Etiket arşivi: Serap Akıncıoğlu

Bediüzzaman’ın Aileye ve Eğitime Verdiği Önem

Bediüzzaman Said Nursi’ ye karşı sadece müminler değil, farklı dinlere mensup insanlar, hatta dine karşı olan insanlar da büyük bir sevgi ve hayranlık duymaktadırlar. 

Bunun sebebi, İslam ahlakının ona kazandırdığı ahlak ve yaşam tarzının mükemmelliğidir. Merhameti, sabrı, hoşgörülü ve adaletli tavrı, sorunlara getirdiği akılcı çözümler, vatan sevgisi, insanlara karşı saygı ve sevgi dolu tavrı tüm insanların ona ilgi duymasına neden olmuştur. 

Ancak ahlak özelliklerinin yanı sıra, çevresindeki siyasetçilerin, işadamlarının, medrese hocalarının, yerli ve yabancı insanların ona hayranlık beslemelerinin önemli bir sebebi de kendisine alim sıfatının verilmesine sebep olan kültür birikimidir.

Bu kültür birikiminin ilk adımları, Üstad henüz 6 yaşındayken atılmıştır. Bu yaşlarda Bediüzzaman’da ilme karşı büyük bir merak uyanmıştı. Bu nedenle bu yıllarda ilk eğitimini almak üzere evinden ayrıldı. Aradan birkaç sene geçmesine ve Üstad henüz 10 yaşında olmasına rağmen hem ahlakına hem de zeka ve yeteneğine hocaları hayran kalmıştı.

Hatta ileriki yıllarda Siirt’te yaşayan meşhur mollalardan Fethullah Efendi, Üstad’ın kültürüne ve hafızasına olan hayranlığını ona “Çağın eşsizi” anlamına gelen “Bediüzzaman” unvanıyla hitap ederek göstermişti.

Bu yılların ardından bir çok kişi Bediüzzaman’la tartışmak, fikir alışverişinde bulunmak ve bilgisinden istifade etmek maksadıyla görüşme talep etmeye başladılar. Hocaları onun karşısında talebe konumuna geçerek fikir danışıyor ve saygılarını nasıl ifade edeceklerini şaşırıyorlardı. Bir müddet sonra Said Nursi eğitimin ülke çapına yayılmasının son derece gerekli ve acil olduğunu fark etti. 

İnsanların büyük oranda cahil ve eğitimin son derece zayıf olduğu bir dönemde, bir dilekçe hazırlayarak hükümetin dikkatini bu konuya çekmiştir. Sırf bu maksatla İstanbul’ a gelmiş ve dilekçesini Abdülhamit’e sunmuştur. Dilekçenin içeriği özetle şu şekildeydi.

Doğu Anadolu’nun muhtelif yerlerinde mesela, Bitlis’te, Van’da, Siirt’te açılacak mekteplerde en az elli talebe okutulması ve onların masraflarını da hükümetin karşılaması lazımdır. Burada dini ilimlerle birlikte müspet ilimler de okutulmalıdır.” (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman, s. 95)

Üstad özellikle Doğu illerinde yüksek eğitim verecek bir üniversite açılması gerektiğini sık sık vurguluyordu. Hatta Ruslar’ a esir düştükten sonra göstermiş olduğu kahramanlıklardan ötürü TBMM’ ye davet edildiğinde, Medreset-ül Zehra hayalini mebuslara da anlatmış, Mustafa Kemal’ in de içinde bulunduğu, iki yüz mebustan 163 kişi Şark Üniversitesi için, yüz elli bin lira tahsisata karar vermişti. (Bediüzzaman Albümü, Refet Kavukçu, s.108)

Üstad’ın eğitime verdiği önemi aşağıdaki sözlerinden anlamak da mümkündür. Bediüzzaman “Risale-i Nur’un hakikatine çalıştığım gibi, bu mesele için de o kadar çalıştım” diyordu. Üstad’ın eğitime bu kadar önem vermesinin sebebi, insanların ufku geniş, kültürlü, bilimsel gelişmeleri takip eden, yeteneklerini değerlendirebilen ya da üretken olmalarının, kişiliklerine ve ahlaklarına olumlu etkisinin olmasıdır. Ancak bu eğitim mutlaka iki yönlü olmalıdır. Üstad’ın Şark üniversiteleri için tavsiye ettiği gibi dini bilgiler ve müspet ilim yani kişinin hem manevi hem de kültürel gelişiminin beraber yürütülmesi son derece önemlidir.

Çünkü bir insanın hem kendisine hem de çevresine faydalı bir kişi olabilmesi ancak ahlakını kültürle birleştirmesiyle mümkün olabilir. Matematiği, nükleer fiziği, astronomiyi, biyokimyayı, arkeolojiyi ya da sosyolojiyi çok iyi bilen fakat merhametsiz, zorba, öfkeli, kibirli, alaycı ya da bencil bir insan düşünün. Böyle bir insanın çevresine örnek olabilmesi, faydalı, mutlu ve ruh sağlığı yerinde insanlar yetiştirmesi mümkün değildir. Sağlıklı bir neslin varlığı ancak, hem akıl hem de ahlak olarak kendisini eğitmiş insanların önderliğiyle meydana gelebilir. Bu noktada da ailenin önemi ortaya çıkar. Çünkü aile bir insanın dünya görüşünü, hayat felsefesini, inancını, mesleki eğilimini, zevklerini, değer yargılarını ve kişiliğini belirleyen ilk kurumdur. Nitekim Hz.Nuh’un bir duasında ailenin bu konudaki rolü şu şekilde açıklanmaktadır.

Nuh “Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma.” dedi. “Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir’ den) kafirden başkasını doğurmazlar.” (Nuh Suresi, 26-27)

Bir insanın karakterinin temeli, ailenin verdiği eğitimle atılır. Küçük yaşta merhametli olmayı, dürüstlüğü, zayıfı korumayı, adaleti, sabrı, hoşgörüyü öğrenen bir çocuk ileriki yaşlarda bu öğrendiklerini kendi hayatında uygulamaya başlar. Örneğin anne ve babasının yardımseverliğine şahit olan bir çocuk, yardıma ihtiyacı olan birini gördüğünde ilk olarak anne ve babasının bu tavrını hatırlar. Ya da anne ve babasını çıkarlarıyla çatışsa bile her zaman doğruyu söylemesine alışkın olan bir çocuk, mutlaka aynı ahlakı kendisi de uygulamaya başlar.

Bir de bunun tam aksini düşünelim. Hayatta en güvendiği insanlar olan anne ve babasının yalan söylediğine, çıkarları için insanları kandırdığına, öfkelendiğinde saldırganlaştığına, bencil ve egoist olduklarına şahit olan bir çocuk için, bu yaşam tarzı örnek modeldir. Bu nedenle büyük bir ihtimalle ileriki hayatında ailesinden gördüğü bu davranış tarzını uygulamakta bir sakınca görmeyecektir.

Ailenin bir insanın hayatında ne kadar önemli bir yeri olduğunu Said Nursi bir sözünde şu şekilde dile getirmiştir.

Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevi saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassungah aile hayatıdır ve herkesin hanesi küçük bir dünyasıdır. (Şualar, s.205)

Bir insanın güvenilir ve faydalı bir insan olması için, anne ve babasından güzel ahlak özelliklerini görerek eğitilmesi yukarıda da belirttiğimiz gibi son derece önemlidir. Ancak bunun yanı sıra neden çalışkan, milletine bağlı, fedakar, merhametli veya hoşgörülü bir insan olması gerektiğini de mutlaka bilerek hareket etmelidir. Eğer bunların nedenini bilmezse o zaman menfaatleriyle çatışan bir durumda, kolaylıkla anne ve babasından öğrendiği güzel ahlak özelliklerini terk edebilir. Bu nedenle insanın dünyaya ahiret için eğitilmek üzere gönderildiği, Allah’ın her insanı ahlakından ve niyetinden sorguya çekeceği, cehennemin varlığı, hayatın kısalığı ve ölümün yakınlığı çocuğa verilmesi gereken ilk temel eğitimdir.

Dünyaya neden geldiğinin ve ne yapması gerektiğinin şuuruyla yetişen bir çocuk, bu eğitimden sonra doğruyla yanlışı ayırt edebilecek bir akla ve doğruyu uygulayacak bir vicdana sahip olur. Ancak bir çok insan çocuklarına Allah’ın varlığını ve kul olmanın ona yüklediği sorumlulukları öğretmez. Çünkü kendisi de yerine getirmez. Bundan dolayı tarih boyunca suça meyilli, vicdanını kullanmayan, zulme rıza gösteren sayısız nesil yetişmiştir. Bu gün dünyanın dört bir yanında insanları inançlarından dolayı katleden, hamile kadınları öldüren, çocukları kurşunlayan, yaşlıları aç bırakan ve milyonlarca insanı sefaletin içine atan zihniyet, büyük ölçüde ailelerin çocuklarına verdiği din dışı terbiyenin bir ürünüdür. Dinsiz yaşayan ailelerin çocuklarını merhametsiz, vicdansız ve hasta ruhlu kişiler olarak yetiştirmesindendir.

Ancak her yüzyılda yanlış eğitilmiş insanları doğruya yönelten bir müceddid yaşamış ve onlar vatanına faydalı olan yüzlerce saygın insanın yetişmesine vesile olmuşlardır. Üstad Bediüzzaman da geçen yüzyılın müceddidi ve insan eğitimini dünya tarihi boyunca en kusursuz uygulamış alimlerden bir tanesidir. Ahlaki ve kültürel açıdan iyi eğitilmiş insanların hem ülkemiz hem de tüm dünya için ne kadar önemli olduğunu bilen Bediüzzaman, en zor koşullarda bile insanlara ahlaki mükemmelliği öğreten risalelerin yazımına ara vermemiştir. Ailesinden iyi bir eğitim alamamış, milyonlarca insanın yetiştirilmesinin sorumluluğunu tek başına üstlenmiş ve eserlerinde Allah inancını, vicdanlı olmayı, güzel ahlakı, cesareti, samimiyeti, hikmeti, aklı, üretken olmayı öğretmiştir.

Peygamber ahlakının nasıl yaşanması gerektiğini, aklı kullanmayı, düşüncelerin nasıl yönlendirileceğini, nefsi eğitmeyi, insanları doğruya yöneltmeyi günlük hayattan örneklerle izah etmiştir. Risalelerde tarif edilen ahlaka, akla ve kültürel birikime sahip olan tek bir insan bile kendi ülkesini dünya toplumlarına lider hale getirebilir. Nitekim Said Nursi de İslam ahlakını en güzel şekilde yaşayan çok değerli bir mümindir ve tek başına milyonlarca insanın hatalarından vazgeçerek doğruya yönelmesine sebep olmuştur.

Serap AKINCIOĞLU
BediuzzamanSaidNursi.Org

Şöhretin zirvesindeyken İslam’a yöneldi

Türkiye Yüz Güzeli Yarışması’nın ardından çeşitli film ve dizilerle şöhreti yakalayan Serap Akıncıoğlu daha sonra ortadan kayboldu. 1994’te dine yöneldiği ortaya çıkan Akıncıoğlu şöhreti özlemek şöyle dursun, o dünyadan koşarak kaçtığını söylüyor.

Sinan Özedincik’in röportajı…

İzmir’de doğdu, lise öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda iki yıl eğitim aldıktan sonra özel bir tiyatroda iki yıl çeşitli oyunlarda rol aldı. Türkiye Yüz Güzeli Yarışması’nda birinci seçilmesinin ardından fotomodelliğe başladı. İz Peşinde, Tetikçi Kemal, Danimarkalı Gelin, Güneş Yeniden Doğar gibi film ve TV dizilerinde rol aldı. Danimarkalı Gelin filmiyle 1993 Birleşik Sanatçılar Derneği’nin “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü kazandı. Ardından ortadan kayboldu. 1994’te dine yöneldiği ortaya çıktı. Bugün birçok panel, konferans ve benzeri toplantılara katılıyor. 1996’da Nur’a Yöneliş ve 1997 yılında da Rab’be Daha Yakın isimli kitapları yayınlandı. Serap Akıncıoğlu’yla bugünkü hayatını konuştuk.

Hikâyeniz 1993’te başlıyor. Ama öncesinde mankenlik vs. geçmişiniz. Dine yönelişiniz nasıl oldu? Ne etkiledi sizi?

Danimarkalı Gelin filminde “En iyi kadın oyuncu” ödülünü almıştım ve genç yaşta gelen başarı beni etkilemişti. Tam o yıllarda dünyada elde edilen ünün, zenginliğin, başarının geçici olduğunu düşündüm. Ahiretin farkına vardım, ölümü çok fazla düşündüm. Tesettüre girmem ve İslam ahlakına uygun bir hayat tarzını seçmem bu şekilde oldu.

Şöhretin zirvesindeyken kayboldunuz… Ne oldu da her şeyi bırakıp gittiniz?

Hayatımda ilk defa Allah’a karşı utancı, mahcubiyeti yaşadım. İlk defa hayatım boyunca “gerçeği hiç düşünmediğimi” fark ettim. Beni yaratan Allah, her nimeti veren Allah, sağlık ve güzellik veren Allah ve ben o yaşıma kadar Allah’ı hiç gereği gibi tanımamışım, düşünmemişim, şükretmemişim, tek bir rekat namaz kılmamışım. Sadece bir şeyler istediğimde dua etmek değil, her an dua etmek, şükretmek gerektiğini anladım.

İnsanların şöhretten kolay vazgeçmediği söylenir, siz nasıl vazgeçebildiniz?

Dışarıdan güzel görünen yaşantının gerçek yüzünü iyi biliyorum. Açıkçası o hayatı yaşayan insanların büyük bölümü kimseyi gerçek anlamda sevmez ve kimsenin başarısından gerçek anlamda hoşnut olmaz. Dini samimi bir şekilde yaşayan, güzel ahlaklı, nezih insanlarla tanıştığımda, içinde olduğum ortamla kıyaslama imkânı buldum. Ait olduğum yerin orası olmadığını anladım. Vazgeçmemek şöyle dursun, o dünyadan koşarak kaçtım diyebilirim.

Arkadaşlarınız sizi dışladı mı?

Kararımı destekleyen bazı arkadaşlarım oldu, bazılarıyla hâlâ görüşüyorum. Aksi tavır gösterenlere de sevgi ve saygı duyuyorum, Onlara İslam’ın sevgi ve merhamet dini olduğunu, yobazlıkla karıştırılmaması gerektiğini anlattım. Ama tabi herkes istediği gibi düşünmekte özgürdür.

Birçok Müslüman kadın dini vecibelerini başı açık olarak yerine getiriyor. Kapanmak size zor gelmiştir belki… Hiç başınızı açmayı düşündünüz mü?

Bu iki soruya birlikte cevap vereyim, çünkü bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu benim kendi tercihim; İslam dinine uygun bir hayat sürdürmeye karar verdiğim zaman tesettüre girdim ve bir an bile pişman olmadım, zorlanmadım. Ancak başı açık olan Müslüman kardeşlerimizin de dinimizi mükemmel şekilde yaşayabileceklerine, hepsinin samimi Müslümanlar olduklarına inanıyorum. Başı açık insanların dinimizi yaşayamayacakları yönünde çok yanlış bir inanç var. İsteyen istediği gibi giyinsin, herkesin kendi tercihi. İslam özgür iradeyle yaşanan bir dindir. Kimse kimseyi başını kapamaya, namaz kılmaya zorlayamaz. Bazı çevreler bu konuyu sanki dinin temeli gibi göstererek, Müslüman kardeşlerimizi dinden uzaklaştırıyor.

Aileniz bu kararınızı nasıl karşıladı, şu anda ilişkileriniz nasıl?

Bazı yakınlarım, birlikte çalıştığım bazı firmalar oyunculuğu bırakmamam için ısrar ettiler. Ancak ben Allah’a dayanıp güvendim ve asla kararımdan dönmedim.

Değişen yaşam biçiminizi biraz anlatır mısınız? Nerede ve nasıl bir evde yaşamaya başladınız, nerelere gidiyorsunuz, nasıl vakit geçiriyorsunuz, nerede tatil yapıyorsunuz?

İslam’a uygun bir hayat tarzını seçtikten sonra Allah üzerimdeki nimetlerini çok fazla artırdı. Ben Allah’a yöneldikten sonra zenginlik, mal, mülk, makam gibi dünya nimetlerini hiçbir şekilde amaç edinmedim, ama Allah hem maddi hem de manevi olarak bana geniş imkanlar verdi. Evin de, arabanın da, kıyafetlerin de en güzellerini bana lütfetti. Cenneti andıran çok güzel bir evde yaşıyorum. Doğayı, bahçeyle ilgilenmeyi çok sevdiğim için çok güzel bir meyve bahçem, köpeklerim ve kedilerim var. Öte yandan günlerim İslam yolunda, hep hizmetle geçiyor.

‘GENÇLERE SÜSLÜ GÖSTERİLEN YAŞAM, KâBUSTAN İBARET’

Dünyevi her şeyden vaz mı geçtiniz? Nasıl yaşıyorsunuz şu anda…

İslam’ı seçen biri “dünyevi her şeyi bırakmak zorunda kalır” gibi bir mantık çok yanlış olur. Ben tüm güzelliklerin Müslümanların olması gerektiğini düşünüyorum.

Dünyada bir ahlaki çöküş var mı sizce?

Ahlaki dejenerasyon hiçbir dönemde olmadığı kadar büyük bence. Şu an dünyanın karanlık dönemi yaşanıyor, sadece ahlaki olarak değil, ekonomik ve siyasi açıdan da büyük bir çöküş yaşanıyor. Ama her karanlık geceden sonra güneşli bir sabah olur. İslam’ın sabahı çok yakın inşallah.

Sizin gibi bir hayatı seçen başka mankenler de oldu, onlarla görüşüyor musunuz, görüştüğünüzde eski günleri (şöhretken yaşadığınız hayatı) nasıl anıyorsunuz?

Tabi ki görüştüğüm birçok isim var. Ama ben tüm hayatını Allah’a vakfetmiş, idealleri olan, İslam ahlakının tüm dünyaya yayılması için gece gündüz gayret eden bir Müslümanım. Müslümanların şu an yaşadığı durumun sona ermesi benim için öncellikli konu. Sohbetlerim hep bu yönde oluyor.

Şöhret olan insanların basına yansıyan yaşam biçimlerinin gençler üzerinde etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet etkili olabiliyor, sosyal medyanın yaygınlaşmasının da bunda çok büyük rolü var. Gençlere süslü ve çekici gösterilen yaşam, aslında bir kabustan ibaret. Gençlerimize bu gerçek genellikle gösterilmiyor. Aldatıcı görüntüsüne kanıp, bu hayatın içine girenler ise ya kısa süre sonra depresyona giriyor, ya da alkol – uyuşturucu bağımlısı oluyor.

Kaynak: Sabah