Etiket arşivi: şevk

Şevk ve klavye Nurculuğu

Şevk ve klavye Nurculuğu

50

  

Cenab-ı Hakk’a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.[1]

Malumdur ki herbir insan bir alemdir. Kendi iki ayaklı cismani aleminin içerisinde var olan şeyleri açıp genişletsek kar
şımıza mini bir alem çıkacaktır. Ama bu hususi alemin şekli ve hususiyeti hakkında tam bir bilgi ve malumat sahibi değildir.

Alakadar olduğumuz, gördüğümüz, yaşadığımız şeyler ise bizim iç alemimizi şekillendirmektedir. Yani aldığımız evimizin peyzaj mimarisini yaparken bizden hariçteki alakadar olduğumuz şeyleri kullanıyoruz. O halde mimarımızın kalitesi lması bizim alakadar olduğumuz şeylerle direkt olarak alakadardır.

“Tekrar çok tavsiye ediyorum, okuyun, okuyun. Okudukça, risaleler feyzâver nurları saçıyorlar. Okudukça iştiyak getiriyorlar, usanç vermiyorlar. Başka kitabları bir-iki defa okusan, insana usanç veriyor. Halbuki risaleler öyle değil, okudukça başka başka iman halleri telkin ediyorlar.” [2]

“Kur’anî bahçede her zaman başka renkte, başka letafette, başka tesirde hakikî cennet çiçekleri açılıyor.” [3]

“Bizim manevî yara ve hastalıklarımızı teşhis buyurup, öldürmemek için her nevi’ mualeceleri ile memzuç, hem mugaddi, hem müessir tiryaklarını Cenab-ı Hakk’ın ihsanı ile gönderiyorsunuz. İhlas hakkında evvelce ve bilhassa sonra ihsan edilen risaleleri okudukça, vücudumun ağrıdığını ve her zerresinin titrediğini, müteaddid diyarlardan tevellüd eden kurtlar oynamaya başlayınca, en ahmak ve eblehçe hareketlerimi gösterdiler.” [4]

Rabb-i Rahim bizleri muhtelif surette çeşitli sima ve fıtratlarda yaratmıştır. Bu yaradılışa yani fıtrata istidad namı altında olan yetenekler koymuştur. Bu istidadlar insanın meyl, iştiyak, incizap ve alakası nisbetinde muamelelere tabi tutulmasıyla kabiliyetler açığa çıkar. Yani istidadlar her insand
a tohum ve çekirdek olarak mevcuddur. Hariçten bu istidadları inkişaf edip geliştirmek için yapılan teşebbüsler bu çekirdek ve tohumlar sümbül verir ve kabileyetler açığa çıkıp zahir olur. Mesela istidad olarak hitabet veya tıpçılık istidadı var. Bunun eğitimi almak insanda bu sıfatları sümbül verecek ve istidad tohumları filiz verecektir.

“Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor.

Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile de
hşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla o geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor.” [5]
Risale-i Nur Külliyatının tedrisinden geçerken “dikkat, tefekkür ve ihlas” [6], tamamını teenni ile mütalaa” [7], “devamlı olarak, teenni ile ve lügatların manalarını öğrenerek, dikkatle” [8], “nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir” [9] ders esnasında her talebeden beklenen ise daima ihtar edilen şudur ki: “Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakikatı müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.” [10] o halde okumak bizim tedrisimizde olmazsa olmaz, ve esna-i tarikteki bineğimizidir.  “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar.” [11] bu hak ile
batılın mücadelesinde insan şevk’e binerek hareket eder. Bu bineği bizden almak ve çalmak için çok hırsızlar karşımıza çıkacaktır. Bineğimizi bizden alıp bizi perişan edip bize ümitsizlik vereceklerdir.

Bizim en şiddetli en azgın düşmanımız şevkimizi kırıp bizi ümitsizlik ve statik bir hale getirmek isteyen her şey ve kimsedir. Yani durağan ve âtıl hale getirmek isteyen. Bu şevk kıranlara karşı bizler teyakkuzda olmamız gerekir. Yani şevkini kaybettin mi mahvolmakla yüz yüzesin demektir. Herkesi tek tip yapmaya çalışmak denizdeki tüm balıkları itlaf ve imha edip sadece hamsiyi bırakmak gibidir. Bir denizde nasılki sadece hamsi olmazsa cemaatte herkesi de tek tip yapmaya çalışanlar da bu mantaliteye sahiptir.

Şevk, yeisin tersidir, zıddıdır. Hizmetin odak noktası ise ihlas ile sadakattir. Bu şevk matiyyesine bineğine sahip olanlar ihlas ve sadakat yolunda sühuletle ilerleyecektir. Yoksa estek köstek, düşe kalka ilerlemeye çalışacaktır.

Bu ve bunun gibi sebeplerle ihlas ve sadakat yolunda şevk ile gidiliyorsa aklı olan ve taassup ile aklını köreltmeyip kullanan kimseler şevk
i elde etmek ister. Ve şevk sahibi olan, şevk dağıtan kimselerle beraber olur onlarla her dem ve mesailde teşrik-i mesai eder şevk sahipleri ile.

Bir şeyin hakikatine ermek istersek o şeyin erbabı ile beraber olmak gerekir. Profosörle beraber olan o işin inceliklerini öğrenir, gerek görerek gerekse tatbikat ile..

Okuyamamak veya nurlardan istifadeyi dersten derse tehir etmek ise acınacak bir haldir ve şevkin inkisafına sönmesine sebeptir. Her gün okumak ise inkişafa sebeptir.

Okumak küçük bir şeydir ama her şey okumaktan geçer. Cehaletle tuvalete bile gidilmez. Cahil olan bir yere girse teneke gibi tınlar durur. Derler ki biliyorsan konuş alim, bilmiyorsan sus adam sansınlar. Eğer bilmeden konuşursan cehaletini isbat edersin.

Okumamak sadece klavye nurculuğu yapmak ise riyakarlıktan başka bir şey değildir. Seç, kes, kopyala ile nurculuk olmaz. Ancak kendisini nurcumsu göstermek çabasıdır. Klavye nurculuğundan kurtulmak lazım. Öze dönüş şart.

Bu sebeple nurcumsu hareketlerden sakınmalı ve nurcu olup nurculuğa yakışır hareket etmeliyiz. Yoksa perişan olmak kaçınılmaz bir sonuçtur.            “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.” [12]  taassup sahiplerine boyun eğmek ise açık olan gözleri kapatmak ve kendisine gem takmaktır. Ne dendi ise kabul etmektir ki buda aklı ve vicdanı susturmak demektir.

Rabbim nurlara ve hizmete sed ve perde olan nasipsizlerden ve ahmaklardan eylemesin ve muhafaza etsin.

Selam  ve Duayla Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar ( 89 )

[2] Barla Lahikası ( 144 )

[3] Barla Lahikası ( 220 )

[4] Barla Lahikası ( 279 )

[5] Kastamonu Lahikası ( 30 )

[6] Asa-yı Musa ( 250 )

[7] Şualar ( 5 )

[8] Gençlik Rehberi ( 251 )

[9] Muhakemat ( 84 )

[10] Kastamonu Lahikası ( 11 )

[11] Münazarat ( 95 )

[12] Tarihçe-i Hayat ( 90 )

www.NurNet.Org

Vazifemiz Hizmettir!

Vazifemiz Hizmettir!

 

            Risale-İ Nur Şakirdleri, Hizmet-i Nuriyeyi Velayet Makamına Tercih Eder; keşf ü keramatı aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz; vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazifemiz hizmettir. O yeter.” derler. [1]

 

Risale-i Nur Hizmeti malumdurki gönüller üzerine tesis edilmiş ve gönüllülük esas olan bir hizmettir. Bu hizmette istihdam olan hizmet edenlerki Risale-i Nur Talebeleri ünvanını alırlar. Bu hizmette maddi bir beklenti ve emel olamaz. Zaten Risale-i Nur’un Talebeleri maddi emel bekleyen kimseleri soğuk görür ve kalbi ısınmaz.

 

Risale-i Nurun canlı, ruhlu ve icraat yapan Şahs-ı Manevisi ise farklı emeller besleyen kimseleri tokatlayıp daire dışına atar. Zaten bir muhlis nur talebesini gördüğünüzde hemencecik ona hiç tanımadığı halde insan ısınır. Adeta senelerdir bir ahbabı gibi hisseder.

 

Şayet bir nur talebesini namı altında olan birisini gördüğünüzde içiniz ona ısınmıyorsa bilin ki o şahıs ya farklı emeller beslemekte veya şahs-ı maneviden düşmüş bir haldedir. Kendisini Nur talebesi kisvesine sokmuş, başka hesabı olan veya olanlara aldanan veya aldananların aldattıklarından birisidir. Mesela bir yere derse gidiyorsun. Orada kimisi sana can kardeşi gibi geliyor. Bazıları ise sanki düşmanın gibi itiyor. Gözleri ile veya sireti ile seni rahatsız edip taciz ediyor. Orada iki üç saat kalmayı planlıyorsan böyle insanı manen rahatsız eden bir ortamdan bir an evvel kaçıp gidesi geliyor insanın.

 

Siretlerin – yani iç alemin yani enfüsi alemin – insanın suretine yani dış görünüşüne yansıdığı biraz Risale-i Nur okumuş kimselerce okunabiliyor.

 

“Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.” [2] burası üzerinde durmak lazım “Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış e bir çevrilsek, Hazret-i Eyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.” [3]

Dünyada yaşamak itibari ile hepimiz birer medeniyiz. İşlediğimiz günahlar sebebi ile manevi alemde üzerimize birer leke koyula koyula artık manevi kalbimizi kaplamakta ve o pak olan kalbimizi karanlığa getirip günah küsufuna sebep olmaktadır.

 

Günah küsufuna tutulan kalbler ise manevi görüntüsü olan sireti değişime uğramaktadır adım adım.. başta taklide başlar ve meynun özelliğini gösterir. Sonra biraz daha kurnazlaşır ve tilki vasfına girer. Sonra sinsileşip zarar vermeye başlar yılan kisvesine girer. Sonra kaba kuvvete güvenir ve laf anlamaz hale gelir ayılaşır. Sonra artık aleminde kutsi hiçbir mana ve mefhum kalmaz ve hınzırlaşır. Hınzırlaşması ile ne namus ne ar kalır. Tamamen çırıl çıplak olur edep ve hayadan.

 

Bir üst kimliğe bürünen alt kimlikleri de içerir. Tıpkı üniversite diplomasının içinde ilk okul, orta okul, lise diplomalarının olduğu gibi.

 

Siretini muhafaza etmenin ve insan kalmanın yolu ahlakını muhafaza etmek ve günahlardan mümkün olduğu kadar kaçmak ve uzak durmak ve günahları terketmekle mümkündür. Yoksa siretimizin karalığı yüzümüze vurur ve tiksinç bir surete sahip oluruz.

 

“Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar..” [4]  nur ve nurani manalarla meşgul olarak cismani Dünyada bile olsak ruhumuz cennet gibi bir hayat yaşar ve haz alır. Buna hadsiz ehl-i hakikat şahittir.

 

İman ve Kur’an hakikatleriyle hizmet edenler vazifesi tebliğdir, anlatmaktır. Kalblere tesir ettirmek ise o hizmetkarın işi değildir. Hizmetkar işini yapar efendisi neyi nasıl neye layık görürse ona göre muamele eder. Yoksa bir kişinin yapacağı işi, nasılsa birisi yapar deyip bir kişi çıkmazsa, o bir kişinin yapacağı iş yapılmaz ve yapılmamış olur.

 

“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir.” [5]

 

Hak ve hakikatin bekçileri “muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler.” [6] hizmet edenler aktifken başkalarını aktifler. Başkalarını hareketlendirip kinektik hale getiren kimseler bu faaliyeti yaparken kendisi ücretini almaktadır. Hizmette aktif olmak bir hizmetkar için en büyük mükafattır. Çünkü hizmetin kendisi bir ücrettir. Kitap okumayan veya haybeye okuyan, kimseye anlatmayan kimse dinamo özelliğini kaybetmiş ve hizmette enerjisini söndürmüştür. Dimanonun kinetik hale gelip ektiflemesi için hizmette faal olması elzemdir.

 

Bazı arabalar var. Akü bittiği için kontak çevirsenizde motor çalışmayacaktır. Ya başka bir aküden akım alıp statikten kinetik hale gelecek yani aküyü şarj edecek. Veya arabayı birileri yitip kontağı çalıştıracak, halk tabiri ile vurduracak.

 

Bunun gibi bu şablonu şuna uyarlayalım.

Şevki olmayanlar hi hi hi hi hii

Şevki zayıf olanlar hihiiii hizmeet

Şevkli olanlar hizmet

Gibi motorun kuvvetine göre faaliyet gösterecektir.

 

 

Bir nur talebesinin okumak ve anlatmak vazifesini terketmesi ise onun manevi kıyameti kopmuş, içi pörsümüş, içeriyi kurt yemiş bir hale gelmiş demektir.

 

Sadece okuyan kimseler ise büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. Bu hallerden kurtulmanın çaresi ise şevk u gayretle hizmetle kurtulmaktır.

 

Bizler hizmeti kurtarmaya değil, hizmetle kendimizi kurtarmalıyız. “kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler. [7]

 

Rabbim hizmetle kaim olmak şuuruna sahip kimselerdeneyleyip bizleri müteyakkızlardan eylesin. Hüsn-ü zanla şirket-i maneviye ve şahs-ı maneviden düşmekten muhafaza eylesin. Bineğimiz olan şevkimizi kaçırttırmasın.

 

“Biz âcizleri

böyle eserleri okumak şerefiyle müşerref kılan

Cenab-ı Hakk’a

binler, yüzbinler defa

hamd ü sena ediyoruz.

 

Bütün dünyanın asırlardan beri beklediği

ve nurundan istifade etmek için can attığı;

 fakat muvaffak olamadığı

böyle bir hazine-i ilmiyeyi bizlere

 okumayı nasib eden

o Hâlık-ı Zîşan’a

teşekküren âhir ömrümüze kadar

secdeden başımızı kaldırmasak

yeridir…” [8]

 

Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[2] Sözler ( 712 )

[3] Lem’alar ( 8 )

[4] Mesnevi-i Nuriye ( 263 )

[5] Münazarat ( 95 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[7] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[8] Hanımlar Rehberi ( 140 – 141 )

 

www.nurnet.org

Dava Adamını Bekleyen En Tehlikeli Düşmanları Yenmek İçin…

“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir). İşte, himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat (hayat mücadelesi) meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd (çok şiddetli ve tehlikeli düşman) olan yeis (ümitsizlik) rast gelir. Kuvve-i mâneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı “La takne tu” (“Ümidinizi kesmeyin.” Zümer Sûresi, 39:53.) kılıncını istimal ediniz.

“Sonra müzahemetsiz olan (zorluk ve sıkıntı vermeyen) hakkın hizmetinin yerini zapteden meylüttefevvuk (üstün gelme ve yüksek görünme meyli) istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz “Kunu Lillahi”(Allah için yapınız) hakikatini o düşmana gönderiniz.

“Sonra da ilel-i müteselsiledeki (sebepler dünyasında dikkat edilmesi gerekli sebepler, basamaklar) terettübü (belli bir sıra ve sistemle olma) atlamakla müşevveş eden (karıştıran) aculiyet (acelecilik) çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz, “İsbiru vesabiru verabitu”yu (“İbadette, musibette ve günahtan kaçınmakta sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:200) siper ediniz.

“Sonra da, medeni-i bittab (medenî yaratılışlı) olduğundan ebnâ-yı cinsinin (aynı türden olanların, diğer insanların) hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef olan insanın âmâlini (emellerini, ümitlerini) dağıtan fikr-i infiradî (kişisel menfaat düşüncesi) ve tasavvur-u şahsî (kendi şahsını merkez yapma tasavvuru) karşı çıkar. Siz de, “Hayrun nesi en feuhüm ninnasi” (“İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:481, no: 4044.) olan mücahid-i âlî-himmeti (yüksek himmet sahibi mücahid) mübarezesine çıkarınız.

“Sonra, başkasının tekâsülünden (tembelliğinden) görenek fırsat bulup, hücum edip belini kırar. Siz de, Vealallahi (legayrihi) felyetevekkelül mütevekkilune” “Tevekkül etmek isteyenler Allah’a güvensinler (başkalarına değil).” İbrahim Sûresi, 14:12.) olan hısn-ı hasîni (sarsılmaz kaleyi) himmete melce (sığınak) ediniz.

“Sonra da acz (acizlik, zayıflık) ve nefsin itimatsızlığından neş’et eden (ortaya çıkan) ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de, “La yedirrukum mendalle izehtedeytüm” (“Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez.” Mâide Sûresi, 5:105.) olan hakikat-i şâhikayı (yüksek ve yüce hakikat) üzerine çıkarınız. Tâ, o düşmanın eli o himmetin dâmenine (eteğine) yetişmesin.

“Sonra, Allah’ın vazifesine müdahale eden dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de “Vessakim kema umirte” (“Emrolunduğun gibi dos doğru ol.” Şûrâ Sûresi, 42:15.) “Vele teteemmar ala seyyidike” (Efendine efendi olmaya çalışma.) olan kâr-âşina ve vazifeşinas olan hakikati gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin.

“Sonra, umum meşakkatin (zorlukların) anası ve umum rezaletin yuvası olan meylürrahat (rahatlık meyli) geliyor. Himmeti kaydeder (her tarafını bağlar), zindan-ı sefalete (sefillik zindanına) atar. Siz de, “Veenleyse lilinsani ille me sea” (“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Necm Sûresi, 53:39.) olan mücâhid-i âlicenabı (yüksek ahlaklı mücahid) o cellâd-ı sehhara (emredileni aynen yapan cellat) gönderiniz. Evet, size meşakkatte (zorluk) büyük rahat var. Zira, fıtratı müteheyyiç (heyecanlı, aktif) olan insanın rahatı yalnız sa’y ve cidaldedir (çalışma ve mücadele etmededir).

Son olarak, Bediüzzaman’ın Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta doğrudan Nur talebelerine yönelik ifade ettiği gayet önemli ve hassas bir uyarıya birlikte kulak verelim:

“Ey kardeşlerim, dikkat ediniz. Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Her bir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın.”

Zafer KARLI

www.NurNet.Org

Nurun Seçkin Kadrosu

Nurun seçkin kadrosunun peşine koşalım gel,                 

Bu davadan paye için onlara verelim el,

Bu fitne fesat zamanda bizi de almasın sel,

O kervanın yardımına, beraber koşalım gel.

 

Bu asilzadeler Kelamullah’ın hadimleri

Elde sağlam iman ile  koşuyorlar ileri ,

İman ve Kur’an’a bunların örnek hizmetleri,

Allah’ımız onlardan asla ayırmasın bizleri.

 

Nurdaki haz ile, lezzetlere yan bakıyorlar,

Billur gibi parlak, nur havuzuna akıyorlar,

Can simidi olan nurlarla yatıp kalkıyorlar,

Kötü istekleri Nur ateşinde yakıyorlar.

 

Onlarda ötekiler gibi insan, fakat farklı,

Nurları okursan göreceksin ki onlar haklı,

Hayatlarında açık görünüyor değil saklı,

Onlar hizmette çok hareketli, değil duraklı.

 

Hemcinslerini kurtarmaya koşuyor bu kervan,

Çünkü onların şefkati galip, durmazlar bir an,

Nurdaki hakikatlerle oluyorlar hırz-ı can,

Ona engel olunur mu, evet deyince vicdan.

 

Gençleri kurtarmak için peşlerine koşarlar,

Allah rızasını kazanmaya şevkle coşarlar,

Bu mübareklere gıpta ile herkes şaşarlar,

Nefis ve şeytan tekliflerini hemen boşarlar.

 

Bunların pâk gayeleri güneşler gibi parlar,

Bütün duygularını Nurlardan haleler kaplar,

Melekler fetebarekâllah diyerek alkışlar,

Bunlar günahlarda yoklar ama sevapta varlar.

 

Bu gençler çelik gibi imanı aldılar Nurdan,                 

İdeallerine koşarlar, anlamazlar dur dan,

Ahirete göz dikenler, haz alır mı buradan,

Bunlara başka değil, bahset ahitteki kârdan.

 

Gün geçtikçe çoğalıyorlar bu Nurlanmış gençler,

Yolunu kaybedenler onları bulup ilerler,

Onlarla kaynaşırlar konuşurlar ve gülerler,

Ahiret kazançlarını gece gün dürerler.

 

Bunlar, Nur’lara feda olmayı, bir borç bilirler,

Ücrette yoklar amma, hizmete koşar gelirler,

Beni kurtarın diyenlere hemen el verirler,

Nurcu kardeşlerin gizli dertlerini bilirler.

Biz onların yardımına beraber koşalım gel,

Nurlarla aşk ve şevk ile bizde sarmaşalım gel.

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Ramazan’dan Sonra Gelen Büyük Tehlike!

İnsanı adım adım kulluğun zirvesine taşıyan, aşkın, şevkin en üst düzeyde yaşandığı aynı zamanda maddi ve manevi hayatımızı da düzene sokan Ramazan ayının da içinde bulunduğu üç ayları geride bıraktığımız şu günlerde bizleri bekleyen en büyük tehlikelerden birisini Bediüzzaman Hazretleri “yorgunluk ve şevkte bir fütur” olarak ifade eder.

Manevi hayatın bozulmasının maddi hayatımıza da tesir ettiğini belirten Üstad Hazretleri, üç aylarda yapılan ibadetlerin manevi hayatımızı güzelleştirdiğini, safileştirdiğini belirtir.

Kastamonu Lahikası’nda geçen mektubunda Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Risale-i Nur talebelerine şu uyarılarda bulunur:

Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vazıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahmini sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:

Nasıl maddi hava fena ise, fena tesir ediyor; manevi hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selase ve muharremede alem-i İslamın manevi havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddi teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş arızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder. Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, adeta o ahiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi, dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevi havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.

Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilat ziyadeleşse, kudsi vazife itibarıyla daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.

Risale Ajans