Etiket arşivi: siyaset

OTUR KİTABINI OKU DİYEN ŞEYTAN İĞVALARI 

OTUR KİTABINI OKU DİYEN ŞEYTAN İĞVALARI 

“Din dünyaya âlet olamaz. Ve din, vasıta-i cer ve maddî menfaatı kat’iyyen kabul edemez.”[1] 

Reylerimizle ve bilhassa fikirlerimizle bir siyasi partiyi veya ittifaka destek vermemiz vatandaşlık hakkıdır ve vazifesidir. Bazı kesimlerin oy kullanmak şirktir gibi sözlerinin de bir mahiyet-i harbiyesi bulunmamaktadır. Çünkü bi taraf olan ber taraf olur ve şıkk-ı muhalifi iltizama sebeptir. Bu başka bir yazı mevzuu olduğu için bilahare bunu da izah ederiz inşallah. 

Risale-i Nur okuyan kimseler olarak Kur’an-ı Hakimin derslerini hiçbir şeye alet edemeyiz ve zaten de o elmas hakikatler alet olmazlar. Çünkü, “İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.”[2]

 “İman hizmeti, iman hakaikı, bu kâinatta her şeyin fevkindedir; hiç bir şeye tâbi’ ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalalet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi’ veya âlet telakki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur’an-ı Hakîm’in hizmeti bize kat’î bir surette siyaseti yasak etmiş.”[3] Yasak etmesi günlük siyaset cihetiyledir yoksa ülkenin ve milletin ve hatta ümmet-i Muhammed’in (asv) hukukunu alakadar edecek meseleler günlük ve bir cihette bizce men edilen siyaset değildir. Amme hukuku manasındadır. 

Yaklaşan süreçte tercihlerimiz de bu minval dairesindedir. Kur’an-ı Hakimin makbul bir hizbi olan Nur Talebelerinin seçim süreçlerinde ne açık ne gizli hiçbir partiyle pazarlıkları söz konusu değildir. Fakat nurları alet etmek isteyen mihraklar çeşitli algı oyunlarını her süreçte önümüze sermektedir. 

Nur Talebelerinin bir tercihte bulunması, yapılan her şeyi tasvip manasına gelmemektedir. Süreç içinde var olanlar içinde tercihtir. Müspet manada her türlü tenkid de yapılmaktadır, yıkıcı devrimci değil bilakis onarıcı ve yol gösterici olarak.  

Vazifedar olan veya etkisi yetkisi olanların boynuna bir vecibe de hiç şüphesiz ki,“Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir.”[4] Buna ilm-i siyaset de denmektedir. Yani neyi nerede ne kadar diyeceğini bilme ilmi. 

Biz nur talebeleri bu süreçlerde daima Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına”[5] prensibini ihtiyar ve şiar ediniriz. Fakat nurları alet eden veya etmeye hevesli olan bazı dış mihrak kaynaklı ve menfatini ön planda tutan bazı aldanmış veya aldatılmış kimseler/gruplar menfaatleri nerede olursa orada saf tutacakları da aşikardır. 

Bizler “Risale-i Nur dünya işlerine âlet olamaz, dünya işlerinde siper edilmez. Çünki, ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksadlar onunla kasden istenilmez. İstenilse ihlas kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir.”[6] İkazını daima göz önünde ve kulaklarımızda yankılanan bir söz ve hakikat olarak görmekteyiz.

Biz Nur Talebelerine sürede siyasete hiç karışmayın, tarafsız olun, oturun kitabınızı okuyun karışmayın demeye kalkacak olanlara verilecek cevabımız belli. Okuduğumuz hakikatler maddi ve manevi sahada mesul ve mükellef olduğumuzu bize ders veriyor. Yani tatlı su Müslümanı olmayın diyor.

  Nur Talebelerinin, Diyanet, siyaset ve içtimai hayatta mükellef olduğu vazifelerinin olduğunu unutmamak gereklidir. Otur kitabını oku bir şeye karışma gibi lakırdılar, 15. Sözde de dediği gibi şeytanın iğvalarıdır, lafı güzafıdır. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL 

[1]Kastamonu Lahikası ( 49 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 96 )

[3] Kastamonu Lahikası ( 137 )

[4] Mektubat ( 265 )

[5] Emirdağ Lahikası-2 ( 206 )

[6]Kastamonu Lahikası ( 262 )

 

Kaynak: Kastamonur

 

www.NurNet.org

SİYASETİN NERESİNDE NUR TALEBELERİ

Siyaset, devlet işlerini tanzim ve terbiye edip, eğitmek manalarına gelmektedir. Her devletin bir politikası –kullandığı yöntemi- ve bir siyaseti –tanzim ve terbiyesi- var. Bunlar değişkenlik göstermektedir. O kadar ki bölgeden bölgeye, mahalleden mahalleye kadar . .

Bediüzzaman Said NURSİ ve Talebeleri siyasetin neresinde ?

Bu sualden evvel kısaca siyasal tarihe göz atalım sonra buna cevap verelim.

Siyasal tarih içerisindeki hadiseleri tahlil eden Bediüzzaman, tek parti dönemlerinde yani Van, Burdur, Barla, Kastamonu, Afyon hayatı sürecinde siyasete temastan imtina etmiş, kaçınmıştır. Hatta o zamanlarda telif ettiği eser ve mektuplarında da talebelerine siyasetten uzak kalmayı tavsiye etmiştir ısrar ile. Külliyat-ı Nuriyede bunun nice emsali var.

Takvimler 1950’lere gelip çok partili siyasal hayatın kendisini iyice hissettirdiği dönemlerde Bediüzzaman Said NURSİ talebelerini eski zihniyet veya farklı zihniyetlerin partileşmiş hallerine karşı muhafaza etmek için mektuplar neşretmiştir. Bilahare bu mektuplar ”Beyanat ve Tenvirler” namıyla bir araya getirilip neşredilmiştir Sözler Neşriyat vasıtasıyla.

Bediüzzaman Said NURSİ, siyasal arenayı tahlil ederek temelde dört zihniyet olduğu ve gerisi ise bunların fürüatı olduğunu beyan etmiştir. (*) Emirdağ Lahikası 2’de siyasi tahliller görülecektir. Adnan MENDERES’e mektupları ve bu mektuplarında, Ayasofyanın ibadete açılması, Tevafuklu Kur’an-ı Kerimin tab’ı, Ezan-ı Muhammedinin (asv) aslına döndürülmesi olmuştur. Ezan-ı Muhammedinin (asv) aslına döndürülmesiyle Demokratların on kat daha kuvvet bulduğunu ifade etmiştir. (1)

Bediüzzaman Said NURSİ, “âlem-i İslâm nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum” (2) gibi mektuplar neşrederek Dinsizlik ve komünistlik fikirlerinin parti halinde karşımıza çıkmış olmasıyla nur talebelerinin vahdet ve intizamını muhafaza etmek için say u gayret etmiştir. Siyaset cazip olması ve herkeste nefs-i emmare bulunması ve bu emmare olan nefsin aldatıp aldanmasına mani olmak için yaptığı da aşikardır Bediüzzaman Said NURSİ’nin bu işleri.

Bediüzzaman Said NURSİ, daima Demokratları destekler beyanlar ve izahlar vermiştir. Hatta daha dindarlarında da kurmuş olduğu partiler varken onlara destekleyici beyanları olmamıştır. Mesela, İttihad-ı islam partisinin kurucusu Cevad Rifat ATİLHAN, Bediüzzaman Said NURSİ ile görüşmüş ve fikirlerini beyan etmiştir kendisine. ATİLHAN’ın ziyaretinden sonra “dört parti mektubu” yayınlanmıştır.

Bediüzzaman Said NURSİ, hizmetin intişarı ve talebelerinin vahdetini muhafaza ederken daima müsbet hareket etmiştir.

Şimdi gelecek olan mehazlara bakıldığında sualimize cevap gelecektir.

“Demokratlar Nurların neşrine müsaadekâr olmaları ve eskiden beri Nur’un men’ine dair zulümleri yapmadıklarından, Demokratın hatırı için seçimlerle alâkadar olduk. ” Emirdağ-2 – 215

” İttihad-ı İslâm’dan olan Nurcular büyük bir yekûn teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır. ” Emirdağ-2 – 25

“Demokrat’a karşı eski partinin müfrit ve mason veya komünist manasını taşıyan kısmı, iki müdhiş darbeyi Demokratlara vurmaya hazırlanıyorlar. Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) efradının çoklarını astılar. Ve Ahrar denilen Demokratları, kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar. Aynen öyle de: Şimdi bir kısmı dindarlık perdesine girip Demokratları din aleyhine sevketmek veya kendileri gibi tahribata sevketmek istedikleri kat’iyyen tebeyyün ediyor. Hattâ ulemanın resmî bir kısmını kendilerine alıp, Demokratlara karşı sevketmek ve Demokratın tarafında, onlara mukabil gelecek Nurcuları ezmek; tâ Nurcular vasıtasıyla ulema, Demokrata iltica etmesinler. Çünki Nurcular hangi tarafa meyletseler ulema dahi taraftar olur. ” Emirdağ-2 – 25

“Maatteessüf bazı müfrit ve mason ve komünistler, Demokrat aleyhinde olduğu halde kendini Demokrat gösteriyorlar ki; Demokratları tahribata sevketsin ve din aleyhinde göstersin, onları devirsin.” Emirdağ-2 – 25

“Zemin ve semavatı hiddete getirecek ve mevcudatı ağlatacak bu müdhiş kararın Demokratlar aleyhinde Halk Partisi’nin müfrit adamları tarafından tertib edilen bir plân olduğundan kat’iyyen şübhemiz yoktur. Zira Nur talebelerinin Demokratları muhafaza ettiğini ve Demokratların kuvvetli bir istinadgâhı olduğunu müfrit şeytanlar anlamışlar. ” Emirdağ-2 – 29

“Bu vatanda dinsizlikle ve istibdad-ı mutlak ve eşedd-i zulme karşı yirmiyedi yıldır perde altındaki hususî neşriyatla hârikulâde bir feragat-i nefisle mücahede eden Bedîüzzaman Said Nursî’nin vücuda getirdiği muazzam Nur Talebeleri câmiasının Demokrat Parti’yi muhafaza ettiğini Halk Partisi’nin müfrit dessasları anlamış..”Emirdağ-2 – 29

“Yüzbinlerle Nur talebelerini Demokratlar aleyhine çevirip, Demokrat Partisi’nin sessiz, sadâsız, gösterişsiz, fakat dindarlıklarıyla gayet muhkem bir istinadgâhını yok etmek ve Demokrat hükûmetini yıkmaktır. Bu müdhiş ve şeytanî plânın akîm kalması için… ” Emirdağ-2 – 30

Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum: Nasıl Ezan-ı Muhammediye’nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de Ayasofya’yı da beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. ” Emirdağ-2 – 164

“Bu mes’elenin ihyasıyla hasıl olan nur ve feyiz, Demokrat hükûmetin en büyük ve cihandeğer bir hizmeti olarak ebede kadar misli görülmemiş bir parlaklıkla lemean edecektir ve beynelmilel bir itibarı temin edecektir.”Emirdağ-2 – 186 “Nur Talebeleriyle Nur Risaleleri ve onların bu büyük hizmet-i Kur’aniyeleri Demokrat Hükûmetinin bir büyük hasenesidir ki, mübarek âlem-i İslâm’daki hareket-i İslâmiye bu hükûmet-i demokrasiyeyi takdir ve tahsinle karşılıyor. ” Emirdağ-2 – 171

Üstadımız Bedîüzzaman Hazretleri, şimdi Kur’an ve İslâmiyet ve vatan hesabına bütün kuvvetiyle ve talebeleriyle, dersleriyle Demokrat Parti’nin iktidarda kalmasını muhafazaya çalıştığına, biz Demokrat Parti mensubları ve Nur Talebeleri kat’î kanaatimiz gelmiştir. Üstadımızdan, ne için Demokrat Parti’yi muhafazaya çalıştığını sorduk, cevaben: “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki Halk Partisi, İttihadcıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbarıyla, onbeş senede yaptığı icraatının kısm-ı a’zamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyyen iktidara getirmeyecek. Çünki Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat’iyyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez. İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.” Emirdağ-2 – 206

“Üstadımız Bedîüzzaman gibi mübarek ve muhterem bir zâtın Demokrat Parti’ye yaptığı yardımı kıskanan Halk Partisi ve Millet Partisi elemanları, iktidar partisi yapıyormuşçasına çeşit çeşit bahane ve eziyet yaparak Üstadımızı Demokrat Parti’den soğutmak için var kuvvetleriyle çalıştıklarına kat’î kanaatımız gelmiş.” Emirdağ-2 – 207

“Demokratlar Nurların neşrine müsaadekâr olmaları ve eskiden beri Nur’un men’ine dair zulümleri yapmadıklarından, Demokratın hatırı için seçimlerle alâkadar olduk. ” Emirdağ-2 – 215

“Demokrat Parti’yi, Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” Emirdağ-2 – 206

“biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’an menfaatına kendimizi mecbur biliyoruz. ” Emirdağ-2 – 208

“Evvelki defa gibi bu defa da Nurcuların epey faidesi, Demokrat lehine oldu. Üstadımıza ve Nurlara en ziyade faidesi dokunan eski Adliye Vekili Hüseyin Avni ve Senirkent meb’usu Tahsin Tola herkesten ziyade kazanmaları lâzım iken kazanmamaları bizi çok müteessir etti ..” Emirdağ-2 – 215

“Tahsin Tola’nın ehemmiyetli çalışmasıyla Sözler mecmuası resmen Ankara’da tab’edilmesiyle hem asayişe, hem Demokrata, hem bu vatan ve millete yüz sene meb’usluk etmek kadar faidesi oldu. ” Emirdağ-2 – 215

“Halkı Demokrat hükûmet aleyhine geçirmek plânlarını takib eden muhtelif gazetelerin diğer bir zahir yalanları ise,…” Emirdağ-2 – 218

“Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ehvenü’ş-şer olarak bakınız. Daha a’zamü’ş-şerden kurtulmak için onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun.” Emirdağ-2- 245

“Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. ” Münazarat – 17

“Bence yol ikidir: Mizanın iki kefesi gibi; birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı, Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halîm’e vurmam. Nazarımda, vuran da sefildir.” Sünuhat – 55

“Benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler.”  Emirdağ 2 – 245

Bütün bu mehazlardan ders alan Nur Talebeleri azam-üş şere karşı ehveni tercih ediyor. %0 siyaset diyerek nur talebeleri içinde bulunan bazı aklı evveller cemaati aldatmak için, ehvenin kusurlarını serrişte ederek azam-üş şer’i adeta kutsamak ve insanları ona destek etmek için var güçleriyle çalışıyorlar.

Bediüzzaman Said NURSİ’nin yolunda sadakatle yürüyen insanları sadece imani meselelerle meşgul edip, içtimai meselelerde tepetaklak etmek istiyorlar. Bediüzzaman Said NURSİ’nin varisleri mazide de şimdi de ve istikbalde de daima RİSALE-İ NUR HİZMETİNDE RİSALE-İ NUR PRENSİPLERİYLE HAREKET EDEREK, ŞERE ASLA TARAFTAR OLMAYACAKLARDIR İNŞAALLAH.

“Allah kimseyi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürsede fahişçe etmesin, fahişçe ederse, kabartmasın. Şişirip kabartırsa da perişan etmesin. Perişan ederse sersem ve serhoş, âvâre etmesin.” (3) amin amin amin

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak Linki : https://www.nurdanhaber.com/tr-tr/haberler/71655/siyasetin-neresinde-nur-talebeleri/

İdareye Talib Olmak Müsbet Hareketi Parçalar

İdareye Talib Olmak Müsbet Hareketi Parçalar

 “Biz, kudsî hizmetimizde daima müsbet hareket ediyoruz.”[1]

            “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” [2]

“Hemen umumiyetle, Risale-i Nur hizmetinin yegâne maksadı olan imanın kuvvetlenmesinin vatan ve milleti tehdit eden dinsizlik ve komünistlik tehlikesine mâni olduğunu; şimdi en elzem vazifenin, fertlere ve cemiyete düşen hizmetin imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek bulunduğunu; zamanın en büyük dâvâsının Kur’âna sarılmak olduğunu, Risale-i Nur bütün kuvvetiyle bu meseleye hasr-ı nazar ettiğinden, vatan ve millet düşmanları, gizli dinsizler, bahanelerle hücuma geçip aleyhte tahriklerde bulunduklarını; “Fakat biz müsbet hareket etmeye mecburuz. Elimizde Nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak Nura kâfi gelir” diyerek Nur’un din düşmanlarını mağlûp edeceğinden müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğundan, Risale-i Nur’un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını; mesleğimizin en büyük esasının ihlâs olduğunu, rıza-i İlâhîden başka hiçbir maksat ittihaz edilemeyeceğini, Nur’un kuvvetinin işte bu olduğunu; ihlâsla, müsbet hareket etmekle inayet ve Rahmet-i İlâhiyenin Risale-i Nur’u himaye edeceğini.. ilâ âhir.. beyan ederdi.”[3]

            Nur talebeleri okuduklarını günlük hayatın her sahasında göstermekle mükelleftir. Okumak, anlamak ve yaşamak üç mühim meseledir. Hani şimdi kombin diyorlar ya hani.. farklı parçaların bir bütünlük oluşturması manasında. İşte bu üç kelime de bir bütünlük arz etmektedir.

            Nur talebelerinin vazifesi devleti idare etmek değildir. Çünkü Nurcuların bir şiarı şudur “bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanı kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.” [4] hakiki nurcular var olan tüm gayretlerini buna sarf ederler. Devlet idare etmeye talip olmazlar. Holigan tarzında bir partinin peşinde de gezmezler. Çünkü nurcuların gayesi siyasi değildir. İmani ve islamidir.

            Peki nurcuların siyasi ölçüsü nedir denilirse kısaca buna da değinelim.

            Nurcular, siyasette merkeze Halk Partisini koyar. Bunun karşısında, Halkçılara göre daha müsbet ve demokratik olan, nur hizmetine daha az zarar veren veya az müsaadekar ve müsamahakar olanlara ehven’ü-ş şer olarak destek verirler. Çünkü Halk Partisinin mazisi karanlık ve kanlıdır. Bu sebeple Halkçıların karşısıdaki yukardaki özelliklere sahip olan partiye destek verirler.

            Seçim zamanı menfi yani olumsuz eleştiriyi ehven’ü-ş şer olarak gördükleri partiye yapmazlar. Seçim sonrası ise müsbet yani olumlu eleştiriler veya tavsiyelerde ihtiyaca göre bulunarak ehven’ü-ş şer olarak gördükleri partinin müsbet hizmetlerinin artmasını temenni ederler.

            Yat, kat, arsa için değildir bu destekleri. İman, Kur’an, vatan ve milletin selameti içindir. En büyük müfessir olan tarih göstermiştir ki, yönetime talip olanlar ya istediklerini elde etmişlerdir ama dini kimliklerinden uzaklaşmışlardır. Ve bir süre sonra ekalli kalil olmuşlardır.

Nurcular ise, tarihi iyi okumuş ve siyasiler tarafından rakip olarak anılıp, milletçe bunlar siyasidir imajını vermemek için idareden uzak kalmış olup destek açıklaması yapmıştır ehven’ü-ş şer olarak gördükleri partiye. Tabi ki destek verirken bütün bütün her şeyini tasvib ederek değil.. müsbet manadaki hizmetlerini tebrik etmiş ve müstakim hizmetlerinin artması için dua edip yol gösterici tavsiyelerde bulunmuşlardır.

     “birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.” [5] kaidesini de iyi okumuşlarve mizansız mücadele tarzında bir boğuşmaya, itiş kakışa girişmemişlerdir nurcular, idare ile.

“daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek…” [6]temel gayeleri olan islamiyetin ihyası için toplumda şeair-i islamiye için gayret etmişlerdir.

Başka meslek ve meşreblerin hareketleri veya yanlışlarıyla, tüm işlerini bırakıp onlara hücum etmemişlerdir. Yanlışları izah edilerek gene kendi hizmetleriyle meşgul olmuşlardır. Çünkü, “Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.” Kaidesini hizmetlerinin temel prensiplerindendir.

Nur talebelerinin kanaat önderleri mesabesinde bulunan, Bediüzzaman hazretlerinin varisleri ve talebeleri cemaatin nabzını tutarak ve bu kadar kalabalık bir cemaatin vahdetini muhafaza etmek için dönem dönem beyanatlarda bulunmaları da bu sebepledir. Şimdilerde bazıları Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimizin beyanlarından rahatsız olmaktadır. Tabir-i caizse hadd-i buluğundan itibaren Bediüzzaman hazretlerinin yakınlarında ve nezaretinde hizmet dersi almış olan Hüsnü BAYRAMOĞLU ağabeyin beyanatları nurlardan ve Üstadımızdan aldığı derse binaendir. Çünkü nurun sahipleri, naşirleri, erkanlarının istikameti muhafaza etmek için bayanda bulunmaları elzemdir. Üstadımız da ve sonrasında erkan ağabeylerimizin hepsi bu vazifeyi ifa ettiler.

Hüsnü ağabey hakkında menfi konuşanlar, eminim ki, üstadımızın Menderes için beyan vermesini ve talebelerine Demokrat/Ahrarlara destek vermesini de tenkid ediyorlardır. Bu tenkid bir hastalıktır. Kalb ve ruha sirayet ederse her şeyde bir tenkid kapısıarıyorlar. Öyle ki belki Efendimiz (a.s.v.) zamanında ols

a O’nu da tenkid edecek kadar ifrat bir hal alacaklardı.

Bizler nur talebesiyiz ve mizanımız ise, Kur’an, Sünnet, icma’ ve kıyastır. Kıyası kafa fenerimize göre değil nurlardan aldığımız derslere göre yaparız. İşte ehven’üş-ş şer de böyledir.

Bizler bir partiye destek verirken tüm icraatlarını destekleyerek değil, var olan mevcud içerisinde – bizce – en müsbet ve iyisini seçeriz.

Hüsnü BAYRAMOĞLU ağabeyimizin de beyanatları yerinde ve muvafıktır. Yanlış adım atılmaması için lahikalar yayınlayarak Nur cemaatinin vahdetini muhafaza etmek emelindedir.

Rabbim kendisine sıhhatli ve istikametli hayırlı ömürler ihsan etsin inşaallah.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mektubat ( 419 )

[2] Emirdağ Lahikası-2 ( 241 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 463 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 482 )

[5] Mektubat ( 268 )

[6] Lem’alar ( 151 )

 

Kaynak: RisaleHaber 

 

www.NurNet.Org

Bir mübarek mevsim nasıl heba edilir?

Dünyanın bir numaralı ömür öğütücüsü siyaset, Üç Ayların en feyizli iki ayını bütünüyle işgal ve heder etmek üzere toplumumuzu esir almış bulunuyor.

Artık gündemimizde “Bir daha asla geri dönmeyecek olan bu faziletli günleri nasıl ebedî bir kazanca çevirebilirim?” sorusu yer almıyor. Şimdi en kıymetli dakikalarımız, derken saatlerimiz, derken günlerimiz ve haftalarımız, sosyal medyanın pisliklerini eşelemek ve birbirimize lâf yetiştirip kibir yarıştırmakla geçiyor. Bütün ins ve cin şeytanları bir araya gelse, milyonlarca insanın himmetini böyle kudsî bir mevsimde dünyanın en seviyesiz tartışmalarıyla hebâ etmek ve böyle bir muhabbet zamanında milleti birbirine düşürmek için bundan daha tesirli bir yol bulabilirler miydi?

Eğer “Memleketin mukadderatını ilgilendiren bu kadar önemli bir meseleden habersiz mi kalalım?” denecekse:

Bu meselelerde hemen herkes ne yapacağını zaten biliyordur. Oy verme günü geldiğinde gider, memleketin mukadderatında sizin payınıza düşen görevi yerine getirir, sonra işinizin başına dönersiniz. Bu geniş siyaset dairesinde her birimize düşen vazife bundan ibarettir. Yoksa, memleketin mukadderatını belirleyecek olan, bizim her gün televizyon başında veya internet dünyasının muzahrefatına batmış şekilde geçirdiğimiz günlerin sayısı değildir. Bu sayı ancak kendi mukadderatımızın belirlenmesinde bir rol oynar; o rol de ortaya çıktığında hangi fırsatları tepip hangi belâları başımıza musallat ettiğimizi anlayıveririz, ama iş işten geçmiş olur! En iyisi, biz şimdiden kısa bir hesap yaparak manzarayı bütün halinde görmeye çalışalım:

Bir örnek olarak, dünkü günümüzden kaç saatini bu şekilde heba etmiş olabiliriz: bir, iki, üç, beş, on?

Oldukça mütevazi bir rakam olarak, üç diyelim. Altmış günün toplamında bu rakam 180 saati bulacaktır.

Sonra da bu altmış günün “kazancını” bulmaya çalışalım:

Hangi konuda bilgimiz arttı? Ne öğrendik? Birinin yardımına mı koştuk? Bir gönüle mi girdik? Defterimizin hayır hanesine ne kadarlık bir yatırım yaptık? Din veya dünya için ne kazandık? Şu kadar kitap mı okuduk? Bu kadar hatim mi indirdik? O kadar hadis mi öğrendik? Bir sanat mı edindik? Lâf ebeliğinden ve sövüşmekten başka bir beceri mi kazandık?

Veya, Bediüzzaman Said Nursî’nin bu konudaki mükerrer ikazlarından şu ibret dolu mektubu bir kere daha pürdikkat okuyalım:

***

Sual: Bize verdiğiniz cevapta diyorsunuz: Siyasî geniş daireleri merakla takip eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder. Bunun izahını istiyoruz.

Elcevap: Üstadımız diyor ki:

Evet, bu zamanda merakla radyo vasıtasıyla ciddi alâkadarâne küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır, mânevî bir divane olur; ya kalbini dağıtır, manevî bir dinsiz olur; ya fikrini dağıtır, mânevî bir ecnebî olur.

Evet, ben kendim gördüm: Lüzumsuz bir merakla mütedeyyin iken âmi bir adam, beride ilme mensubiyeti varken, eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlûbiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytten seyyidler cemaatinin bir kâfire karşı mağlûbiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmi bir adamın alâkası, bir geniş daire-i siyaset hatırı için böyle kâfir bir düşmanı, mücahit bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acip bir misali değil midir?

Evet, haricî siyaset memurları ve erkân-ı harpler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesâili, basit fikirli ve idare-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla onları meraklandırıpruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve mânen öldürmekle dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemâl-i merakla, onlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz mesâil-i siyasiyeyi radyoyla ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki, ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.

Evet, her bir adam vatanıyla, milletle, hükûmetle alâkadardır. Fakat bu alâkadarlık, muvakkat cereyanlara kapılıp millet ve vatanı ve hükûmetin menfaatini bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tâbi etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber; o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalb ve ruhundan idare-i şahsiye ve beytiye ve diniye, ve hâkeza, çok dairelerden hakikî vazifedar olduğu hizmet ve alâka ve merak on, yirmi, belki yüzdür. Bu ciddî ve lüzumlu bu kadar alâkaların zararına olarak, o birtek lüzumsuz ve ona göre mâlâyâni olan siyaset cereyanlarına feda etmek dîvanelik değil de nedir?

Ümit Şimşek

‘Müsbet Hareket’ nedir, ne değildir? (2)

—Karşılaştırmalı bir analiz

Bu girizgâhtan sonra, ‘müsbet hareket’in ne olduğuna gelirsek:

1. Müsbet hareketin birinci esası, ‘müsbet ihtilaf’tır:

Uhuvvet Risalesi: “Hadîsteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır. Yani, her biri ken­di mesleğinin tamir ve revâcına sa’y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilâf ise—ki garazkârâne, adâvet­kârâne birbirinin tahribine çalışmaktır—hadîsin nazarında merduttur. Çünkü bir­biriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.”

Birinci İhlas Risalesi: “Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.”

Kastamonu Lâhikası, 156. Mektup: “Mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor.”

2. Müsbet hareketin ikinci esası, siyasetten istiaze ve içtinabdır. Bu esas, bugünkü iman hizmetini yarına ait bir siyasî hedefe basamak görmemeyi, tasarlamamayı ve yapmamayı gerektirir.

Çünkü bu;
– “Amelinizde rıza-yı ilâhî olmalı” ihlas düsturunu zedeler.

– Yapılan dinî hizmetin bir siyasî eğilime eklemlenmesi ve onun elinde araçsallaşması sonucunu üretir; dahası dini siyasete âlet etme riskini getirir.

– Siyaset adına adalet-i mahzâ ilkesinden taviz vermeye ve siyaset adına zulmü işlemeye veya savunmaya sevkeder.

– Yapılan hizmetin safiyetini bozar, inandırıcılığını zedeler, etkisini kırar.

– Siyaset tarafgirliği içinde, muhalif siyasî görüşe dinin tebliği imkânını zedeler; oysa iman hizmetinin kapsama alanı bütün insanlardır; toplumun yüzde yüzüdür.

Ondördüncü Şua:

“Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar siyasete ve ida­re işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünkü

(i) hâ­li­sâne hizmet-i Kur’âniye, onlara herşeye bedel, kâfi geliyor.

(ii) Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hiz­metin kudsiyetini bozacak.

(iii) Hem maddî mübarezede şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdat ile, birinin hatâsıyla onun mâsum çok taraftarlarını ezmek lâzım gelecek. Yoksa, mağlûp düşecek.

(iv) Hem dünya için dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında Kur’ân’ın hiçbir şeye âlet olmayan kud­sî hakikatleri, bir propaganda-i siyasette âlet olmuş tevehhüm edilecek.

(v) Hem mil­le­­tin her tabakası, muvafıkı ve muhalifi, memuru ve âmisinin o hakikatler­de his­se­­leri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirtleri, tam bîtarafane kal­mak için siyaseti ve maddî mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lâ­zım gel­miş.”

Onüçüncü Mektup:

Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kàfile-i beşer dü­şe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı mümkün olduğu ka­dar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ek­se­ri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmi­si, sar­hoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bu­laştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu gö­remiyorlar. İşte bunlara karşı iki çare var:

Birisi, topuzla o sarhoş yirmisini ayıltmaktır.

İkincisi, bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir.

Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki, o biçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösteril­se de, bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için, emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam, “Acaba nurla beni celb edip topuzla dövmek mi istiyor?” diye telâş eder. Hem de bazan arızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner. 

İşte, o bataklık ise, gafletkârâne ve dalâlet-pîşe olan sefîhâne hayat-ı içtimai­ye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O müte­hayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak isti­yorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyaset cereyan­larıdır. O nurlar ise hakaik-i Kur’âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz.

İşte, ben de, nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için,اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ [1] de­yip, siyaset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım. Gördüm ki, siyaset ce­re­yanlarında, hem muvafıkta, hem muhalif­te o nurların âşıkları var. Bütün siya­set cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkâ­râne telâk­ki­yatlarından müberrâ ve sâfi olan bir ma­kamda verilen ders-i Kur’ân ve göste­ri­len envâr-ı Kur’âniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham et­­memek gerektir—meğer dinsizliği ve zındı­kayı siyaset zannedip ona ta­rafgir­lik eden insan suretinde şeytanlar ola veya be­şer kıyafetinde hayvanlar ola!

Elhamdülillâh, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatle­ri­ni propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirme­dim. Belki, gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarz­da zi­ya­deleştiriyor.”

Rüyada Bir Hitabe:

“…umumun mâl-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, ka­vî bir ekseriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.”

Onikinci Şua:
“Bu defaki küçük müdafaatımda demiştim:

“Risale-i Nur’daki şefkat, vicdan hakikat, hak, bizi siyasetten men etmiş. Çün­kü mâ­sumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz.” Bazı zâtlar bunun iza­hını is­tediler. Ben de dedim:

Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık ve asabi­yet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zu­lüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak; o hâlette o da azlem ola­cak ve mağlûp kalacak. Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden in­sanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, peri­şan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz za­yi­a­ta mukàbil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmi­sil kaide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz biçare­le­ri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.

İşte, Kur’ân’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karış­maktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik.

Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapan­mıyor. Ve zahmet ise rahmete kalb oluyor. Elbette biz sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile, icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise, insafa, adale­te, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıttır, muhaliftir.

Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inziba­tın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dün­yada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoş­lanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir tâun-u beşerî ve maddiyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî memur­ları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz:

Değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler, Kur’ân’ın kuvvetiyle, Allah’ın inâyetiyle kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka ve o zındı­kaya teslim-i silâh etmeyiz!”

3. Müsbet hareketin üçüncü esası, ‘manevî cihad’dır; şiddet kullanımının ve devrimci-ihtilâlci tutumların reddidir.

Onbirinci Şua:

“… o tarihte, dini, dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve müca­hede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükü­metlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükümet, lâik cum­hu­ri­­yete dö­ner. Fakat ona mukàbil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla ola­cak. Çünkü, dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek dere­ce­de kuv­vetli burhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’ân’dan çı­­ka­cak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.

Hem, tâ [2] خَالِدُونَ kelimesine kadar, Risale-i Nur’daki bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o muvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman ve karanlıkları karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki, o tarihte bulunan ci­had-ı mânevî mübarezesinde büyük bir kahraman “Nur” namında Risale-i Nur’­dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun mânevî elmas kılıcı, maddî kılıçlara ihtiyaç bırakmıyor.

Evet, hadsiz şükürler olsun ki, yirmi senedir Risale-i Nur bu ihbar-ı gaybı ve lem’a-ı i’câzı bilfiil göstermiştir. Ve bu sırr-ı azîm içindir ki, Risale-i Nur şa­kirtleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyor­lar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar.”

Onaltıncı Lem’a:

“Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyet-i siyasiye karşısında bana, hem alâka­dar olduğum çok kardeşlerime kavî bir ihtimalle ferec verecek bir teşebbüs et­mek lâzımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermeyerek, bilâkis, beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zatlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: “Sana işkence eden bu mübtedi’ ve kısmen müna­fık baştaki insanların takip ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?” Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki:

Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir da­lâ­letle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nur­dur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset to­puzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Mü­­nafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah et­mez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder. Hem nur, hem to­puz-iki­sini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuv­ve­tim­le nu­ra sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa ol­sun bak­mamak lâzım geliyor.

Amma maddî cihadın muktezası ise, o vazife şimdilik bizde değildir. Evet, eh­li­ne göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fa­kat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tuta­cak elimiz yok.”

[1] Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım.

[2] “Ebediyen kalıcıdırlar.” Bakara Sûresi, 2:257.

Metin KARABAŞOĞLU – risalehaber.com