Etiket arşivi: şerif
Said Nursi’yi Bir Dünyalı Gibi Sevmek İstiyorum
Said Yüce’nin Cevabı ; Evet sizinde ifade ettiğiniz gibi Ahmet Akgündüz hocanın Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin seyyid ve şerif olduğu ile ilgili belgeleri açıklamasının ardından malum tartışmalar çıktı. Destekleyenler, takdir edenler, karşı çıkanlar, uslubunu beğenmeyenler oldu. Ama şunun bilinmesi gerekir ki;
Risale-i Nur bugün, Sibirya’da Severemonsk’te, Şili’de Santiago’da, Afrika Congo Cumhuriyetinde, Varşova’da, Papua Yeni Gine’de, Bitlis Ahlat’ta , İzmir Kuşadasında, Hatay Reyhanlı’da, Samsun Vezirköprü’de, Golan tepelerinin eteklerinde, Erbil’de, Kafkas dağları bitişiğinde Dağıstan sınırında, İsveç Stockholm’da, Mekke-i Mükerremede, Medine-i Münevverede, Paris’te, Londra’da, New York’ta. Sidney’de, Toronto’da, Berlin’de, Pekin’de, Moskova’da,Tokyo’da, Kuala Lumpur’da, Yenice Müslim Köyünde, Ümraniye’de ve daha nice dünya köşelerinde okunuyor ve her gün yeni yerlere, yeni insanlara ulaşıyor.
Ve her dünya köşesinde her gün ve her an yeni bir Nur parlıyor. Bütün bu köşelerde Risale-i Nur’a kavuşanlar, okudukları Risale-i Nur Külliyatının üzerinde müellif olarak Bediüzzaman Said Nursi ismini görüyor ve onu, kendisine ulaştırdığı ebedi hayatını kazandıracak hakikatlerden dolayı kalbinde müstesna bir yere koyuyor.
Onu okuyup hayran olanlar ne milliyetinden, ne de doğduğu topraklardan dolayı değil, yazdıklarından dolayı onu seviyor. Ve hatta namaz tesbihatlarında günde beş defa ona dua ediyor.
Kendi dillerinde onun için Allah’tan güzel şeyler diliyorlar. Ama bütün bunları yaparlarken hiçbirisinin aklına onun milliyeti gelmiyor.
Aslında bu konuya girmeyecektim, madem sordunuz bu tartışmalara nasıl baktığımı ifade edeyim.
Sürüp giden tartışmaların, bu konuda çıkan haberlerin, yazıların özellikle “yorumlar” bölümünde seviyenin ne kadar düştüğünü, haber sitesi okuyucularının da haberin aslı ve içeriğinden çok üzerinde yapılan yorumlara yoğunlaştıklarını görmekteyim. Burada da kantarın topuzu pek çok kez kaçmakta ve zarar verir boyutlara gelmekte maalesef.
Siyasi konularda mümkün olabilen atışma ve tartışmaların böylesine ulvi ve hassas bir konuda oluşturacağı girdabı, bu konuda belge açıklayan, haber veya köşe yazısı yazanların iyi hesaplaması gerektiğini düşünüyorum.
İletişim de bir san’attır. Bir şey açıklamak yahut yazmak için kamuoyu önüne çıkanlar Risale-i Nur gibi Kur’ani bir cevheri ve onun aziz müellifini sığ ve basit tartışmaların malzemesi yapacak şeylerden ve usluptan kaçınmalı, söz söylerken ve kalem oynatırken azami titizlik göstermelidirler. Tarafları, hiçbir tarafta olmayanları, hatta bu konuda hiç bilgi sahibi olmayanları veya başka düşüncelerde olanları da hesaba katmak durumundadırlar.
Bir şey daha söylemek gerekirse…
Milliyeti, ırkı, cinsiyeti, hatta dini bile farklı nice Dünyalılar artık Bediüzzaman’ı seviyor ve her geçen gün daha da sevecek. Onun tarif ettiği Kur’an’a sarılacak, onun sevdirdiği Peygambere uyacak ve onun inşa ettiği iman kal’asına sığınacak insanlar, yerkürede bahar çiçeklerinin süslediği neşeli bayramları yaşayacak. Kim bilir, Üstad belki de Hüsnü ağabeyin o günleri göreceğini müjdelemişti.
Birçok dünyalı daha onu tanımadan eserlerini tanıdılar, yazdıklarını sevdiler. Eserlerinden ve vasıflarından dolayı onu da sevdiler. Bediüzzaman’ın başka vasıfları ve özelliklerinin öğrenilmesi de elbette ona olan sevgiyi pekiştirdi.
Ben de onu bir dünyalı gibi sevmek istiyorum. Çünkü o Alaska buzullarında yaşayanların da üstadı. Ve yazdıkları Eskimo çadırlarında da okunuyor ve seviliyor: bizim içine daldığımız tartışmalardan çok uzak bir şekilde…
02.01.2013
Risale Ajans
Said Nursi (R.A.) “Peygamber Soylu” Olmasa Ne Olur Ki?
Muhterem Ahmet Akgündüz’ün çalışması ince bir emek ürünü ve uzunca bir sabrın göz aydınlığı meyvesidir. Emeğe hürmet ediyorum. Sabrı tebrik ediyorum. Yeni bir şey öğrendik; bu güzel…
İki: Elimizde bir senet var; doğru. Bulup getirenlere teşekkür borçluyuz. Çabaları mübarek olsun. Ama ben kalbimdeki senede dayanıyorum. Bağlılığımı geçmişe dair bir detaya değil, şimdi ve burada olan aktif ve aktüel senetlere dayandırıyorum: Söz’e, yani vahye. Böylesi Said Nursi’nin kişiler üzerinden değil, hakikat üzerinden kurduğu intisap yöntemine daha uygun. Ve bana yetiyor.
Üç: Said Nursi’nin Sözleri peygamber soyludur; aslolan da budur. Başka türlü bir soyluluk senedine ne ben ne Said Nursi ihtiyaç duyar.
Dört: Said Nursi bizi Söz üzerinden, yani Kur’ân üzerinden bağlar Peygamber’e… Başka türlü bir bağ arayışı içinde olmak vahiy üzerinden kurulan bağı göz ardı etme anlamı taşıyabilir. Niyet böyle olmasa da, aktüel ve aktif olan Söz bağını başka gözlerde zaafa uğratır. Said Nursi’nin kendisini bir şeyh gibi görüp şahsına hürmet ederek ziyaret edenlere Kur’an’a elçilik eden Risale’yi işaret ettiği sayısız belgeyle ortadadır.
Beş: Said Nursi’yi kan bağı üzerinden tanımlamak, eserlerine karşı sorumluluğumuzu geri plana itebilir. Kur’ân, İbrahim’in [as] babasını anlatırken, Nuh’un [as] oğlunu hatırlatırken, soyun kan üzerinden değil, iman üzerinden kurulması gerektiğini ima eder. İman üzerinden kurulan Said Nursi-Peygamber [asm] bağını bir de kanla desteklemek iyidir, güzeldir; amma velakin diğer türlü bağlanma cehdinden uzaklaştırabilir bizi. Kan bağı kimseye bağlanma sorumluluğu yüklemez ama iman bağı, bağlanmayı aktif bir çaba olarak omuzlara yükler. Ter dökülmeden kazanılan bir itibar sahih değildir. Uğrunda ter dökülmemiş bir itibarı bağlılık gerekçesi yapmak da sahih değildir.
Altı: İman bağı geniştir; herkesi içine alır; her türlü ırka davet sunar ve her geleni kucaklar. Ancak kan bağı dardır; kimilerini uzaklaştırır, çoğunluğu dışarıda bırakır. İnsanları baştan kaybedilmiş bir mağlubiyete uğratır. Said Nursi’ye talebe olmak, Said Nursi yüceltmesi yapmayı değil, Said Nursi’ce var olmaktır. Said Nursi’nin hikmetli ve şefkatli söylemi soya dayalı “ya hep ya hiç” hesabını bozar.
Yedi: Said Nursi, kendi soyuna sevgi isteyen Peygamber’in bu isteğini de imana endeksler. Demek ister ki “ehl-i beyt soyca dedelerinin doğal taraftarı olduğu için iman davasından yana durarak bu sevgiyi hak eder.” Bir diğer deyişle, kimse kan bağından ötürü hazır muhabbet kazanamaz, kimse de kan bağını baştan kaybettiği için muhabbetten olamaz.
Sekiz: Said Nursi ne kendi şahsına itibar arar, ne bedenine mezar talep eder. İster ki, diri ve diriltici olan Kur’an’ın mesajı dillerde ve dimağlarda dolaşımda olsun. Risale’nin Kur’an kelimeleri ve esma-i hüsna üzerinden yürüyen özel dili okuyucusunu “yürüyen Kur’ân” yapmayı amaçlar. Çok iyi bilindiği gibi, şahsı türbeleştirilen şahsiyetler, çok geçmeden nesneleşir ve tüketilmeye başlar. Çokları onların ne dediği ile ilgilenmez hale gelir, eserleri gözden ve gönülden düşer. Said Nursi’nin Sözleri halen aktif ve aktüel bir iman çabasının kayıtlarıdır. Hayat doludur; hayata çağırır. Anladığım kadarıyla, Said Nursi’nin şahsı etrafındaki her türlü yüceltmeyi engellemesi, eserlerin elçilik ettiği Söz’e emek vermeye teşvik etmek içindir. Bu da onun benzersiz şefkatinin ürünüdür.
Dokuz: Hadi ben insaflıyım diyelim. Bir de insafsızların ağzıyla konuşayım, izninizle. Said Nursi’nin Arap olduğunu ispatlama çabası, Said Nursi’yi “Kürt olma” şaibesinden(!) “temizleme” niyeti olmasın sakın! Elbette ki değil! Her hücresiyle ırkçılığa karşı imanı ortaya koyan Said Nursi’nin talebelerinin Kürt olmayı bilinçaltında “aşağı” sayması, olacak iş değil! Said Nursi’nin Kürt olmasını ya da Kürt diye bilinmesini itibar kaybı sanmak Nur talebelerinin işi değil elbette.
On: Bir başka muhtemel ve hatta vâki insafsız söz de şöyle: Soyca ehl-i beyte bağlamak, iyice kızışmış olan “mehdi pazarı”na Said Nursi’yi de sürme çalışması mı yoksa! Yine asla! Bin kere asla! Said Nursi mektebinde nezaket dersi almış bir talebe, mehdinin kim olduğuyla değil, kendisinin kim olduğuyla ilgilenir. “Mehdiye gelmişse, gelecekse, her kimse; mehdiye talebe olacak donanım var mı bende?” diye sorar.
Onbir: Said Nursi, hatırasına hürmet bekleyen biri değil, eserlerine gayret bekleyen biridir. Said Nursi’nin geçmişine yönelik belgelerden daha ziyade öngördüğü geleceğe dair değerler üretmek gerekiyor. Acil olan budur. Said Nursi üzerinden kendimize değer atfetmeye çabalamaktansa, Said Nursi’nin ürettiği değerleri insanlığa “peygamber soylu” bir duruş olarak takdim etmemiz gerekiyor.
Oniki: Değer üreten her güzel insan, kendisine gölge olunmasını değil, gövde olunmasını hak eder. Gölge geçmişe dairdir. Gölge hatıralar üzerinden uzar. Ancak gövde olmak, şimdiye dairdir. Gövde olmak sorumluluk almayı gerektirir. Said Nursi’ye gövde olmak, onun durduğu yerde, onun gibi durmayı, nihai tahlilde Peygamberce var olmayı kanıyla canıyla yine, yeni, yeniden gerçekleştirmek demektir vesselâm.
Senai Demirci
Kaynak: Haber7
Said Nursi, Hz. Muhammed (ASM)’nin Öz Torunudur!
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Araştırmaları Vakfı işbirliğiyle, İstanbul WOW Otel Center’da, Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram ve Mehmet Fırıncı’nın katıldığı basın toplantısında, 35 yıllık bir çalışmanın sonucunda ulaştıklarını belirttiği Bediüzzaman Said Nursi’nin ayrıntılı soy ağacını katılımcılarla paylaştı.
Özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin, Peygamber soyundan gelen kişilerin işlerine bakması için, ”bakan” statüsünde ”nakib-ül eşraf” ismi verilen görevlinin tayin edildiğini açıkladı. Bu kişilerin ”seyit ve eşreflerin” askerlikten ve bazı vergilerden muaf tutulması için isimlerini kaydettiğini ifade eden Akgündüz, sözlerine şöyle devam etti:
”Bediüzzaman Hazretleri’nin mübarek neslini Osmanlı Arşivleri ve İstanbul Müftülüğü’nde bulunan Nikabet-ül Eşraf belgeleri arasında bulmaya çalıştık. Bitlis ve Hizan’daki nüfus ve tapu kayıtlarını tamamen inceledik. Ancak istediğimiz neticeye ulaşamadık. Daha sonra bir ara Bitlis’in de Musul’a bağlı kaldığını hesaba katarak ve de Osmanlı döneminde mevcut nakib-ül eşrafların aynen devam ettiğini öğrenerek himmetimizi Irak’a çevirdik. Kıymetli kardeşim Adnan Budak Bey’in de gayretleriyle Üstad’ın şeceresi ile belgeye aylar sonra Üstad’ın dedelerinin mezarlarının bulunduğu Sincar’a bağlı Hıyal köyü yakınlarında oturan tarih araştırmacısı Dr. Mahmud Said Bey vasıtasıyla ulaştık. Osmanlı arşiv belgeleri ve özellikle Tapu Tahrir kayıtlarıyla teyit edilen bu şecerenin yazılış tarihi 1935’lere varmaktadır. Yaptığımız araştırmalar sonucunda Bediüzzaman Said Nursi’nin baba tarafından Abdülkadir Geylani’nin torunu Hazreti Hasan’ın neslinden ve şerif olduğunu ortaya çıkardık. Diğer taraftan da annesi tarafından Hazreti Hüseyin neslinden seyyit olduğu ortaya çıkmıştır.”
İddialarının tümünün belgeli olduğunu ifade eden Akgündüz, belgeli olmayan hiçbir konuya kitaplarında yer vermediğini ifade etti.
– ”Osmanlı terminolojisinde Bediüzzaman seyyit değil, şeriftir’‘ –
Said Nursi’nin neden seyyit olduğunu açıkça söylemediğine ilişkin soruyu Akgündüz, şöyle cevapladı:
”Bediüzzaman şahsiyetini çürütmüş, iman ve Kur’an-ı Kerim hakikatlerini her zaman zirveye yükseltmiştir. ‘Ben bir kuru çubuk hükmündeyim, şahsıma yönelmeyin, benim tercümanı olduğum Kur’an’ın hakikatlerine yönelin’ dediğine ağabeyler şahittir. Bir nokta daha var: ‘Ben seyyit olduğumu bilmiyorum’ diyor. Doğrudur. Genel manada seyyit deyince Hasan ve Hüseyin’in torunlarına deniyor. Ama Osmanlı terminolojisinde Bediüzzaman seyyit değil, şeriftir. Çünkü anne tarafından gelen seyyitlik kabul edilmiyor. Abdülkadir Geylani de öyledir. Baba tarafından şeriftir, annesi seyyittir ama genel anlamda ‘seyit denilir mi?’ elbette ki denilir. Bir de çok önemli hadise, Bediüzzaman bunu kamuya açıklamamıştır. Çünkü kendisine bir kısım makamlar isnat edip, hükümet zaten mahkemeler başında, 30 sene sürgünden sürgüne gönderilmiş, bunu ortaya çıkarmamıştır. Ancak talebelerine de hakikati söylemekten asla geri durmamıştır. En önemli şahidimiz Hulusi Yahyagil Ağabeyimiz. Bu üstadın 1 numaralı talebesidir, ‘Kardeşim sen de ben de seyyitlerdeniz’ demiştir.”
-”Nursi, Kürt müydü?” –
Prof. Dr. Akgündüz, ”Said Nursi Kürt müydü? Bunu net olarak söyleyebilir misiniz?” şeklindeki soruyu ise şöyle cevapladı:
”Bediüzzaman Hz. Muhammed’in özbeöz torunudur. Hem Hazreti Hasan’ın torunu olması hasebiyle şerif, hem Hazreti Hüseyin’in torunu olması münasebetiyle seyyittir. Kürtlük konusunu soruyorsanız şuan Siverek’te yaşayan ve özbeöz Kayı boyundan olan ‘Kara Keçilililer’ ne kadar Kürt ise, Bediüzzaman da o kadar Kürt’tür. Yani Bediüzzaman Kürtçe konuşulan bir köyde doğmuştur. O dili konuşarak büyümüştür. Normal olarak o dilin yayılması için teşviklerde bulunmuştur ama evlad-ı resul olmasına bu mani değildir.”
Said Nursi ile ilgili çalışmalarını sürdüreceğini ifade eden Akgündüz, bir gazetecinin ”Mehdiyet meselesinde ne dersiniz?” sorusuna ise ‘‘Onun için ayrı bir basın toplantısı gerekir” şeklinde cevap verdi.
-Said Nursi’nin talebeleri-
Basın toplantısının sonunda Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri de düşüncelerini paylaştı.
Abdullah Yeğin, Kur’an-ı Kerim’in ”İman edenler kardeştir” dediğini ifade ederek, ”Türkçülük, Kürtçülük, Arapçılık siyasilerin uydurmasıdır. Bu ırkçılığı uyandıran kimdir? Avrupa değil mi? Bizi müstemleke yapmaya çalışanlar değil mi? Bizi birbirimize düşman etmek istiyorlar. Bizler Allah’ın kuluyuz, Müslümanız. Irkçılığa kulak asmayız. Bunu akıl böyle ilan eder, iman böyle ilan eder” ifadelerini kullandı.
Hüsnü Bayram ise Akgündüz’ün yaptığı çalışmayı takdir ettiğini belirtti.
Mehmet Fırıncı ise ”Risale-i Nur zaten bize kim olduğunu anlatıyordu. Akgündüz Hocamız’ın bu çok meşakkatli çalışmayı ortaya koyması her türlü takdirin üzerindedir” dedi.
Kaynak: AA
Bediüzzaman Said Nursi’nin Şecereleri ;
Baba Tarafı Şeceresini (Soy Ağacını) indirmek için tıklayınız.
Anne Tarafı Şeceresini (Soy Ağacını) indirmek için tıklayınız.
Kaynak: Risalehaber