Etiket arşivi: söyleşi

Ahlak ve Karakter Abidesi Mehmet Akif

24 Aralık 2011 Cumartesi gecesi Lüleburgaz Halk Eğitim Salonunda, “Ahlak ve Karakter Abidesi Mehmet Akif” konulu konferansa katılan eğitimci yazar Vehbi Vakkasoğlu halk eğitim salonunu dolduran Lüleburgazlılara Mehmet Akif Dede’yi tanıttı.

Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve okunan Kuran-ı Kerim tilavetinin ardından konferansına başlayan Vehbi Vakkasoğlu hocamız “Mehmet Akif Ersoy’un ruhunu sıksan dostluk akar, muhabbet akar.” dedi.

Mehmet Akif’in babasının adının Tahir olduğunu üstelik Tahir’in kelime anlamının “temiz” olmasına rağmen Temiz Tahir dendiğini 15 yaşındayken babasını kaybeden Akif’in Arapça ve din eğitimini babasından aldığını okulu ve evi arasındaki 17 kilometrelik mesafeyi her gün yürüyerek gidip geldiğini, yüzme ve güreş sporlarıyla ilgilendiğini, yine de okulunu 1. olarak bitirdiğini anlattı.

Akif’in annesi Emine Şerife Hanım’ın Buharalı babasının Arnavut olduğunu söyleyen yazar, Akif’in Peygamberimiz’in sünnetine bağlı yaşadığını hazır cevaplılıkla bir dahi olduğunu aynı zamanda çok cömert, sözünde duran ve Müslüman gençlerinin önünde iyi bir örnek alınması gereken kişiliğe sahip olduğunu belirtti.

63 yaşında vefat eden Mehmet Akif Ersoy’a Allah’tan rahmet diliyoruz.

Çetin Kılıç / Lüleburgaz

www.NurNet.org

Prof. Dr. Neşet Toku: “Bediüzzaman’ın Farkı…”

Prof. Dr. Neşet Toku:

“Bediüzzaman’ın farkı, mantıkî temellendirmeye dayalı Kur’an eksenli düşünmesidir”

Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı’nda imanî mevzuları açıkladıktan sonra “Artık küfrün beli kırılmıştır, bir daha ayağa kalkamaz” gibi kesin ve net ifadeler kullanıyor. Bunun sebebini sorduğumuz Prof. Dr. Neşet Toku, Bediüzzaman’ın bu kadar net ifadeler kullanmasının arkasındaki sebebin onun mantıkî temellendirmeye dayalı Kur’an eksenli düşünmesinden kaynaklandığını söylüyor.

Zaman ihtiyarladıkça kendisi gençleşen Kur’an-ı Kerim’in imanî bir tefsiri olan Risale-i Nur üzerinde her geçen gün yeni çalışmalar yapılıyor, yeni eserler ortaya konuluyor. Risale-i Nur üzerine yapılmış kitap çalışmalarının en yenilerinden birisi olan ve Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Neşet Toku tarafından kaleme alınan “Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi” isimli kitap Nesil Yayınları arasında çıktı.

Bediüzzaman Said Nursî’nin hem Meşrutiyet hem de Cumhuriyet dönemlerinde maruz kaldığı baskı ve hapislerin sadece siyasi bir olay olmadığını ifade eden Prof. Dr. Toku, bu konuda kitabında şunları belirtiyor:

“Bediüzzaman’ın siyasî baskılara ve hapislere maruz kalması, sadece onun siyasî tercihinden kaynaklanmamış, aynı zamanda bir medeniyet projesi olarak İslam’ı ve İslamî çerçevedeki rasyonaliteyi benimsemesinden ve bu noktadan hareketle de heves edilen Batı medeniyetinin temelini teşkil eden materyalist ve pozitivist felsefeye karşı başlatmış olduğu mücadeleden de kaynaklanmıştır.”

Kitabında felsefî düşüncenin teorik ve pratik çerçevedeki eleştirileri ve Bediüzzaman’ın Kur’an eksenli karşı cevaplarının irdelenmeye çalışıldığını kaydeden Prof. Dr. Toku ile mercek altına aldığımız “Risale-i Nur’da Felsefe Eleştirisi” kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik…

İslam dünyasında 8. yüzyılda Gazali ile başlayan ve 20. yüzyılda Bediüzzaman’la devam eden bir felsefe eleştirisi var. Her şeyden önce şunu sormak istiyorum: Felsefe nedir hangi ihtiyaca binaen ortaya çıkmıştır?

Felsefe, MÖ 5. yüzyılda antik Yunan dünyasında ortaya çıkmış bir düşünce tarzı. Niye ortaya çıkmış? İnsanların yaşamış oldukları bir takım problemler var. Eşyayı, varlığı, hayatı açıklamaya, anlamlandırmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken dayanılacak bir bilgiye ihtiyaç var.

Dinler tarihi açısından bakıldığında bilgi kaynağı olarak vahiy var. Vahiy, insanlara eşyayı ve olayları nasıl açıklayacakları konusunda bir şeyler anlatıyor. Ancak, vahyin gelmediği fetret devirleri de var. Fetret devirlerinde böyle bir bilgi eksikliği söz konusu. İşte muhtemeldir ki o bilgi eksikliği dönemlerinde insanlar eşyayı anlamlandırmaya çalışırken kendi akıllarını ölçü alarak makul çerçevede ve doğal zeminde açıklamalar yapmaya çalıştılar. Felsefe bu şekilde ortaya çıktı. Hayatı ve eşyayı rasyonel-reel eksende anlamlandırma faaliyetinin adına felsefe diyoruz.

Sizin kitabınızda felsefeci olarak belirttiğiniz Pisagor ve Öklit gibi bazı insanları biz matematikçi diye biliyoruz. Hatta bunların isimleriyle bilinen matematik teorileri bile var. Bir matematikçi felsefeyle niçin uğraşır?

Antik Yunan dünyasında “felsefe” dendiğinde akıl ve tecrübe temelli bütün bilgiler kastediliyordu. Matematik, fizik, astronomi vs. hepsi bu kategoriye dâhildi. Yunan düşüncesinden mülhem, İslam dünyasında da ilimler naklî ilimler-aklî ilimler diye iki çeşit olarak sınıflandırılmış. Aklî ilimlere aynı zamanda felsefî ilimler deniliyordu. 18. yüzyıla kadar durum böyleydi. 18. yüzyıldan sonra ise bilimler felsefeden bağımsız, müstakil birer alan olarak ayrıştı. Bu nedenle Pisagor ve Öklit gibi insanlara hem matematikçi hem de filozof deniyor.

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da eleştirdiği felsefe 18. yüzyıldan sonra gelişen felsefe mi oluyor?

Esas itibariyle o ama sadece o değil. Niye sadece o değil? Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da cevap verdiği “Necisiniz, nereden geliyor, nereye gidiyorsunuz” soruları daha önce de söylediğim gibi, felsefenin de temel soruları. Bu sorular, klasik dönem diye nitelendirilen zamanlarda da var ve o zamanlarda da cevaplandırılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla, felsefenin mahiyet itibariyle her halükârda belli ölçülerde bir din dışılığı içerdiğini söylemek gerekiyor. Bediüzzaman’ın karşı çıktığı felsefe elbette ki birinci dereceden materyalist ve pozitivist felsefelerdir. Ama ilaveten felsefenin başlı başına bilgi kaynağı olma iddiasındaki akıl merkezli anlayışına da karşı çıkıyor.

Bediüzzaman’ın ilim tahsiline baktığımız zaman genelde medreselerde dinî eğitim aldığını görüyoruz. Ama siz kitabınızda Risale-i Nur’da çok ciddi felsefe eleştirileri olduğunu ortaya koyuyorsunuz. Bediüzzaman, felsefi doktrinleri eleştirecek, onların yanlışlığını ortaya koyacak kadar felsefi bilgiyi nereden öğrendi?

Klasik medrese eğitiminde bugünkü gibi bilimler birbirinden tamamen bağımsızmış gibi eğitim-öğretim yürütülmüyordu. Sistematik bir eğitim-öğretim vardı. Aklî ve naklî ilimler birlikte okutuluyordu. Bediüzzaman’ın her ne kadar uzun yılları kapsayan bir medrese eğitimi olmasa da kendi hayatında bunları okuduğu apaçık. Bunları tahsil etmiş, tahsil etmiş derken illa ki birilerinden öğrenmiş anlamında değil. Bediüzzaman’ın Van’da kaldığı döneme baktığımızda, vali konağına çekildiğini ve orda on yıl boyunca tamamen bu ilmî işlere kendisini verdiğini görüyoruz. Bediüzzaman orada kelam da okuyordu, coğrafya da okuyordu, matematik de okuyordu, mantık da okuyordu, fizik, kimya, biyoloji vs. de okuyordu. Tüm bu disiplinler o günün şartlarında ne kadar vardıysa hepsini okuyordu. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın felsefe bilmemesi diye bir şey söz konusu değil…

www.sorularlarisale.com