Etiket arşivi: stres

Sıkıntı ve Şerlerin Def’i (Kötülüklerden Kurtulmak) İçin Okunabilecek Dualar

Bir Müslüman dua etmeden önce bunları bilmelidir;

Dua, kulun Rabbine yönelip O’ndan yardım dilemesidir.

Dua bir ibadettir.

Nasıl ki, bir çocuk eli yetişemediği bir ihtiyacını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani acizlinin diliyle dua eder ve isteklerini elde eder.

Öyle de, insan bütün canlılar içinde nazik ve nazlı bir çocuğa benzer. Cenab-ı Hakkın dergâhına acziyle ağlamak veya ihtiyacıyla dua etmekle yönelir.

Başa gelen çeşitli sıkıntılar ve belalar, insana aczini ve güçsüzlüğünü hatırlatıp onu Rabbine yönelmeye zorlar, bu bir rahmettir.

Dua bir ibadet olduğuna göre, onun sadece ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak gayesiyle yapılması gerekir. Bunun için insan âcizliğini, yalnızlığını ve çaresizliğini bütün ruhuyla hissedip kendisine yardımcı olacak, korkulardan, endişelerden kurtaracak yegâne zatın Allah olduğunu düşünerek ellerini semaya kaldırmalıdır.

İşte Cenab-ı Hak her yerde hazır ve nâzırdır. İnsanın yaptığı her duayı işitir ve cevap verir. Fakat insanı insandan daha çok düşündüğünden, derdini ve asıl ihtiyacını iyi bildiğinden; neyin hayrına, neyin zararına olacağını ezelî ilim ve hikmetiyle bildiğinden, insanın istediğinin aynısını verebildiği gibi, bazan daha iyisini verir, bazan da zararlı olacağından hiç vermez. Bunun için insanın, “Allah, benim her istediğimi vermiyor” demeye hakkı yoktur.

Dua bir ibadet olduğuna göre mükâfatı âhirette verilir. İnsanı duaya sevk eden sebepler ise o ibadetin vaktidir.

Meselâ hava kurak gidip yağmursuzluk devam ettiği zamanlarda yağmur duasına çıkılır. Güneşin batması akşam namazının vakti olduğu gibi, kuraklık da o duanın vaktidir. Yoksa o dua yağmuru yağdırmak için değildir. Çünkü o takdirde dua Allah rızası için değil de, sırf yağmurun yağması için edilmiştir. Bundan dolayı da kabule layık olmaz.

İnsan o kadar dua ettiği halde belalar gitmez, hastalıklar geçmez ve netice itibariyle o an için istekler yerine gelmemiş görünür. İnsan, “Duam kabul edilmedi” dememeli, “Duamın vakti bitmedi, daha çok dua etmem gerekir” demelidir.

Dua kulluğun ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam duası ile gösteriyor ki, bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılâı var ve bilir, en uzak maksatlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorum.

Dua iki kısımdır:

Birincisi, fiilî dua: Sebeplere teşebbüs etmek fiilî duadır. Çift sürmek gibi. Toprak rahmet hazinesinin kapısı olduğundan çiftçi o kapıyı sabanıyla çalar. Bu dua doğrudan Cenab-ı Hakk’ın isim ve ünvanına yönelmiş olduğundan çoğunlukla kabul olunur.

İkincisi, kavlî dua: Dil ve kalple yapılan dua: İnsanın eli yetişmediği bir kısım ihtiyaçlarını istemesidir. Bunun en mühim tarafı, en güzel meyvesi şudur:

Dua eden adam anlar ki, Birisi var, benim kalbimden geçenleri işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, âcizliğine merhamet eder, fakirliğine medet eder.”

Şerlerin defi için okunması tavsiye edilen dualardan bazıları şunlardır.

  • İnnalillahi ve inna ileyhi raci’un, allahümme ecirni fi musibeti vahluf li hayran minha.” (kuran harfleriyle okunması tavsiye olunur)

Anlamı: Şüphesiz ki bizler, Allah’ın kullarıyız ve (âhirette) dönüşümüz de yalnızca O’nadır. Allah’ım! Başıma gelen mûsibet sebebiyle bana ecir ver ve bana ondan daha hayırlısını bağışla. 

  • Ayrıca *Fatiha Suresi 19 kere okunabilir.
  • Yine Kafirun-İhlas-Felak-Nas beraber çok okuyunuz .

 

  • Tekasür Süre-i Celilesi

Bismillahirrahmânirrahîm.

Elhakümüt tekasür Hatta zürtümülmekabir Kella sevfe ta’lemun Sümme kella sevfe ta’lemu Kella lev ta’lemune ılmel yekıyn Le teravünnelcehıym Sümme leteravünneha aynelyakıyn Sümme le tüs’elünne yevmeizin anin neıym

Bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihi şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüves-semi’ul alim, duasını üç defa okuyabilirsiniz.

Euzü bikelimâtillahittammâti min şerri mâ haleka” duası.

Lâ havle velâ kuvvete illa billah-il-aliyyilazim duası

Estagfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüverrahmanürrahim el-hayy-ül-kayyumüllezi la-yemutü ve etubü ileyh Rabbigfir li” 25 kere okunması.

Tavsiye edilen dualardan bir kaçıdır.

Bu duaların asıl harflerinden okunması daha doğru olacaktır.

Allah tesirini halk etsin, niyetlerinizi ve dualarınızı en güzel şekilde kabul etsin.

Amin.

Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

Kaynak:
Kuranı Kerim
Risalei Nur külliyatı
sorularlaislamiyet
Veysel Akkaya 
Mumsema
Dualar iksiri

Sıkıntı Strese Ve Dua Üzerine Kısa Notlar

Hastalıklarla vücut direncinin artmasında ki ilişki, musibetler ve sıkıntılarla insanın gelişmesi, olgunlaşması ve huzura kavuşması arasındaki ironik ilişki gibidir. Bilimin geldiği son noktada virüslerin, bakterilerin yani bizim hastalanmamıza neden olan mikropların aslında bağışıklık sistemimizin gelişmesi adına çok faydalı görevler yaptığı şeklindedir. Evet, hastalıklar insanlara eza vermek dışında bağışıklık sistemi güçlendirmeye de yarar. Yani virüsler, bakteriler sadece kişiyi hasta etmek için değil, hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendirme görevini de yaparlar. Aynen bunun gibi insanın başına gelen musibetler (virüsler, bakteriler gibi) insana geçici olarak sıkıntı yaşatabilirler ama aynı zamanda bu sıkıntılar sayesinde rikkat, şefkat, merhamet, empati vs. gibi insani duyguların gelişmesinin yanında, bu sıkıntıları veren hakiki mercii tanıma ve ona yönelmeyi de sağlarlar; tabi insan bunun ardında ki hikmeti bilebilirse…

—————————————————————————0—————————————————————————————

Perde arkasındaki hayırları görebilen kişi dua ile isteme makamına ulaşır. İşte tam da bu anlamda dua istemektir ve o belaları, musibetleri veren makamı bilmektir. O yüzden Mevlana: “Hiç bir şey isteyemiyorsan bela iste, belki vereni bulursun” der.

Hadiste denilir ki: “Kula Allah musibet gönderir. Yani bir ok isabet eder. Kul onu anlarsa rahmete dönüşür. Anlamazsa gazap üstüne gazap celbeder.”

—————————————————————————0—————————————————————————————

Günümüz insanının en önemli problemlerinden biri nesnelerde boğulup öz ben’ini yitirmesidir. Bu yitimin önüne geçecek en önemli ilaç ise dua ve ibadetlerdir ve aslında tüm ibadetler kişinin öz beni’ni bulması içindir; yani numuneyi değil aslolanı bulması ve keşfetmesi…

Bazılarımızın rutin olarak yaptığı dualardan birinde geçen ifade gibi; “Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster…”

—————————————————————————0—————————————————————————————

Hayat sonsuzluk filminin ön tanıtımıdır. Kendi hazırladığınız fragmanınız iyi olursa (dünya hayatınız) filminizin galası da (ahiret hayatı) iyi olacaktır; ama her filmde illaki istenilmeyen sahneler, sıkıntılı kareler olduğu gibi hayat serüveninde de aynı karelere sıkça rastlamak mümkündür. Bu sıkıntılı durumları fazla yıpranmadan aşanların sıkça kullandıkları arketiplerden biri: “Bu da geçer ya Hu!” inancıdır.

—————————————————————————0—————————————————————————————

Mutsuzluk değişimin, dönüşümün olmasına izin verememek, yani olana direnmektir. Mutsuzluk geçmişe tutunmaktır. Oysa geçmişe tutunanlar otobanda son sürat araba kullanırken sürekli dikiz aynasına bakarak yol almaya çalışanlar gibidir ve maalesef kaza yapmaları kaçınılmazdır.

Her birimiz hazine üzerinde oturduğunun farkında olmadan dilenen dilenci hikâyesinde ki dilenci gibiyiz. Muazzam yeteneklere, zenginliklere, imkânlara sahip olmamıza rağmen bunların farkında olmadan yaşadığımız için varlık içinde yokluk çekiyor ve mutsuz, huzursuz bir yaşam sürüyoruz. Sonrasında ise bize tüm bu nimetleri verene teşekkür etmek, şükretmek, hamt etmek yerine; Neden bu dünya da fakirlik, zulüm, hastalık, yokluk, kıtlık var? diye isyan ediyoruz.

O halde yapılması gereken; Hz. İsa (as) ın dediği gibi:

Kapıyı çalın açılacaktır. (Namaz)

Dileyin, verilecektir. (Dua)

Ve âlemlere rahmet Peygamberimizin(sav) buyurduğu gibi:  “Şüphesiz dua, başa gelmiş ve gelecek olan şeylere faydalıdır. Onun için ey Allah’ın kulları, duaya sımsıkı sarılın. [Camiü’s Sağir]

Stres ve Sabır

Hayatın deneyleri ve darbeleri bazılarımızı olgunlaştırır, bazılarımızı imha eder. Herkes iki yoldan birini seçmek zorundadır. Ya olgunlaşacağız ya da yıkılacağız.

Hayatın olayları, deney ve darbeleri yani stres karşısında herkesin farklı tepki ve yaklaşımları vardır. Burada kişilik yapısı önemli rol oynar.

Stres verici uyaranlara karşı psikolojik tepkinin şekillenmesi ve olayı tehdit olarak değerlendirilmesinde kişiliğe bağlı eğilimler, zihinsel kapasite, geçmiş yaşantı ve tecrübeler önemli rol oynar.

Stresli vücudun psikolojik cevabı; koku, endişe, gerilim, kaçınma davranışı şeklinde olurken, fizyolojik cevabı da; çarpıntı, kızarma-sararma, terleme-soğuma ve nefes sıkışması gibi belirtiler şeklinde kendini gösterir.

Düşünce ve davranış kalıpları

Kişinin zihinsel şartlanmalar ve davranış modeli, çocukluk dönemlerinden beri gelen öğrenme süreci yanında, genetik eğilimler ve çevreyle de ilgilidir.

İki uçtaki tepkiler

İçe dönük-dışa dönük

Sert-yumuşak

Ölçülü-ölçüsüz

Normal-nevrotik

Uyum yetmezliği

Bireyin uyum sağlamayı kolaylaştıran kişilik özellikleri varsa ve bunu iyi kullanabilirse, her engel ve zorluğa uyum sağlayıp aşabilecektir.

Uyum sağlayıcı kişilik özellikleri, deneme yanılma yoluyla hayat boyunca gelişir. Akıllı kişi, geçmiş tecrübelerden iyi ders alır, deneme yanılma yöntemini en az kullanır. Her şeyi kendi tecrübesiyle öğrenmek isteyenlerin ulaşacağı sonuç felakettir. Bu çok yanlış bir öğrenme yoludur.

Dünyanın en cahil insanı bildiklerinin yeterli olduğunu sanan insandır. Buna eski tanımla “Cehil-i mürekkeb” denilir. Yani bilgisizdir ama bilgisizliğini bilmez.

İnsan, düzelme işine kendinden başlamalıdır. Toplumu, dünyayı değiştirmek yerine, kendimizi değiştirmek zorundayız.

Uyum sağlamayı zorlaştıran kişilik özellikleri

Stresle mücadeleyi zorlaştıran kişilik özelliklerini iyi tanımak gerekir. Düşmanca duyguları ağır basan, aşırı duyarlı, ben merkezci, katı, endişeli, kötümser, içine kapanık, alıngan, huzursuz, kolay kışkırtılan, tepkisel, saldırgan, değişen, aceleci, sabırsız, telaşlı, hırslı, doyumsuz, mükemmeliyetçi, hızlı araba kullanma, sorumluluk duygusu fazla veya vurdumduymaz kişilik özellikleri stresle mücadeleyi zorlaştırır.

“A” tipi davranış tarzı:

bu davranış tazı batı dünyasında teşvik edilen ve ödüllendirilen bir davranış biçimidir. Fakat bu davranış tarzını gösteren bireylerde; mide ülseri ve koroner kalp hastalıkları başta olmak üzere, pek çok hastalık daha yüksek oranda ortaya çıkmaktadır.

Başlıca özellikleri:

Yarışmacılık

Saldırganlık, ataklık, girişimcilik

Düşmanlık duyguları

Hırslılık, beklenti seviyesinin yüksekliği

Zaman baskısı, acelecilik, sabırsızlık

Doyumsuzluk

Ben merkezcilik

Bu kişilik özellikleri batı dünyasında başarı için gerekli görülmekte ve ödüllendirilmektedir. İnsanlık tarihinde belki ilk defa yüzyılımızda; hızlı, saldırgan, hareketli, yarışan, tüketen, abartılmış, zaman darlığı çeken, aceleci, sabırsız insanlar bu kadar teşvik edilmektedir. Bunun da tabii sonucu insanların daha zengin olması fakat daha mutlu olamamasıdır.

“A” tip davranış tarzı gösteren kişililer çeşitli derecelerde, sürekli telaş içersindedirler. Beklerken huzursuz olurlar ve beklemeyi hiç sevmezler. Randevulara hiç geç gecikmezler, başladıkları işi mutlaka bitirirler. Karşı tarafın sözünü sık sık keserler, onun cümlelerini tamamlarlar, yarışma duygusu içersindedirler, rekabetçilikten büyük zevk alırlar, kolay tatmin olmazlar. Pek çok işi birden işlerler, acelecilik, sabırsızlık hayatında hep ön plandadır. İşlerinde hızlı ilerleme isterler. Hemen ve şimdi meraklısıdırlar. Yemeyi, yürümeyi bile hızlı yaparlar. Başkalarının tenkidine çok önem verirler, duygularını bastırırlar. Kolaylıkla karamsarlığa ve ümitsizliğe düşerler. Kafalarında hep rakamlar vardır. Her şeyi maddi kavramlarla açıklamaya çalışırlar. Hesapçı ve çıkarcıdırlar. Manevi değerleri, psikolojik kavramları önemsemezler. Her şeyi çok ciddiye alırlar. Sorumluluk duyguları fazladır. Tamcı ve ayrıntıcı olmayı başarının şartı olarak görürler.hep kafalarının dikine gitmeyi severler.

“B” tipi davranış tarzı:

“A” tipi davranış tarzının tersidir.

Sakin, acelesiz, sabırlı kişilerdir. İyi dinleyicidirler, başkalarının konuşmalarına imkan verirler. Baskı altında oldukları sırada bile heyecan ve telaş göstermezler. Beklemeye tahammüllüdürler. Rekabet ve yarışmayı sevmezler. Yumuşak başlıdırlar. Yavaş ve tartarak konuşurlar. Her şeyi yavaş yapmayı severler, duygularını açıkça ifade ederler. Düşmanlığı sevmezler, küçük şeylerden mutlu olurlar. Ölçülü ve sınırlı sorumluluk isterler. Esnektirler, gereksiz konularda derinleşmezler.

“A” grubu davranış kalıbı gösterenlerde kalp krizi oranı “B” grubuna göre beş misli olmaktadır. Koroner kalp hastalarının %70’nin “A” tipi davranış biçimi sergiledikleri dikkati çekmektedir.

Batı tarzı hayat biçimi ürünlerin hayat kalitesini artırdı, milli gelir seviyesini yükselti, bireyler ve toplum daha zengin oldu ama buna karşı büyük bir bedel ödüyorlar, insanların hem beden, hem akıl ve ruh sağlığı daha çok bozuluyor.

Birbirinize sabır tavsiye ediniz:

“A” ve “B” tipi davranış kalıpları arasında en belirgin farklılık acelecilik, telaşlılık, sabırsızlık oranları ile ilgili. O halde “A” tipi davranış özelliklerini, “B” tipi haline dönüştürmek nasıl olur?

İşte bunun yolu da sabır eğitiminden geçer.

Sabır, olaylar, sıkıntılar karşısında sızlanmadan, şikayet etmeden katlanabilmek ve tahammül gösteren, isyan etmeyen; sonuçta mutluluğun lezzetini tadar.

Bizi pişirecek olan zorluk ve engellerin darbeleridir. Yunus Emre “Hamdım, yandım, piştim, oldum elhamdulillah” derken yanmamanın acısını ne güzel ifade etmiştir. İnsanın içersindeki cevher zorluklar gelişiyor.

Sisal bitkisinin hikayesi:

Bu bitki Amerika kıtasında, soğuk rüzgar, sert verimsiz toprak ve sıcak güneşte yetişen bir bitki. Yaprakları çok elyaflı, dokumada kullanılıyor. Elyafının kıymeti nedeniyle, bu bitkiyi daha verimli topraklarda yetiştirmeyi deniyorlar. Bitki yetişiyor ve çok daha büyükçe yaprakları çıkıyor fakat bakıyorlar yaprakların içinde elyaf yok.Sonra anlaşılıyor ki bitkinin kötü toprak, soğuk rüzgar, sıcak güneşle mücadelesi onun lifli yapısını meydana getiriyormuş.Yani içindeki cevheri geliştiriyormuş.İşte insan içindeki cevherde zorluklara katlanma ve mücadele ile gelişmektedir.

“İhtiyaç ilmin hocasıdır” sözü ne kadar yerinde.Hastalıklar mikropları olmasa tıp bu kadar ilerler biyoloji bu kadar gelişir miydi?

Değişme “acı” demektir. Çocuk doğarken neden ağlar? Rahat anne karnından sonra hayatın zorlukları ile yüz yüze gelmeye başlamıştır. Yeni bir şey öğrenmek, zahmete katlanmayı gerektirir.

Büyük başarılar kafa yormak, bir çok zevk ve lezzet ve keyiften geri durmakla doğmaktadır. Hem canının istediği her şeyi yapacaksın, hem de başarılı olacaksın. Bu mümkün değildir.

Büyük başarılar, büyük mücadelelerin sonucunda gelir, mücadele ne kadar çetinse başarı da o kadar büyük olur.

Rüzgar, yağmur ve fırtınaların kamçısı, bitkilerin tohumlarında gizli olan çiçek ve meyve verme yeteneğini ortaya çıkarır. Zayıf ağaçlar dayanamaz. Fanus içersinde büyütülen ağaçlar hiç dayanamaz. Tıpkı aşırı korunarak büyütülen çocukların hayat zorluklarında kolay depresyona girmesi gibi.

Kur’an-ı Kerim’de yetmiş yerde ve pek çok hadis-i şerifte sabrın fazileti ve üstünlüğü bildirilmiştir.

“Elbette sabredenlerle beraberim” (Bakara, 153)

“Sabredenlerin ahirette ücretleri, mükafatları sayısızdır” (Zümer, 10)

“Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin. Gerçi bu (nefsine) ağır gelir. Ama hürmet (ve huşu ile ürperenlere) göre ağır değildir.” (Bakara, 45)

“Ey müminler (itaatkarları isyan edenlerden ayırt etmek için) sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün darlığı ile, and olsun, imtihan edeceğiz. Ey Habibim! Sabredenlere (lütuf ve ihsanımı) müjdele.” (Bakara, 155)

Peygamberimiz Efendimiz (s.a.s) “Sabır, imanın yarısıdır.” Buyurmaktadır. İnsanın iyilikleri, ibadetleri yapabilmesi kötülük ve günahlardan kaçınması ve son nefesine kadar imanın korunması sabırla olur.

O büyük insanın hayatı sabır örnekleri ile doludur. Hz. İsa (a.s.) “İstemediğine sabretmeyince, istediğine kavuşamazsın” buyurmaktadırlar.

Allah, Davud Peygambere (a.s.) “Ahlakta bana uy! Benim ahlakımdan biri sabredici olmamdır.” buyurmuştur.

Sabır insan has bir sıfattır. Hayvanlarda ve hatta meleklerde bile yoktur. Nefsin arzuları veya düşmanla mücadele gibi sorumluluklar sabrı gerektirir.

“Eğer size bir eziyet verilirse, karşılığında onun kadar yapınız. Sabrederseniz daha iyidir.” (Nahl, 126)

Ne mutlu inananlara, iyi işler yapanlara ve birbirine doğruyu ve sabrı tavsiye edenlere.

Prof.Dr.Nevzat Tarhan

Stres

Bazen gazetelerde insanın tüylerini ürperten resimler görürüz. Çoğunlukla Kuzey Afrikalı fakir ve perişan insanların resimleri… Her biri sanki canlı birer iskelet… Kemiklerle etler arasında nerdeyse mesâfe kalmamış. Bu halleriyle bize olanca güçleriyle haykırırlar: “Biz açız, bize yardım elinizi uzatın!” diye…

İşte maddî açlık insanı böyle perişan, böyle zayıf, böyle güçsüz ediyor… Beride maddî problemleri yok denecek kadar az, ama kendilerini eğlenceyle, sefahatle, içkiyle yahut uyuşturucuyla avutmak isteyen huzursuz kalabalıklar. Bunların dertleri öncekilerinden daha ileridir.

Ruh, beden ülkesinin sultanıdır. Açlıktan kıvranan insanlarda hizmetçi zayıf düşmüştür, huzursuz insanlarda ise sultan perişandır. Birincilere her insaf ve vicdan sahibi acır, merhamet eder. İkincileri ise herkes kınar, herkes onlara düşman kesilir. Halbuki asıl acınmaya, el uzatılmaya muhtaç olanlar bunlardır… Çünkü bunlar hem hastadırlar, hem de ilâç düşmanıdırlar. Bunlara karşı, tedavi ehlinin çok şefkatli ve çok sabırlı olması gerekir. “Fâsıklara ancak ârifler acır.” Abdulkadir Geylâni (ks.)

Bugün huzur ve saadet arayanlar sadece bu insanlar değildir. Hemen herkes bu dertten bir iz taşımaktadır. Öyle ise biz öncelikle kendi nefsimize bir şeyler söylemeye çalışalım:

Neden yer yer ruhî sıkıntılara giriyor, sabırsızlanıyor ve bir şeyler yapamamanın ıstırabıyla ruhumuzu kıvrandırıyoruz. Beden sıhhatimizden, mali durumumuza, toplumdaki itibarımızdan dünyevî zevklerimize kadar her şeyi kendimize dert ediniyor ve bunları çözemeyince de üzülüyor, rahatsız oluyoruz…

Niçin, dünyanın üstünde gezeceğimize altına giriyor, bize hizmet etmesi gereken eşyaya biz hizmetçi oluyoruz.

Bu halimiz ruhumuzu hayli yoruyor ve takatten düşürüyor. Bütün bu olup bitenlere karşı sabırla karşı koymayı da başaramıyoruz. Zira, Üstat Bediüzzaman’ın o güzel teşhisiyle, biz sabır kuvvetimizi maziye ve müstâkbele dağıtıyoruz; hâle karşı sabrımızda güç kalmıyor ve sonunda sıkıntıya, ümitsizliğe düşüyoruz.

Bütün bunların kaynağına indiğimizde şu yanlışla karşılaşırız: “Biz nefsin doymasıyla, kalbin tatmin olmasını birbirine karıştırmışız.”

Yanlış yoldan giden yorulur. İşte bizi yoran, sıkıntıya düşüren ve sonunda perişan eden bu büyük hatadır. Bundan döndüğümüz an huzur ve saadete yönelmiş olacağız.

Nefis şerle beslenir. Şer ise kalbi yaralar, vicdanı rahatsız eder ve huzuru kaçırır. İşte bu fasit daire, stresin ve huzursuzluğun önemli bir kaynağıdır. Bu çemberi aşamayanlar, nefislerini besledikçe kalp ve vicdanlarında huzur melekesini kaybederler. Ve bunun çaresini yeniden nefsin tatmininde ararlar.

Sadece birkaç misâl:

Nefis cimrilikten yanadır. Para biriktirdikçe mutlu olacağını zanneder. Halbuki, kalp ve vicdan muhtaçları doyurmaktan zevk alırlar.

Nefis büyüklenmekten hoşlanır. Kalp ve ruhun rahatı ise tevazuda, alçakgönüllü olmaktadır.

Nefis oyun ve eğlence düşkünüdür. Akıl ise çalışmayı ve gayreti emreder, onunla rahat bulur.

Ve nihayet nefis, fâni ve geçici eşyanın meftunudur. Kalp ise bekâya, ebediyete aşıktır. İşte bütün huzursuzluklar bu çelişkilerin ürünüdür. Ve insan, nefsini beslemekle değil, kalbini tatmin ile saadet bulur.

Ve her türlü bunalım ve huzursuzluğun İlahî reçetesi:

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sükûnet bulur). (Ra’d Sûresi, 28)

Maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç olan insanoğlunun kalbini, ancak Allah’ı zikir, yâni Onu yâd etme, Onu hatırlama tatmin edebilir. O halde insan, Ondan başka neyi yâd etse mahlûku yâd etmiş, Ondan gayri neyi sevse fâniyi sevmiş olur. O ulvî kalp, bu süflî eşya ile tatmin olmadığı içindir ki, gafil insanı daima rahatsız eder. İşte can sıkıntısı, huzursuzluk, bunalım, stres dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin açlık feryatları, ölüm çığlıklarıdır.

Adnan Şimşek – Zafer Dergisi

Stresin en önemli kaynağı nedir?

Bazen gazetelerde insanın tüylerini ürperten resimler görürüz. Çoğunlukla Kuzey Afrikalı fakir ve perişan insanların resimleri… Her biri sanki canlı birer iskelet… Kemiklerle etler arasında nerdeyse mesâfe kalmamış. Bu halleriyle bize olanca güçleriyle haykırırlar: “Biz açız, bize yardım elinizi uzatın!” diye…

İşte maddî açlık insanı böyle perişan, böyle zayıf, böyle güçsüz ediyor… Beride maddî problemleri yok denecek kadar az, ama kendilerini eğlenceyle, sefahatle, içkiyle yahut uyuşturucuyla avutmak isteyen huzursuz kalabalıklar. Bunların dertleri öncekilerinden daha ileridir.

Ruh, beden ülkesinin sultanıdır. Açlıktan kıvranan insanlarda hizmetçi zayıf düşmüştür, huzursuz insanlarda ise sultan perişandır. Birincilere her insaf ve vicdan sahibi acır, merhamet eder. İkincileri ise herkes kınar, herkes onlara düşman kesilir. Halbuki asıl acınmaya, el uzatılmaya muhtaç olanlar bunlardır… Çünkü bunlar hem hastadırlar, hem de ilâç düşmanıdırlar. Bunlara karşı, tedavi ehlinin çok şefkatli ve çok sabırlı olması gerekir. “Fâsıklara ancak ârifler acır.” Abdulkadir Geylâni (ks.)

Bugün huzur ve saadet arayanlar sadece bu insanlar değildir. Hemen herkes bu dertten bir iz taşımaktadır. Öyle ise biz öncelikle kendi nefsimize bir şeyler söylemeye çalışalım:

Neden yer yer ruhî sıkıntılara giriyor, sabırsızlanıyor ve bir şeyler yapamamanın ıstırabıyla ruhumuzu kıvrandırıyoruz. Beden sıhhatimizden, mali durumumuza, toplumdaki itibarımızdan dünyevî zevklerimize kadar her şeyi kendimize dert ediniyor ve bunları çözemeyince de üzülüyor, rahatsız oluyoruz…

Niçin, dünyanın üstünde gezeceğimize altına giriyor, bize hizmet etmesi gereken eşyaya biz hizmetçi oluyoruz.

Bu halimiz ruhumuzu hayli yoruyor ve takatten düşürüyor. Bütün bu olup bitenlere karşı sabırla karşı koymayı da başaramıyoruz. Zira, Üstat Bediüzzaman’ın o güzel teşhisiyle, biz sabır kuvvetimizi maziye ve müstâkbele dağıtıyoruz; hâle karşı sabrımızda güç kalmıyor ve sonunda sıkıntıya, ümitsizliğe düşüyoruz.

Bütün bunların kaynağına indiğimizde şu yanlışla karşılaşırız: “Biz nefsin doymasıyla, kalbin tatmin olmasını birbirine karıştırmışız.”

Yanlış yoldan giden yorulur. İşte bizi yoran, sıkıntıya düşüren ve sonunda perişan eden bu büyük hatadır. Bundan döndüğümüz an huzur ve saadete yönelmiş olacağız.

Nefis şerle beslenir. Şer ise kalbi yaralar, vicdanı rahatsız eder ve huzuru kaçırır. İşte bu fasit daire, stresin ve huzursuzluğun önemli bir kaynağıdır. Bu çemberi aşamayanlar, nefislerini besledikçe kalp ve vicdanlarında huzur melekesini kaybederler. Ve bunun çaresini yeniden nefsin tatmininde ararlar.

Sadece birkaç misâl:

Nefis cimrilikten yanadır. Para biriktirdikçe mutlu olacağını zanneder. Halbuki, kalp ve vicdan muhtaçları doyurmaktan zevk alırlar.

Nefis büyüklenmekten hoşlanır. Kalp ve ruhun rahatı ise tevazuda, alçakgönüllü olmaktadır.

Nefis oyun ve eğlence düşkünüdür. Akıl ise çalışmayı ve gayreti emreder, onunla rahat bulur.

Ve nihayet nefis, fâni ve geçici eşyanın meftunudur. Kalp ise bekâya, ebediyete aşıktır. İşte bütün huzursuzluklar bu çelişkilerin ürünüdür. Ve insan, nefsini beslemekle değil, kalbini tatmin ile saadet bulur.

Ve her türlü bunalım ve huzursuzluğun İlahî reçetesi:

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sükûnet bulur). (Ra’d Sûresi, 28)

Maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç olan insanoğlunun kalbini, ancak Allah’ı zikir, yâni O’nu yâd etme, O’nu hatırlama tatmin edebilir. O halde insan, Ondan başka neyi yâd etse mahlûku yâd etmiş, Ondan gayri neyi sevse fâniyi sevmiş olur. O ulvî kalp, bu süflî eşya ile tatmin olmadığı içindir ki, gafil insanı daima rahatsız eder. İşte can sıkıntısı, huzursuzluk, bunalım, stres dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin açlık feryatları, ölüm çığlıklarıdır.

Prof.Dr. Alaaddin Başar

sorularlaislamiyet.com