Etiket arşivi: Süleyman KÖSMENE

Mahşerde bizi kurtaracak ameller!

Mahşerin dehşetli hali hepimizi ürpertiyor. Ne kadar dini yaşantımız olsada bir ürperti hissederiz. Efendimiz (asm) bizleri mehşerde kurtaracak bazı amelleri müjdeliyor!

MSalih amellerimizin Mahşer günü elimizden tutması Allah’ın rahmetindendir.

Peygamber Efendimiz (asm) uzunca bir hadiste bir mahşer kesitini şöyle sunuyor:

“Ben geçen gece rüya-yı sâdıkada neler neler gördüm.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap melekleri etrafını sarmıştı. O anda almış olduğu abdest geldi ve onu kurtardı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, kendisi için kabir azabı hazırlanmıştı. Namazı geldi ve onu kurtardı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, şeytanlar etrafını kuşatmıştı. Yaptığı zikirler geldi ve onu kurtardı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, susuzluktan dili dışarıya sarkmış, soluyordu. Tuttuğu Ramazan orucu geldi ve ona su ikrâm etti.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlık, üstü karanlık, altı karanlıktı. Yaptığı hac ve umresi geldi ve onu bu karanlıklardan çıkardı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, ölüm meleği ruhunu almak için gelmişti. Anne ve babasına yaptığı iyilikler geldi, meleğin o anda ruhunu almasına mani oldu.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, mü’minlerle konuştuğu halde, onlar kendisiyle konuşmuyorlardı. Akrabalarıyla olan iyi ilişkileri geldi ve onlara hitâben, ‘Bu akrabalarına iyilik ederdi’ dedi. Bunun üzerine onlar da o zâtla konuştular. O da onlara karıştı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, peygamberler halka halka olmuşlardı. Hangi halkanın yanına varsa kovuluyordu. O anda cünüplükten gusletmesi geldi, ellerinden tutarak onları yanıma oturttu.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennemin hararetini elleriyle yüzünden uzaklaştırmaya çalışıyordu. O anda verdiği sadakalar geldi, üzerine gölge, yüzüne karşı perde oldu.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap zebânîleri yanına gelmişti. O anda iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırması geldi. Ve onu bu halden kurtardı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennem uçurumundan düşmüştü. Dünyada iken Allah korkusundan döktüğü gözyaşları geldi ve onu ateşten kurtardı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, amel defteri sol tarafından verilmişti. Allah korkusu geldi ve amel defterini alıp sağ eline verdi.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, terazisinin iyilik kefesi hafif gelmişti. Küçük yaşta ölen çocukları geldi ve terâzisini ağırlaştırdı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennemin tam kıyısında bekliyordu. Allah korkusundan kalbinin ürpermesi geldi, onu bu halden kurtardı.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, korkudan yaş hurma dalının sallanması gibi titriyordu. Allah’a olan hüsn-ü zannı geldi ve titremesini dindirdi.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, Sırat Köprüsünde sürünerek ve emekleyerek yol almaya çalışıyordu. Bana getirdiği salâvatlar geldi, elinden tutarak ayağa kaldırdı. Böylece Sıratı geçti.

“Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cennet kapılarına kadar geldi, fakat kapılar yüzüne kapandı. Getirdiği Kelime-i Şehâdetler geldi, elinden tutarak Cennete girdirdi.”1

KIYAMET GÜNÜ ALLAH’IN İLK SÖZÜ

Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki:

“Dilerseniz Kıyâmet günü Allah’ın mü’minlere ilk söyleyeceği söz ile mü’minlerin Allah’a ilk söyleyecekleri sözü size haber vereyim: Allah mü’minlere:

“Bana kavuşmayı arzû eder miydiniz?” buyurur. Mü’minler:

“Evet, ey Rabbimiz.” derler. Cenâb-ı Allah:

“Niçin?” diye sorar. Mü’minler:

“Affını ve bağışlamanı umardık.” derler. Cenâb-ı Allah da:

“Öyleyse size affımı ve bağışlamamı vâcip kıldım.” buyurur.2

Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki:

“İnsanlar diriltilecekleri zaman en evvel ben kabrimden çıkacağım. Rablerinin huzuruna geldiklerinde sözcüleri ben olacağım. Ümitlerini kestiklerinde müjdeleri ben olacağım. O gün hamd sancağı benim elimde olacaktır. Ben Rabbim katında Âdemoğullarının en değerlisiyim. Bunları övünmek için söylemiyorum.”3

Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki:

“Cennet kapısını ilk defa ben çalacağım. Kulaklar, o kapı halkalarının kanatlara değerken çıkardığı sesten daha güzel bir ses duymamıştır.”4

Öyleyse, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle, dünya ve âhirette dâimî sevinç isteyen, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın îmân dâiresindeki terbiyesini kendine rehber etmelidir.5

Süleyman KÖSMENE

Dipnotlar:

1- Câmiü’s-Sağîr, 2/1456.

2- Câmiü’s-Sağîr, 2/1462.

3- Câmiü’s-Sağîr, 2/1471.

4- Câmiü’s-Sağîr, 2/1474.

5- Sözler, s. 133.

“Namaz’dan çalanlar!” ne demektir? Namazda “rükün” ne demektir?

Şakir Bey: “Namazda rükün ne demektir? Tadil-i erkânın hükmü nedir? Uyulmaması namazı ifsat eder mi? Bu durumda sehiv secdesi yapmanın hükmü nedir?” diye soruyor.

NAMAZIN ANA ÇATISI

Namazın altısı namaz dışında, altısı da namaz içinde olmak üzere on iki farzı bulunmaktadır. Bu farzlardan namazın içinde olanlara aynı zamanda “rükün” de denmektedir. Yani namazın, üzerine bina edildiği ana çatı demektir. Bir bina düşünün; temel, sütun ve direkleri sağlamsa bina sağlamdır; çürükse bina da çürüktür ve her an yıkılmaya hazırdır. Namazın farz olan rükünlerini binanın üzerine kurulduğu ana sütunlara benzetirsek; bu rükünlerin sağlam olması, namazın da sıhhatinin şartlarındandır. Birisinin fesada uğraması ise namazın sıhhatine engeldir; namaz sahih olmaz. Meselâ namazda iftitah tekbiri, kıyam, kıraat, rüku, secde ve teşehhüt miktarı oturmak farz olduğundan, bunların birinin eksik olması halinde namaz sahîh olmaz. Bu rükünlerden birisi unutularak da olsa özürsüz olarak yapılmamış olduğu sonradan anlaşılsa, namazı iade etmek gerekir. Bunlardan birisini imamın da yapmadığı anlaşılırsa, yine namazın iadesi şarttır.

NAMAZDA TADİL-İ ERKÂN

Namazda tadil-i erkân, rükünleri rükün yapan temel davranışlar demektir. Tadil-i erkân, Şafiî ve Malikî Mezhepleri ile Hanefî Mezhebinden İmam-ı Ebû Yusuf’a göre farzdır. İmam-ı Azam ile İmam-ı Muhammed’e göre ise vaciptir. Denizli hapsinde hapishane şartlarında namazı tadil-i erkân üzere kılan Nur Talebelerinin bu halinin, mahpuslar içinde hâl ve fiil dilleriyle önemli bir irşad ve ders olduğunu ifade eden1 Bediüzzaman, namazda tadil-i erkânın Nur Talebeliğinin önemli bir rüknü olduğunu bildiriyor: “Şu kısa tarîkın evradı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tadil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır.”2

Bu durumda tadil-i erkânı da namazın ana çatısı içinde düşünmeli ve namazda tadil-i erkân’a riâyet etmelidir. Meselâ; kıyamda dimdik durmak, rükûda sırtın dümdüz olması ve en az bir defa “Sübhane Rabbiye’l-Azîm” diyecek kadar beklemek, rükûdan kalktıktan sonra belini iyice doğrultmak ve burada “Sübhanallah” diyecek kadar beklemek, secdede en az bir kere “Sübhane Rabbiye’l-A’lâ” diyecek kadar beklemek, secdede alınla beraber burnu da yere koymak, iki secdeyi birbiri ardınca yapmak, iki secde arasında “Sübhanallah” diyecek kadar beklemek tadil-i erkândandır.

Ebû Hüreyre (ra) rivâyet ediyor: Allah Resûlü (asm) mescitte iken bir adam geldi ve namaz kıldı. Peygamber Efendimiz (asm), adama: “Dön ve namazını tekrar kıl; sen namaz kılmış sayılmadın!” buyurdu. Adam namazını yeniden kıldı. Allah Resûlü (asm) daha sonra namazı şöyle anlattı: “Namaza durduğunda tekbir al. Sonra Kur’ân’dan Ümmü’l-Kur’ân’ı (Fatiha’yı) ve sana kolay geleni oku. Sonra mutmain oluncaya kadar rükû yap. Sonra rükûdan dimdik oluncaya kadar kalk. Sonra secdeye var. Mutmain oluncaya kadar secdede kal. Sonra doğruluncaya kadar kalk. Bundan sonra bütün namazlarında böyle yap.”3

Peygamber Efendimiz (asm): “Namazdan çalanlar hırsızlık bakımından insanların kötüsüdür” buyurmuştu.

Ashab-ı Kiram; “Ya Resûlallah, insan namazdan nasıl çalar?” diye sorunca, Allah Resulü (asm):

Namazda rükû ve secdeyi tam olarak yapmazsa namazdan çalmış olur!” buyurmuştur.4

TADİL-İ ERKÂNA UYMAMAK SEHİV SECDESİ GEREKTİRİR Mİ?

Görüldüğü gibi namazı tam ve eksiksiz kılmak, Allah’ın rızasına vesile olması açısından önemli bir farizadır. Şu halde rükünlere riayet etmek ve tadil-i erkân üzere kılmak, namazın “tam” ve “kâmil” olması için önemli birer kilometre taşı mesabesindedir. Tadil-i erkâna bilerek riayet edilmediği takdirde, bu, namazın bozulmasına sebep teşkil eder. Unutarak riayet edilmez ise, “vacip” diyenlere göre sehiv secdesi kurtarmakla beraber; “farz” diyenlere göre namaz yine bozulmaktadır. İmam, tadil-i erkâna riayet etmemiş ise, namazın mühim rükünlerinde arızalar meydana gelmiş demektir, en azından sehiv secdesi gerekir. Bu da yapılmazsa namaz eksik kılınmış demektir.

Tadil-i erkâna bilerek uymamaktan kaçınmalıdır. Sehven uyulmadığında ise sehiv secdesi yapılmalıdır. Bu durumda sehiv secdesi yapmak vaciptir.

DUÂ

Ey Mabud-u Bilhak! Ubudiyetimizi kemâle erdir! Kulluğumuzu tamama erdir! Kusurlarımızı bağışla! Namazımızı tadil-i erkâna ulaştır! Rükünlerimizde ihlâsı müyesser kıl! Hükümlerimizden hikmeti kaldırma! Ruhumuzu İnsaniyet-i Kübra sırrına ulaştır! Din-i Mübinini anlamayı ve yaşamayı bize pahalı kılma! Âmin!

Süleyman KÖSMENE

Dipnotlar:

1- Şuâlar, s. 272.

2- Sözler, s. 438; Mektubat, s. 442.

3- Müslim, Salât, 45.

4- Müsned, 3/56.

05.01.2013

İşte Size Kıyamet Alâmetleri..

Kıyamet, insanlığın gündemine Kur’ân ile girmiş ve zihnine Kur’ân ile nakşolmuş bir gelecek olayıdır. Kıyametin ne zaman kopacağı ve alametleri herkesin ilgisini çekmektedir.

Lügatte ayağa kalkmak, kıyama geçmek demek olan kıyamet, terim olarak kâinât düzeninin Allah’ın emriyle bozulması, her şeyin alt üst olması ve yine Allah’ın emriyle her şeyin yeniden yaratılması, ölenlerin diriltilerek ayağa kalkıp mahşere doğru, Allah’ın huzuruna doğru yönelmesi demektir. Bu durumda kıyamet hem genel bozuluşu, genel yıkılışı, hem de yıkılıştan sonra genel dirilişi ifade etmektedir.

Kıyamet, insanlığın gündemine Kur’ân ile girmiş ve zihnine Kur’ân ile nakşolmuş bir gelecek olayıdır. Kur’ân’da kıyamet bir sûreye de ad olmanın yanında, bir çok âyette bahsi geçen bir konudur. Önceki peygamberler ve kitaplar, bir büyük olay olarak Son Peygamberin (asm) gelişini ana haber konusu yapmışlardı. Kur’ân ise kıyametin geleceğini ana haber konusu yapmıştır.

Kur’ân’da kıyamet saati için, vâkıa (kesin meydana gelecek olay), saat (kesin gelecek saat), Et-Tâmmetü’l-Kübrâ (en büyük felâket), hâkka (gerçek olacak olay), gâşiye (şiddetiyle korku veren ve sarsan), Kâria (kapıyı çalacak gerçek) gibi isimler de kullanılmıştır.

İşte Kıyamet Sûresinden birkaç âyet:

Yemin ederim kıyamet gününe. Yemin ederim kendini kınayan nefse. İnsan öldükten sonra kemiklerini toplayamayacağımızı mı sanıyor? Biz, parmak uçlarına varıncaya kadar onu derleyip toplamaya kâdiriz. Doğrusu insan, ömrünü günahla geçirmek ister. Kıyamet günü ne zamanmış diye sorar. Gözler kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman. İşte o gün insan, ‘Kaçacak yer neresidir?’ der. Hayır, sığınılacak hiçbir yer yoktur. O gün varılacak yer, ancak Rabbinin huzurudur. Yaptığı ve yapmayıp geri bıraktığı her şey o gün insana bildirilir.”

Kıyamet gününün ne zaman geleceği bildirilmemiştir. Kur’ân bu konuda şöyle buyurur: “Kıyamet vaktine dair bilgi Allah katındadır.” Bir diğer âyette: “Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: Ona dair bilgi ancak Rabbimin katındadır. Ondan başkası onun vaktini açıklayamaz. O gökler ve yer için çok büyük bir olaydır. Size de ansızın geliverir. Sanki onun vaktini biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Ona dair bilgi ancak Allah katındadır. Lâkin insanların çoğu bunu bilmezler.”

Üstad Bediüzzaman Hazretlerine göre, dünyanın eceli olan kıyamet saati bilinseydi, ilk ve orta çağdaki insanlar gaflet içine gömülürler, son asırlar ise, kıyamet saatine yaklaştıkça korku ve dehşet içinde kalırlardı. Oysa imtihan sırrı kıyamet saatinin bilinmemesini gerektiriyor.

Müslüman için esas olan kıyamet vaktini bilmek değil, bir Kur’ân haberi olan kıyamet saatinin geleceğine kesin olarak inanmak ve dünyanın geçici olduğunu kabul ederek, kıyamet saati ile birlikte geleceği asla şüphe götürmeyen kendi küçük kıyameti olan ölüme, dolayısıyla ebedî hayata hazırlık yapmaktır.

Kıyametin zamanı bildirilmemekle beraber, Peygamber Efendimizin (asm) haber verdiği, kıyamet saati ile ilgili olarak bir kısım alâmetler ve işaretler söz konusudur.

Kıyamet alâmetlerini dört kısımda inceleyeceğiz:

1-Kıyametin İlk Habercileri: İnsan iradesi dışında gerçekleşen, Allah’ın din ile ilgili tasarrufları. Yani, son peygamberin (asm) gönderilmesi, son kitabın indirilmesi, son dinin gelmesi, Allah’ın, kıyamete doğru, bizim için haber ve işaret taşıyan ilk tasarruflarını teşkil eder. Başka bir ifadeyle, Peygamber Efendimiz (asm) hakkında “Ve hâteme’n-Nebiyyîn” (peygamberlerin sonuncusu) buyuran Kur’ân, bu hükümle bildiriyor ki, peygamberlik halkasının sonuncusu olan Peygamber Efendimiz’in (asm) şahsı, vazifesi, kitabı ve dini ilk kıyamet alâmeti ve habercisidir. Keza, “İkterabeti’s-Saati” (Kıyamet yaklaştı) buyuran Kur’ân, bizzat bir kıyamet alâmetidir.

2-Kıyametin Küçük Alâmetleri: Kıyametten önceki zamanlarda değişik yoğunluklarla meydana gelen ve genelde insan iradesinin eseri olan olumsuz olaylar zinciridir. Meselâ, ehliyetsiz insanın söz sahibi olması, adam öldürme olaylarının artması, dinin ihmâl edilmesi, ahlâkın bozulması, savaşların artması, depremlerin artması, dünyaya dalınması, şarabın açıktan içilmesi, zinanın yaygınlaşması, cehaletin artması bunlardan bazılarıdır.

3-Kıyametin yaklaştığını haber veren, doğrudan inançla ilgili hadiseler zinciri:

1-Deccalın çıkması: Kıyametin yaklaştığını haber veren doğrudan inançla ilgili hadiselerden birisi deccalin çıkmasıdır. Deccal, Allah inancını inkâr eden, dinde nifak tohumları atan bir cereyanın başı olarak boy gösterecek, elinde istidrac denilen bir takım olağan üstülükler bulunacak, bununla insanları etkisi altına alacak, yalanla ve aldatmayla iş görecek ve insanları dinsizliğe ve dünyevileşmeye çağıracaktır. Deccalın ve ektiği dinsizlik tohumlarının Hazret-i İsa tarafından öldürüleceği de bildirilmiştir.

2-Hazret-i Mehdinin gelmesi: İnsanlık tarihinde fitne ve fesat tohumlarının atıldığı ve insanların topluca dinsizliğe kaydırıldığı hiçbir dönem yoktur ki, Allah (cc) o döneme özgü olarak hak yolu gösteren bir tebliğci, hakikatin mücadelesini veren bir peygamber göndermemiş olsun. Son peygamberle beraber peygamberlik kapısı kapandığına göre, deccalın meydana getirdiği dinsizlik rüzgârına karşı Cenab-ı Hakkın hiçbir kimseyi görevlendirmeyeceğini düşünmek gerçekçi olmaktan uzaktır. Şu halde, deccal fırtınasına karşı Allah’ın âdeti ve imtihan sırrı bir kişinin görevlendirilmesini gerekli kılacaktır ki, Hazret-i Mehdi o kimsedir. Nitekim Hazret-i Mehdinin geleceğini, takva ehline imam olacağını, deccalın tahribatına karşı dinde tamirat yapacağını, deccalın ektiği fitne tohumlarını kurutarak umumi sulhu temin edeceğini, Hazret-i İsa’nın da kendisine tabi olacağını Peygamber Efendimiz (asm) Cenab-ı Hakkın vaadine dayalı olarak bildirmiş bulunmaktadır. Bediüzzaman’a göre, bu manalar şahs-ı manevî çerçevesinde tecelli edecektir.

3-Hazret-i İsa’nın (as) gökten inmesi: Hazret-i İsa’nın, İslamiyet’ten bir önceki din olarak kendisinin getirdiği, fakat bozulmuş olan Tevhid dinini Allah’ın rahmetiyle yeniden Tevhid çizgisine çekmek ve dinini İslamiyet ile omuz omuza getirerek, dinsizliğe karşı İslamiyet ile bir güç birliği oluşturmak gibi bir görevle gökten ineceğini Peygamber Efendimiz (asm) bildirmiştir. Bediüzzaman konuyla ilgili hadisleri, Hıristiyanlıktaki tahrifattan arınma ve tasaffî sürecine dikkat çekerek ve yine şahs-ı manevîyi öne çıkararak yorumlamıştır.

4-Kıyametin Büyük Alametleri: Kıyametin başlaması esnasında görülecek, insan iradesinin dışında gerçekleşen olaylar zinciridir.

Bu alametleri sıralayacak olursak:

1-Dabbetü’l-Arz adında bir canlı türü çıkacak ve insanlığı tehdit edecektir. Kötü ahlâkı olmayan iman ehli, iman bereketiyle bu canlı türünün tehditlerinden korunacaktır.

2-Ye’cüc ve Me’cuc adında topluluklar yer yüzünde fitne ve fesat çıkaracaklardır.

3-Kıyamete çok yakın bir süre kaldığında mü’minlerin ruhları topluca kabzedilecek ve artık “Allah, Allah” diyen kalmayacaktır. Kıyamet kafirin başına kopacaktır.

5- Güneş batıdan doğacaktır. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda der ki: “Küre-i arz (dünya) kafasının aklı hükmünde olan Kur’ân onun başından çıkmasıyla zemin divane olup, izn-i İlahi ile başını başka seyyareye (gezegene) çarpmasıyla hareketinden geri dönüp, garptan (batıdan) şarka (doğuya) olan seyahatini irade-i Rabbani ile şarktan garba tebdil etmekle güneş garptan tulua (doğmaya) başlar, Hem müsademe (çarpışma) neticesinde emr-i İlahi ile kıyamet kopar.”

Demek, Allah’ın emri gelince güneş aklını kaybetmiş gibi yolunu şaşıracak, yer küre bir başka kürenin çarpmasıyla rotasını değiştirecek, tersine dönmeye başlayacak ve böylece güneş batıdan doğacaktır. Güneş batıdan doğduktan sonra artık tövbe kapısı kapanacaktır. Çünkü artık imtihan dünyası kapanmış olacaktır. Çünkü artık kıyamet saati gelmiş olacaktır.

Süleyman KÖSMENE

İnsanın kazancı kirden nasıl temizlenir?

Mal sahibi bilerek veya bilmeyerek kazancına kul hakkı karıştırmış olabilir. Bilerek yenen kul hakkı zekâtla telâfi edilmez. Bunun telâfisi için, bire bir malı mal sahibine geri ödemek gerekiyor.

Adapazarı’ndan Hüseyin Bey: “Kur’ân’da ‘Kim zerre miktar şer işlese karşılığını görür’ buyruluyor. Bu ayet zerre miktarlara da bakılacağını bildiriyor. Oysa kişiler arasında taneciklerle ifade edilen haklar söz konusu olabiliyor. Meselâ esnaf ve müşteri arasında ne kadar hassas terazi ile de tartılsa, tanecikler halinde haklar ya esnafta kalabiliyor, ya da müşteriye geçmiş oluyor. Bu haklar nasıl telâfi edilecek?

Hiç şüphesiz mal sahibi bilerek veya bilmeyerek kazancına kul hakkı karıştırmış olabilir. Ve hiç şüphesiz bilerek yenen kul hakkı zekâtla telâfi edilmez. Bunun telâfisi için, bire bir malı mal sahibine geri ödemek gerekiyor.

Fakat mal sahibinin malına, bahsettiğiniz gibi, bütün dikkatlerine rağmen, bilmeyerek, tanecikler halinde de olsa, kul hakkı karışmışsa, cömertçe verilen zekât, maldaki böyle bilinmeyen kul hakkının meydana getirdiği kirliliği giderir.

Meselâ ortaklar arasında, komşular arasında, arkadaşlar arasında, kardeşler arasında, müşteri ile satıcı arasında, taraflardan birine bilmeyerek tanecikler halinde de olsa hak geçmesi söz konusu olabilir.

Kazanç paylaşımında ortaklar küçük ayrıntılara girmemişlerdir ve iki taraftan birisine pek belirgin olmasa da hak geçmiştir.

Adamın tavuğu, komşusunun ürününe zarar vermiştir. Satıcının terazisinde bilinmeyen bir arıza vardır ve eksik tartmıştır. Satıcı belki haklı sebeplerle malı pahalı tutmuştur. Alıcı almak zorunda kalmıştır; fakat satıcının fazla para aldığını düşünmektedir.

Örnekleri arttırmak mümkündür. Böyle bilinmeyen durumlarda taraflardan birisine kul hakkı geçme risklerine karşı, dil ile helâlleşmek bir çözüm olmakla beraber, bilâhare fakire verilen zekât da bu helâlliği pekiştirmekte ve malı bilinmeyen kişilerin haklarından doğan kirlerden arındırmaktadır.

Böylece mal ayrıntılarla gelen kirlerden temizlenir, helâl hüviyet kazanır ve sahibine bir mahşer yükü olmaktan çıkar.

Süleyman KÖSMENE

Bizi Allah’a Götüren Deliller!

Bedîüzzaman’a göre, âlem büyük bir kitaptır. Bu büyük kitabın her birimi, bütün yazılarıyla, fasıllarıyla, sayfalarıyla, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle, Allah’ın varlığına ve birliğine şehâdet etmektedir.

Kâinat da büyük bir insan hükmündedir. Bu büyük insan bütün âzâsıyla, cevherleriyle, hücreleriyle, zerreleriyle, vasıflarıyla, sıfatlarıyla, halleriyle Allah’ın varlığına ve birliğine delâlet etmektedir.

Yani bu kâinât bütün nevileriyle “Allah’tan başka ilâh yoktur” dediği gibi; bütün cinsleriyle, “O’ndan başka Yaratıcı yoktur.” demekte; bütün birimleriyle, “O’ndan başka Yapıcı yoktur.” diye bağırmakta; bütün küçük cüzleriyle “O’ndan başka Tedbîr Edici yoktur.” diye kulakları çınlatmakta; bütün küçük cüzlerinin zerreleriyle “O’ndan başka Terbiye Edici yoktur.” diye bildirmekte; bütün küçük zerrelerin hücreleriyle “O’ndan başka Tasarruf Edici yoktur.” diye seslenmekte; bütün hücrelerin atomlarıyla “O’ndan başka Yaratıcı yoktur.” diye ilân etmekte; bütün atomların tarlası hükmünde olan hadsiz esîr deniziyle “Allah’tan başka ilah yoktur.” diye kâinâtı çınlatmaktadır.

Üstad Saîd Nursî Hazretleri, bu kâinâtın her bir nevinden Allah’ın varlığına ve birliğine işâret hükmünde elli beş “lisan”, yani “sıfat” keşfeder. Varlıkların sahip oldukları sıfatlar dikkatle incelendiğinde her bir sıfatın farklı bir dil hükmünde gâyet net bir üslûp ile bize Allah’ın varlığını ve birliğini bildirdiği gâyet açık bir şekilde anlaşılır.

Bizi Allah’ın varlık ve birliğine götüren diller şunlardır:

1- Kâinatta görünen baş döndürücü düzenlemeler.

2- Canlı cansız her şeyin mükemmel bir düzen içinde disipline ediliyor olması.

3- Sayısız varlıkların sonsuz denge ve âhenk içinde halden hale dönüşmeleri.

4- Her şeyde kendini gösteren göz kamaştırıcı intizam.

5- Varlıkların birbiri peşi sıra âhenkli biçimde varlık sahasına çıkmaları.

6- Gökyüzü sayfasının güneş ve yıldızlarla yazılması.

7- Bal arısı ve karınca gibi bütün küçük sayfaların hücrelerle ve zerrelerle yazılması.

8- Güneş ve yıldızlarla, hücreler ve zerrelerin âhenkte ve düzende birbirine benzemesi.

9- Bulut ve yeryüzü gibi cansız ve birbirine muhâlif şeylerde bile gözüken birbirinin ihtiyacına cevap verme, birbirinin yardımına koşma sıfatları.

10- Güneşten çok uzak olsalar da bütün gezegenlerin güneşe veya birbirlerine dayanmaları.

11- Yıldızlar gibi muhteşem eserlerin teşkilâtta birbirine benzemeleri.

12- Yeryüzünün birbirine benzeyen çiçekleri ve canlılarındaki münâsebet ve uyum.

13- Her bir varlığın Bârî isminin tecellîsiyle vücûda gelmesi.

14- Her bir varlığın Musavvir isminin tecellîsiyle şeklinin fevkalâde güzel olması.

15- Her bir varlığın Rezzâk isminin tecellîsiyle eksiksiz gıdâlanması.

16- Her bir varlığın Şâfî isminin tecellîsiyle hastalıklardan şifâ bulması.

17- Güneş sistemi gibi büyük sistemlerle, bal arısının gözleri gibi küçük sistemler arasındaki hârika irtibat ve uyum.

18- Zerreler arasındaki câzibenin, güneş ve yıldızlar arasındaki câzibeye kardeş olması.

19- Birleşik varlıklarda her parçanın lâyık mevkîine konulmasında görülen eksiksiz âhenk.

20- Her ferdin, kendisini diğer bütün fertlerden ayıran özel kişiliği.

21- Her ferde, sırf kendisi için husûsî karakter tayin edilmesi.

22- Kâinâttaki bütün atomların bir elden çıktığını gösteren dayanışma ve dengesi.

23- Pek basit sebeplere pek güzel, nakışlı ve ziynetli meyveler takılması.

24- Dağınık, beceriksiz ve bilinçsiz sebeplere verilmeyecek kadar harika sonuçlar.

25- Kâinâtın her sayfasında pek büyük bir îtina ve dikkat ile yazılan nakışlar.

26- İrade sahibi insan elinin, kendi fiillerinde ancak yüzde bir faaliyet sahibi olması.

27- Sebepler içinden en geniş tercih gücüne sahip olan insanın, en âdi fiillerinde bile yüzde doksan dokuz tasarrufun kendisine ait olmaması.

28- Bütün kâinatın, Allah’ın bütün isimlerine ayna teşkil etmesi ve şehâdet etmesi.

29- Bütün kâinatı topyekûn ve her şeyi ayrı ayrı saran umûmî ve husûsî hikmetler.

30- Her şeyi umûmî ve husûsî hikmetlerine sevk eden yüksek kast.

31- Her şeyi umûmî ve husûsî hikmetleriyle tayin eden yüksek şuur.

32- Her şeyi sevk edildiği umûmî ve husûsî hikmetlerde muvaffak kılan yüksek irâde.

33- Her şey için sayısız benzer ihtimaller arasından tek bir tarzın seçilmiş olması.

34- Kâinatın her zerresini, canlıların her ferdini kucaklayan tam ve umûmî inâyet.

35- Her inâyet gülümsemesini benzersiz lütufla sunma.

36- Her inâyet kucaklamasını eşsiz güzellikle süsleme ve şefkate dönüştürme.

37- Bütün kâinatı kuşatan merhamet.

38- Geniş merhamet tecellîsi içinde her canlıyı çepeçevre saran husûsî rahmet.

39- Geniş merhameti ve husûsî rahmeti eşsiz nimetlerle sevilen ve aranan hâle getirme.

40- Bütün hayat sahiplerini doyuran umûmî rızk.

41- Bütün kâinâtı canlı ve diri tutan umûmî hayat.

42- Allah’ın eşsiz iyiliğinin aynası hükmünde, kâinât yüzündeki geçici iyilikler.

43- Allah’ın bâkî güzelliğinin aynası hükmünde, kâinattaki görünüp kaybolan güzellikler.

44- Hakîkî bir Sevgiliye ve Mahbûb’a işâret eden temiz ve sâdık aşklar.

45- Bütün sırları ve tabiat kanunlarını harekete geçiren yüksek kuvvetler ve cezbeler.

46- Bütün kuvvetlerin kâinatta her şeyi etkisi ve cezbesi altına alması.

47- Zerrelerden kürelere her şeyde hükmünü gösteren yüksek bir tasarruf.

48- Bütün canlıların birbirinin ardı sıra hayata gelmeleri. Hayattakilerin çekilmeleri.

49- Bütün canlıların her an halden hale uğramaları, değişmeleri, olgunlaşmaları.

50- Canlı cansız bütün varlıkları kasıp kavuran sürekli değişmeler ve başkalaşmalar.

51- Zerrelerden kürelere her şeyi istilâ eden hudûs, yani “sonradan var olma” gerçeği.

52- Bütün cüzleri ve nevileri ile milyarlarca şekil ve vaziyette bulunabilme imkân ve ihtimalini sürekli taşıyan kâinat için şu hazır şeklin seçilip korunması.

53- Fakr u ihtiyaç içindeki varlıkların bütün ihtiyaçlarının münasip vakitlerde hesapsız biçimde görülmesi.

54- Bütün varlıkları halden hale çeviren imkân gerçeği.

55- Her şeyin, kendisi için tayin edilen kemâl noktaya gelmedikçe hareketten durmaması.

Süleyman KÖSMENE