve eti birbirinden ayırmak demektir. Onun için bu milletin terakki ve refahı için, din ve ahlakın ihmal edilmemesi ile mümkün olabilir. “Bir cemiyette dini hisler ihmal edilip, ahlak-i umumiye tefessüh ederse, içtimai hayatı birbirine bağlayan bütün rabıtalar çözülür. Fertler madde ve ihtirasların zebunu olur, vatan yabancı ideolojilerin istilasına uğrar. Milleti, gençliği gerçek, ulvi değerler değil, sloganlar yönlendirir. Cemiyet asli mihverinden çıkar.”

Bunun ile ilgili ‘Hem ne vakit cemaat-i islamiye dine karşı lakayd vaziyeti almışlar, perişan vaziyete düşerek tedenni etmiştir.’  Başka bir yerde şöyle buyurur: “Şimdi, bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyunluğa karşı, yalnız ve yalnız tek bir çare vardır. O da Kur’an’ın hakikatlarına sarılmaktır.” Ve bir müslümanın dinden uzaklaşması ile toplum hayatı için ne kadar zarar olduğunu şu veciz sözlerle ifade eder.

“Evet dini terk edip, İslamiyetten çıkan bir Müslüman dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez. Hem bir Müslüman başka milletler gibi değil, eğer dinini bıraksa anarşist olur. Hiçbir kayıt altında kalamaz. İstibdad-ı mutlak, rüşveti mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tetbirle idare edilmez.” (Emirdağ 229)

Bunun için, terör ve anarşinin yegane çözümü, dini bağlarımızı kuvvetlendirmektir. Devlet ve millet için refah ve huzur kaynağı din ahlakıdır. Din ahlakından kaçanları, ‘dini zararlı olarak gören emniyete ve asayişe zarar verir’ diyenlerin kulakları çınlasın.

Bakın yine bununla ilgili Bediüzzaman vecizane ifade ediyor: “İman ilminden ibaret olan Risalei-Nur eczaları emniyet ve asayişi temin ve tesis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe ve menbaı olan iman, elbette emniyeti bozmaz, temin eder. İmansızlıktır ki; seciyesizliği ile emniyeti ihlal der.” (Tarihçe-i Hayat 223)

Yine Bediüzzaman çözüm olarak bazı esasları bize veriyor: “Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi, bu acip zamanda anarşilikten kurtarmak için beş esas lazım ve zaruridir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet ve serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman bu beş esası kuvvetli ve kutsi bir surette tespit ve tahkim ederek, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise bu 20 sene zarfında Risale-i Nur’un yüz bin adamı vatan ve millete bir uzv-u nafi’ haline getirmesidir.”

Evet, insanlık âleminde bir iman ve Kur’an abidesi olan Bediüzzaman Hazretleri, bütün ömrünü asrımızda zedelenen imanların kurtarılmasına vakfetmiş ve günümüzdeki cemiyet ve fert olarak ortaya çıkmış ve çıkacak bütün problemleri keşfedip, Kuran’dan çıkardığı derslerle hepsini akli ve mantıki bir şekilde izah etmiştir. Daha fazlasını merak edenlere Risale-i Nur eserlerini okumalarını tavsiye ediyorum.

Cenabı-ı Hak bu Kur’an Nurlarından tam olarak istifade etmeyi nasip edip ve vatanımızı, milletimizi her türlü terör ve anarşiden muhafaza etsin. Âmin.

Mehmet Naci Sonmez

www.NurNet.org

Şarkta Din Derslerine Ehemmiyet Verilmesi Lazımdır

Şarktaki Türk unsurundan olmayan vatandaşların Türklerle kardeşliğini hissetmesi için din derslerine ehemmiyet verilmesi gerektiği ihtarını yapan Bediüzzaman‘ın şu beyanı, şayan-ı dikkattir:

Bir gün meb’uslar heyetine der:
“Bütün hayatımda bu dârülfünunu takib ediyorum. Sultan Reşad ve İttihadcılar, yirmi bin altun lira verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz…”

O zaman, yüz elli bin banknot vermeye karar verdiler. Bunun üzerine, “Bunu meb’uslar imza etmelidirler” der. Bazı meb’uslar diyorlar ki: Yalnız sen medrese usûlüyle, sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun; halbuki şimdi garblılara benzemek lâzım.

Bedîüzzaman: O vilayat-ı şarkıye, âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmündedir; fünun-u cedide yanında, ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünki ekser enbiyanın şarkta, ekser hükemanın garbda gelmesi gösteriyor ki; şarkın terakkiyatı dinle kaimdir. Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da, şarkta her halde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk’e hakikî kardeşliğini hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı, teavün ve tesanüde muhtacız. Hattâ bu hususta size bir hakikatlı misal vereyim:

Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: “Sâlih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.” Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben -dört sene sonra- esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: Ben şimdi, Râfızî bir Kürd’ü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim.

Ben de: Eyvah! dedim, ne kadar bozulmuşsun? Bir hafta çalıştım, onu kurtardım; eski hakikatlı hamiyete çevirdim.

İşte ey meb’uslar! O talebenin evvelki hali, Türk Milletine ne kadar lüzumu var. İkinci hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum… (Tarihçe-i Hayat – İLK HAYATI/Ankara’ya gidişi)

… Altmışbeş sene evvel Câmi-ül Ezher’e gitmek istiyordum. Âlem-i İslâm’ın medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet olmadı.

Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki: Câmi-ül Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi; Asya, Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir dârülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfî ırkçılık ifsad etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile “innemel mu’minune ihvetun” Kur’anın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. (Emirdağ Lâhikası II)

Kurt, Gövdenin İçine Girdi! Demokrasi Eşkiyaları

“Mü’minin ferasetinden korkunuz. Zira o Allah’ın nuruyla nazar eder.” demişti peygamberler zincirinin en son ve en büyük halkası (s.a.v)…

Öyle bir Nur ki, zamandan ve mekândan münezzeh; çağları aşan ve bütün zamanları bir kitabın tek bir sayfası gibi gözü önünde müşahede ve mütalaa ettiren bir nazara sahip kılar; müttaki, ihlaslı ve muhsin kullarını…

Bir tarafta yaptıkları hesap kitaplarla, çevirdikleri dolaplarla, beşeriyet âleminde yaktıkları fitne ateşleriyle insanlığı fesada veren hayvanat-ı muzırra nev’indeki birer firavuncuk olan insancıklar ve bunlara ait plan ve programları

Diğer taraftan “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere, mutlaka yollarımızı gösteririz.” buyurarak iman ve kur’an uğrunda candan ve cihandan geçen mücahitlere hakikat ve hidayet yollarını göstereceğini vaat eden büyük Allah ve bütün zamanları içine alan ezeli kader plan ve programı…

Allah’ın nuru ile nurlanmış gönüller “Bildirilirse, bilirler.”  kaidesince Cenab-ı Hakk’ın hıfz ve himayesinde ilhama mazhar olmakla, o ilahi nurun billur ışığı altında kader programının en ince çizgilerini ve en hassas noktalarını görüp sezebilme nimetine kavuşmuşlardır.

İşte Bediüzzaman böyle harikalar harikası bir inayete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir.

Zira o, ruhundaki Şecaat-i imaniye ile kat’i inanıyordu ki, dava ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek…

İnsanlık camiasında neşrettiği hakaik-i imaniyenin fütuhatı başlayacak…

Afakı İslam’ı saran zulmet bulutları, Kur’andan eline verilen bu meş’ale-i hidayet olan Nur Risaleleriyle dağılacak…

Ölmeye yüz tutmuş zannedilen iman ruhu yeniden canlanacak; canlara can katacak, manen ölmeye yüz tutan millet-i islamiyeyi ihya edip diriltecek…

Ve âleme efendi olan İslamiyet’in –Biiznillah- cihana efendiliğinin maddi manevi mübeşşiri, müjdecisi olacaktı.

Haşa, Cenab-ı Hak va’dinde hulfetmez; yeter ki, bu azim va’di ilahiyi icap ettirecek şartlar tahakkuk etsin.

Çünkü dünya dar-ül hikmettir. Bir şeyin vücud bulması sebeplere bağlanmıştı kader programında.

Evet, Bediüzzaman kaderden bildirilen bu müjdelerin tahakkuku için cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsi davasından dönmemiş, dağlar gibi hadiselerden dalgalarından yılmamış, şarkın yalçın dağ ve derelerinde milletini irşat etmekten ve Kur’an nuruyla nurlandırmaktan bir an dahi geri durmamıştı.

Ümitsizliğin içimizde yeniden hayat bulup dirilmesi üzerine de yılgınlık göstermeyerek asırdaşlarıyla konuşmayı terkedip; yüz sene sonra gelecek olan müstakbeldeki nesl-i ati ile yani bizlerle konuşmuştu.

“Feraset” nimetine nail olmakla birlikte Cenab-ı Hakkın hususi inayetine de mazhar olan bu zat-ı şahane, sadece bulunduğu zamandaşlarıyla alakadar olmamış, belki kıyamete kadar kader programında mevcut olan ve bildirilen çok ehemmiyetli gaybi haber ve müjdeler vermiştir, yüz sene sonraki asr-ı hazır insanlarına…

Evet, 1911’de Münazarat adlı bir eser neşreder. Şark seyahatleri esnasında sorulan sualleri ve cevaplarını içeren bu eserde, Bediüzzaman gayb aşina bir nazarla gördüğü gelecekteki bazı hadiseleri haber veriyordu.

Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarını “manasız bir isim ve resim” olarak değil de, hakiki manasını izah ettikten sonra, şöyle ilginç bir soru ile karşılaşır;

“Tarif ettiğin demokratik hak ve özgürlüklerin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”

Bediüzzaman, Cumhuriyet ve Demokrasinin coğrafyamızdaki gelişim serüvenini ve önündeki engelleri tahlil ederek; Şu anda yaşadığımız hadiselere ışık tutup perde arkasında yaşanılanları anlatan şöylece bir ders verip, bizleri ihtar ederek uyarıyor:

“Demokratik hak ve özgürlüklerin ancak on kısmından bir kısmı size gelebilmiş. 

Zira sizin şu vahşet-engiz, cehalet-perver, husumet-efza olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhalarından, husumet kurtlarından biçare “demokrasi” korkar. Kolaylıkla gelmeğe cesaret edemez. 

Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz.  

Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır.  

Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast gelecektir.  

Ezcümle, bâzı cezâ-i sezâsını hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve gâret ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bâzı bahane ile, parça parça etmek istiyorlar.

Helaket ve felaket asrının adamı, verdiği bu cevapta şu an yaşadığımız hadiselere temas eden çok ilginç noktalar vardır.

Demokrasinin Vahşet ayıları, cehalet ejderhaları ve husumet kurtları gibi çok sayıda düşmanı olduğundan bahisle, bu düşmanların demokrasinin gelişme gösterip hayatımızın bir parçası haline gelmemesi için büyük gayret gösterdiklerini de ayrıca belirtmiştir.

Bu olağanüstü gayret ise maalesef birçok cephede artarak devam etmektedir.

Özellikle şark bölgesinde yaşayan insanlar üzerinde büyük oyunlar oynanmaktadır.

Şahsi Menfaatleri icabı, Bölge insanları siyasi bir rant kapısı olarak kullanılmakta bir beis görülmemektedir.

Bu oyunların hepsinin ortak noktası, bu insanları, bu bölgeyi, bu kültürü bahane ederek demokrasinin bu ülke için lüks olduğunun her fırsatta ifade edilmesiyle; bu topraklarda yaşayan insanlarımızın, insanlık şerefine yaraşır bir hayat sürmesine, özgürce düşünüp karar vermesini engellemek çabalarıdır.

Baskı, Zulüm ve şiddetten beslenen ve varlıklarının devamiyeti buna bağlı olan bir avuç zavallı; demokratik hak ve özgürlüklerin hayatımızın her alanında yaşanır hale gelmesinden elbette rahatsız olacaklardır.

Zira Türk ve Kürt ırkçıları bu rant kapısını asla kaybetmek istemiyorlar.

Evet demokratikleşme adımları, uzunca bir süreden beridir Ankara havalisindeki yılanlardan kurtulmanın kavgasını vermektedir.

Hayatları boyunca kendi vatanlarına çakılı bir çivisi olmayan; Sürekli olarak tertip ve kaos planları yaparak ve bunları uygulayarak saltanatlarını devam ettiren bu bedbaht zındıka komitesi; yıllardır sürdürdükleri hakimiyetlerinin yıkılmaya başlamasının şaşkınlık ve bu şaşkınlığın beraberinde getirdiği hırçınlık ile ne yapacaklarını bilemez bir haldedirler.

En büyük baş düşmanımız olan cehaletin esiri olarak, hak ve hukukumuzun farkında olmadan onurlu ve hür vatandaşlar olarak insanlık şerefine yaraşır bir yaşam sürmemiz mümkün değildir.

Milletçe, Fakirlik gibi, insanları dehşete düşüren kıraçlara benzeyen dünyamızı yeşillendirmeden ve canlandırmadan medeni dünyanın onurlu ve değerli bir üyesi olarak kendimize yer bulamayız.

Düşmanlık gibi, aramıza kin ve nefret tohumları eken büyük bir manevi hastalığı tedavi edip “Bütün mü’minler, ancak kardeştir.” İlahi mesajına kulak verip muhabbet bağlarını kuvvetlendirmeden, yeryüzünde bir ailenin fertleri gibi huzurlu ve mutlu bir hayat sürdürme şansımız yoktur.

Bütün bu engelleri aşsak bile, bu sefer de karşımıza çıkacak eşkıya ile de mücadele etmek ve bunları da alt etmemiz gerekir.

Demokratik hak ve Özgürlüklerden bütün bir milletin istifade etmesini engellemek için her yolu mübah gören ve bu uğurda canlarını, mallarını ve mukaddesatlarını bile feda etmekten geri durmayan Demokrasi eşkıyaları, Bediüzzaman’ın ifadesi ile dört ana gruba ayrılmakla birlikte dört farklı cephede demokrasiyle savaş verecektir.

Bunlardan birincisi, demokrasinin cezâ-i sezâsını hazmetmeyenlerdir.

Bu, herkesin hak ettiği bir şekilde yaşaması, sahip olması gereken haklarını elde etmesi ve bu konuda herhangi bir engel ile karşılaşmamasıdır.

Bu durumun bazı kesim insanları rahatsız ettiği açıktır.

Zira bu bedbaht güruh, kendi insanlarının mallarını ceplerine indirdikleri gibi bunların akıllarını da ceplerine indirerek, bunları güdülecek bir koyun sürüsü olarak görüp, bu milletin demokratik hak ve özgürlüklerine kavuşup uyanmalarını hazmetmeyecekleri aşikârdır.

Bunu engellemek için de ellerinden gelen bütün yalan, hile, tertip ve oyunların içinde olacaklardır.

 

İkinci grup eşkıya ise, başkasının etini yemekten dişi çıkarılan hunhar ve yamyamlardır.

Bu grup insanlar, kendi kurulu düzenlerini bozmamak ve saltanatlarını kaybetmemek için, hak hukuk tanımadan nice mazlumun ahını alıp, nice ocakları ateşe vermekten geri durmamışlardır.

Tam demokrasinin yerleşmesi ile birlikte, böyle bir imkandan, rant ve sömürü düzeninden mahrum kalacak olan bu komiteler, demokrasinin önünde bir büyük engel olarak durmaya devam etmektedirler.

 

Üçüncü grup eşkıya ise, bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ vererek, demokrasiyi hem yanlış  anlamakta ve hem de yanlış anlatarak engellemeye devam etmektedir.

Demokrasinin bütününe karşı olan insanların, bazı değişiklikleri onaylamaları veya bu konuda atılacak adımlara destek vermeleri beklenmemelidir.

Demokrat görünüp, esas yapıları itibariyle demokrasiye karşı olan, maddi makamlarını bazı imtiyazlar ile sürdüren insanlar ile dinde kavi ve muhakeme-i akliyede nakıs bazı insanları da bu kategori içinde değerlendirmek mümkündür.

 

Dördüncü grup eşkıya ise, bir kısım gevezelerdir ki; hiç yoktan bahaneler ile  demokrasiyi parça parça etmek istiyorlar.

Bunlar esas itibariyle herhangi bir görüşe ve düşünceye dayanarak değil, kendilerini göstermek ve dikkatleri üzerlerine çekmeye devam etmek için laf salatası yaparak ve hezeyan dolu bazı bahaneler ileri sürerek demokrasiye karşı çıkan insanlardır.

Bu bahaneler çok farklı şeyler olabilir.

Tam demokrasinin yerleşmesi ile kabiliyetsizlikleri ortaya çıkıp geri planda kalacak insanlardan tutun, demagoji ile her şeye muhalefet edip karşı çıkmayı meslek edinen bazı insanlara kadar, çok kişi bu grup içinde mütalaa edilebilir.

Esasında, bu konuda, bunlar çok fazla dikkate alınması gereken insanlar değildir.

Ankara havalisindeki yılanlar ile yolda tuzaklar kurmuş eşkıyadan kurtulmak için gayret gösteren demokrasi cananına, yol açmak ve gelişmesini tamamlamak için gayret göstermek, her vatandaşın görevi olmalıdır.

Bütün bir insanlığın geleceğini alakadar eden demokratikleşme yolunda atılan adımların, yapılan çalışmaların ve gösterilen gayretlerin her kimden ve nereden gelirse gelsin hoşamedi ile karşılayıp sahiplenmek gerekir.

Zira demokrasinin dili, dini, ırkı yoktur ve olamazda.

Artık tembellik yaparak, atılan adımları görmezden gelme gibi bir lüksümüz olmadığı gibi lakayt kalma gibi bir şansımız ve sabrımız kalmamıştır.

Belirli bir zümrenin yahut komitenin, derinden derine yıllardır sürdürdüğü baskı ve zulümlerin bedeli çok ağır bir şekilde ödenmiştir.

Dünya, büyük bir maddi ve ma’nevî buhran geçiriyor.

Dünyanın her yerinde insanlar, insanlık şerefine layık bir yaşam sürmek ve yıllardır gasp edilmiş doğuştan yaratıcımızın bizlere hediye ettiği demokratik hak ve özgürlüklere yeniden kavuşmanın canları pahasına kavgasını vermektedirler.

Ne zaman ki tahribat, zulüm ve baskılar haddini aştı, uçurum kendini gösteriyor.

Büyük felaketler güler yüzlü uyanışlar doğurur.

En büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir.

Hazreti Yusuf, mısır azizliği gibi bir saadete; ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nail olmuştur.

Pürşer beşer, türlü oyun ve kaos planlarını yapıp bunları devreye sokarak bütün bir milletin huzurunu bozmaya çalışadursun; Cenab-ı Hakkın kader plan ve programı yürürlüktedir ve “Allah nurunu tamamlayacaktır. Kafirler istemese bile” va’dini yerine getirmeye muktedirdir.

Evet, evet.. eğer sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz.

Zîra, kâinatı nağamatiyle raksa getiren ve hakâikın esrarını ihtizaza veren mûsika-i İlâhîyye hiç durmuyor, mütemadiyen güm güm eder.

 

Hal aldatıyor… Aldanmayınız. İstikbal hesabına konuşuyor… Öyle dinleyiniz.

Zira İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.

Evet ümitvar olunuz.. Şu istikbâl inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır!.

İstikbâl, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak; ve hâkim, hakâik-ı Kur’âniye ve îmaniye olacak.

Vesselam

kuraneczanesi.com

Bediüzzaman’ın Şark’taki Çabaları (Şiir)

Bin sekiz yüz doksan dörtte Mardin iline gelir
Siyasete katılarak bir müddet ilgilenir

Kısa siyaset hayatı burada başlamıştır
Tartışmalı fikirlerden hiç geri kalmamıştır

Mardin’den Bitlis’e gider Üstad Bediüzzaman
İl Valisiyle tanışır onu gördüğü zaman

O’na yer tahsis edilir Vilayet konağında
Çalışabilmesi için veriyorlar bir oda

Çünkü farklı kişiliği Valiyi celp etmişti
İlme olan alakası dikkatini çekmişti

Konağın kütüphanesi kitaplarla doluydu
Çalışma yapan Üstad’ın tam istediği buydu

Burada fen ilimleri dikkatini çekmişti
Onları öğrenmek için bir zemin oluşmuştu

Bu hükümet konağında kalıyor iki sene
Oradan da Van’a geçer talepler üzerine

Van’da Tahir Paşa ile dostlukları gelişir
Konağın bir bölümünde çalışmaya girişir

Çok zengin bir kütüphane Konakta bulunurdu
Burada her tür dergi ve gazeteler okurdu

Araştırmaları için bir imkân sağlanmıştı
Çalışmak için Konağa adeta bağlanmıştı

Bu Konakta felsefeyle fenle ilgileniyor
Okuduğu kitaplara çok da önem veriyor

Fen ve felsefe ilmini araştırıp okudu
Şekke maruz kalanları şüphelerden korudu

Molla Said felsefede çok ileriye gider
Kuran’ın verdiği nurla hakikatlere erer

İçindeki bu toplumun yapısını tanıyor
Biliyordu bu Konakta O’na görev düşüyor

Zorlukları aşmak için eğitim önemliydi
Din’le müspet ilimleri okutmak gerekliydi

Üstad’ın ilk düşüncesi Üniversite kurmak
Yöredeki çocukları bu okulda okutmak

Valinin Konağındaki çalışma sürüyordu
Horhor Medresesinde de dersleri veriyordu

Tahir Paşa bir gün O’na bir gazete okudu
İngiltereli Bakanının sözünü yazıyordu

Elinde bir Kuran ile kürsüsüne geliyor
Avam Kamarasında şu konuşmayı yapıyor

“Müslümanların elinde bu olduğu müddetçe
Onlara bir hâkimiyet hiç kuramayız bence

Kuranı sükût ettirip hemen kaldırmalıyız
Veyahut Müslümanları O’ndan soğutmalıyız.”

Bu söz O’nun dünyasında fırtınalar koparır
Hayatının en önemli kararını da alır

“Kuranın sönmez bir güneş olduğunu söylerim
Bir mucize olduğunu dünyaya haykırırım.”

Van Valisi Tahir Paşa O’na önem veriyor
Said Nursi’nin bir deha olduğunu biliyor

Van’ın O’na çok yetersiz kaldığını söylüyor
İstanbul’a gitmesini teşvik dahi ediyor

Onu ikna etmek için huzurlarına gider
O da Paşayı kırmadan teklifi kabul eder

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org