Etiket arşivi: şiddet

Rabbim imhal eder(mühlet verir) ama asla “İHMAL” etmez!

Zalimlerin nasıl zelil duruma düştüklerini hep beraber seyrediyoruz. Oysaki onlar, bu zulmün bin yıl süreceğini, Allah’ın bile buna mani olamayacağını parmaklarını sallaya sallaya iddia etmişlerdi.

İnkar edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz, onlar için hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki, günahlarını artırsınlar ve onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Ali İmran Sûresi. 178)

Rivayet edilir ki, Bermekî Hanedanlığı’nda önemli bir makamda görev yapan bir zat yaptıklarının neticesinde oğluyla beraber zindana atılır. Oğlu babasına sorar:

“Babacığım! Onca izzet ve saltanattan sonra, aklımıza gelmeyen başımıza geldi, adi bir suçlu gibi zincire vurulup hapse atıldık, der! Bunun üzerine babası:

Evladım! Mazlumun duası geceleri yol alır ve Allah’a ulaşmak için hızla yol alırken, biz gaflete daldık. Bu zevk-ü sefanın, saltanatın, demir yumruğun hep böyle süreceğini zannettik. Fakat mazlumun duasının er geç Allah’a varacağını hesaplayamadık. Hâlbuki Allah hiç bir şeyden gafil değildir, diye cevap veriyor.”

Evet, tarihi ibretle incelersek, kendi halklarına bile, hayvanları tiksindirecek, insanları insan olduğundan utandıracak akıl almaz işkenceler yaptıran, zulmeden zalimler, zorbalar dünya üzerinde hep var olagelmişlerdir. Ve bu dünya var oldukça da despot ve zalim kişiler de hep olacaktır. İşte bunun için; “cehennem lüzumsuz değil.” İşte bunun için, Kur’an-ı Kerim, zalimlerin akibetlerine dikkat çeker, işaret eder.

Evet, hiçbir zorbanın yanına yaptığı kâr kalmaz. Eninde sonunda Allah’a hesap verir. Bu hesap imhal edilir (hesap sonraya bırakılır), ama ihmal edilmez. Bazen de hikmeti gereği sıcağı sıcağına da hesap sorar Allah.

Bilhassa bugünlerde TV’lerde zalimlerin nasıl zelil duruma düştüklerinin görüntülerini hep beraber seyrediyoruz. Oysaki onlar bu zulmün bin yıl süreceklerini, Allah’ın bile buna mani olamayacaklarını parmaklarını sallaya sallaya iddia etmemişler miydi?

Adeta, İsrailoğullarının Hz.Musa’ya; git, sen ve Allah’ın birlikte savaşınız, deyişleri gibi bunlarda, mazlumlara hitaben; hani sizin Allah’ınız, niçin yardım etmiyor, der gibi, alayvari ve tehdit ederek, sonuna kadar bu saltanat ve izzetimiz sürecek dememişler miydi? Malatya Üniversitesinin rektörünün sözlerini hatırlayınız. (Şu anda kendisi nerede acaba? Ve nicedir akibeti?)

Evet, ne oldu zalimlerin sonu! Bugün izzet kimin, zillet kimin. Kiminle cenk ettiklerini bilmek lazım.

(Habîbim!) Hatırla ve sakın zalimlerin yaptıklarından Allah’ı gâfil sanma! Muhakkak onlar(ın cezaların)ı Allah, ancak öyle bir güne kadar erteler…

O gün Onlara: “Hani siz, bundan önce (dünyada): sizin için zevâl yoktur, diye yemin etmiş değil miydiniz?”

Gerçekten onlar çeşitli hileler ve tuzaklar kurdular. Allah katında da onların hileleri ma’lumdur, isterse onların hileleri dağları yerinden oynatacak (derecede büyük) olsun, diye cevap verilir. O halde (Habîbim!) sakın Allah’ın peygamberlerine olan vaadinden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah azîzdir, (her şeye galiptir), intikam sahibidir, (kimsenin yaptığını yanına bırakmaz.)” (İbrâhim sûresi Âyet: 42-47)

Bu ve benzeri ayetlerde Zalimi ihmal etmeyen ama imhal (mühlet) veren Hz. Allah, bazen hikmeti gereği cezayı peşin de veriyor.

Recai ALBAY

Cehalet, Zarafeti Şiddete Dönüştürüyor.

Çocuk ve Dinkonusunu işlediğimi, “Allah Çocuk Yakmaz” adlı kitap çalışmamda “Lokman (as) gibi baba olmak” başlığında bir yazı yazmıştım. Bana böyle bir yazıyı yazdıran süreç, Kur’an’da, Peygamberlerin evlatlarıyla konuşma üslubunun dikkatimi çekmiş olmasıydı. 

Kur’an’da evladıyla diyalogu anlatılan bütün peygamberler “Ya buneyye” ifadesiyle söze başlıyor. “Oğulcuğum, yavrucuğum, canım oğlum!” anlamlarına gelen “Ya buneyye!” ifadesi, Anadolu’da adeta unutulmuş.

Anadolu’da yaygın olan, babaların evlatlarına soğuk davranmasının sebebini merak ederdim hep. Hem kutsal kitabımızdaki uslup, hem Peygamber Efendimizin (as) çocuklarla kurduğu “Sevgi ve ilgi” merkezli dil kaybolmuş, yerine çocuklarına hiç yüze vermeyen, onlara sevgilerini göstermeyen bir dil hakim olmuştu.

En klasik savunma “Biz de babamızdan böyle gördük!” savunmasıydı. Evet, doğru söylüyorlar. Onlar da babalarından öyle gördüler. Ama niçin?

Bu tavrı, Osmanlı döneminden kalma bir alışkanlık, bir gelenek olarak devam eden bir davranış biçimi olduğunu sananlar da var.

Kendi babasının yanında, evladını sevmeyi ayıp sayma geleneğimizden bahsediyorum.

Kendi oğluna, “Oğlum!” demeyen babaların tavrından bahsediyorum.

Hanımlarını, birkaç metre geriden yürütmeyi, yaşam biçimi haline getirme geleneğimizden bahsediyorum.

Babaların evlatlarına mesafeli davranma sebebini öğrenince, “Bu nasıl bir zarafet!” dedim içimden. Sonra “Böylesi bir zarafet, cehalet yüzünden, nasıl da psikolojik şiddete dönüşen yaralar açmış!” diye düşündüm.

Olayın sebeplerini daha iyi anlatabilmek için, önce yüz yıllık tarihimizi hatırlatmam gerekiyor.

Savaşlar dönemi!

1911 yılında başlayan Balkan savaşlarıyla beraber, Anadolu insanı hep savaşlara koşmak zorunda kaldı. On yıl civarında süren bu savaşlar yüzünden Anadolu köylerinde neredeyse erkek kalmadı. Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi yüz binlerce erkeğin, gidip bir daha dönemediği bu süreç bitince, Anadolu’da dul kadınlar ve yetim çocuklar kaldı. 10-11 yaşındaki erkeklerin, 17-18 yaşındaki kızlarla evlendirilmek zorunda kaldığı dönemlerden bahsediyorum.

Herhangi bir sebepten dolayı savaşa gidemeyen veya savaş sonrası savaş gazisi olarak köyüne dönebilen az sayıda erkek dışında, köy – kasaba halkının çok büyük bir kısmı, dul kadın veya yetim çocuklardan oluşuyordu.

Böylesi bir zarafet!

İşte böylesi bir ortamda yaşayan babalar, evlatları yanlarına gelince, diğer yetim çocukların içi acımasın diye, kendi evlatlarını yanlarında uzaklaştırırmış. Baba hasretiyle yanan yetim çocuklar, babalarını hatırlayıp üzülmesinler diye, başkalarının yanında kendi evlatlarını sevmeye utanırmış babalar. Böylesi ince, böylesi zarif bir düşünceyle, babalar evlatlarına mesafe koymuş.

Hanımlarıyla sokakta gezmek zorunda kaldıklarında, “kocasını kaybetmiş dul kadınlar bizi yan yana – elele görürseler yaraları deşilir” düşüncesiyle, yan yana yürümemeye çalışırmışlar. Anadolu’da erkeklerin hanımlarını birkaç adım geriden yürütme gelenekleri, böylesine bir zarif düşünceyle oluşmuş.

Cehaletin, nasıl korkunç bir bataklık olduğunu, yeninde görmemi sağladı bu olay. Başka yetim çocukların içi acımasın diye ortaya konan tavır, cehalet yüzünden, öz evladını, yetim psikolojisi ile ilgisiz ve sevgisiz büyütme tavrına dönüştürülmüş.

Dul kadınların, savaştan dönmeyen kocalarını hatırlayıp yaraları acımasın diye gösterilen nezaket, kendi hanımını dışlayan bir tavra dönüşmüş cehalet yüzünden.

Ah Cehalet! Sen nasıl bir belasın ki, böylesi bir zarafeti şiddete dönüştürüyorsun?

Sait ÇAMLICA / Rotahaber

Bu Ayeti Kimse Duymasın, Demeyelim!

Nisâ suresi 34. âyet-i kerîmeye önceki hafta başlamıştık bu hafta ayetin son bölümüne geldik.

Bir hanım, ilahiyatçı arkadaşı ile bu âyet-i kerîme üzerine konuşmak istemiş. İlahiyatçı hanım onu susturmuş. “Sus, bu âyeti hiç bir yerde söyleme, kimse duymasın! Olur ki söylediğin kişilerin içinde kalbi İslam’a ısınacak birisi olurda onu dinden soğutursun.”

İlahiyatçı hanımın kalbi Allah (c.c) sözlerini ne kadar reddediyor ki bu âyet-i kerimeyi duyan birinin islam’ı kabul edeceğine inanamıyor. İslam”ı bütünüyle kabul etmedikçe ve teslim olmadıkça müslüman olmayız. Tamam, sakladık bu âyet-i kerîmeyi, kimselere duyurmadık, utandık Rabbimizin sözlerinden, hidayet bizim elimizde midir?

Velev ki bir kişi Nisâ sûresi 34. âyet-i kerimeyi, kısas ayetlerini, islamın miras hukukunu, kurban kesmeyi, kısacası modern dünyaya uymuyormuş gibi duran âyet-i kerîmeleri duymadı, bunları duymadan müslüman oldu ve sonra bu âyetleri duydu o zaman ne olacak? Dinden mi çıkacak? Hâşâ bu âyetler dinimizin kusurlu bölümleri de biz mi eksiklerini tamamlayacağız!!!

Böyle bir davranış Yahudi temayülünden başka bir şey midir? Bazı Yahudiler de Allah’ı gereği gibi tanımadılar.

En’âm sûresi 91. âyet-i kerîmede “(Yahudiler de) Allah hiçbir insana bir şey indirmedi.” demekle, Allah’ın kadrini gereği gibi takdir etmemiş oldular.

(Rasûlüm! Onlara) “Öyleyse Mûsâ’nın, insanlara nur ve doğru yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Halbuki siz onu bir takım kağıtlara (yazıp) koyuyor, onun (işinize gelen kısmını) açığa çıkarıyor, bir çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’ da size öğretilmiştir. (İşte o kitabı indirin de) Allah’tır de, sonra bırak onları, saplandıkları batakta oynayadursunlar.”

Gelelim aşağılık kompleksine sahip olanları utandıran ya da nefislerine ağır geldiği için ret noktasına gelenleri zorlayan Nisâ Sûresi 34. âyet-i kerîmenin son bölümüne:

Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince, onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür.”

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi de önemli.

“Müslümanlar arasında kısas yapılmasıyla ilgili âyet-i kerîme indiği sıralarda, bir erkek karısına vuruyor. Kadın da Peygamber (s.a.v.)’e gidip:

Kocam bana vurdu, kısas istiyorum” diyor. Peygamber (s.a.v.) de:

Doğru, kısas gerekir” buyuruyor. Kadının da kocasına vurabileceğini söylüyor. Bunun üzerine Allahu Tealâ Nisâ sûresi 34. âyet-i kerîmeyi indiriyor. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:

Biz bir iş murat ettik, Allahu Tealâ ise başka bir iş murat etti. Ey kişi, hanımının elini tut.”

Allahu Tealâ kadının kocasına vurmasını kabul etmiyor, kadınların kocalarına karşı saygılı olmalarını emrediyor. Sonunu anlamak için bu âyet-i kerîmeyi başından itibaren kısaca hatırlayalım.

Rabbimiz birinci adımda: “Erkekler kadınlar üzerine ‘kavvamdır’ yöneticidir, koruyucudur.” buyurarak, aileye genel bir çerçeve çizerek başlıyor, âyet-i kerîmeye, kadın ve erkeğe birlikte sesleniyor.

İkinci adımda, kadınlara hitap ediliyor. “Sâliha kadınlar, iyi kadınlar, gönülden seve seve kocalarına itaat ederler, onlara saygısızlık etmezler” buyruluyor.” Kadın kocasına itaat ederek iki iyiliği birden elde eder. Birincisi kocaya itaati Allah(c.c) emrettiği için aslında Allah(c.c)a itaat etmiş olur ve öncelikle Rabbinin yanında sâliha kadın sıfatı kazanır. İkincisi, kocası ile de güzel bir iletişim için en önemli adımları atmış olur.

Üçüncü adımda, erkeklere hitap, kadınlara da ihtar var. Erkek evin yöneticisi olduğuna göre bu sorumluluğu götürebilmesi için yaptırım yetkisi olması lâzım. Sorumluluğu olup yetkisi olmayan yönetici olamaz. Kadın erkeğe saygı duymuyor, inat ve ısrarla dediğini diyor ve ailenin huzurunu bozacak şekilde davranıyorsa Rabbimiz insan fıtratına en uygun olan eğitim metotlarını sayıyor.

“Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür.”

Öfke ve kızgınlıkta insanın ilk tepkisi genellikle saldırıdır. Kadınlar dilleri ile saldırır, erkekler elleri ile. Âyet-i kerîmenin bundan önceki bölümünde şiddet konusunda ilk uyarı kadınlara gelmişti: “Kocalarınıza gönülden itaat edin.” emriyle kadına dilini ve davranışlarını kontrol etmesi ve psikolojik şiddete başvurarak kocasına eziyet etmemesi emrediliyor.

Âyeti kerîmenin devamında ise erkeğe, öfke karşısında ilk tepkiyi kontrol etmesi tavsiye ediliyor. Kadına vurmak emredilmiyor hatta tam aksi kadına vurmak zorlaştırılıyor. Aynen, kadınların miras hakkı yokken erkeğin yarısı kadar miras hakkına sahip olmaları sağlandığı gibi… Yaratıcımıza hüsnüzan etmemiz gerekiyor.

Bu âyet-i kerîmede bir sıralama var. Rabbimiz erkeğe:

“Sakin ol ve önce güzelce söyle, nasihat et.” buyuruyor. Kadın iyilikten anlıyorsa zaten bu aşamada sorun çözülür.

İyiliğin ve nasihatin faydası olmadı, sorun devam ediyor:

“O zaman, yatakları ayır, ilişkiyi kes.” tavsiyesi var.

Kocasını seven, onun ilgi ve sevgisini kaybetmek istemeyen kadın bu aşamada kendine çeki düzen verir, vermelidir.

Yine olmadı o zaman “vurabilirsiniz” izni var, işe yarayacaksa, bu bir emir değil. Hadisi şeriflerden de yüze vurmadan, yaralamadan, iz bırakmadan vurabileceğini peygamberimizden öğreniyoruz. Âyet-i kerîmenin devamında da “İtaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın.” buyruluyor. Kadınları incitecek şeyler yapılmaması emrediliyor.

Âyet-i kerîmede “Vurabilirsiniz” derken “Vadribûhunne” kelimesi geçiyor. Kelimenin en yaygın kullanış şekli “vurmak” Bunu kabul etmek istemeyenler burada “darabe” kelimesi “misal anlamına gelir, evleri ayırmak anlamına gelir” gibi farklı yorumlarda bulunuyorlar. Fakat hadîsi şeriflere ve âyetin yukarıda geçen iniş sebebine baktığımız zaman burada “vadribûhunne” kelimesinin “vurmak” anlamına geldiği gayet açık bir şekilde belli.

Bütün güvenilir kaynaklarda da bu âyet “vurabilirsiniz” diye tefsir edilmiş. Çünkü Âyet-i kerîmeleri destekleyen hadîs-i şerifler var. “Ben Allah’ın Elçisinin sözünü tanımam” demiyorsak,”Peygambere itaatin Allah’a itaat olduğu” âyetini kabul ediyorsak, peygamberimizin şerefli sözleri ile tamamlandığında âyet-i kerimeden çıkan anlam bu.

İtiraz edenler “Peygamberimiz eşlerinden hiç birine tek fiske bile vurmamış” diyorlar. Peygamberimizin eşlerinin de huysuzlukları olmuş; fakat ya uyarı aşamasında ya da yatakları ayırma aşamasında kendilerine çeki düzen vermişler. Bunları ayetlerde görüyoruz.

Son olarak, eşlerinin topluca başkaldırması hadisesinde ise ayetlerde boşama uyarısı olduğunu biliyoruz.

Erkekler, işe yaramayacaksa hafifçe vurma adımını kullanmayıp, geçimsiz kadını boşama hakkını kullanabilirler. Fakat kaç kadın, kendi hatalı olduğu halde, ikisi arasında tercih yapma durumunda olsa boşanmayı tercih eder. Böyle bir tercih durumunda çoğu kadın “Kocamdır döver de severde” diyecektir.

Kulu en iyi bilen Yaradan’dır. Her insanda şiddete meyil az ya da çok vardır. İnsanda koruma ve korunma güdülerinin içinde vardır şiddet. Yoksa tehlike karşısında kimse kendini koruyamazdı. Şiddet deyince akla önce fiziksel şiddet geliyor. Oysa psikolojik şiddet, fiziksel şiddetten daha çok yaralayıcıdır. Kelimelerle saldırmak, surat asmak, aşağılamak,vb.

Erkekler daha çok beden gücü ile fiziksel şiddet kullanırlar, kadınlar ise gücü yettiklerine elleriyle, gücü yetmediklerine psikolojik şiddet uygularlar.

Annesinden dayak yemeden büyüyen çocuk neredeyse yok gibidir; ama baba dayağı yemeden büyüyen çocuk çoktur. Anneleri tarafından pek çok çocuk dayak yiyor ama “Kadınlar şiddet uyguluyor, kadınlar saldırgan, kadınlara ceza verelim, dur diyelim.” diye kimse ayaklanmıyor. Burada bariz bir “iki yüzlülük” var.

Ayrıca erkek şiddetinde kadın kışkırtıcılığını unutmamak lazım. Bir erkek alkolik değilse, uyuşturucu kullanmıyorsa, ciddi bir ruh hastalığı yoksa, çok tahrik edilmedikçe vurmaz. Kadın cinayetlerinde ya erkek alkollüdür ya da aşırı tahrik ve hakarete uğramıştır, ya da çocukları kendine düşman edilmiştir.

Ülkemizde en son işlenen kadın cinayetlerinin birinde kadın bir yıla yakın bir süre çocuğu babasına kaçırmış. Elbette bu cinayet sebebi olamaz; fakat erkeğin bozulan ruh halini ve psikolojik durumunu göz önüne alırsak, “Erkekler kötü, saldırgan, kadınları öldürüyorlar.” tarzındaki yüzeysel yorumlar yerine, olaylar ile ilgili daha doğru değerlendirmeler yapabiliriz.

Bir seminer sonrası yanıma gelen bir hanım titreyerek ve dolu dolu gözleri ile bana “Kocam geçen hafta beni dövdü, ilk defa bana el kaldırdı, unutamıyorum onu affedemiyorum, ne yapmalıyım.” dedi. Bende “Eşiniz neye kızdı?” diye sordum. “Bir konu da tartışıyorduk elimdeki tepsiyi kafasına fırlattım.” diye cevap verdi. “Sen kocanın kafasına tepsi fırlatırsan o da seni döver, yapacak bir şey yok.”

Aslında Kur’an-i metoda göre, önce uyarması, sonra yatakları ayırması, kadın hâlâ isyankar davranışlara devam ediyorsa o zaman vurması lâzımdı.

Dil ile saldırı da çok kışkırtıcıdır. Mesela, kadın sinirlendiği zaman erkeğin ailesine saldırıyor. Annesinden başlıyor, kardeşlerinden devam ediyor. Ayrıca kocasına “öküz, ayı, şerefsiz, namussuz, hayvan kadar terbiye görmemişsin, sen ne biçim erkeksin” gibi ağır hakaret içeren kelimeleri söylediklerini de ben bizzat hanımlardan duydum.

Yapılan araştırmalarda kadınların yüzde kırkı “Erkeklerin dayak atmada haklı sebepleri olduğunu düşünüyor.” Herkes yaptığını kendi daha iyi bilir. Böyle bir durumda da kadın “Kocamdır, döverde severde, kimse karışamaz.” derse kimse karışmamalı, karı kocayı ayırmak için kışkırtmamalı. Ortada yaralamaya yönelik ağır bir durum yoksa.

Ayrıca şiddetten hoşlanan mazoşist kadınlarda var.

Özetle âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflere bütün halinde bakarsak, dinimiz, ailenin huzurunu bozan geçimsiz kadınlara, işe yarayacaksa son çare olarak vurulmasına izin vermiş; fakat erkeklere sabırlı olmaları ve iyilik adımları ile sorunlara çözüm bulmaları tavsiye edilmiş. Kadınlar erkeklere Allah’ın emanetidir. Haksız olarak kadınlara eziyet ederlese, emanete hıyanet etmiş olurlar.

Psikoterapist Jed Diamond “Hırçın Erkek Sendromu” kitabında kırk yılı aşan meslek hayatından edindiği bilgileri ve şiddet ile ilgili dünyada yapılmış araştırmaları aktarmış. Kitaptan ilgili bölümlerinden yaptığım alıntılarla yazıyı bitirmek istiyorum.

“Şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü: ‘Kişinin kendisine, bir başkasına, bir gruba ya da bir topluluğa karşı, yaralama, ölüm, psikolojik tahribat, kötü gelişim ya da yoksunluk hissi ile sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı yüksek, gerçek veya tehditsel bir bilinçli fiziksel kuvvet ya da güç kullanımıdır.’diye tanımlıyor.”

“Aile içi şiddet evrenseldir. Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı ‘Dünya şiddet ve sağlık raporu’na göre eşe karşı şiddet, istisnasız tüm ülkelerde, tüm kültürlerde ve toplumun her seviyesinde süregelmektedir.”

“Aile içi şiddet kullananlar sıra dışı kimseler değildir. Birçok yönden bizim gibi insanlardır. “

Tüm dünyada erkek şiddetini tetikleyen onur kırıcı olaylar hayret verici derecede aynıdır. Dünya Şiddet ve Sağlık Raporuna göre bu olaylar, kadının erkeğe itaat etmemesi ve sürekli münakaşa çıkarması, erkeği para ve kadınlar konusunda sorgulaması; erkeğin ise kadının yemekleri zamanında hazırlamadığını, çocuklar ve evle yeterince ilgilenmediğini düşünmesi ve kadının cinsel ilişkiyi reddetmesidir.”

“Aile içi tartışmaların %30 ila %80 arasındaki kısmı taraflardan biri veya ikisinin içkili oldukları zamanlarda gerçekleşmektedir.”

“Kadınları kurban, erkekleri ise saldırgan ilan eden günümüz “feminist” yaklaşımı yanlış yönlendirici olabilir ve gerçekte sorunları daha kötü hale getirebilir. Kadınların “iyi”, erkeklerin ise “kötü” olduğu yolundaki sosyal algılamamız, genellikle gerçekleri görmemizi engeller.”

“Şiddet genellikle pasif-agresiftir. Başkaları bizi yaralar, acımızı içimize atarız, sonra öfke olarak yüzeye çıkar ve hiddet şeklinde patlar. “

Son söz: Rabbimizin ayetlerinden utanmayalım. Yaradan’ımızın verdiği akılla Yaradan’dan daha iyi olduğumuzu düşünüyorsak eğer, bu düşünceden dolayı kendimizden ve müslümanlığımızdan utanalım.

Sema Maraşlı – Haber 7