Etiket arşivi: sorularlarisale

Bediüzzaman Yeşilay’ın Kurucu Kadrosunda mı?

Said Nursi’nin Yeşilay’ın kurucusu olduğu doğru mudur? Bu teşkilatın Kurtuluş Savaşı ile hiçbir ilgisinin olmadığı söylenmektedir. Buna ne dersiniz?

Değerli Kardeşimiz;

Yeşilay 5 Mart 1920 de “yeşil hilal” anlamına gelen “Hilal-i Ahdar” adıyla kurulmuştur.1

İstanbul’u işgal eden İngilizler, Müslümanların ahlakını bozmak, karakterini yok etmek için her çeşit ifsat komitesini faaliyete geçirmişlerdi. İşte bunlardan birisi Avrupa’dan büyük çapta beyin uyuşturan alkollü içkileri İstanbul’a getirmeleridir. Böylece Müslüman milletimizin havai, nefisperest olanlarını kendilerine çekmeyi planlıyorlardı. Buna karşılık, onların idaresindeki İstanbul Hükümeti ise ahlak zabıtası gibi bazı tedbirleri içeren bazı kanunlar yaptı ise de etkili olmadı. Çünki hükûmetin o günlerdeki iradesi te’sirsizdi. Çıkarttığı kanunlar ve ahlak zabıtası bunun önüne geçemiyordu. İşte tam o sıralarda ehl-i hamiyet ve ünlü din âlimlerinden müteşekkil bazı zatlar (Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Bey ve arkadaşları Şeyh’ül-İslam Haydarizâde İbrahim Efendi’nin teşvik ve himayesi ile1.5“Hilal-i Ahdar” cemiyetini kurdular.2

Bu cemiyetin üyeleri arasında Şeyhülislam Haydarî Zade İbrahim, Dr.Tevfik Rüştü Aras, Eşref Edip ve Fahreddin Kerim GÖKAY gibi tanınmış simalar bulunuyordu.3

Yukarıda belirtildiği gibi, zaten Yeşilay’ın kuruluşuna sebep olan şey Kurtuluş Savaşı ortamıdır. Bu savaşı kazanmış olmak için sadece madden değil manen de bu Müslüman milletin çökmesi gerektiğini bilen İngilizler; İstanbul’u işgal etmiş olmalarına rağmen savaşın bittiğini düşünmüyor ve Müslümanlar üzerinde böyle oyunlar oynuyorlardı.

Cemiyetin kuruluş sebebi; bizatihi Kurtuluş Savaşı ortamının doğurduğu sonuçlara karşı koymak iken, bu cemiyetin Kurtuluş Savaşıyla ilgisiz olduğunu söylemek, çalışan hangi aklın ürünüdür bilemiyoruz. Ancak savaşla direkt bağlantısı olup, hizmet gören böyle cemiyetlerin, savaşla ilgisiz olduklarını söyleyip, hizmetlerini yok sayan kimselerin; savaşı sadece göğüs göğse çarpışmaktan ibaret sanıp, İslam’ın ileri karakolu olan bu muazzam ordunun ve necib milletin verdiği bütün bir istiklal mücadelesini, sadece bir iki kişiye has kılmak isteyenlerin işi olduğu bellidir.

Bediüzzaman Hazretlerinin “Hilal-i Ahdar” ile münasebetine gelecek olursak. Böyle bir ilişki âdeta kaçınılmazdır. İngilizlerle mücadele etmek için kurulan bir cemiyette, 1800’lü yılların sonlarında okuduğu bir haberden sonra, İngiliz siyasetinin en azılı düşmanı olan Bediüzzaman’ın faaliyet göstermesi şaşılacak şey değildir.(*)

Bediüzzaman’ın “Hilal-i Ahdar” ile ilişkisini İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı yapmış, büyük elçilik vazifelerinde bulunmuş, bakanlık görevini yürütmüş Ord.Prof. Fahrettin Kerim GÖKAY’ın4 hatıralarından ve ibraz ettiği belgelerden anlıyoruz.

Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim GÖKAY, YEŞİLAY CEMİYETİ’nin kuruluşu ile ilgili olarak Bediüzzaman Hazretlerinden şöyle bahsetmektedir:

“18 Mart 1920 gününde YEŞİLAY Cemiyeti’nin kuruluş günüydü. Genel Kurul’da zamanın Şeyh-ül İslâmı Hayderîzade İbrahim Efendi ve Darül Hikmet-il İslâmiye azasından o zamanki ismiyle Said-i Kürdî de vardı. Said-i Kürdî Efendi, dikkati çeken üyelerden biri idi. İlk gün toplantıda fazla bir konuşma olmadı. Yeni seçilenler oldu… O günki buhranlar içinde memleketin çok seçkin şahsiyetleri vardı. Sonra Said-i Kürdî Efendi genel merkeze seçildi. Orada kendisini daha yakından tanımakla bahtiyar oldum… Yeşilay’da ise, eserleriyle uzaktan tanıdığım Said-i Kürdî Efendi’yi yakînen tanıdım. Said Efendi’nin kendine mahsus bir kıyafeti vardı. Arkasında cepken gibi bir elbise, başında bir sarık, kenardan sarkıtırdı. Benim tanıdığım bu zat, gayet ağır başlı, çevresine etki yapan bir insandı…”

“Hususiyeti bu: Âheste konuşur, ağır tonla konuşur ve konuştuğu zamanda, düşünen bir adamın konuşmasıdır.”

“Bakınız, elimdeki Yeşilay’ın elli beş yıl evvelki zabıt defterinde onun bazı sözlerini okuyayım: Said Efendi: “Şeriatta ahkâm var. Tabiblerin beyan ettiği, hikmettir. Hamr, kumar, bunlar nehy-i anil münkerdir ve bunlar kebairdendirler.”

“O zaman ben yirmi yaşında bir genç idim. Kendisiyle fazla bir sohbetim olmadı. Yalnız hayata biraz erken atılmış bir kimse olarak ona karşı ayrı bir ilgi duyardım. Nitekim bir konuşmada, kendisinin bir nokta-i nazarını söyleyeyim:”

“Reis Mazhar Osman: “Biz kitap hazırlıyor, halka meccanî risaleler, kolleksiyonlar tevdi etmek istiyor, içtimaî, fennî, edebî makaleler, kolleksiyonlar tevdi etmek istiyoruz. Bundan şayan-ı şükran neticeler aldık, yazanlara teşekkür ederim. Bütün muharrirlerden mücadelemize iştirak etmelerini rica ederim.”

“Said Efendi cevaben: “En ziyade matbuât meselesine ehemmiyet verelim.” demişti.”..Böylece Said-i Nursi’yi çok yakından tanıdım. Bu herkese nasib olmaz. Düşününüz ki, bende onun altmış senelik silinmemiş yazıları ve imzası var.”5

(6)

Bediüzzaman’ın kurucu olup olmaması aslında tali bir mesele olup, önemli olan burada faaliyet göstermiş olup olmadığıdır. Yukarıdaki hakikatler ışığında; Hazreti Üstad’ın Yeşilay Cemiyeti’nde ilk toplantıdan itibaren toplantılara katılmış, görüş belirtmiş ve imza atmış olup, aktif bir şekilde faaliyet göstermiş olduğu kesindir.

Bediüzzaman’ın kuruluş günleri olan 5 Mart 1920 ve 18 Mart 1920 deki toplantılarda(*) bulunmuş olması itibariyle, kurucu üye olduğu kesin olarak söylenebilir. Ancak yukarıda zikredilen; bu cemiyetin teşekkül edilmesindeki öncü kimselerden olup olmadığı hakkında ise tarihi bir delil mevcut değildir.

Kaynaklar:

1. Fahreddin Kerim GÖKAY : Yeşilay Nasıl Doğdu, Nasıl Gelişti? Yeşilay, sayı: 485, s. 7, Nisan 1974.

1.5. http://www.yesilay.org.tr/Kurumsal / Yesilay-in-Tarihi.

2. Selahaddin Kaptanağası,Yeşilayın Tarihçesi, s.2-3(İsmail Mutlu, Sorularla Bediüzzaman Said Nursi den naklen)

3. Mary Weld, Bediüzzaman Said Nursi Entellektüel Biyografisi, s.220.

(*) Bediüzzaman 1800’lü yılların sonlarında Van’da Tahir Paşa Konağında kalırken;Tahir Paşa, bir gazetenin haberini Bediüzzaman’a gösterir. Gazetenin haberi şu idi:

“William Ewart Gladstone Kur’an’ı eline alarak İngiliz Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada: “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, ya bu Kur’an’ı sukût. ettirip ortadan kaldırmalıyız. Veyahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız.” der.(Badıllı, 1998,157). Bu haberi okuyan Bediüzzaman, ta o tarihte İngiliz siyasetçilerinin Müslümanlar için tertipledikleri oyunları bilmiş ve İngiliz siyaseti ile mücadelesini ta o zamandan başlatmıştır. Öyle ki kendisi zaman zaman “İngilizlerden neden bu kadar nefret ediyorsun?” sorularına muhatap kalmıştır.”N.C

4. Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, s.501.

5.Necmeddin Şahiner, Aydınlar Konuşuyor, s.146.

6. Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, s.503.

(*) Birçok kaynakta kuruluş tarihi 5 Mart 1920 olarak geçmekte iken Fahreddin Kerim GÖKAY anılarında “18 Mart Yeşilay’ın kuruluş günüydü” diye bahsetmektedir. Herhalde 5 Ocak 1920 cemiyetin resmi olarak varlık sahasına çıkış tarihi olup, yukarıda delillerle belirtildiği gibi bu tarihte de bir toplantı yapılmıştır. GÖKAY’ın anılarında bahsettiği 18 Mart 1920 de ise, geniş çaptaki ilk toplantı tarihi olduğu için, GÖKAY bu tarihten “Kuruluş Günü” diye bahsetmektedir.Bu iki toplantıya da Bediüzzaman katılmıştır.N.C.

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editörü

Alakalı yazı: http://www.nurnet.org/yesilayin-kurulusu-ve-bediuzzaman/

Kaynak:SorularlaRisale.com

www.NurNet.org

Şualar Risalesi Hakkında . .

Şualar Risalesi Nedir ?

İkinci Şuâ

Allah’ın birliğini, “Ehad” ismini açıklar. İsm-i Azamın altı nüktesinin yedincisi
Birinci Makamın Birinci Meyvesi: Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbanî tezahür eder. Vahdet olmazsa o hazine gizli kalır.
Tevhidin İkinci Meyvesi: Kâinatın zatına ve mahiyetine bakar. Vahdet sırrıyla, kâinatın kemâlâtı gerçekleşir ve varlıkların ulvî vazifeleri anlaşılır, bu âlemdeki İlâhî maksatlar ortaya çıkar.
Üçüncü Meyve: Şuurlu varlıklara, özellikle insana bakar. Vahdet sırrıyla insan, kâinattaki bütün varlıkların en mükemmeli ve Alemleri Yaratan’ın muhatabı ve dostu olabilir
İkinci Makam: Tevhid ve Vahdâniyeti iktiza eden; şirki ve ortaklığı kesinlikle kabul etmeyen deliller.
Birincisi: Bu kâinattaki sanatlar, Hakîm olan Allah’ın sınırsız sıfat, isim, kudret ve ilmiyle yapılıyor.
Vahdaniyetin İkinci Muktazisi: Tevhid ve hidayet yolunda sonsuz kolaylıklar, şirk yolunda ise sonsuz zorluklar olduğunu açıklar.
Tevhidin Üçüncü Muktazisi: Bir çekirdeği yaratanla kâinatı yaratan aynı Zattır. Çünkü çekirdek kâinatın küçük bir örneğidir.
Üçüncü Makam: Tevhidin üç küllî alâmetini özet olarak açıklar.
Birinci Alâmet ve Hüccet: Her şeyde vahdet var. Vahdet ise, bir vâhide işaret eder… birliği olan eser, birden meydana gelir.
İkinci Alâmet ve Hüccet: Zerrelerden kâinatın en geniş dairesine kadar her şeydeki mükemmel düzen ve ölçü, yalnız bir vahdetle olabilir, çeşitli eller karışsaydı bu düzen bozulurdu.
Sualin Birinci Şıkkı: “Kâinatı güzellikler ve adalet kuşatmıştır. Gözümüz önündeki bu kadar çirkinliklere, hastalıklara, musibetlere, ölümlere ne diyeceksin?”
Sualin İkinci Şıkkı: “Sonsuz bir merhamet ve servet sahibi olan Allah, neden cüz’î varlıkları ve şahısları musibete, şerre ve çirkinliğe müptelâ ediyor? Bu sualin cevabı çok evhamı izale eder.”
Üçüncü Alâmet ve Hüccet: “Mülk Onundur ve ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsustur.” ifadesi ile işaret edilen tevhid delilleridir.
Hatime: Diğer iman esaslarına Tevhid sırrı içinde kısa işaretlerdir.
Uzunca bir Haşiye: “Korkunç bir ses onlara yetti.” Yâsin Sûresi, 36:29. “Kıyametin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar.” Nahl Sûresi, 16:77. âyetleri kıyametin kopmasının zamansız olacağını haber veriyor. Aklı bu hususta ikna etmek için örnekler veriliyor.
Birinci Mes’ele: Ruhların cesetlerine gelmesinin örneği dağılmış ordunun düdük sesiyle toplanması misaliyle ispatlanır.
İkinci Mes’ele: Cesetlerin yeniden diriltilmesinin örneği büyük bir şehrin karanlık bir gecede bir merkezden bir anda aydınlatılması ile ispatlanır.
Üçüncü Mes’ele: Cesetlerin yeniden diriltilmesiyle ilgili örneği baharda birden sayısız çiçek ve bitkilerin açılıp gelişmesiyle ispatlanır.
Amma Bir Dördüncü Mes’ele: Dünyanın ölümü ve Kıyamet kopması bir anda bir gezegen ve kuyruklu yıldızın çarpmasıyla izah edilir.
Tevhidî Bir Münâcât ve Mukaddimesi


Üçüncü Şuâ

Allah’ın varlığının zorunluluğunu; birliğini ve kudretinin büyüklüğünü açıklar ve ispat eder.
Münâcât: “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır.” (Bakara Sûresi, 2:164.) âyetinin münâcât tarzında bir nevî geniş tefsiridir.


Dördüncü Şuâ

“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân Sûresi: 173.) âyetinin anlam, hikmet ve insan hayatındaki önemini açıklar
Birinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Bekà aşkının, Bakî-i Zülkemâl’e imanda ve Onu bilmede olduğunu izah eder.
İkinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Aciz insanın Allah’a iman etmekle, hadsiz kuvvet ve kudrete dayanabileceği açıklanır.
Üçüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Sınırsız Kudretin faaliyeti ve insanın önemi
Dördüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: İman bağı ile her mü’min kâinattaki varlıklar sayısınca varlığa kavuşur.
Beşinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: İman gözüyle hayata bakış
Birinci Mesele: Hayatın mahiyeti ve hakikati
İkinci Mesele: Hayatın gerçek hukuku
Üçüncü Mesele: Hayatın fıtrî vazifeleri
Dördüncü Mesele: Hayatın gerçek zevki ve saadeti
Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Varlıkların durmayarak gelip gitmesi ve onlarda görülen güzelliklerin ebedi bir güzelliğe ayna olmasını üç bürhanla izah eder.


Altıncı Şuâ

Namazda teşehhüdde okunan “Ettahhiyâtü” duasının bir tefsiri olup, namazın, mü’minin bir nevî miracı olduğu gerçeğinin iki nüktesini açıklar


Yedinci Şuâ

Yaratıcısını kâinattan soran bir seyyahın gözlemlerini anlatan temsilî bir ifade ile birçok tabiat olayları ve varlıkların diliyle Allah’ı tanıtan Risâledir.
Âyetü’l-Kübra
Birinci Makamın Birinci Basamağında: Semavatın Allah’ın varlığına delâleti
İkinci Mertebesinde: Atmosfer ve içindekilerinin Allah’ın varlığına delâleti
Üçüncü Mertebesinde: Yer Küresi ve içindekilerinin Allah’ın varlığına delâleti
Dördüncü Mertebesinde: Deniz ve nehirlerin Allah’ın varlığına delâleti
Beşinci Mertebesinde: Dağların ve ovaların Allah’ın varlığına delâleti
Altıncı Mertebesinde: Ağaçların ve bitkilerin Allah’ın varlığına delâleti
Yedinci Mertebesinde: Hayvanların ve kuşların Allah’ın varlığına delâleti. Üç hakikatı var
Sekizinci Mertebesinde: Peygamberlerin Allah’ın varlığına delaleti
Dokuzuncu Mertebesinde: Alimlerin Allah’ın varlığına delaleti
Onuncu Mertebesinde: Kudsî mürşidlerin Allah’ın varlığına delaleti
On Birinci Mertebesinde: Meleklerin ve ruhî varlıkların Allah’ın varlığına delaleti
On Üçüncü Mertebesinde: Nurlu akılların ve selim nurâni kalplerin Allah’ın varlığına delâleti.
On Dördüncü ve On Beşinci Mertebesi: Vahiy hakikati gelecek şu beş hakikati netice veriyor:
Cenab-ı Hakk’ın beşerin akıl seviyesine göre hitap etmesi.
Cenab-ı Hakkın, yüce kelâmıyla Kendi Zâtını tarif etmesi.
İnsanların dualarına cevap vermesi Onun yaratıcılığının şe’nidir.
Kelâm sıfatı, ilim ve hayat sıfatının ayrılmaz bir gereğidir.
Yüce kelamıyla insanları uyarması ulûhiyetinin gereğidir.
Ve ilham ile vahyin arasındaki fark.
Birinci Makamın On Altıncı Mertebesinde: Fahr-i Âlem olan Muhammed’in (a.s.m.) Allah’ın varlığına delâleti
On Yedinci Mertebesinde: Kur’ân’ın vech-i i’câzı ve Allah kelâmı olduğunun delilleri.
On Sekizinci Mertebesinde: Kâinatın Allah’ın varlığına delâleti
On Dokuzuncu Mertebesinde: Allah’ın isim ve sıfatlarının Kendi varlığına delâleti
.

İhtar
İkinci Bab: Tevhid Delillerine Dairdir
Birinci Hakikat: Cenab-ı Allah’ın mutlak ulûhiyyetini açıklar.
İkinci Hakikat: Cenab-ı Hakkın mutlak Rububiyyetini açıklar.
Üçüncü Hakikat: Kemâlattır.
Dördüncü Hakikat: Hâkimiyettir. Beş kuşatıcı hakikatı içine alır.
Birincisi: Kibriya ve azamet hakikatidir.
İkinci Hakikat: Kâinatta tasarrufları görünen Rabbanî fiillerin nihayetsiz bir şekilde ortaya çıkmalarıdır.
Üçüncü Hakikat: Mevcudatın çok hızlı ve çoklukla yaratılmasına rağmen, son derece sanatlı ve intizamlı oluşu.
Birinci Sır: Bir şey zâtî ise, zıttı ona arız olamaz.
İkinci Sır: Nuraniyet, şeffafiyet sırrıyla az çok birdir.
Dördüncü Hakikat: Kâinatı Rububiyet cihetiyle inkısam kabul etmez bir kül olduğunun izahı
.

Beşinci Hakikat: Kainatın umumunda olan birlik hakikatın izahı dört kuşatıcı hakikatı içine alıyor.
Birinci Hakikat: Fettâhiyet hakikatidir.
İkinci Hakikat: Rahmâniyet hakikatidir.
Üçüncü Hakikat: Müdebbiriyet ve idare hakikatidir.
Dördüncü Hakikat: Rahîmiyet ve rezzâkıyet hakikatidir.

İhtar


Dokuzuncu Şuâ

Öldükten sonra dirilmeye ve âhirete îman, insanın hem şahsî, hem de cemiyet hayatının huzuru için ne kadar gereklidir? Bu hususu, öldükten sonra dirilmenin delilleriyle beraber açıklayan ve ispat eden önemli bir tefsirdir
Mukaddime
Birinci Nokta: Ahiret inancı, toplumsal ve ferdî hayatin saadetinin esasıdır.
Birincisi: İnsanlığın yarısını teşkil eden çocuklar için ahiret inancının faydası.
İkinci Delil: İhtiyarlar için ahiret inancının dünyevî faydalarını izah eder.
Üçüncü Delil: Gençler için faydasını izah eder.
Dördüncü Delil: Aile hayatı için faydasını izah eder.

İkinci Nokta: Haşre imanın, diğer iman hakikatlerinin ispatı ele alınıyor.


Onuncu Şuâ

On Beşinci Lem’adan buraya kadar olan risâlelerin fihristesidir. Burada yazılmamıştır.


On Birinci Şuâ

Denizli Hapsinin bir nevî müdafaası hükmündeki meyvesi olup, aynı zamanda îman, ibadet ve Tevhîde dair önemli meseleleri açıklar ve ispat eder
Meyve Risâlesi: On Bir Mes’eledir
Birincisi: Her gün 24 saatin bir saatini ahirete sarfetmeye vesile olan namaz ibadetinin önemi vurgulanıyor.
İkinci Mes’elenin Hülâsası: Ölümün karşısında takınılacak tavır.
Üçüncü Mes’ele: Eskişehir hapishanesinin penceresinden lise talebelerinin hâline ağlaması.
Dördüncü Mes’ele: Dünya savaşından daha önemli olan hakikat.
Beşinci Mes’ele: Gençliğin değerini bilip ona göre davranmak.
Altıncı Mes’ele: İlimlerin diliyle Allah’ı tanıma
Yedinci Mes’ele: Bize ahireti anlat diyen mahpuslara bir izah.
Sekizinci Mes’elenin bir Hülâsası: Ahiret inancının ferdî ve toplumsal hayata faydaları.
Birincisi: İnsanın mahiyeti ebediyetle fıtraten alakadardır.
İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan bir faydası: Âhirete imanla ölüm bir cennet kapısına dönüşür.
Hayat-ı şahsiyeye ait üçüncü bir faydası
Dördüncü bir faydası ki, insanın hayat-ı içtimaiyesine bakıyor
Birinci Nükte: Cehennemin varlığı hakkında bir değerlendirme.
İkinci Nükte: Cehennemin varlığının ve şiddetli azabının, rahmete ve adalete zıddiyeti yoktur.

Dokuzuncu Mesele: Cüz’î bir iman hakikatini inkâr etmek küfrü gerektirir. Çünkü iman bir bütündür.
Birinci Nokta: Cenab-ı Hakkın varlık delilleri aynı zamanda ahirete işaret ve delildir.
İkinci Nokta: Bütün peygamberler ve Kur’an’ın en esaslı unsuru Allah’a ve haşre imandır.
Üçüncü Nokta: Elhamdülillâh’ın mânâsını ifade eden bir cümle.

Onuncu Mes’ele: Emirdağ çiçeği
Kur’ân’daki tekrarlara ilgili edilen itirazlara cevap
Bu onuncu meseleye bir hatime olarak İki Haşiye
Birincisi: Kur’ânın hakikî tercümesi mümkün değil.
Hâtimeden ikinci haşiye: Muhammed (a.s.m.) ın getirdiği nur, kâinatın, yokluk, vazifesizlik, anlamsızlık perdesini kaldırır.
Hüsrev’in Üstadına yazdığı mektup

On Birinci Mes’ele: Meleklere iman rüknünün pek çok meyvelerinden küçücük bir meyvesine işaret.
Hatime: Felâk suresinin bir yönüyle izahı.
Bir ihtar: Her bir âyetin çok mânâları vardır.
Bu sureye ait bir nükte-i i’câziyenin haşiyesidir
On Birinci Meselenin haşiyesinin bir lâhikasıdır.


On İkinci Şuâ

Denizli Mahkemeleri müdafaalarından alınmış, Risâle-i Nur meslek ve meşrebiyle Nur cemaatinin mahiyetini açıklayan parçalardır.
İddianameye karşı itiraznamenin tetimmesidir
Bu gelen kısım çok ehemmiyetlidir
Bu defaki küçük müdafaatımda demiştim: Risale-i Nurdaki şefkat bizi siyasetten menetmiş.


On Üçüncü Şuâ

Bediüzzaman’ın talebelerine gönderdiği önemli mektuplardır.
Ed-Daî: Yıkılmış bir mezarım
Burada başı yazılmayan zelzele hadisesinin maba’di Hüsrev’in mektubunda
Güzel ve tam yerinde bir taziyename


On Dördüncü Şuâ

Bediüzzaman ve talebelerinin Afyon Mahkemesinde yaptığı müdafaalarla, o dönemde Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektuplardır.
Afyon Müddeiumumisi ve Mahkeme Reisi ve azalarına Denizli adliyesine sunulan dokuz esaslı dilekçe tekrar sunuluyor.
Afyon Mahkemesinin bizi itham etmesine karşı itiraznamenin tetimmesidir
Afyon hükûmet ve mahkemesine ve zabıtasına daha birkaç nokta maruzatım var
Ankara’nın altı makamatına ve Afyon Ağır Ceza Mahkemesine verilen müdafaanın itirazname tetimmesi ve lâhikasıdır
İddianamede benim hakkımda dört iddiaya cevap.
Lâhika
Afyon Mahkemesine, iddianameye karşı verilen itirazname tetimmesinin bir zeylidir
Son Sözüm
Heyet-i Vekiliye gönderilmiş bir istidadır. İçinde üç nokta belirtiliyor.
Ehl-i Vukufun insaflı hocalarından üç sualim var
Hata-Savab cetveli
Hatalar ve cevapları
Hata-Savab cetvelinin zeylidir
Temyiz Mahkemesi Riyasetine: Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya bir arzuhaldir.
Risâle-i Nur’un hakkaniyetine bir nümune; Tenbih


Beşinci Şuâ

Âhirzamanla ilgili bazı hadis-i şerifler ve yorumları
Mukaddime: Âhirzamanla ilgili hadis-i şerifleri doğru yorumlamak için bazı prensipler.
İkinci Makam: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Kıyamet alâmetleri ve şartları hususunda buyurdukları hadislerin yorumları


On Beşinci Şuâ ve El-Hüccetü’z-Zehra

El-Hüccetü’z-Zehra ismindeki Tevhid hakikatine dair bir Risâledir.
İki makamdır
El-Hüccetü’z-Zehra: İki makamdır
Birinci Makam: Üç kısımdır
Birinci Kelime: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bunun delili Âyetül Kübra Risalesindedir.
İkinci Kelime: “O birdir.” Bu delile kısa bir işaret.
Üçüncü Kelime: “Onun hiçbir şeriki yoktur.” Bu delile kısa bir işaret.
Dördüncü Kelime: “Mülk umumen Onundur.” Bundaki uzun hüccete kısa bir işaret.
Beşinci Kelime: “Hamd ve sena, medih ve minnet Ona mahsustur.” Geniş delile kısa işaret.
Altıncı Kelime “Hayatı veren ve hayatı rızık ile devam ettiren Odur.” Hüccetine kısa işaret
Yedinci Kelime: “Ölümü veren de Odur.” Hüccetine kısa işaret.
Sekizinci Kelime: “O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir.” Deliline kısa işaret.
Dokuzuncu Kelime: “Bütün hayır Onun elindedir.” Hüccetine kısa işaret.
Onuncu Kelime: “O herşeye hakkıyla kadirdir.” Hüccetine kısa işaret
On Birinci Kelime: “Dönüş Onadır.”ın kısa bir izahı

Fatiha-i Şerifenin bir muhtasar hülâsası
Birinci Kelime: “Hamd ve sena, medih ve minnet Ona mahsustur.”
İkinci Kelime: “Âlemlerin Rabbi”dir.
Üçüncü Kelime: “O Rahman’dır; rahmeti bütün varlıkları kuşatır ve bütün yarattıklarının her türlü rızkını merhametle yetiştirir.”
Dördüncü Kelime: “O hesap gününün sahibidir.”
Beşinci Kelime: “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.”
Altıncı Kelime: “Bizi doğru yola ilet.”
Yedinci Kelime: “Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet.”
Sekizinci Kelime: “Gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil.”
Dokuzuncu Kelime: “Âmin.” Buna kısa bir işaret.

Üçüncü Medrese-i Yusufiye’nin tek bir dersinin üçüncü kısmı
Mukaddime: “Ve Muhammed’in (a.s.m.) Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet ederim.” ifadesinin diliyle, Hz.Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğini üç işaretle ispat ediyor.”
Birinci İşaret: Muhammed (a.s.m.) bu kâinat sahibinin Rububiyyetine karşı küllî bir ubudiyetle mukabele ediyor.
İkinci İşaret: Muhammed (a.s.m.) risaletine şehadet eder;
Birincisi: Peygamberimiz (a.s.m.) on bir hâlinden çıkan bir risalet delilidir.
İkinci şehadet: İmanın altı rüknü Muhammed (a.s.m.) risaletine şehadet eder.
Üçüncü küllî şehadet: Yani o zat güneş gibi kendi zatına delildir.
Dördüncü şehadet: Kur’an sayısız delilleriyle onun risaletine şehadet eder.
Beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci küllî şehadetler: Bin bir esmayı içine alan Cevşenü’l-Kebir’deki hakikatler onun risaletine şehadet eder.
Dokuzuncusu: Âl-i Resûlün, Evliyaların, Kutupların şehadeti.
Onuncusu: Sahabelerin şehadeti.
On Birincisi: Müctehid imamları, allâmeler, dâhi filozofların şehadetleri
On İkincisi: Keşfiyata dayananların, aktapların şehadeti.
On Üçüncü şehadet: Dört küllî ve kat’î hüccetlerden ibarettir.
On Dördüncü şehadet: Kâinatın şehadeti.
On Beşinci şehadet: Cenab-ı Hakkın Rububiyet fiillerinin şehadeti.

El-Hüccetü’z-Zehra’nın İkinci Makamı nur âyetinin penceresinden ehl-i dalalet ile eh-i hidayetin muvazenesi.
On beş delilden birincisi: Bütün varlıklardaki ölçülü düzgünlüktür.
İkinci delil: Bütün varlıklarda düzgün bir ölçü bulunmasıdır.
Üçüncü delil: Umumî ve kasdî hikmetler.
Dördüncü delil: Hususî inayetler yardımlar.
İhtar
Beşinci ve altıncı delil: Her şeyin şekilleri kaza ve kaderin düsturlarıyla biçilmiş dikilmiştir.
Yedinci, sekizinci delil: Muayyen eceller ve rızıklar.
Dokuzuncu, onuncu delil: Fennî sanatlar, süslü ihtimamlar
On birinci delil: Tam intizamla, kolaylıkla,canlı makinaların yaratılışı.
Bu Arabî fıkranın kısaca meali: Herşey onun iradesiyle olur

Kudrete dair Arabî fıkrası: Dokuz basamaklar hâlinde ele alınıyor.
El-Hutbetü’ş-Şamiye namındaki Arabî dersin tercümesinin mukaddimesidir


Birinci Şuâ

Kur’ân-ı Kerîm otuz üç âyetiyle Risale-i Nur’a manen ve cifren işaret ediyor. Bu Şua’da o âyetlerden yirmi dokuzunun mânâları verilerek, Risale-i Nur’un asrımızda Kur’ân’ın mânevî bir mûcizesi ve harika bir tefsiri olduğu açıklanıyor.
Birinci Sual: Okunan Kur’ân ve duaların sevapları sayısız insanlara bağışlanıyor. Bu sevaplar o insanlara nasıl ulaşıyor ve sevabın aynısı onların her birisine veriliyor mu?
İkinci Sual: Kur’ân Risale-i Nur hakkında ne diyor?
Birincisi (Risale-i Nur’a işaret eden birinci âyet): Nur Sûresi, 24:35.
Resaili’n-Nur’a İşaret Eden İkinci Âyet: Hud Sûresi, 11:112.
Üçüncü Âyet-i Meşhure: Ankebut Sûresi, 29:69.
Dördüncü Âyet-i Meşhure: Hicr Sûresi, 15:87.
Beşinci Âyet: En’âm Sûresi, 6:122.
Altıncı Âyet: Hadîd Sûresi, 57:28.
Yedinci Âyet: Yûnus Sûresi, 10:82.
Sekizinci Âyet: En’am Sûresi, 6:61.
Dokuzuncu Âyet: Bakara Sûresi, 2:256; Lokman Sûresi, 31:22.
Onuncu Âyet: Bakara Sûresi, 2:269.
On Birinci Âyet: Bakara Sûresi, 2:129.
On İkinci Âyet:Bakara Sûresi, 2:151.
On Üçüncü Âyet: Âl-i İmran Sûresi, 3:7.
On Dördüncü Âyet: Nisa Sûresi, 4:162.
On Beşinci Âyet: Nisa Sûresi, 4:174.
On Altıncı Âyet: Fussilet Sûresi, 41:44.
On Yedinci Âyet: Tevbe Sûresi, 9:129.
On Sekizinci Âyet: Mâide Sûresi, 5:56.
On Dokuzuncu Âyet: Tahrim Sûresi, 66:8.
Yirminci Âyet: İsra Sûresi, 17:82.
Yirmi Birinci Âyet veya Âyetler: Nahl Sûresi, 16:121. En’âm Sûresi, 6:161.
Yirmi İkinci Âyet ve Âyetler: Yûnus, Yusuf, Ra’d, Hicr, Şuarâ, Kasas ve Lokman sûrelerinin başlarındaki âyetler.
Yirmi Üçüncü Âyet: Kalem Sûresi, 68:32.
Yirmi Dördüncü Âyet veya Âyetler: Zümer Sûresi, 39:1.
Yirmi Beşinci Âyet: Fussilet Sûresi, 41:1-2.
Yirmi Altıncı Âyet: Hûd Sûresi, 11:105. Hûd Sûresi, 11:108.
Yirmi Yedinci Âyet: Saf Sûresi, 61:8.
Yirmi Sekizinci Âyet: Tevbe Sûresi, 9:32.
Yirmi Dokuzuncu Âyet: İbrahim Sûresi, 14:1.
Yirmi Dokuzuncu âyetin sehvine dair açıklama.


Sekizinci Şuâ

Hz.Ali’nin (r.a.) Risâle-i Nur’a dair kerâmetkârâne müjdelerinden üçüncüsünü açıklayan bir risaledir. Bu arada, Bediüzzaman, Risâle-i Nur’un kıymet ve önemini gösteren hakikatleri açıklamasının sebep ve hikmetlerini de burada belirtmektedir.
Üçüncü bir keramet-i Aleviye: Sekiz Remizdir


Yirmi Dokuzuncu Lem’adan İkinci Bab


Ed-Dâî 

Kaynak:SorularlaRisale

www.NurNet.org

Acz ve Fakr Nedir? İnsanın Acizliği ve Fakirliği Nasıl Anlaşılmalı?

Nur Külliyatı’nda bu konu üzerinde önemle durulur. Çünkü bu üç özellik ubudiyetin esasıdır. Yani, insan bunların şuuruna varmakla kulluğunu takınır; Rabbine karşı tesbih, hamd ve tekbir görevlerini yerine getirir.

Üstad şöyle buyurur:

İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemâlât-i Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-yı rahmetin derecelerine bir mikyasdır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır.”(1)

Kusur, acz ve fakr insanın üç temel özelliğidir. Nefsin mahiyeti bu üçüyle yoğrulmuş bulunuyor. Kusur, noksanlık mânâsına gelir ve kemâlin zıddıdır. Kusur denilince, genellikle hata ve günah hatıra gelir. Böyle olmakla birlikte, kusur sadece bunlara mahsus değildir. Yani her kusur, her noksanlık günah değildir. Ama her günah bir kusurdur, bir noksanlıktır.

İnsanın kusur yönü, “acıkması, yorulması, uyuması, hastalanması, ihtiyarlaması, iradesinin cüzi olması, yani bir anda iki şey irade edememesi, iki şeyi birlikte düşünememesi, aynı anda iki farklı yöne bakamayışı” gibi noksanlıklarıdır.

Fakirlik, muhtaç olma mânâsına gelir ve konuşmalarımızda ‘fakr’ denilince genellikle servetten mahrumiyeti anlarız. Yani, maddî imkânlardan mahrum olanlara ‘fakir’ deriz. Halbuki, zengin olsun fakir olsun bütün insanların sonsuz denecek kadar ortak ihtiyaçları vardır. Bu yönüyle her iki grup insan da, son derece fakirdir. Buna göre, fakr denilince, “insanın göze, kulağa, ele, ayağa, havaya, suya, güneşe, geceye, gündüze, atmosfere, bedeninde görev yapan her organa ve çevresini kuşatan bütün eşyaya muhtaç olması” anlaşılmalıdır.

Acz’e gelince, bu kavramı, insanın, muhtaç olduğu dahilî ve haricî nimetlerden hiçbirini yapacak güce sahip olmaması şeklinde anlamak gerekir. Dünyayı döndürmeye, yahut kanın deveranını sağlamaya güç yetirememe noktasında, bir bebekle en kuvvetli bir insanın, hiç mi hiç farkı yoktur. Bu işler, bir İlâhî kudret tarafından görülmekte, icra edilmektedir.

İnsandaki sonsuz kusur ve noksanlığa bedel, Allah’ın ‘kemâlat-i Sübhaniyesi’ sonsuzdur. İnsandaki sonsuz fakra bedel, Allah’ın, ‘gına-yı rahmeti’ sonsuzdur. Yani, insan sonsuz fakir ve muhtaç, Allah sonsuz Ganî (zengin) ve Rahîm’dir. Ve insandaki sonsuz âcizliğe bedel Allah sonsuz bir kudret ve kibriya sahibidir.

Nur Külliyatı’ndan Dokuzuncu Sözde de aynı mânâ bir başka şekilde işlenmiş ve namaz tesbihatıyla bu hakikatler arasında harika bir ilgi kurulmuştur.

O dersten öğrendiğimize göre, insan kendi kusurunu, noksanlığını bilerek Rabbini tespih eder ve “Sübhanallah” der.

Fakrına bakarak Rabbinin sonsuz nimetlerini hatırlar ve “Elhamdülillah” der.

Aczini görerek Allah’ın kudret ve azametini düşünür ve “Allahü ekber” der.

ACZ VE FAKR ARASINDAKİ FARK NEDİR?

Acz ve fakr birbirine yakın iki kavram gibi duruyor ama, aralarında ciddi bir fark vardır.

Fakr: İhtiyaç sahibi anlamında kullanılmıştır. Risale-i Nur’daki manası ile insanın zerreden güneşe kadar nihayetsiz ihtiyaçlara muhtaç olması demektir. Yani; insan fıtrat olarak kainatta her şeye muhtaç şekilde yaratılmıştır. İnsan hayatının devamı, bütün kainat çarklarının işlemesine bakar; böyle olunca, insanın kainattaki her şeye muhtaç olarak yaratılmış olduğu sabit olur.

İşte insan, bu sonsuz ihtiyacından dolayı fakirdir. Allah bu fakirlik durumunu insana, her ihtiyacında, ihtiyacı olmayanı bulması için vermiştir. Yani nereye bakarsa, hangi şeye ihtiyaç duyarsa, orada fakirlik penceresi ile fakir olmayan Allah’ı bulabilir.

Acz: Kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar zayıf ve iktidardan yoksun, anlamında kullanılmıştır. Yani ihtiyaçları hem kainatı kuşatmış, hem de ebede uzanmış olmasına rağmen, bunlardan en basitini dahi tedarik edemeyecek kadar acizdir insan. Burada daha çok, insanın iktidarsızlığına vurgu vardır. Bu acizlik penceresi de aciz olmayan Allah’a açılıyor. İnsan acizlik damarı ile aciz olmayan Allah’ı idrak ediyor.

Diğer bir husus: İnsan nihayetsiz aciz ve fakir olmasına rağmen, kainat bütün unsurları ile adeta insana hizmetkarlık yapıyor, bu da çok sarih olarak ispat eder ki; insanı şefkat ile terbiye ve tedbir eden Kerim bir Zat var. İşte insan bu acz ve fakr penceresi ile, Allah’ın sonsuz kudret ve zenginliğini seyrediyor.

Özet olarak, insandaki fakr ihtiyaca bakar, acz ise iktidarsızlığa bakar…

SorularlaRisale

“Bismillah her hayrın başıdır.” cümlesini izah eder misiniz?

Bismillah lafzının, her hayrın başı olması meselesinde bir kaç vecih vardır:

Kur’an okumaktan tutun, abdest almaya; duaya başlamadan tutun, cihada çıkmaya; bir ilmi tahsil etmekten tutun, sadaka vermeye kadar her hayırlı işe besmele ile başlanır. Besmele âdeta bu hayırların tacıdır ve bereketidir. Hatta besmele sadece hayırların başı değil; su içmek, yemek yemek, elbise giymek, evden dışarı çıkmak gibi her mübah işin dahi başıdır. Efendimiz (s.a.v.) bunlar gibi mübah işlere dahi besmele ile başlamamızı bizlere emretmiş ve kendileri de bizzat besmele ile başlamışlardır. Bismillah sadece hayırların başı olup asla haram ve günahların başında kullanılmaz. Bir harama başlarken besmele çekilirse kişi küfre girer. Mesela içki içerken, kumar oynarken ya da bunlar gibi bir haram işlenirken kişi bismillah derse o anda imandan çıkmış ve küfre girmiş olur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) beslemesiz başlanan işler hakkında şöyle buyurmuştur: “Besmelesiz her iş güdüktür.” 1 Yani besmele ile başlanmayan her iş yarımdır ve tamamlanmamıştır. Dolayısıyla besmele her hayrın başı olduğu gibi aynı zamanda her hayrın da tamamlayıcısıdır.

Besmele hakkında bazı hadis-i şerifleri bu makamda nakletmek, beslemenin kıymetini anlamamız hususunda bizlere yardımcı olacaktır:

İbn-i Ömer’den (r.a.) nakledilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Cibril-i Emin bana vahiy getirdiği zaman ilk önce بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ derdi.” 2

Cabir İbn-i Abdullah’tan (r.a.) nakledilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Besmele inince bulut doğuya kaçtı, rüzgâr sakin oldu, deniz dalgalandı ve bütün hayvanlar kulak verdiler. Şeytanlara da semadan taşlar yağdı. Allah-u Teâlâ, besmele hangi şeyin üzerine okunursa muhakkak o şeyde bereket yaratacağına dair izzet ve celaline yemin etti.” 3

Hz. Aişe’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kim şüphesiz inanarak besmele-i şerifeyi okursa, dağlar onunla beraber tesbih eder. Ancak dağların bu tesbihi işitilmez.” 4

Hz. Enes’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kim, kendisinde besmele bulunan bir kâğıdı çiğnenmesin diye hürmetle yerden kaldırırsa, Allah-u Teâlâ katında sıddıklardan (en sadık kullardan) yazılır. Anne babası kâfir de olsalar azapları hafifletilir.” 5

Ümmeyye İbnu Mahşiyy (r.a.) şöyle dedi: “Resulullah (s.a.v.) otururken bir adam besmele çekmeden yemek yiyordu. Yemeğini yemiş, geriye tek lokması kalmıştı. Onu ağzına kaldırırken: “Bismillahi evvelehu ve ahirehu” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) güldü ve şöyle buyurdu: “Şeytan onunla birlikte yemeye devam etti. Ne zaman ki Allah’ın ismini zikretti, karnındakileri hep kustu!” 6

Besmelenin kıymetine dair âlimler de şöyle vurgu yapmıştır:

İbn-i Mesud der ki: “Besmele on dokuz harftir. Her kim kendisini cehennemin on dokuz zebanisinden kurtarmak istiyorsa besmele okusun. Zira Allah-u Teâlâ, beslemenin her bir harfini cehennemin meleklerine karşı ona bir kalkan yapar.”

Safvan İbn-i Selim de şöyle demiştir: “Cinler insanların eşya ve elbiselerini kullanırlar. Sizden hanginiz bir elbise alır veya koyarsa Besmele çeksin. Zira Besmele Allah’ın mührüdür. ”

Sözü daha uzatmaya gerek yoktur. Görüldüğü gibi besmele her hayrın başıdır ve her hayrın tamamlayıcısıdır. Hatta her kim mübah bir işe başlarken besmele çekerse, o mübah iş de o beslemenin hürmetine hayra ve sevaba döner. Cenab-ı Hak her işimize Besmele ile başlama ahlakını bizlere ihsan etsin. Âmin!

Sinan Yılmaz

SorularlaRisale.com

Dipnotlar:

1. Ebû Dâvud, Edeb: 21
2. Darekudnî:11305 No:13
3. Suyutî, DMensur: 1/26
4. Suyutî, DMensur: 1/26
5. Suyuti, DMensur-1/29
6. Ebu Davud, Et’ime 16, (3786)

Abd, İbadet, Ubudiyet-i Külliye ve Abd-ı Külli Ne Demektir?

Ubudiyet; Genel manada kulluk ve itaat demektir. İbadatle ubudiyet arasında ince bir fark vardır.

İbadet, Allah’ın emirlerini yapmak ve nehiylerinden kaçmaktır.

Ubudiyet
ise, Allah’tan gelen her şeye razı olmak ve kabullenmek anlamına gelir.

Abd ise;
ibadet ve ubudiyeti yapan ve yerine getirendir. Kısaca; ubudiyet kulluk ise, abd kuldur.

Abd-i külli:
Ubudiyet ve ibadetleri; en geniş, şumullü ve ihatalı olarak temsil eden kul anlamınadır.

Ubudiyet-i külliye
ise; en geniş, ihatalı ve şümullü olarak ibadet ve kulluk demektir.

Mesela, askerlikte onbaşılıktan ta generalliğe kadar makamlar vardır.

Her bir makam kendi çapında askerliği temsil eder ve üzerine düşeni yapar.

Bir erin askerliği O’nun ubudiyeti ise; kendisi, o ubudiyetin ya da askerliğin kulu demektir. Burada askerlik yapan neferin, yaptığı iş, O’nun şahsını ilgilendirir, askerliğin en alt seviyesini ifa ettiğinden küçük ve parça anlamına gelen cüz-i askerlik yapıyor denir.

Neferden itibaren, onbaşılıktan ta genel kurmay başkanlığına kadar olan askerlik ve makamları; cüz’iyetten çıkar, küllileşir.

Gerek askerlik ve gerekse de temsil makamları, onbaşılıktan itibaren külli mertebelere girer. Ancak bunlar arasında da külliyet farkları vardır.

Askerlikte külliyet noktasında hakiki mertebe ve faaliyet; genel kurmay başkanlığında ve genel kurmay bakanının şahsında görünür ve temsil edilir. Misalleri bu manada çoğalta biliriz.

Yukarıda olduğu gibi, ubudiyet ve abd ile ilgili de cüz-i ve külli mertebeler  mevcuttur.

Maddi makamlar, nasıl ki mertebe mertebe olup, cüz’iyetten külliyete doğru gidiyor ise; manevi makamlar ve faaliyetler de, bir şahıstan başlayıp ta peygamberlere, oradan da Resul-ü kibriyaya kadar mertebe mertebe olup,  temsil edilir.

Askerlikte olduğu gibi, ubudiyette ve temsilinde de halifeler, mürşitler, alimler, evliyalar, asfiyalar, kutuplar, imamlar, tabiinler, sahabeler, nebiler, resuller ve peygamber efendimize kadar daha bilemediğimiz manevi mertebeler, tezahürat ve makamlar mevcuttur.

Bir şahsın, yalnız başına ubudiyeti cüz-i olduğu gibi, o ubudiyeti temsil eden makam itibariyle de, mertebesi cüz-i dir.

Fakat, marifette, ubudiyette ve ibadette terakki ede ede; hizmeti, faaliyeti ve davası küllileşir. Ona göre o makamlarda temsil etme özellikleri de küllileşmiş olur.

Mesela; evvela kendini ve faaliyetleri temsil makamı, sonra kendisiyle alakalı şahıs, makam, zaman, marifet, ubudiyet ve ibadetleri temsil makamı gibi; külli ubudiyet ve makamlara namzet olur. Eğer kabiliyet ve istidatı var ise, yukarıda sayılan yüksek makamların bazılarına kadar teali ve terakki edebilir.

İşte hakikat noktasında, külli ubudiyetin ifası ve abdiyetin temsili, sadece Resul-ü Kibriyaya (sav) ve O’nun  davasına hastır.

Diğer bütün makamlar ve davalar, kendi çapında nisbi anlamda küllidir. Bu makamları ve davaları, Resul-ü Kibriyanın (sav) külliyetiyle mukayese edersek, yine de cüz-i kalırlar.

Fakat, bütün ubudiyetlerin, ibadetlerin ve kulların; bu külliyetten istifade ve istifaze edebilmesi için, Cenab-ı Hak, (c.c) her bir Müslümanın ubudiyetinde ve kulluğunda, o külli ubudiyetin özünü, özetini, gölgesini ve cilvesini dercetmiştir.

İşte sualdeki ubudiyeti külliye ve abd-i külli; esas itibariyle kainatı ve ondaki bütün faaliyet ve ibadetleri temsil eden ve bu manada Allah’a takdim eden tek insan ve en büyük peygamber, olan Resul-ü Kibriya’nın (s.a.v.) nübüvveti, davası ve kul olarak da şahsı anlaşılmalıdır.

Resul-ü Kibriya’dan sonra, ta avam bir mümine kadar her bir inananın ubudiyeti ve temsil gücü nispetinde, külli ubudiyete ve abdiyete mazhariyet mümkündür.

İşte, kulun Allah indinde değer ve kıymetinin ölçüsü, davasının, hizmetinin ve ubudiyetinin genişliği ve şümulü nisbetindedir. O, külli ubudiyete mazhariyeti ve kendisinin de külli bir abd olarak namzetliği ile bilinir, anlaşılır ve ona göre de takdir ve taltif görecektir.

Demek ki külli ubudiyet;
genel manada, Allah ile kul arasındaki geniş ve şümullü bir muamele olup, O’nu temsil eden ve O’na namzet olan şahsa da abd-i külli denir.

SorularlaRisale