Etiket arşivi: Selçuk Yıldırım

Peki Bu Nasıl Olur?

Yumurtalar Uçmaz Ama Yumurtadan Çıkanlar Uçar

“Üstlerinde kanat çırpan kuşları görmediler mi? Onları havada tutan Rahmân’dan başkası değildir. O her şeyi hakkıyla görür.” (Mülk suresi, 19)

Bir kuşun kanat çırparak uçmasına maddelerin içinde en zayıf olan hava unsuru yardım eder.

Kuş, bir kanat çarpışıyla havaya basar ve yükselir.

Kuşlar uçtuklarında dünyanın çekimine meydan okurlar adeta.

Hava da kendisinden daha ağır olan kuşları sırtında taşır. Bunların sayısı bir olmuş, milyar olmuş farketmez.

Bilir misiniz? Kuşun kanat indirirken sımsıkı birleşen tüyleri, kanat kaldırırken birbirinden ayrılır.

Neden?

Aralarından hava rahatça süzülüp geçsin diye.

Fakat kuş, tüylerinin aldığı bu şekilden tamamen habersizdir. O sadece kendisine verileni ve bunu ilham edilen şekilde kullanmasını bilir.

Kaldırma kuvveti nedir?

İtme kuvveti nedir?

Hücum açısı nedir?

Kuş bunların hiç birini bilmez… Ama bilmese de uçar…

Bir kuşun vücudunda o kadar önemli işlemler ve olaylar gerçekleşir ki, tüm mühendislik hesapları bunların yanında ancak boş bir hayalden ibaret kalır.

Bir kuşun her şeyi mükemmel bir uçuş için planlanmıştır. Solunum ve sindirim sistemi, dolaşım ve iskelet sistemi, duyuları, kanatları, kuyruğu ve en önemlisi de tüyleri…

En ince ayrıntısına kadar bunca sayısız ince ayar hesaplar ve tedbirler, hep bir kuşu uçurmak için düzenlenmiştir.

Ve düşünün şimdi: Gökyüzünde uçan uçaklar düşerken acaba kuşlar neden düşmüyor diye…

Yaratılan her şey Yüce Yaradanın mührünü taşır.

Varlıklarda tesadüfe tesadüf edemezsiniz.

Eğer tesadüf aramaya kalkarsanız, bir kuşun en küçük bir tüyünün ağırlığı altında ezilirsiniz.

Bir kuşun uçuşu meydan okuyuştur yerlere ve göklere…

Kuşların her biri; yerler ve gökler Rabbinin adıyla uçar.

Onun adıyla uçanın karşısında gökler açılır, dünya küçülür.

Uçan kuşun her kanat darbesinde; bir yumurta sarısından milyonlarca güzelliği çıkarıp dünya semasını şenlendiren ilahi sanatın mührü vurulur göklere.

Okuyan okur, bakan görür ve dersini alır.

Rabbinin sanatı karşısında akıl ve kalb sahipleri hayran kalır…

Selçuk Yıldırım – Zafer Dergisi

Çöldeki Çocuğun Duası

Rabbim hiç kar görmedim…

Deniz görmedim.

Ama resimlerini gördüm.

Şırıl şırıl akan suların yanında yaşayanlar ne kadar talihliler dedim.

Ümit ederim ki, kullandıkları ve içtikleri suyun her yudumunda adını anıyorlardır.

Ümit ederim ki, Senin adını benden daha çok anıp, hatırlıyorlardır.

Onlar için de şükrederim. Onlar da benim kardeşlerim değil mi?

Onlara verdiğin nimetlerini çoğalt.

Onlara verdiğin nimetlerden birini olsun, bize de, bu çöllere de nasip et.

Bir yıldır rahmetini bekliyoruz.

Sana sonsuz şükredeceğiz.

Hayvanlarımız için yağmur gönder.

Kuruyan, çatlayan topraklarımız ve dudaklarımız için yağmur gönder.

Ne olur bizim çöllerimize de kar yağdır?

Ömrümde bir kerecik olsun, ben de göreyim, ben de üzerinde yürüyeyim.

Nasıl bir şey karlarda yürümek merak ediyorum.

Çok istiyorum…

Çöllerde yalınayak yürüdüğüm gibi karların üzerinde de yürümeyi.

Şu simsiyah ayaklarımla, ben de o bembeyaz karlarda yürüyeyim.

Çok istiyorum bunu Allahım çok.

Ne kadar da yakışırdı değil mi?

Dualarıma cevap gelecek, cevap vereceksin biliyorum.

Vermeyecek olsan istetmezdin zaten bunu da biliyorum.

Gözyaşlarım yağmur olup yağıyor sandım.

Gerçekten de yağmur yağmaya başladı Allahım.

Sana hamdederim, teşekkür ederim Allahım.

Ne de çabuk cevap veriyorsun Allahım.

Rahmet önce içime yağmıştı, şimdi de yağmur olup üstüme yağıyor.

Teşekkür ediyorum Allahım…

 

Selçuk Yıldırım / Zafer Dergisi

Binbir Geceden Biri

Bir zamanlar, Doğu’nun şehirlerinden birinde, zengin ve varlık bir adam ölmüş. Haberciler ve tellallar şehrin sokaklarına yayılıp halka şöyle seslenmişler:

‘Ey ahali! Bildiğiniz gibi Veli Ağa vefat etti. Önemli bir vasiyeti var. Ahiret hayatına alışabilmek için yardımcı arıyor. Kim mezarda geçireceği ilk gecede ona eşlik ederse, Veli Ağa’nın servetinin yarısı kendisine verilecektir.’

Tellalların onca bağırıp çağırmalarına rağmen, kimse bu ilginç teklife talip olmaya cesaret edemedi. Akşama doğru, şehrin en fakir adamlarından biri olan hamal, bakmış ki, elinde mal olarak bir küfe ve ipten başkası yok.

‘Hamal olarak yatar, ağa olarak kalkarım’ diyerek koşmuş ve diri diri mezarda gecelemeye talipli olmuş.

Ertesi gün, genişçe bir mezar kazmışlar. Bir tarafına iyice kefenlenen Veli Ağa’yı bir tarafına da hamalı yatırıp mezarı kapatmışlar. Az sonra sual melekleri çıkıp gelmiş.

‘İkisi de artık bize emanet’ diye aralarında konuşuyorlarmış.

Biri: ‘Öyle de..’ demiş. ‘Zengin olan zaten burada kalıcı, önce şu hamaldan başlayalım.’

Öteki melek bu teklifi makul görmüş ve hamalın baş ucuna gidip sorguya başlamışlar:

‘Dünyada malın mülkün var mıydı?’

‘Alay etmeyin’ demiş hamal. ‘Sırtımdaki küfeden ve ipten başka bir şeyim hiç olmadı benim.’

‘Öyleyse söyle bakalım’ demiş melekler. ‘O küfe ile ipi hangi kazançla nasıl aldın?’

Hamal başlamış anlatmaya: ‘Beş kişinin malını on kuruşa taşıdım. İkisini yedim sekizini sakladım. Ertesi gün de aynı işi yaptım. Böyle böyle para biriktirdim. Yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım.’

Melekler: ‘Olmadı’ demişler. ‘Olmadı hamal efendi. Falancadan aldığın para hak ettiğinden çok azdı. Biz bunun hesabını ondan soracağız. Filancaya da çok ucuza taşımışsın, bunun da hesabını ondan soracağız’

‘İyi ama..’ demiş hamal. ‘hakettiğim parayı isteseydim, bana taşıtmazlardı ki…’

‘Sen merak etme’ demiş melekler. ‘Nasıl olsa ikisi de buraya gelecek, o zaman biz sorarız bunların hesabını.’

Ve sorguya devam etmişler: ‘Sen bir daha söyle bakalım. Kazandığının ne kadarını yedin, ne kadarını biriktirdin?’

‘Vallahi’ demiş hamal. ‘Genelde hep yarı yarıya… On aldıysam beş sakladım, beş yedim. İki kazandıysam, birini kenara attım.’

‘Olmadı’ demiş melekler. ‘Bu iş hiç olmadı. Sen hem kendinin hem de çoluk çocuğunun boğazından kısmışsın. Hem kendi nefsine, hem de onların nefislerine zulmetmişsin. Bu günahtır bilmez misin?’

Hamal ne cevap vereceğini düşünürken kan ter içinde kalmış. Ve bütün bir gece melekler sormuş o kıvranmış, melekler sormuş o kıvranmış.. Nihayet sabah olmuş ve mezarı açıp onu dışarıya çıkarmışlar. Hamal bakmış, kadı efendi dahil bütün şehir kabrin başına toplanmış. Hatta mehter takımı bile hazır bekliyor. Kadı, mezardan kendisini dışarıya atan hamala:

‘Afferin hamal efendi, kimsenin cesaret edemediği bir işi yaptın. Ama mükafatını da göreceksin. Artık zengin bir adamsın.’

Halktan bir alkış ve ‘Yaşasın’ kopmuş.

Hamal: ‘İstemem! İstemem! Vallahi istemem!’ diye bağırmış. ‘Ben, bir iple bir küfenin hesabını sabaha kadar veremedim. Onca servetin hesabını nasıl veririm. Kim isterse o alsın. Hesabını da alan versin!’

Selçuk Yıldırım

Zafer Dergisi