Etiket arşivi: sevgi

Yalnızlığın Çaresini Bulmuşlar

Sizce ‘yalnızlık’ dedir? Bence yalnızlık; Allah’tan uzak kaldığın her dakikadır. Etrafınıza bakarsanız yalnız hisseden milyonlarca insan göreceksiniz. O halde Rabbin’den uzak kalmış milyonlarca insan var demek oluyor bu.. Çünkü Allah’ı layıkıyla tanıyan bir insan ‘ben yalnızım’ demeye haya eder. Çünkü bilir ki O’na şah damarından daha yakın BİRİ vardır.. (Biz insana şah damarından daha yakınız.. Kaf/16) Kalbinin her zerresinden geçen duyguyu, işiten ve bilen..
 
Ama Burcu abla ben öyle bir yalnızlıktan bahsetmiyorum dediğinizi duyar gibiyim. Evet her canlı bir eş arar. Yanına can yoldaşı olsun ister. Ama ben eşiyle birlikteyken de yalnız olduğunu söyleyen insanlar gördüm peki buna ne diyeceksiniz? Çünkü onlar birbirlerini Allah için değil nefisleri için sevmişler. Kalpleri bu yüzden tatmin olmamış. Sadece dünyevi hayaller üzerine kurulan evlilikler çürük bir binanın üzerine kat çıkmak gibi.. Sarsılmaya belki de yıkılmaya mecbur.. Bir süre canım cicim ayları geçtikten sonra her şeyin rengi değişiyor tabi.. Sonra radyo da bir şarkı; Birlikte ama yalnız, iki yabancı.. 
 
Ebed için yaratılmış ruhunu ”Seni ölene kadar seveceğim..” diyenler anlayamaz. O ne komik cümledir ya. Biz inananlar ölümden sonra da bir hayatın bizi beklediğini biliriz. Ne yani sana olan sevgisi sadece ölene kadar mı? Eee bu tarafın bir de ebedi olan öbür tarafı var. Bu demek oluyor ki; Ya Allah’a tam iman etmiyor ya da sana olan sevgisi kocaman bir YALAN’dan ibaret. Kabir kapısına kadar bir sevgi bize gelmez kardeşim. Biz sonsuza programlı yaratılmışız. Ebed ebed! diye inleyen ruhuna bir sor o da aynı şeyi istiyor, eminim..
 
Demek ki biz insanlar yalnızlığın çaresini başka yerler de başka kapılarda arıyoruz.Yani Mevla varken Leyla’nın kapısını çalıyoruz. Fark ettiniz mi her kapı çalındığında açılmıyor. Yanımızda sandığımız insanları çoğu zaman yanımızda bulamıyoruz.Bir de harama girdiğimizle kalıyoruz(!) Peki ama neden?
Ben diyorum ki; Faniyim fani olanı istemem.. O halde bana BAKİ ve her daim diri olan, hiç uyumayan, kalbimi bilen, rızkımı veren, gözyaşımı silen, beni seven ve sevdiren, her ihtiyacım olduğunda anında cevap verebilen bir SEVGİLİ lazım.. 
 
O halde yalan sevgiler peşinde koşmak niye kardeşim? Eğer helalin değilse, eninde sonunda firak elemi çekeceksin işte. Bu kuraldır; ”Gayr-i meşru bir muhabbetin neticesi merhametsiz bir azap çekmektir”
 
Üzüldüğünde kalbine eli yetişebilen bir kişi söyle bana. O zaman susacağım. O zaman yazmayı bırakacağım. Yok işte yok. Allah’tan gayrı eli kalbimize yetişebilen başka hiç bir kimse yok.. İnsanoğlu acayip. Allah sana o kalbi sev diye vermiş sen acı çekmek için kullanıyorsun. Peki hiç sevmeyecek miyiz? Elbette seveceğiz. Ama Allah namına seveceğiz. O’nun verdiği sonsuz sevme kabiliyetini tutup bir faniye vermeyeceğiz, BAKİ olana GERÇEK SAHİBİNE vereceğiz. Sonra gelsin mutluluklar.. O zaman göreceksiniz ki ne acı ne de keder.. Formül bu kadar basit aslında. 
 
Bunu bir misalle anlatmak gerekirse; Bir musluk düşünün ağzı çok geniş. Açtığınızda yarım saatte Akdeniz’i dolduruyor. Orada ki tazyiki hayal edin. Ama ben tutup o musluğa bahçe hortumu bağlıyorum.Yamalı falan bağladım. Açıp bahçemi sulayacağım. Sizce ne olur? Tabi ki hortum tazyike dayanamaz ve patlar bahçemde tarumar olur. Şimdi bu misali neden verdiğimi merak ediyorsunuzdur. Aynen öyle de; Senin kalbin o musluk gibi Akdeniz’i dolduracak sevgiye sahipken sen yamalı bir haram sevdayı o musluğa bağlarsan sonucunda aynen böyle bahçe misali tarumar olursun..
 
İşte güzel kardeşim, kırık dökük bir haram sevda insanı böyle darma duman ediyor.. Sonsuz elemlerde ve merhametsiz bir azap içerisinde bırakıyor. ‘Yalnızlık’ denen şey işte tam bu noktada başlıyor. Dünya durdu zannediyorsun ama aksine dünya dönmeye devam ediyor. Allah namına olmayan sevdaların seni yerle bir ediyor. Sana şah damarından yakın olan Rabbin aklına bile gelmiyor..
 
 Ne diyor Sani zül celal Kur’an da ; ”Kalpler yalnızca Allah’ı anmakla mutmain olur” (Rad.28)
 
Rabbin apaçık sana bildirmiş işte. Niye başka kapılar çalıyorsun? Açsan bir baksan kalbine Allah’tan gayrı her şey var be kardeşim. Yamalı sevdalardan perişan olmuşsun. Bir de yalnızlık şiirleri okuyor , yalnızlık melodili şarkılar dinliyorsun. Ruhunun gıdası müzik olsaydı ölünce ruhuna fatiha değil şarkı okurlardı. Artık biraz düşünme vaktin gelmedi mi!?
 
“Kulum, Beni andığı ve dudakları benim için kımıldadığı an Ben kulumla beraberim” diyen bir Allah’ın ‘yalnızım’ diyen vefasız kullarıyız.
 
Ey varlık içinde yokluk çekenler!
Deniz kenarında gezip , susuzum diyenler..
”Biz insana şah damarından daha yakınız” diyen Rabbin,
Sözü size ulaşmadı mı?..
Burcu Ercivan – risaleajans.com

Muhabbet Mayası

Muhabbet Mayası

 

Muhabbet Sevgi aşk bu tabirler hayatın her yerinde karşımıza çıkan tabirlerdir. İçini doldurmak ise insanların meziyetidir. Risale-i Nur müellifi hayatın olmazsa olmaz manasında insana bir bakış ve duruş kazandıracak bir tarzda şu dört kelimeyi veya bakış açısını bizlere söylüyor. “Mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet, nazardır.”[1] Gerçekten bu Dörtleme insana bambaşka ufukların alemlerin kapısını açıyor. Yeter ki tatbikatını yapabilelim. Zor olan da zaten bir hadiseyle ilk karşılaştığımızda bunun farkına varıp hemen bu dörtlemeyi tatbik etmektir.

Hayatımızın bir parçası olan ve kainatta da cari olan bir bir mesele Muhabbet, Sevgi, aşk.

İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibariyle mevcudatın hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet dercedilmiştir. Onun için insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennet’e bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azab çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor.”[2]

Bu alakadarlık sebebiyle diyebilirim ki Allah insanın mayasına Muhabbet koymuştur. O muhabbetle insan kainatla ve kendi dünyasında ki her şeyle alakadar olmuştur.

Mana-i harfi namına yani bir şeyin Allah için olması demektir. Buna manada olursa insan azab çekmiyor. Çünhü hikmetini görebiliyor.

Mana-i ismi ise bir şeyi nefsi için istemek sevmek, yani maddesine takılmak manasında geliyor. Hal böyle olunca “muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azab çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor.[3] Bunun neticesinde insan içsel bir çöküntü yaşıyor.

“Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır. Ruhun tekemmülatına göre meratib-i muhabbet, meratib-i esmaya göre inkişaf eder.”[4]

Muzaaf tabiri için bir şeyin dozajının artması yani bağımlılık da diyebiliriz. Tahlil edecek olursak ihtiyaç kendisini hissettirirse iştiyak olur. İştiyak daha da kendisini hissettirirse muhabbet olur. Muhabbet kendisinin hissettirirse aşk olur. Ve bu tutkunluk, meftuniyet, müptelalık ise her insana göre değişkenlik göstermektedir.

“Muhabbet fedaileriyiz.”[5] diye bir şiarımız iddiamız var bizim. Her insanın da muhabbet üzere bu söz şiarı olmalıdır. Elini attığı şey, alakadar olduğu işlerle ve kimselere ve gönüllere de muhabbet üzere girmeye gayret etmelidir insan. Ama mana-i harfiyle olmalı.

Unutulmamalıdır ki Allah için olursa niyetin her şeyi ve herkesi sevebilir bir fıtratı var insanın.

Hayatın tadına varmak isteyenler için bu formül iyi bir tekliftir.

Hasıl-ı Kelam: şu şeyler bizim dareynde hayatımızı kolaylaştıracaktır. “Hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisad, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, her şeyden fazla Cenab-ı Hakk’a itimad ve tevekkül, Allah’a itaatGücenmemek, gücendirmemek, ikiliğe meydan vermemek, itidal-i dem, tahammül etmek, uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek

Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mesnevi-i Nuriye ( 51 )

[2] Lem’alar ( 14 )

[3] Lem’alar ( 14 )

[4] Sözler ( 642 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 59 )

Sure-i Yusuf’un “Sevgi ve Fitne” Dersi…

Sure-i Yusuf’taki 51. ya da 52. Âyet-i Kerime’nin anlattığı öyle bir hikmet vardır ki; “Gönüldeki esrar, gönüldeki arzu şeytan tarafından nasıl alınıyorsa, karşı taraftaki insan da o gönülden arzuyu alabilir” diyor. Çünkü gönülden gönüle devamlı surette elektronik mesaj gidiyor. Herkesin bu hadisesi mevcuttur… Biz hayat boyunca gönlümüzde ve niyetimizde olan hadiseleri düşman olarak da, dost olarak da ölçülüp biçilip fark edileceğini bileceğiz. Daha önemlisi şeytanın aleste [hazır durumda beklemek, NÇG] bizim niyetlerimizi izlediğini bileceğiz. Ve bu niyetlerimizi izlerken, şeytana gönlümüzden bir sır kaçırmışsak, ona karşı alacağımız tedbir nedir: vesveseyi terk etmektir. Çünkü gönüller açık sergidir… gönlünüze sahip çıkın!


Düşmanlıkları körükleyen, düşmanlıkların üzerine bina yapan Şeytandır. Ondan dolayıdır ki; âyette “Şeytan apaçık bir düşmandır” diyor.

Fahr-i Kâinat Efendimiz Kur’an ikmal edildikten sonra “Müminlere ne hediye var, bu Kur’an’da?” diye soruldukça Efendimiz: “Muhafazateyn, Cenâb-ı Hakkın müminlere verdiği en büyük hediyedir” buyururdu.

Cenâb-ı Hakk’ın Sure-i Yusuf ile bize verdiği mesaj şudur: “Hz. Yakup’un çocukları babalarının peygamber olduğunu bildikleri halde demiyorlar ki: Peygamber yanılır mı ya hu! Eğer bu çocukları sevmişse bunun bir hikmeti vardır. Biz de bu çocuklar gibi olalım, bizi de sevsin.” Bunun çıkar yolu nedir? Budur!

Bunu tarih boyunca insanoğlu bu hataları bütün peygamberlere, bütün din büyüklerine karşı işlemiştir. Kendi nefsini bir kuvvet olarak görüp, O’nun, yani Allah’ın seçtiği çok özel kulların karşısına geçmiş. Sonra da adeta o kuvveti sarsmak hatta ondan halkın istifadesini engellemek için elinden gelen fitneyi çıkarmıştır. Çünkü bu fitne “Niçin beni sevmiyor da ötekisini seviyor” fesadıyla başlıyor. Tarih boyunca bu fitneden daima bir büyüğün, bir babanın, bir sultanın, bir müdürün, bir kralın aklınıza ne geliyorsa… Bir büyük zâtın etrafında toplananlar arasında devamlı bir fitne vardır.

Allah, bu sekizinci Âyet-i Kerime’yi, Sûre-i Yusuf’ta boşuna göndermemiştir! Kendinizi ölçer, biçer… Kendinizi güçlü görür, kendinizi sevilmeye layık görürüsünüz. Sevileni de kendinizden sevimsiz, cılız görerek: niçin seviliyorsun, diye işi düşmanlığa götürürsünüz? Cenâb-ı Hakk’a karşı farkında olarak veya olmayarak hep bu fiili işliyor insanoğlu… Bir kimse Cenâb-ı Hakk’ın sevgili bir kuluysa, onu bir türlü içimize sindiremeyiz, beğenmeyiz. Hadi ya sende! Nesi var, ne olmuş ki? Allah’a ne yapmış ki şuna bak, der. Eğer Allah o kimseye hem maddi imkân vermişse, birde o kişiyi hata işlerken gördü ise… Veyahut Allah o kişiye manevi bir ferahlık vermişse… Manen buna ne kadar feyz verilmiş olabilir ki, der ve bir anda içi kararır.

Eğer bir kimse tarafından sevilmek istiyorsanız bunun yolu kıskançlık değildir. O kimsenin neyi sevdiğini öğrenerek onun gönlünü kazanmaya çabalar insan! Zaten sevilmek mecburiyeti diye bir şey yoktur. Sevilmek kanuni bir zorunluluk değildir! Binaenaleyh, sevilmek istiyorsanız herhangi bir kimse tarafından, o zâtın o kimsenin arzu ettiği biçime girin!

Bakınız buradan nerelere geleceğiz şimdi… Sevilmek istediğimiz zatın, insanın gönlüne sevimli olabilmek için onun istediği biçime giriniz dedik. Tabiî, “bir kimse tarafından sevilmek” dendiği zaman Hz. Yakup’un çocuklarının babalarına karşı aldıkları hatalı tavrı, biz hem şahıslara karşı alırız, daha kötüsü Allah’a karşı alırız. Bunu hiç unutmayınız!

Demek ki Hz. Yusuf’un bahanesi ile Cenâb-ı Hak, Hz. Yusuf ve kardeşlerinin öyküsünde araştırmacılar için çok büyük hikmetler, mesajlar vardır derken; bir başka madde de insanları kıskanmak eylemi anlatılır. Kendini layık görüp, karşısındakini layık görmemek… Dolayısıyla Allah’ın yaptığı tercihlere, kendisi Allah’mış gibi oturup fetva biçmesidir! Bunu da nasıl anlıyoruz: Yakup’un çocukları diyor ki “babamız delalet içinde, şaşkınlık içinde.” İçinden biri çıkıp da: aman kardeşler ne yapıyorsunuz? Babamız peygamber, artık daha bunun delaleti olur mu? Bir peygamberin evlatlarıyız. O, Allah tarafından seçilen bir peygamberdir. İster onu sever, ister bunu sever. Bırakın bu saçmalıkları, demesi lazım gelirken bunlardan hiç birisini söylemediler. Aksine: öldürelim de sonradan salih kullardan oluruz, dediler.

Hayatta bir büyük zâta karşı kubriyetinizi (yani yakınlığınızı) hiç unutmayacaksınız! Yahu, bizim Hoca Efendi de o kadar lüzumsuz adamlarla oturuyor kalkıyor, yahut onları tutuyor, onları seviyor ki… Demek ki o hocada da kendine göre bir şey tutturmuş gidiyor!” diye bir yanılmışlığa düştüğünüz zaman! Bunu dediğiniz ân unutmayın: o ân siz Yusuf’un kardeşi oldunuz!

Âyet-i Kerime burada demek istiyor ki; bunlar ne kadar şaşkın! “Dolayısıyla siz de böyle şaşkınsınız” diyor. Burada anlatılan, bir hata, bir günah işleyip de yalnız buradaki gibi adam öldürmek şart değil… Böyle bir hata işleyip de ondan sonra dönüp eğer işlerinizin düzgün gideceğini zannediyorsanız… Bu hatanın dünyada da bir ceremesi vardır, onu da çekersiniz.

Siz durup dururken Cenâb-ı Hak tarafından sevilmezseniz, bir de ayrıca sevilen bir kimseye zarar verdikten sonra nasıl sevileceksiniz?

Öyle ya şimdi Hz. Yakup’a bakın… Hz. Yakup demek ki diğer oğlanları, o haydut gibi olan oğlanları sevmiyormuş, Yusuf’la Bünyamin’i seviyormuş. Peki, siz Yusuf’la Bünyamin’i ortadan kaldıracaksınız da, zaten sevimsizdiniz. Peki, bir daha kendinizi nasıl sevdireceksiniz? İnsanoğlu gaflette olduğu için bunu hesap etmiyor.

İşte bu karartıdan, bu şer tavırdan doğacak sakıncalar; Hz. Yakup’un on evladına iman getirmesini, onlara iman telkinini on-onbeş sene-yirmi sene geciktiriyor. Yani o sırada Yakup’un çocuklarından herhangi birisi, bu on kardeşten birisi ölseydi, kâfir gidecekti. Çünkü gönüllerinde bir hased, bir fesat meydana geldi. Bu hasetleri Yusuf’a karşı cürüm işlemelerine, günah işlemelerine yol açtı. Ve böylece de Cenâb-ı Hak ile aralarındaki düğmeler kapandı. Güya biz salih kullardan olacağız diyorlardı ya! Hadi olun bakalım kolaysa! Salih kullardan olabilmeyi kendileri yapar zannediyorlar. Allah nasip ederse salih kullardan olursun. Yoksa kazın ayağı öyle değil!

Bu yazı Onkolog Dr. Haluk Nurbaki’nin Cami Vaazları, Sure-i Yusuf sohbetlerinden derlenerek hazırlanmıştır.

nurbakimektebi.com

Vaktinde ve Yeterince

Çocuğun ihtiyaçlarının ‘vaktinde’ ve ‘yeterince’ giderilmediği her bir davranış ebeveyn ihmalidir…

Yaygın bir düşünce ile ihmale uğrayan çocukların sadece sokak çocukları olduğu sanılır…

Sokak çocukları ve ihmale uğrayan çocuklar az değil, bu doğru… Ancak sokakta olmadığı halde ailesinin yanında ihmale uğrayan çocuklar sokağa terk edilmiş çocuklardan katbekat fazla…

Çocuğun yanındaki annesine ulaşamaması, annesiz yaşamasından çok da farklı değildir…

Babası olduğu halde onunla oyun oynayamayan çocuğun terk edilmişlik hissinden daha az değildir acısı…

Gece korkan bir çocuk duygusal destek için anne babasına seslendiğinde, “Biz buradayız, git yat hadi.” denmesi, bir ebeveyn yoksunluğudur çocuk dünyasında…

Ödevlerini yaparken yorulduğunda ve annesine sarılmak istediğinde, “Önce ödevini yap, sonra sarıl” diyerek reddedilmek, anne yoksunluğunun bir parçasıdır çocuk için…

Çocuğun ihtiyaçlarının ‘vaktinde’ ve ‘yeterince’ giderilmediği her bir davranış ebeveyn ihmalidir… ve çocuğa duygusal yoksunluk yaşatır.

Pedagog Dr. Adem Güneş

‘Manevî Beslenme’ Yolları

Manevî hayat akan bir su gibidir. Akan su ise hayattır. Dağların ve ormanların içinden doğan su, tazelik ve sağlık getirir; çünkü akmaktadır. Bunun tam aksine, bataklık durgundur ve hastalık üretir; üstelik kendisine akan suyu tutar ve onu da bozar. Öyleyse, tutup biriktirmeye çalışan biri olmak yerine, kendi dışına akmaya ve vermeye çalışan biri olmak gerekir. Eğer içimizdeki iyilik potansiyelini saklı tutar ve onun dışarıya akmasına izin vermezsek, manevî dünyamız çürümeye yüz tutar, duygularımız cılızlaşır. İşte bu nedenle iyi yanlarımıza çektiğimiz setleri paramparça etmeli ve güzel niyetlerimizin bir nehir gibi akmasına izin vermeliyiz. Çünkü, tazelik ve hayat akmaktadır.
Evet, günümüzün artan tüketiciliği, materyalist ve dünyevî atmosferi, bu akışın önünde set olmaya çalışıyor. Ama her set, önündeki suyu bir süre tutabilirse de, ilânihaye tutmaya muktedir değildir. Su, ya seti aşar ya da deler geçer. İşte, insanın manevî dünyası da böyledir. İçindeki iyilik potansiyelini dışarıya akıtmak isteyen bir manevî gücün karşısında hiçbir set duramaz ve tutunamaz. Buna insanı ‘dünya‘ya çağıran ve onda boğmak isteyen her türlü set dahildir. Ancak bunun için gündelik hayat içinde insanın manevî beslenme yollarının farkında olması ve bunları elden geldiğince yerine getirmesi gerekmektedir. Bunlar bir dizi meleke hâline getirilmiş düşünce, tutum ve tavır ile alışkanlık hâline getirilmiş davranışı içerir.
Size yapılan iyiliklerin farkına varın:
İnsan unutkandır. Her an hayatımıza akıp durmakta olan iyilik ve lütufları unuturuz. Şefkatli Yaratıcımızın sonsuz iyiliklerini, başka insanların bizim için yaptığı iyilik ve yardımları unuturuz. Bu dalgınlığı aşmanın yollarından biri, son bir haftada ya da bir günde bize yapılan iyilikleri not etmek olabilir. Meselâ, bir gün aile üyelerinizin size yaptığı iyilikleri not edebilirsiniz. Başka bir gün, komşularınızın yaptığı iyilik ve yardımları; başka bir gün arkadaşlarınızın; başka bir gün ise bir düşmanınızın iyilik ve yardımlarını liste hâlinde yazabilirsiniz. Böylece bazı zamanlarda nefsinizin görmek istediğinin aksine, ne de çok iyilik ve lutfa mazhar olduğunuzu görebilirsiniz.
Sözlerinizde insanların iyiliğini isteyen dualara yer verin:
Dilinizi ‘Allah yardımcın olsun’, ‘Allah kalbini, seni ve tanıdıklarını huzurlu kılsın’, ‘Allah sana ve ailene merhamet etsin’, ‘Allah çocuğunuzu kendi istediğiniz şekilde yetiştirmenizi nasip etsin’, ‘Yeni işiniz hayırlı olsun’ gibi dua sözlerine alıştırın ve bunları arkadaşlarınız, dostlarınız ve tanıdıklarınız için söyleyin. Sizi ve çevrenizdeki insanları manevî olarak yükseltecek, cesaretlendirecek ve olumlu bir bakış açısına yöneltecek duaları taze ve yeni sözlerle gönülden dillendirin. Dilinizi duaya alıştırmanız, ruhunuzun kuvvet ve enerjiyle dolmasını sağlar.
Toplu ibadetlere iştirak ederek ruhunuzu besleyin:
Manevî yönünüzü güçlü kılmak için dua ve ibadet için harcadığınız zamanı artırmalısınız. Dua, namaz, tefekkür gibi ibadetleri mümkün olduğunca topluluk halinde yapmak, topluluğun ortak hareketinden doğan sinerjiden istifade etmenizi sağlar. Bu sinerji, Allah’ın cemaatle namaz emrini yerine getiren kulları için onlara lütfettiği bir ikramdır.
Allah’a tevekkül edin:
Manevî gelişme ya da yükselme, zaman içinde inançta ve imanda belirli sıçramalar yaşamak anlamına gelir. Bu sıçramaları belli ölçüde başarmış bir kişinin, elde ettiği başarıları sadece kendi şahsî gayretine ve ilmine bağlaması düşünülemez. Öyleyse iman etmenin ve manevî yükselmenin göstergelerinden biri de, ortaya konan gayretten sonra sonucu Allah’ın yarattığını teslim etmek ve hırçın bir şekilde sebeplere saldırmamaktır. Manevî yükselme yaşamış bir kişi, elinden gelen her şeyi yapar ama bütün bunları yaparken Allah’a ve kadere imanı onu huzurlu ve sakin hareket etmeye yönlendirir. O Allah’a güvenir, başarı için ihtiyaç duyduğu sebeplerin etrafında toplanmasına Allah’ın yardım edeceğini bilir.
Minnettar bir insan olun:
Her yeni günü Allah’ın bize gönderdiği bir hediye olarak görmeli ve güne O’na olan minnettarlığımızı ifade eden bir duayla başlamalıyız. O günün bize birtakım sıkıntılar getireceğini düşünüyorsak bile, güne bir şükür duasıyla başlamayı ihmal etmemeliyiz. Yine, gün içinde ne kadar zorlu olaylarla karşılaşırsak karşılaşalım, akşamın ilerleyen saatlerinde bir şükür ve hamd duası yapmalıyız.
Dostlarınızın manevî yolculuklarını paylaşın:
Manevî olarak yükselmek ve gelişmek isteyen birisini bulduğunuz zaman onunla dostluk edin. Belli aralıklarla dinî ve manevî konuları müzakere etmek üzere bir araya gelin. Göreceksiniz ki, bu düzenli görüşmeler manevî yükselmeniz için güzel basamaklar olacaktır.
Hizmet edin:
İçinde yaşadığınız topluma hizmet etmenin yollarını araştırın. Bunlar, özellikle karşılığında bir ödül almayacağınız hizmetler olsun. Sokakta gördüğünüz bir çöpü yerden almak, yaşlı birisini karşıdan karşıya geçirmek, otobüste ihtiyacı olan birine yer vermek ya da bir yayayı gideceği yere kadar arabanızla götürmek; veya geçiminizi temin ettiğiniz işte çok küçük bir yüzdeyi parasız yapmak gibi. Hem bu, emeğiniz karşılığında aldığınız ücretin de temiz olmasını sağlar.
Biraz yalnız kalın:
Bir filozofa göre yalnızlık bizi kendimize karşı daha dayanıklı; başkalarına karşı da daha müşfik yapar. Her iki açıdan da karakterimizi geliştirir. Belli aralıklarla kalabalıktan ve hayatın gürültüsünden uzaklaşmak ruhumuza iyi gelir. Gün içinde birkaç dakika sadece kendimiz ve Allah ile beraber olmaya çalışmalıyız. Sessizlik zihnimizi hayatın getirdiği problemlerden uzaklaştırır ve Allah’ın yardımıyla sessizlikte düşüncelerimiz sıhhat bulur.
Namaz kılın ve oruç tutun:
Namaz kılmak Allah ile olan bağımızı diri tutar, dinî duyarlılığımızı kalıcılaştırır. Oruç tutmak ise bir yandan her arzunun peşinden koşmak isteyen nefsimizi terbiye etmeyi, diğer yandan yoksul kişilerin hallerine yakınlaşmayı, onlara karşı empatik olabilmeyi mümkün kılar. Dolayısıyla özellikle Ramazan ayının çok verimli bir şekilde geçirilmesi manevî hayatımızı kuvvetlendirmek için kritik bir öneme sahiptir. Kuşkusuz oruç Ramazan ayı dışında da tutulabilir. Özellikle günümüz gündelik hayatının olumsuz görüntülerine maruz kalan genç bekarların, oruçtan elde edecekleri istifade muazzamdır. Gözlerini haramdan koruyabilecekleri için akıl ve ruhlarını dengede tutabilirler.
Üzüntünüzü ve sıkıntınızı Allah’a havale edin:
Canınız bir şeye sıkıldığında ya da gündelik işlerinizde bir engellemeyle karşılaştığınızda gönlünüzün rahatlaması ve önünüzün açılması için Allah’a dua edin. O size bir kapı kapalı olsa bile, başka bir kapıyı açacaktır. Öyleyse büyük küçük demeden her sıkıntı ve üzüntünüzü Allah’a havale edin ve O’ndan yardım isteyin.
Etrafınıza sevgi yayın:
Nereye giderseniz oraya sevginizi ve müspet bakışınızı da götürün. En önce kendi evinize. Gülen yüzünüz, nezaketiniz, gülümsemeniz ve sıcak selâmınızla insanları mutlu etmeye çalışın. Size gelen kişilerin yanınızdan ayrılırken kendilerini daha mutlu hissetmelerine vesile olun.
Kur’an-ı Kerim, tefsir ve hadis kitapları okuyup tefekkürünüzü genişletin:
Kutsal kitabımız ‘yaş ve kuru her ne varsa içinde yer aldığı’ bir kitaptır. Bize yol gösteren, bizi bilgilendiren, bize kim olduğumuzu bildiren, bizi uyaran boyutlarıyla ruhumuzu çepeçevre kuşatır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i ve onu şerh etmek için yazılmış tefsirleri okumaya ve anlamaya zaman ayırmalı, bunu düzenli bir iş hâline getirmelisiniz. Ardından okuduklarınızı tefekkür etmelisiniz. Bu tefekkür sayesinde kalbiniz inşirah bulacak ve maddeten de vücudunuzu zinde hissedeceksiniz.
Bugünü size bol lütuflu kılması için Allah’a dua edin:
Olgun ve kâmil bir mümin olabilmek ve bu yolculuğa heyecanla devam edebilmek için, Allah’ın size bunları lütfetmesi arzusunu dualarınıza taşıyın. Bunu günlük faaliyetinize henüz başlamamışken, sabahın ilk saatlerinde yapın. Bu maksatla kısa bir dua yapmayı alışkanlık hâline getirebilirsiniz: ‘Allahım, bugünü Senin lütfuna eriştiğim bir gün kıl.’ Sonra gün içinde gözlerinizi ve kulaklarınızı dört açın. Karşılaştığınız sıradan biri, yaşadığınız basit bir olay, belki de sizin o gün elde edeceğiniz kazanımı içinde barındırıyor olabilir. Allah size olan lütfunu böyle küçük sürpriz ve ayrıntılarla gönderebilir.
Zamanınızın bir kısmını doğal ortamlarda geçirin:
Dinin tabiatını hakkıyla bilenler, tabiatın dini anlamak için ne kadar önemli olduğunu bilirler. O yüzden zamanınız elverdiğince tabiatta vakit geçirmeye çalışın. Tabiattaki her şey; Allah’ın azametinin ve hüsnünün izlerini taşır. Ağaçlar, Allah’ın kudretini ve şefkatini anlatır. Gökyüzü, Allah’ın mühendisleri kıskandıracak işçiliğinden haber verir. Geceleri gökyüzünde ayın ve yıldızların saçtığı ışık, Allah’ın dünya evini karanlıkta bırakmadığını anlatır.
Tercih hakkınızı kullanın:
Ne tür bir ortamda bulunuyor olursanız olun her zaman bir tercih hakkınız vardır. Hayal kırıklığı ve üzüntü yerine, neşe ve dinamizmi seçin. Nefret yerine, sevgiyi seçin. İntikam yerine, affetmeyi seçin. Olduğunuz yerde durmak yerine, gelişmeyi seçin. Unutmayın ki karşılaştığınız her olaya olabilecek en iyi seçenekle de karşılık verebilirsiniz, en kötü seçenekle de. Tercih sizin.
Ömer Baldık / Zafer Dergisi