Etiket arşivi: Sorularla Risale

Rumuzat-ı Semaniye Risalesi nedir?

Rumuzat-ı Semaniye Risalesi nedir? Neden gizli tutulmuştur, neden bahsetmektedir?

Değerli Kardeşimiz;

Evvela şunu belirtmek isteriz ki, bu Risale basılmış ve piyasada mevcut olup, Külliyat neşri yapan yerlerden temin edilebilir.  

Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Sekizinci kısmı Rumuz-u Semaniye olarak da anılır. Diğer yandan aynı risalede yer alan Üçüncü ve Dördüncü Kısım ile Yirmi Sekizinci Mektub’un bazı parçaları içinde bulunduğundan, eserin genel ismi Yirmi Dokuzuncu Mektubun İkinci Makamı’dır.

Sekiz Remizden meydana gelen bu eserde, adından da anlaşılacağı gibi, Kur’ân-ı Kerim’deki bazı ayet-i kerimeler cifir ilmi çerçevesinde izah edilmekte, kelimelere, hattâ harflere varıncaya kadar gizli kalan ince mânâlar açıklanmaktadır. Üstad Hazretlerinin bu remizlerin temeli olarak âyetlerin doğrudan anlaşılan mânâlarıyla, cifir ilmi çerçevesinde yapılan yorumlar arasındaki uyumu gösterir. Bu uyum, cifir ilminin mühim bir düsturu, gizli ilimlerin ve Kur’ân-ı Kerim’de gizli olan bir kısım sırları açığa çıkaran mühim bir anahtarıdır. Her bir remizde her bir harfine kadar bütün Kur’ân-ı Kerim’in ne kadar muntazam, sırlı ve mânâlı olduğu gösterilir.

“Rumuzat-ı Semaniye” Risalesini özet olarak sizlere takdim ediyoruz:

Hurûf-u Kur’âniye ne kadar muntazam ve esrarlı ve mânâlı olduğunu gösteren “Rumuzât-ı Semâniye” nâmındaki sekiz küçük risâlelerden oluşmaktadır. Ayrıca cifir hesabıyla ilgili bilgileri ihtiva etmektedir.

Rumuzat-ı Semaniye’nin Birinci remzi altı adet küçük remiz ile tamamı yüz yirmi sayfa olan matbu Arabi İşaratu’l-İ’cazın tevafukatını ve Kur’an ile örtüştüğü noktaları izah eder.

İkinci ve Üçüncü Remiz: Kenzü’l-Arş duâsının feyzinden gelen nüktelerinden bahseder.

Dördüncü ve Altıncı Remiz: Kevser Sûresinin sırları Cifir ilmi çerçevesinde ele alınır.

Beşinci Remiz: Nasr (İzace…) sûresinin sırları hakkındadır.

Yedinci Remiz: Kur’ân’ın mu’cize oluşu ve kudsî meziyetlerinden bahsederek, her sayfa ve sûresinde Allah lâfzı, Rab, Rahim, Rahmân, Kur’ân, Resûl kelimeleri ve harfleri, rakamsal cetvellerle kayıt altına alınmıştır.

Sekizinci Remiz: Bu remiz İhlâs, Felâk, Nâs ve Fâtiha sûrelerinin sırlarıyla, Kur’ân’ın mu’cizeliğine ışık tutan yönlerinden bahsedilir.

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editörü

Eseri temin etmek için tıklayınız

www.NurNet.org

Nübüvvet ve İnsanların Peygamberlere İhtiyaçları

Nübüvvet ve İnsanların Peygamberlere İhtiyaçları

Birinci: Nübüvvet ve insanların Onlara ihtiyaçları
Araştırmacı, Bediüzzaman Said Nursi’nin bu konudaki görüşüne yer vermeden önce, insanların görüşlerine değinmiştir..
Eskiden beri insanların görüşleri müsbet ve menfi olarak ikiye ayrılmıştır.
– İnkar edenler, peygamberlerin gönderilmesini, kendilerince bazı şüphelere dayanarak akıldan uzak olduğunu iddia etmişler.
– Müspet düşünenler ise, iki kısma ayrılmıştır: Birinci kısmı, Mutezileler teşkil eder. Bunlar peygamberlerin gönderilmesini Allah’u Tealanın üzerine vacip addederler. İkinci kısım ise, peygamberlik sisteminin caiz olduğunu ve Allah’ın bir fazıl ve keremi olarak kullarına peygamberler gönderdiğini ifade ederler. Bu grup, Ehl-i sünnet velcemaat grubuna dahildirler.
– Müspet düşünenler görüşlerinin doğru olduğunu ispat için şu delillere dayanırlar, bunlar da iki kısımdır:
– Birinci: İnsanın ölümden sonra var olduğuna inananlar. Onların başka bir hayatları vardır. Ölümden sonra kavuşacakları, gizli olan ahiretten haber verirler. Bunun için de peygamberlerin gönderilmesini icap eder.
– İkinci ise insanın fıtratında dercolunmuştur. Çünkü o, sosyal bir varlıktır. Kargaşa ve çatışmanın yok olduğu, onu en güzel sosyal bir vaziyete ulaştıracak birisine ihtiyaçları vardır. Bunun içinde adaletli bir peygamber gönderilir. İnsanların birbirine zulmetlelerini engeller. Peygamberlik her hal ve tavırda insan için elzemdir.
Bediüzzaman Said Nursi Peygamberlik sisteminin insan için zaruret olduğunu beyan eder. Tek insanoğlu için değil, bütün dünya ve mevcudat için gerekli olduğunu ifade eder. Allah’ın kudretiyle Kainatın düzeninde muzmer gizemli sırlar da bunu iktiza eder.
“Karıncayı emirsiz, arıyı kraliçesiz bırakmayan kudret, beşeriyeti peygambersiz ve şeriatsız bırakmaz.”
Peygamberlik gerçeği hem dünya hem de ahiret saadeti için gereklidir. Bediüzzaman bunu iki noktada beyan eder:
1. İnsanın zaaf ve aczi: Üstad Bediüzzaman bu hakikatı birçok risalelerinde tekrarla izah etmiştir.
2. Hedef ve gayesinin yüksekliği: Nursi, insan için – Kur’an-ı Kerim’e dayanarak-dokuz yüksek hedef çizmiştir. (Sözler S. 137 ila 139). Bunları dünya ve ahirette medar-ı saadet olarak görmüştür.

Bu iki noktayı -yani zaaf ile yüksek gayeyi- birleştirdiğimiz taktirde, insanın hidayete muhtaç olduğu ortaya çıkacaktır. Bütün bu gayelerin gerçekleşmesi, ancak Peygamberlerin gönderilmesiyle mümkündür.

İkinci : Vahiy:
Vahiy nübüvvetin en hassas meselesidir. İman, vahiy ve gaybin tastikidir. Kur’an-ı Kerim bunun ispatını ve inkarcıların reddini tekrarla dile getirir. (Bunun için birçok ayet-i kerimeye müracaat edilebilir).
Eskiden olduğu gibi, günümüzde de İslam alimleri çabalarını konu üzerine teksif etmiş ve inkarcılara karşı muhtelif üsluplarla deliller sunmaya çalışmışlardır.
Üstad Said Nursinin Vahiy konusunu uzunca bahsetmesinin altında, yaşadığı zaman nokta-i nazarından, küfür ve inançsızlığın had safhaya ulaşmış olması yatmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi, Mirac-ı Nebeviyi, vahiy konusu için bir delil olarak sunmuştur. Zihinlerin kolayca idraki için bir çok örnekler sunmuştur.. Sadece Vahiy mefhumunu anlatmakla kalmayıp, vahyin insan hayatındaki tesirlere de değinmiştir. Vahiy aracılığıyla insanın Yaratıcısı hakkındaki bilgisi ve marifeti daha da artar ve genişler, O’nun sıfatını hakkıyla idrak eder, neticesinde imanı kemale ulaşır. Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi (İlham) sözcüğünü gereğince izah etmiş, vahiy ile alakasını açıklamış ve insan üzerindeki etkisini dile getirmiştir.
Üçüncü : Peygamberlerin Sıfatları ve Vazifeleri
a. Peygamberlerin vasıfları: Üstad Nursi, Risalet vazifesine ehil olabilmeleri için Cenab-ı Allah tarafından üstün seciyelere haiz kılınan peygamberler, beşeri kemalatın bir hülasasını teşkil ettiklerini dile getirir. Bu düşünce diğer İslam alimler tarafından da benimsenmiştir.
b. Vazifeleri: Nursi Peygamberlerin vazifeleri hakkındaki görüşlerini aşağıdaki gibi
özetlemiştir:
1. İnsanın Dünya ve Ahiret meselelerindeki hidayeti
– Varlığın kaynağı, gayesi ve sonu.
– Allah’ın nimetleri ve Şükürün vücubu.
– Nazarları kesretten tevhide çevirmek.
2. Uluhiyetin izharı
3. Vaad ve Vaid hakkındaki beyanı
4. Ezeli hayatın tarifi
5. Kainata verilen hayat.
Dördüncü: Mucizeler
Diğer İslam alimlerinin de konu ettikleri gibi Üstad Nursi Peygamberlerin mucizelerini ele almış ve tarif etmiştir. Ancak bir farkla ki, değişik taraflara değinerek, mucize mefhumuna daha önceden hiç dile getirilmemiş yeni boyutlar kazandırmıştır.
– İlk olarak, mucizenin akıl ile çelişmesinin söz konusu olmadığını vurgular. Çünkü mucize akıl imkanları zımnındadır. Örfi imkan zımnında olması da şart değildir. Bunu müteaddid misallerle izah etmiştir.
– En önemli olanı ise, Kur’anın önceki peygamberlerin mucizelerini zikretmesindeki hedef ve gayeyi dile getirmesidir. Önceki mucizeler sadece ibret ve hisse alınması için tarihi bir hadise değildir. Ayrıca nev-i beşeri muhatap alan Kur’an, peygamberlerin mucizelerini anlatmasının sebebi, insana yeni ufuklar açmak ve onu kemalata erdirmektir..
Üstad Nursi bu düşüncesini delil ve burhanlarla desteklemektedir. Şöyle ki:
1. Peygamberlerin manevi kemalatlarının yanında, maddi mucizelerine de iktida etmek.
2. İrşad mefhumu, Peygamberlerin mucizelerini zikreden bütün ayetleri şümul eder.
3. Bu düşünceyi de teyit eden örnekler sunulmuştur.
Bu düşünceye bir örnek olarak (Dedik Ya Musa! Asanı taşlara vur. Ve ondan oniki göz fışkırır) ayetini sunar. Bu ayette Musa a.s.’ın mucizesi yer almaktadır. Mucize insanın topraktan su çıkarması için bir alet keşfetmesini gösterir. Bunu gibi rüzgarın Süleyman a.s. taşıması, İbrahim a.s.’ın ateşte yanmaması, İsa a.s.’ın hastalara şifa bahşetmesi mucizeleri birer örnek teşkil eder. Bütün bunlar insanın aklıyla erişebileceği son noktalardır.
– Nursi (Keramete) değinerek mucizelerle alakasını da zikretmiştir.
İkinci Mebhas: Risale- i Nur Külliyatının bir çok yerinde Muhammed (s.a.v).’ın Nübüvveti hakkındaki bahislerin yanı sıra, nübüvvet ile ilgili özel bir bölüm de tahsis edilmiştir.
Bu mebhası üç ana noktada hasretmemiz mümkündür:
Birinci: Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in nübüvveti, önceki peygamberlerin nübüvveti ile alakası:
Nursi risalelerinde, bütün alemlere gönderilen son mesajın sahibi peygamber efendimiz s.a.v.’ın nübüvvetine dikkat çekmiştir. Şöyle ki;
1. Peygamberimiz (s.a.v). mevcudat arasındaki yeri.
2. Peygamberler arasındaki yeri:
A. Peygamberlerin sonuncusu olmaya daha fazla hak sahibi olması.
B. Peygamberimizin (s.a.v) risaleti, bütün peygamberlerin mesaj ve risaletlerini neshetmesi.
C. O’nun (s.a.v) kitabı Semavi bütün kitapların hülasasını içine alması. D- Semavi bu kitaplar birbirini tasdik edici özelliğe sahip olması.
İkinci: Muhammed (a.s.v.) Gerçeği
Muhammed (a.s.v.)’ın gerçeği Sufi meşrep gruplar arasında önemli bir yere haizdir. Nursi -sufilikten etkilenerek – bu ciheti ihmal etmemiştir. Aksine üstadı olan sufi meşrepli Serhendi ve diğer büyük sufi büyüklerin yolundan gitmiştir. Bunun için Üstad Nursi Muhammedi gerçeği aşağıdaki vasıflardan tahdit etmiştir:
1. Resul- i Ekrem (s.a.v) şu alemin hem nuru, hem de ruhudur.
2. Efendimiz (s.a.v) şu kainatın hem esası ve hem de neticesidir.
3. Muhammed Mustafa (s.a.v), eflakın halk edilmesinin bir sebebi ve en kamil insan da O’dur.
4. İsm-i azama mazhar olmuştur.
5. Mahiyetinde külli ubudiyeti ve risaleti toplamıştır.
Bunun yanısıra Nursi, Sufilik ıstılahlarından uzak olarak Muhammedi gerçeğinin mefhumunu elle tutulur delillerle sunmuştur.
Şeriat lisanıyla Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in gerçeğini vurgulamıştır. Burada Muhammed Mustafanın nurundan kainatın yaratıldığından bahsetmemektedir. İttiba ve iktida konularıyla , muhabbet gerçeğini mahbunun ittibaının muktezasını dile getirmiştir.
Üçüncü: Muhammed Mustafa s.a.v.’ın Nübüvvetinin delilleri
Allah’ın varlığına deliller sunmayı önemsediği kadar, Nursi peygamber efendimiz s.a.v’ın hakkında da deliller sunmayı ihmal etmemiştir.
A. Zati (enfüsi) deliller: Aşağıdaki unsurlar çerçevesinde sunulmuştur.
1. Peygamberimizin zatının kemali
2. Ahlakının mükemmelliği
3. Allahü Tealaya karşı ubudiyetinin mükemmelliği
4. (Hayr-ı mutlaka davetinde) Risaletiyle ilgili hasiyetlerin kemali b-Zatının (s.a.v) dışındaki deliller (afaki deliller):
a. Kainat: Kainattaki Sanatın inceliği ve tenasük ve tenasübu O’nun (s.a.v) peygamberliğinin doğruluğuna delalet eder.
b. Mucizeler: Bunlar iki kısımdır:
– Kuran-ı Kerim: Muhtelif mucizeleri ihtiva etmesiyle birlikte hususiyet ve sıfatlarının kemali.
– Diğer Mucizeler: Diğer peygamberlerin işaretleri, irhasat, Peygamber Efendimizin muhtelif mucizeleri, ayın ikiye bölünmesi vb. gibi.
Mucizeler konusunda Nursi iki konuya işaret etmiştir:
1. Risalelerinde misal babından birçok mucizelere örnek olarak değinmiştir.
2. Mucize, Peygamber Efendimiz (s.a.v) hayatında sınırlı bir yere sahiptir. Ahval ve hareketleri, tabii sebeplere ve kainatta cari olan ilahi sünnete müraat etmesi, esas olarak karşımıza çıkmaktadır.
B. Risaleti ve onun neticesi
Nursi, Muhammedi risaletin ve eserlerinin insan hayatı üzerindeki etkisini, O’nun (s.a.v) risaletinin doğruluğuna bir delil teşkil ettiğini dile getirir.
– Risaleti, insanı her zaman yücelere yükselten ve kemalata erdiren bir davet olduğunu müşahede ederiz.
– Muhammedi Risalet netice olarak da, hayatı ve kainatı mukaddes bir hale getirdiğini, insana güzel, yüce bir gaye ve hedef çizdiğini, mevcudatı adem dairesinden ve abesiyetten kurtarıp gerçek hayata ve vücuda çıkardığını görürüz.
Ayrıca O’nun elçiliği, bütün Arapları kısa zamanda bedevilikten kurtarıp, dünyanın en medeni insanları haline getirdiği, onları kötü adetlerinden arındırıp yerine en güzel haslet ve seciyeleri yerleştirdiği de bir gerçektir.
www.NurNet.org

Abdulmuhsin Alev (Konevi) ağabey kimdir?

Abdulmuhsin Alev (Konevi) ağabey kimdir?

Abdulmuhsin Alev Ağabeyin babası Bulgar göçmenidir. 1931 Konya doğumludur. 1946’da Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle tanışmasıyla faal bir nur talebesi olarak Risale-i Nur Hizmetinde bulundu. Gençlik Rehberi ve Asa-yı Musa eserlerini okuması ve Nur’un cazibesiyle kendisini Risale-i Nur Hizmet saflarıda buldu. İstanbul üniversitesinde Felsefe bölümüne girmdi daha sonra Sosyoloji ve Psikoloji bölümleriyle üniversite tahsilini tamamladı. Daha sonra Berlin Üniversitesinde İnşaat Mühendisliği bölümünde eğitim gördü.

Tarihçe-i Hayatta mektubu bulunan Abdulmuhsin Ağabey, 1951 senesinde Ahmet Aytimur Ağabeyle beraber Gençlik Rehberinin baskısını yaptılar. 1952 senesinde Gençlik Rehberi Mahkemesi açıldı. Bu sebeple üstad Bediüzzaman hazretleri de otuz seneden sonra istanbul’a geldi.

Abdulmuhsin ağabey bu mahkemede maznun değil tanık olarak ifade verdi ve mahkeme üç celsede bereatla neticelendi.

Üstad Bediüzzaman hazretlerinin 1952-3 senelerinde istanbuldayken yakınında hizmet eden genç isimler arasındaydı Abdulmuhsin Ağabey.

Kendi parasıyla daktilo alarak ısparta’ya üstadımıza giderek eserleri yeni yazı olarak daktilo etti. Almış olduğu daktiloyla üstadın yolunu tutmuşken trenle yola koyuldu Abdulmusin Ağabey. Yolda abdulmuhsin Ağabeyden süpelenen kimseler ilk durakta inzibata şikayet etmeye karar verirler. Trenin bozulması ve uzun süre yapılmamasından sıkılan bu kimseler trenden inmesiyle bu şikayet iptal oldu ve daktilo da kurtulmuş oldu. Tiryak, Elhüccet-üz-Zehra, Otuzuncu Söz gibi eserler daktilo edildi bu sayede. Tabiki teksir dönemi hizmetinde de faal olarak hizmetleri oldu. Avrupa’ya gittiğinde de oradaki hizmetleri neticesinde matbaa kurulur ve Tevafuklu Kur’an-ı Kerim de orada tab edildi. Bazı risaleler de orada basılıp Türkiye’ye gelmiştir. Avrupa Nur Hizmetinin çekirdeğini serpiştirenlerin arasında Abdulmuhsin ağabeyin yeri yadsınamaz.

İstanbul’da Zübeyir Ağabeyimizin nezaretinde açılan Kirazlı Mescit 46 medrese-i nuriyesinin ilk müdavim ve çilekeşlerindendir. 1954 senesinde Almanya’ya göç etti ve ondan sonra bir defa Türkiye’ye geldi. Orada faal olarak hizmete devam etti. Bu sırada soyadını da KONEVİ olarak resmen değiştirdi. Artık o Abdulmuhsin KONEVİ olmuştu.

Kendisine tarikata girmesini teklif eden bir zata ‘Ben, tarikatın en yüksek mertebesinde olmaktansa Risale-i Nurun en geride kalan, Kur’an-ı Kerim’e hizmet eden bir talebe kalmayı tercih ederim!’ diyerek cevap vermiştir.

Abdulmuhsin Ağabeyin üstad ile görüşmelerinde üstaddan naklettiği veciz ifadelerden bazıları;

  • Gençlik Rehberi, içindeki hüve nüktesi için toplatıldı.
  • Hayatımın en yüksek gayesi; Kur’ana, imana Risale-i Nur ile hizmet etmektir. Bunu hayatımın gayesi olarak biliyorum ve o şekilde hareket edeceğim. (Meslek-i Nuriyeye sadakat yemini ettiriyor üstad)
  • Allah, kainatıı, insanı nasıl yarattığına dair bize hesap vermeye mecbur değildir. Bize okuyun diyor. Kainat kitabını okumak ‘oku’ emrine uymaktır. Bu şekilde Kur’an, emriyle bizi ilimleri araştırmaya teşvik ediyor. İlimler de bu şekilde inkişaf ediyor.
  • Biz aynı ağacın meyveleriyiz. Aramızda ayrılık gayrılık yok aynı yere gidiyoruz. (Büyük Doğucular için söylenmiş)
  • Risale-i Nur külliyatının meşrebi ittifaktır. İhtilaf meşrebi değildir ve yeri yoktur.
  • Kardeşim! Şimdi hürmet zamanı değil hizmet zamanıdır.
  • İntihar etmek günahtır. İntihar eden büyük katil olur.
  • Bu nevruz bayramından, bu köpeklerin bile hisse vardır. Bahar mahlukatın bayramıdır.
  • Sultan Abdulhamid milyon Müslümanın halifesiydi. Ben ona veli nazarıyla bakıyorum.
  • Kürtler, Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da çeşitli memleketlerde dağınık olmalarından dolayı, eğer İsslam milliyetini esas alırlarsa İttihad-ı İslama sebep olacaklar.

Üstadımızın yakınlarında hizmet etmek bahtiyarlığına eren Abdulmuhsin Ağabey, Almanya-Berlin’de münzevi olarak hayatını ikame etmiştir. Nur talebelerine ise vasiyet niteliğinde şunları ’Risale-i Nur’u devamlı okumak, sadece okumak değil oradaki hakikatlerin tatbikatına çalışmak’ şeklinde tavsiye etti.

19 Kasım 2019’da dar-ı bekaya irtihal eyledi. Bugün her bir nur talebesi Abdulmuhsin ve emsali gibi mazide hizmet etmiş olan ağabeylerimizi rahmetle yad etmek ve okuduklarına onları da şerik etmek ve hayır dualarında ismen hatırlamakla yükümlüdür.

Allah rahmet eylesin. Ruhuna El-Fatiha

* * *

Tarihçe-i Hayattaki Mektubu . .

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Çok aziz, çok mübarek, çok müşfik, çok sevgili Üstadımız Hazretleri!

Risale-i Nur’u himmet ve dualarınızla, dikkat ve tefekkürle okudukça, bu muazzam eser külliyatının tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaf olduğunu, hal ve istikbalin bir mürşid-i ekberi ve bir rehber-i a’zamı olduğunu, yine dua ve himmetinizle idrak ediyoruz. Evet Üstadımız Hazretleri! Risale-i Nur’u okuyan her idrak sahibi anlıyor ki; Risale-i Nur gerek bu asrın, gerekse önümüzdeki asrın beşeriyetini fikir karanlıklarından kurtarıp, tenvir ve irşad edecektir.

Risale-i Nur yalnız bu vatan ve millet için değil, âlem-i İslâm ve bütün beşeriyetin ihtiyacına cevab verecek bir külliyat olarak te’lif edilmiştir. Bugün tarihte hiç görülmemiş bir fecaat ve felâket içerisinde çırpınan beşeriyet için, halaskâr olarak Risale-i Nur’a sarılmaktan ve ne bahasına olursa olsun, Risale-i Nur’un nuranî ve parlak eczalarını elde edip dikkat ve tefekkürle okumaktan başka bir kurtuluş çaresi yoktur. Risale-i Nur’u okuyan herkes, bu hakikatı idrak etmiş ve etmektedir. Eğer biz muktedir olsak; bu hakikatı, kâinata nâzır bir mahalle çıkıp, bütün kâinata ilân edeceğiz. Fakat madem ki buna muvaffak olamıyoruz ve mademki Risale-i Nur’un cihanşümul kıymetini bu derece Üstadımızın himmetiyle idrak etmişiz; şu halde o nur ve feyiz hazinesi, irfan ve kemalât menbaı olan Risale-i Nur’u, bir dakikamızı bile boş geçirmeden, mütemadi ve devamlı bir şekilde her gün ve her saat okuyacağız ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışacağız inşâallah. Fakat her an bütün işlerimizde olduğu gibi, bunda da büyük Üstadımızın dua ve himmetiyle muvaffak olabileceğiz.

Hem şu hakikat zahir ve bahirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nur’un ve müellifinin talebesidir. Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa, büyük bir mahrumiyete düçar olur. Fakat biz idrak ettiğimiz bu muazzam hakikat karşısında, beşeriyetin halaskârı ve milyarlarca insanların fevkinde olan bir memur-u Rabbanîye nasıl minnetdar ve medyun olduğumuzu tarif edemiyoruz. Yine dua ve himmetinizle idrak etmişiz ki; Kur’an-ı Kerim’in bir mu’cize-i maneviyesi olan hârika Risale-i Nur Külliyatının bir satırından ettiğimiz istifadenin, bir mikdar-ı mukabilini dahi ödemeye gücümüz yetişmez. Bunun için ancak Cenab-ı Hakk’a şöyle yalvarmağa karar verdik:

“Yâ Rab! Bizi ebedî haps-i münferidden kurtarıp bâki ve sermedî bir âlemin saadetine nail edecek bir hakaik hazinesinin anahtarını Risale-i Nur gibi nazîrsiz bir eseriyle bahşeden sevgili ve müşfik Üstadımızı, zalimlerin ve düşmanların sû’-i kasdlarından muhafaza eyle, Kur’an ve iman hizmetinde daima muvaffak eyle. Ona sıhhat ve âfiyetler, uzun ömürler ihsan eyle!” diye dua ediyoruz.

Evet, Üstadımız Hazretleri! Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasına nail olan biz bir kısım üniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile değil, tahkikî ve tedkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmayacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanıyoruz ki; zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bedîüzzaman ortadan kaldırmağa inayet-i Hak ile muvaffak olacaktır.

Bizim bu kanaatımız, safdilane veya tahminle değildir; ilmî ve delile müstenid bir tahkik iledir. Bunun için, muarız olan dahi bu hakikatı kalben tasdik edecektir. Dua ve şefkat buyurun, Kur’an ve iman hizmetinde fedai olalım. Risale-i Nur’u, bir dakikamızı bile kaybetmeden okuyalım, yazalım, ihlas-ı tâmme muvaffak olalım.

Üniversite Nur Talebeleri namına

Abdülmuhsin

Tarihçe-i Hayat ( 641 – 642 )

* * *

Üstad 5 Mart 1952 son mahkeme günü, yine genç mekteblilerle halk tabakalarından müteşekkil binlerce kendisini sevenlerin arasında mahkeme salonuna girdi. Mahkeme salonundaki izdihamın geçen defaki gibi mahkemenin devamına mani’ olacak dereceye varmaması için, müteaddid polis müfrezeleri Adliye binasının merdivenlerini ve koridorları muhafaza altına almışlar, geçitleri kapamışlardı. Bununla beraber, mahkeme salonu kapılara kadar hıncahınç dolmuştu.

Mahkeme başladı. Şahid olarak Gençlik Rehberi’ni bastıran üniversite talebesi dinlendi. İfadesinde: Şark ve garbın eserlerini okuduğunu, sonra Risale-i Nur eline geçtiğini; bu eserlerden aklı, fikri, ruhu ve kalbi son derece müstefid bulunduğunu, irade ve ahlâkı üzerinde mühim tesirler yaptığını; Gençlik Rehberi’nin, gençlerin iman ve ahlâkını temin ve muhafaza yolunda büyük tesiri olması dolayısıyla, bir hizmet-i vataniye yapmak emeliyle bastırdığını, suç mahiyetini haiz bir şey görmediğini söylemiştir.

Tarihçe-i Hayat ( 649 )

* * *

Abdulmuhsin Ağabeyin tab ettiği Gençlik Rehberi

Gençlik Rehberi Mahkeme Safahatından

Gençlik Rehberi Mahkemsinde Abdulmusin Ağabeyin müdafaası:

Gençlik Rehberi adlı risale dinî propagandaya âlet etme mahiyetinde görülmedi.

“Gençlik Rehberi” isimli risalesi ile dinî propaganda yapmaktan sanık, seksen beş yaşında Sait Nursî’nin son duruşması dün Birinci Ağır Ceza Mahkemesinde yapılmıştır. Bundan evvelki duruşmalardaki izdihamı önlemek maksadiyle, duruşma saatinden önce, İkinci Şube Müdür Muavini Nusret Özdemir riyasetinde inzibat tedbirleri alınmış ve salon polis kordonu ile kuşatılıp, meraklı bir grup muhakemeyi kordon dışından takib etmiştir.

Mahkeme heyeti yerini aldıktan sonra ilk olarak “Gençlik Rehberi” isimli risaleyi Tecelli Matbaasında bastıran Edebiyat Fakültesi Felsefe Şubesi 6’ncı sömestr talebesinden Muhsin Alev dinlendi ve şunları şöyledi:

“— Sait Nursî hocayı Afyon’da yapılan bir muhakemeden tanırım. Onun “Gençlik Rehberi”ni okudum. Bu eser benim ahlâkım ve iradem üzerinde büyük tesirler yarattı. Bu tesirden arkadaşlarım da istifade etsin diye risaleyi bastırmayı düşündüm. Kitabın basılmasında kanunî bir mahzur olup olmadığını tanıdığım avukatlara sordum. Mahzurlu olmadığını söylediler. Hattâ risaleyi basan Tecelli Matbaasının sahibi Salih’e de “izin almak lâzım mı?” diye sordum. “Basılsın, sonra resmî makamlara birer adet yollarız” dedi. 200 liraya 2000 adet basmayı kabul etti. Ben de aldığım risaleleri birer liradan sattım.”

Reis, Muhsin Alev’e eski yazı bilip bilmediğini sordu. 21 yaşında olduğunu söyleyen Muhsin, “küçük yaştanberi arap harfleri ile okuyup yazmayı öğrendim” dedi. Sözlerine devam eden Muhsin Alev, şunları ilâve etti:

“— Kitablar basıldıktan bir müddet sonra birgün oturduğum eve bir kiracı geldi. Adının Ramazan olduğunu öğrendiğim bu kiracı, sanat mektebi mezunu olup, Büyük Doğu mecmuasında çalışıyordu. Kendisine “Gençlik Rehberi”nden bahsettim, odamdaki bütün kitablarımı da onun odasına naklettim. Her akşam Ramazan‘ın odasında ders çalışıyordum.

Bir gün eve, zabıta memurları geldi. Ramazan‘ın odasını aramak için ellerinde savcılıkta kâğıt vardı. Odayı aradılar. Benim getirdiğim 50 adet Gençlik Rehberini de alıp götürdüler. Sonra öğrendim ki, Ramazan’ı “Gençlik Rehberi” yüzünden takib ediyorlarmış. Kitabları bastıran benim. İddia edildiği gibi kitabları bastırmak için matbaaya, Emin ve Mehmet isminde iki şahısla gitmedim.”

Muhsin Alev‘in hazırlık tahkikatındaki ifadesi de okundu. İfadede de birer formalık 500 adet Münacâat‘dan bahsediliyordu. Reis bunların mahiyetini sordu. Muhsin Alev şöyle cevab verdi:

“— Babamdan gelen paraları biriktirip, bu eseri bastırdım. “Gençlik Rehberi” ile beraber ikisini 125 kuruşa veriyordum. Münacâat’tan elimizde mevcut kalmamıştır. Ramazan‘ın odasından alıp götürülen Gençlik Rehberleri’nden birinin içinde bir tane var zannediyorum.”

Adı geçen Ramazan‘ın ifadesi okundu. Ramazan bu ifadesinde şöyle söylüyordu: “Evimde bulunan eserler bana ait değildir. Ben Sait Nursî’nin eserlerini okumadım. Muhsin bize gelip okurdu.”

Bundan sonra Sait Nursî hoca ayağa kalkarak salonda hiç kimsenin anlıyamadığı, Osmanlıca ıstılahlarla yazılmış bir kâğıttan müdafasını okudu.

Daha sonra savcı söz aldı ve adresleri bulunamıyan Emin ile Mehmet‘in şehadetlerinden feragat edilmesini talep ederek:

“Gençlik Rehberi” adlı eserin müellifi her ne kadar Sait Nursî hoca ise de, adı geçen eserin Tecelli Matbaasında bastıranın ve satanın Muhsin Alev olduğu ortaya çıkmıştır. Bu eserin basılıp satılmasından haberi olmayan Sait Nursî hocanın beraatini isterim” dedi.

Müdafaaya geçildi. Hocayı iki avukat müdafaa ediyordu. Avukatlardan biri söz alarak, “Gençlik Rehberi” hakkında raporu veren ehli vukufu tenkide başladı. Müdafi, ehli vukufu “kaş yapayım derken göz çıkartan” olarak tavsif etti. Sözlerinin bir yerinde ilâhi ilhamdan bahsetti ve ilhamdan nasibi olmayınları odun parçası olarak vasıflandırdı. Bu söz üzerine Reis avukata, “Şimdi siz, kaş yapayım derken göz çıkartıyorsunuz” diye mukabelede bulundu.

Tam bu sırada Sait Nursî Hoca “öğle namazına ne kadar vakit var?” diye sordu. Muhakemeyi takibedenler arasından biri “1,5 saat var hocam” diye bağırdı.

İkinci müdafii fazla bir şey söylemiyeceğini tebarüz ettikten sonra “Ben bu işi bu muhakemeye sevkeden zihniyetle mücadele etmek isterdim, bugün bunu yapmıyacağım,” dedi.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynaklar:
Ağabeyler Anlatıyor – 7 / Ömer Özcan
SorularlaRisale.com

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Dünya’nın Altı Günde Yaratılmasının Sırrı

Cenab-ı Hakk’ın bu alemi altı günde yarattığını beyan eden şu Kur’an ayetleri ile bu meselenin izahına başlayalım:
“Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Araf 54)
“Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Yunus 3)
“… gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Hud 7)
“ O Allah ki gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattı.” (Furkan 59)
“Allah O’dur ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istiva buyurmuştur.” (Secde 4)
“Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.” (Kaf 38)
“O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Hadid 4)
Mezkur ayetlerde şu kainatın altı günde yaratıldığından bahsedilmiştir. Müfessirler bu altı günün manası hakkında ihtilaf etmişler ve birbirinden farklı görüşler beyan etmişlerdir. Bütün bu görüşleri iki kısımda toplamak mümkündür:
1- Altı günden maksat, altı devirdir.
2- Altı günden maksat, altı gündür.
Şimdi bu iki görüşü tahlil edelim.
1- Altı günden maksat, altı devirdir.
Bazı müfessirler, ayet-i kerimede geçen “altı gün” kavramını “altı devir” olarak izah etmişlerdir. Onlar derler ki:
1- Gün kavramı, Dünya’nın kendi etrafındaki bir tam dönüşünü tamamladığı süreye verilen isimdir. Eğer Güneş ve Dünya yoksa bu anlamda “gün” de yok demektir. Dünya ve Güneş sonradan yaratıldığına göre, ayette zikredilen gün tabiri ile dünya günü kastedilmiş olamaz. O halde devir kastedilmiş olmalıdır.
2- Ayrıca Kur’an’ın bazı ayetlerindeki “gün” kavramı ile genel manadaki “vakit” kastedilmiştir.
… وَمَن يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ  “İşte o (kafirlerle harp edildiği) gün her kim onlara arkasını döndürür (de firar eder)se… (Enfal suresi:16) ayet-i kerimesinde olduğu gibi…
Bu ayet-i kerimede zikredilen “gün” ile 24 saatlik zaman dilimi kastedilmemiş olup genel manada “vakit” kastedilmiştir. O halde kainatın altı günde yaratıldığını bildiren ayetlerde geçen “gün” tabiri ile de bildiğimiz “gün” kastedilmiş olmayıp belirli bir vakit, yani bir devir kastedilmiş olabilir.
Mezkur ayetlerdeki gün kavramını “devir” olarak izah eden bu alimler de bu devirler hakkında ihtilaf etmişler ve kainatın yaratılışını farklı devirlerle izah etmişlerdir. Ruhu’l-Beyan tefsirinde zikredildiğine göre, Allah-u Teala Kadiriyet ve Halikıyet (her şeye gücü yetme ve dilediğini yaratma) sıfatlarıyla gökleri ve yeri icat etmiş; Müdebbiriyet ve Hakimiyet (her işi yerli yerince yapma ve yönetme) vasıflarıyla da onları altı günde yaratmıştır. Bu altı güne ancak altı tür yaratığın yaratılışını hasretmiştir ki bunlar:
1) Ervah-ı mücerrede (bedenden soyutlanmış ruhlar).
2) Melekutiyyat (meleküt alemine ait varlıklar) ki melekler, cinler, şeytanlar ve göklerin melekutu buna dahildir.
3) Yıldızların, insanın, hayvanın, bitkilerin ve madenlerin nefisleri gibi nefisler (bu varlıkların kendi öz varlıkları).
4) Ecram ki, bunlar latif cisimlerden oluşan besait-ı ulviyedir. Arş, kürsi, gökler, cennet ve cehennem bu kısmın örneklerindendir.
5) Ecsam-ı müfrede ki, bunlar anasır-ı erba’adır. (Su, hava, toprak ve ateşten oluşan dört temel unsurdur).
6) Dört unsurdan bir araya gelen kesif cisimlerdir.
İşte Allah-u Teala bunların her birinin yaratılışını bir gün olarak tabir etmiştir. Yoksa zaman manasında bildiğimiz günler, göklerin ve yerin yaratılmasından önce mevcut değildiler.
2- “Altı günden” maksat, altı gündür.
Bir kısım alimlere göre ise ayetlerde geçen “altı gün” tabiri ile bizzat gün kastedilmiştir. Bu alimler de bu günün uzunluğu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Şöyle ki:
Hasen-i Basri şöyle der: “Buradaki altı gün, dünya günlerinden altı gün miktarında demektir.”
İbn-i Abbas’a göre: “Her bir günü bin sene olan, ahiret günlerinden altı gün miktarında” manasıdır.
İmam Kuşeyri de aynı manayı şöyle ifade etmiştir: “Altı günden kasıt ahiret günlerinden altı gündür ki, her bir gün bin yıl demektir. Bu da göklerin ve yerin yaratılışının önemini ortaya koymak içindir.”
İbni Kesir Hazretleri şöyle der: “İbni Abbas, İmam-ı Mücahid ve Ahmet İbni Hanbel gibi zatlardan gelen açık rivayetler varken, akla yakın geliyor diye diğer görüşleri kabullenmek uygun düşmez!”
Bu meselede müfessirler daha birçok izahlar yapmışlardır. Daha geniş izah için tefsir kitaplarına müracaat edebilirsiniz. Bizler bu bahsi, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin şu izahı ile tamamlıyoruz:
BİRİNCİSİ: Mesela خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ  “Altı günde gökleri ve yeri yarattık.” demek olan; hem, belki bin ve elli bin sene gibi uzun zamandan ibaret olan eyyam-ı Kur’aniye ile insan dünyası ve hayvan alemi altı günde yaşayacağına işaret eden hakikat-i ulviyesine kanaat getirmek için, birer gün hükmünde olan her bir asırda, her bir senede, her bir günde Fatır-ı Zülcelalin halk ettiği seyyal alemleri, seyyar kainatları, geçici dünyaları nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Evet, güya insanlar gibi dünyalar dahi birer misafirdir. Her mevsimde Zat-ı Zülcelalin emriyle alem dolar, boşanır. (14. Söz)
Kaynak : Sorularla Risale
risaleajans.com

Kadere İmanın İnsanın Psikolojik ve Ruh Yapısına Etkisi

Kaderin kelime manası plan, program demektir. Nasıl ki bir ağacın plan ve programı çekirdeğinde yazılmıştır, yani kaderi tayin edilmiştir. Aynı şekilde bir binanın yapılmasından önce plan ve programı yani projesi yapılır, yani kaderi tayin edilir. İşte insanın da kaderi Levh-i mahfuz’da, yani İmam-ı Mübin’de, yani Kader Defteri’nde yazılmıştır, tayin edilmiştir.
Burada bilinmesi gereken bir husus, cüz-i irade meselesidir. Cüz-i irade, küçük irade demektir. Bunu meyil (niyet) olarak da ifade etmek mümkündür. Herkes vicdanen bilir ki, hareket ve davranışlarını ayarlama ve yönlendirme meyil ve iradesi kendisinde vardır. İşte bu iradenin kullanma yetkisini (tasarrufunu) Cenab-ı Hakk insana vermiştir. Dolayısıyla bu cüz-i iradeyi kötü yönde kullanmadan dolayı insan mesul olmaktadır.
Mesela, 10 katlı bir apartmanda 1.katta yılanlar, 2.katta fareler, 3.katta çiyanlar, 4. katta Hz.Adem (A.S.), 10. katta Hz. Muhammed (SAV) var. Asansörün başında bulunan kişi, bu katlardan hangisine gideceğine cüz-i iradesiyle karar verir. Neticesinden de mes’ul olur. İşte bütün peygamberlerin bir bakıma gayret ve faaliyetleri, insanlara bu asansöre doğru basmanın yolunu öğretmektir.
İyiliği de, kötülüğü de yaratan Cenab-ı Hakk’tır. Şer’i yaratmak, yani kötülüğü yaratmak kötü değildir. Şer’i, kötülüğü işlemek kötüdür şer’dir. İnsan meyhaneye de, ibadethaneye de gitmeye niyet edebilir. Her ne tarafa gitmek isterse, gitme fiilini yaratan Cenab-ı Hakk’tır. İnsan o niyetinden dolayı mesuliyet alır.
Cenab-ı Hakk’ın yarattığı her şey, ya bizzat güzeldir, ya da neticeleri itibariyle güzeldir. Bizim birtakım sebeplere bakarak bazı hadiseler hakkında “iyidir, kötüdür, adaletlidir, adaletsizdir” gibi değerlendirmelerimiz, hadiselerin sebep ve sonucunu bilmediğimizden genelde isabetli değildir. Tabiri caizse, bizim yaptığımız iki saatlik bir filmin ortasında girip 15-20 dakika seyrettikten sonra o filmdeki kahramanlar hakkında fikir yürütmemiz ve hüküm vermemiz gibidir. Bizim iki saatlik hayat filmimiz haşirde sonuçlanacaktır.
Dünyada çekilen bir takım sıkıntı ve meşakkatlerin ahirette cehennem azabından kurtulmaya ve ebedi Cennet’e girmeye, ya da Cennetteki makamın yükselmesine vesile olduğunu gördükten sonra o çekilen sıkıntı ve zahmetlerin haksızlık ve adaletsizlik değil, aksine Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu, ihsanı, ikramı ve rahmeti olduğu, bu filmin sonunda anlaşılacaktır.
İslamiyet’te kader anlayışı geleceğe ait meselelerde değildir. Geçmiş hadiselerde ve musibetlerde kullanılır.Yani “Kaderimde öğretmen olmak varsa olurum” deyip evde oturamayız. Çalışırız, öğretmen olmanın sebepleri nelerse onların hepsini yerine getiririz. Sonuçta o arzumuza ulaşamazsak, “Kaderimizde bu yokmuş”deriz.
Cenab-ı Hak, bizim fiillerimizi, yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı biliyor. Cenab-ı Hakk’ın bizim fiillerimizi bilmiş olması, o fiilleri yapan bizi mesuliyetten kurtarmıyor. Zaten, “Madem Cenab-ı Hakk, ezelden benim ne yapacağımı biliyordu, benim ne kabahatim var?” cümlesi tahlil edildiği zaman, yapma fiilinin bize ait olduğu gayet açıktır. Dolayısıyla, yapan biz olduğumuza göre başka suçlu aramaya gerek yoktur.
Cenab-ı Hakk’ın bilmesi, geçmiş ve gelecek olarak ifade edilmez. Mesela zaman olarak masanın bir tarafını kainatın başlangıcı, diğer tarafını kıyametin kopması olarak kabul edelim. Ve masanın üstünü, 1. asır, 2. asır, …ve 22. asır gibi zaman dilimlerine ayıralım. Şimdi elimizde bir ayna farz ediyoruz. Masanın ortasına tuttuğumuz bu aynanın içinde 15-16.asırlar görülmektedir.14. asır ve öncekiler geçmiş, 17. asır ve sonrakiler bu aynaya göre gelecek asırlardır. Bu aynayı yükseğe kaldırdığımız zaman, hem 1.asrı ve hem de 22.asrı içerisine alır. Artık bu durumda, bu asırlarla alakalı olarak geçmiş ve gelecekten bahsedilmez.
Çünkü hepsi bir anda aynanın içerisindedir. İşte Cenab-ı Hakk’ta, böyle ayine misal, manzara-ı ala’dan geçmiş ve gelecek, kainatın yaratılışı ve kıyametin kopması, Cennet ve Cehennem, olmuş ve olacak her şey, bir anda nazarındadır. Geçmiş ve gelecek sadece bize göredir. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk bizim ne yaptığımızı ve ne yapacağımızı bir anda bilmektedir. O’nun bilmesi, yapma noktasında bize mecburiyet yükle-memektedir. Bu yüzden insan cüz-i iradesiyle yaptığı fiillerden tamamen mesuldür.
Kaderi bir cümle ile özetlemek gerekirse, her şeyin Cenab-ı Hakk’ın bilgisi dahilinde olduğudur. Fiili biz yaptığımız için, O’nun bilmesi, bizi mesuliyetten kurtarmıyor.
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus var. O da, insan bedeninin belli bir elektrik yükü kapasitesi ile çalıştığıdır. Bu bedene fazla elektrik yüklemiş olmamız, sigortanın atmasına sebep olur. Hadiseleri fazla düşünmek, hiddet ve öfke, bu elektrik potansiyelini yükseltir ve bir süre sonra vücutta kısa devreler meydana gelir, beyindeki düşünme sisteminde bir takım atlamalar görülmeye başlar. Daha da zorlanılırsa, beyin sigortası atar. Artık bundan sonra tamir ve tedavi için akıl hastanelerinin yolu tutulur. Böyle bir neticeyi önlemek, kader meselesinin iyi anlaşılmasıyla mümkündür. Kader meselesinin burada sigorta görevi görebilir.
Şimdi sizler burada şöyle diyebilirsiniz:
“Madem her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetime razı olayım ki, rahat edeyim. Cenab-ı Hakk, benim rızkımı bir süre burada tayin etmiş. Ben bu rızkımı yemek için bir takım vesilelerle buraya geldim. O halde, ebedi hayatım olan ahiretimin kurtulması için neler yapabilirim?” 
Yoksa, “Ne yaptım da bu başıma geldi? Şöyle olmasaydı, böyle olmayacaktı” gibi itirazlar, kaderi tenkit olur. Kaderi tenkit eden başını örse vurur, kırar. Kaderi değiştiremez. Bu durumda başımıza geleni rıza ile karşılamak, kusurlarımız ve hatalarımızın affı için Cenab-ı Hakk’tan yardım dilemek olmalıdır.
İnsanın ruh ve psikolojik aleminin düzelmesi, Allah’a teslim olup, tevekkül etmekle mümkündür. Yoksa her şeyi omzuna yüklemeye çalışırsa, sigortayı kısa sürede attırır. Sigorta atınca da bunun da kolay kolay tedavisi yoktur.
Sorularla Risale
Risale Ajans