Etiket arşivi: Süleyman Yasin AKDENİZ

Ümidi Olduğunuz İnsanların Ümitlerini Kırmayın

Belkide Tutundukları Son Dal Siz Olabilirsiniz!

 

Ümidi olduğunuz insanların ümitlerini kırmayın belkide tutundukları son dal siz olabilirsiniz diyordu ehlullah. Çok zaman bu sözü düşünmüşümdür. Öyle ya hal ehli demek halden dertten anlayan demekti. Öyle ya hal ehli olmak hak ile hem hal olmak demekti. Sosyal yaşam içinde kime temas etsem hep bir dert hep bir sıkıntı hep bir imtihan hali herkeste var. Ortak nokta ise insanın insana dert olmasından birbirlerinin canını yakmaktan başka bir şey göremedim. Zira hastalık olsa şifa veren Rabbim var deyip sabır gösteriliyor fakirlik olsa Allah rızkımıza kefil çalışırız elbet ihsan eder deniliyor musibet olsa buda geçer yahu denilip kulluğa devam ediliyor. Fakat bir insanın başka bir insana verdiği zararlar ne hastalığa ne fakirliğe nede musibete benziyor. Bu hepsinden daha ağır bir imtihan oluyor. Hem bu sıkıntıya sebep olanı hemde bu sıkıntıya uğrayanı mahvediyor. Sıkıntıya uğrayan belki ahiret cihetinde kazanıyor fakat sıkıntıya sebep olan kimse ahiretinide dünyası ile beraber berbat ediyor. Hem tevbeside kolay olmuyor geri dönüşü olmayan bir yola giriliyor. Zira kul hakkıda yeniliyorsa şayet dünyada kabirde haşirde mizanda her yerde ebedi şekavet üzerine şekavet. Cenabı Hak birilerinin canını yakanlardan eylemesin muhafaza buyursun.

 

Birde bu sıkıntıya düşeni gördüğünde senin mümince duruşuna görüşüne bakıp sana el açtığında ona ümit verip bir tekmede sen vurursan önceki zalimlerden daha zalim olursun. El açana el uzatıp yardımcı olmayacaksan o eli baştan tutma. Tuttuysan sonuna kadar tut ki kurtuluş için sana güvenen itimat eden o kimseyi yarı yolda bir başına bırakma. Kardeşi aç iken tok yatan bizden değildir diyen Efendimiz aleyhisselam’ın bu sözünü hiç unutma. Buradaki mesele senin tok yatıp onun aç yatması sebebi ile ona bir kap yemek götürmek değildir. Aksine insanlarda maddi açlık dışında manevi açlıkta vardır maddi hastalıkların yanında manevi hastalıkları da vardır. Eğer bu işin tabibi değilsen yola çıkma. Yola çıktıysan o yolda kimseyi bırakıp terk etme.

 

Mümin elinden dilinden emin olan kimsedir buyuran Fahri Kainat efendimiz aleyhisselam ümmetine öyle bir ders veriyor ki eğer elinden dilinden ve sair azalarından diğer insanların senden emin olmaması durumunda dünya ahiret hüsran yaşayacağını sakın aklından kalbinden imanından çıkarma. 

 

Vaktiyle derviş kıyafetli bir kimse bir kuşa sevdalanır onu yakalamak ister ancak yakalarken kuşun kanatları elinde kırılır. Hikaye bu ya, bu kuş gider kadı efendiye davacı olur. Der ki bu dervişten şikayetçiyim zira kanatlarımı kırdı. Kadı efendi dervişe sorar bu kuşun kanatlarını neden kırdın. Derviş cevap verir derki kanatları vardı uçup kaçabilirdi o vakit bende kanatlarını kırmış olmazdım. Kadı tekrar kuşa sorar derviş böyle diyor sen ne dersin. Kuş cevap verir: Kadı efendi ben bu dervişteki kisvenin İslam kisvesi olduğunu görünce bu beni incitmez sandım nereden bileyim o bir münafıkmış.

 

Evet kıssa burada tamam oldu okuyan hissesini alsın derim. Şimdi biz Hakkın kulu olup o kisve de iken insanlar o kisvemize bakıp kuş misali önümüzde olsalar ve güvenseler onun kanatlarını kıran kimse gibi mi olacağız yoksa ona yem veren kimse gibi mi olacağız. 

 

Şayet burada kanat kıran olursak unutmayalım ki Allah o kuşlara daha çok kanat ve uçacakları cennetler ihsan eder ancak o kanadı kıranları nasıl bir bitmeyen elim bir sonun başlangıcı ile yüzleşeceklerini anlamak isterseniz Kuran-ı Hakimin yüzlerce ayetindeki şiddetli ikaz ihtara bakmalarını tavsiye ederim. Unutmayalım gülerek günah işleyen ağlayarak kabre girer bir daha gülemez. Hem İslam kisvesinde iken zalim olursa ki İslama dil uzattırdığı için İslam adına yalancı olduğu için ayrı bir hesapta oradan başına açılır.

 

Madem ömür kısadır madem ecel kesindir madem geçmişimiz ölmüştür madem geleceğimizde herkes ölecektir madem iki ölümün arasındayız o halde Allah’ın ihsan ettiği kulluk şerefi ve ahlakı ile niçin tertemiz bir şekilde Rabbimizin huzuruna dönmek için çalışmayalım. Var mı bizi bu mutlak kesin akıbetten kurtaracak başka bir kuvvet. Madem yok,  sayılı nefeslerimizi O nun ilahi rıza dairesinden başka başka nefeslere harcarsak bize verdiği emanetlerinde hesabı sorulacaktır.

 

Sözün özü İslami kisvedeyseniz onun hakkını verin. Zira size güvenen inanan duaları ile size destek veren kim bilir milyonlar insan milyonlar hüsnü zanlar var. Bunları kırmayın derim. Ehlullahın dediği gibi ümidi olduğunuz insanların ümidini kırmayın. Hem bilemezsiniz belkide sizi vesile kılan Allah nasibinizi ve kurtuluşunuzu bu ikram ve ihsanlarınızın üstüne yazmıştır. Bu fırsatı kaçırmayın kavli ve fiili dualar ile kul olun kül olacak amellerden kaçın ve insanlar içinde insanlara faydalı bir birey olun. Zira insanlığın en hayırlısı o insanlığa faydalı olan dır müjde-i nebeviyesinin ihbarı içinde ebedi müjdelere yol alırsınız. Kim bilir belki sizinde kurtuluşunuz size el açana yardım etmeniz vesilesiyledir. 

Herşey gönlünüzce olsun demiyorum herşey Allah’ın istediği gibi olsun o vakit gönlünüzle beraber gönüllerde hoşnut olacaktır.

Selam Hudaya Tabi Olanların Üzerine Olsun

 

Araştırmacı Yazar

Süleyman Yasin AKDENİZ/habermektebi.com

Müslüman Görünümlü Komiteler

Müslümanların kendi arasında hiç bir sorunu problemi yoktur. Onları birbirine düşüren müslüman görünümlü komiteler vardır.

Hakikaten bu sözü yazabilmek için yıllarımı verdim diyebilirim.

Zira basit bir cümle olmakla beraber alemimde gördüğüm ve bende etki eden mana çok büyük. Mesleki hayatımında etkisi ile İslam dünyasını inceliyorum görüşme yaptığım içlerinde bulunduğum tarikat ve cemaatler dahil bir çok akımı olay yerinde inceledim. Ve gördüğüm tabloda hepsinin ortak gaye ve hedefinin ve rızasının sadece Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu ve buna çalışırken de İslam aleminin ümmeti muhammed sancağı altında ittihad-ı islam ile bir ve beraber olma duasında olduklarını yakinen müşahede ettim. 

 

Fakat üstad Bediüzzaman hazretlerinin ifadesi ile “çünki düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cem’iyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selâmette olsa!

Tarihçe-i Hayat ( 628 )”

 

Evet düşmanı sezemiyoruz zira müslüman görünümlü geliyorlar. İslam dünyası asırlardan beri en büyük sıkıntıyı bu cenahtan çekiyor. Bu tehlikeyi görmek ciddi bir ilim ihlas ve basiret gerektiriyor ki Bediüzzaman hazretlerinde bunların hepsi mevcut ki bu hakikatı bu surette ilan ediyor.

 

Mescidi Aksa’da Nureddin Zengi hazretlerinin yaptığı Kudüs fethinde Selahaddin Eyyubi hazretlerinin Mescid-i Aksaya koyduğu o minberi ve yakılma hikayesini hatırlayın. Altı ay boyunca islam kıyafeti ile mescide gelen bir yahudinin bir sabah vakti minberi yakması ile o mesciddeki müslümanların o müslüman görünümlü yahudiyi tanıyamaması nedeni ile sekiz asıra yakın orada duran minber tamamen kül olup günümüze ulaşmamıştır. Böyle bir hadise karşısında İslam dünyası ise en ufak bir tepki ortaya koyup bu hadiseyi kınamaktan bile geri kalmıştır. Bu ümmetin sessizliğini Allah’a şikayet eden inşallah şehid şeyh ahmed yasin hazretleri ahiret yurduna bu şekvası ile gitmiştir.

 

Şimdi ise keşke yakılan yıkılan taş toprak ağaçla sınırlı kalsa da masum yüzbinler belki milyona ulaşmış insanların canlarına bir şey olmasa duasındayız. Sahillerimize vuran çocuk bedenleri ve akıtılan masum insanların mübarek kanları dahi müslümanları ehli küfür ve ehli zulüm karşısında tek yumruk tek söz tek bilek yapamıyorsa ve bu dehşetli hadisat içinde ehli iman kendi arasında cemiyet önünde birbirini tekfir ediyor birbirlerinin işlediği günahlar üzerinden yine birbirlerini vurmaya çalışıyorlarsa orada insaniyet sukut etmiş demektir o vakit anlaşılır ki ehli küfrün ehli zulmün zulmünden daha şiddetli bir bela müslümanların arasındaki geçimsizlik ve şiddetli ihtilaflar dır.

 

Allah’ın yardımı ise sadece müslümanların bir araya gelmesi ve birbirlerine sahip çıkması ile gelecektir. Bu şartların oluşması için bugün Kıblesi Kabe Peygamberi Hazreti Muhammed kitabı Kuran olan bütün müminlerin çalışması her birinin üzerine farz dır.

 

kulakMüslümanlar arası laf taşıyan onların hata ve günahlarını cemiyete serişte eden onların bu hatadan ve günahtan dönmesi için lutufla ıslah kaidesiyle hareket etmeyen kim varsa onların üzerine ebedi şekavet duyacakları bir tehlike bir azap vardır. Zira akan her masumun kanında uhuvvete ve kardeşliğe çalışmayanların payı vardır.

 

İslam dünyasının ve müslümanların aldığı derin yaralar vardır ve bu yaraların kaşınması dahada derinleşmesi için geceli gündüzlü çalışan komitelerin varlığından Bediüzzaman hazretleri defalarca kuran tefsiri risale-i nurda bahsetmiştir. Öyle ki bu komiteler gençler üzerinde aileler üzerinde ve daire daire hayatın tüm kesimlerine kadar nufuz etmiş şekilde müminler arasında muhabbet yerine adaveti hürmet yerine nefreti körükleyerek tüm faaliyetlerini geceli gündüzlü sürdürmektedirler. Bunu başarmalarının en tesirli ve kısa yolu ise yine üstadın tabiri ile islam ismi adı altında hakikatta ise zındıklık yapan kimselerdir. Cenab-ı Hak onların şerrinden ehli imanı muhafaza eylesin.

 

Mesele bu mevcut hastalığı dile getirmek değil bu hastalığın reçetesini Kuran ve Sünnet şifahanesinden bulup istimal etmektir kullanmaktır. Artık bu reçeteler nelerdir çareler nelerdir sizlerin basiretine ilmine ihlasına sadakatine gayretine hayırlı amellerinize havale ediyorum.

 

Sözün özü ya iman ile aklın nur olur ya küfür ile beyninde ur olur.. 

 

Araştırmacı Yazar

Süleyman Yasin AKDENİZ

Allah Yok Olabilir mi? Allah diğer Kullardan Kıskanılabilinir mi?

Ehlullah ne güzel demiş:  “Artık sual sormaktan vazgeçtim şimdi aldığım cevapları idrak ile meşgulüm”.

Evet hak ehli güzel der zira güzel görür güzel bakar. Öyle ki baktığı eğer kainat kitabı ise soracak suali de kalmaz zira bu kitapta bütün sorulabilecek sualler eksiksiz olarak sorulmuş ve aynı kitapta eksiksiz olarak cevaplar verilmiş. Şimdi bize okuyacak göz lazım anlayacak pak ve temiz bir akıl lazım ki anlamlı bir hayatta anlamsız yaşamımızdan kurtulup bize yüklenen büyük vazife ve anlamları gereğince yaşayabilelim. Yoksa şu geniş evrende bir damlada boğulacağız yahut o damlayı okyanus ile buluşturup derya olacağız..  Boğulmak istemiyoruz derya olmak istiyoruz diyorsanız o deryaya ulaşacak gayretleri de göstermelisiniz.

Bu yazımızı yazmaya vesile olan okurlarım gönül dostlarım oldu. Zira öyle bir sual soruyorlar ki değil kendi adlarına belki bütün insanlık namına soruyorlar. Fakat her sual bir cevap getirmez hatta bazı sualler ki sual değildir sual zannedilir zira o sual zannedilen cümle esasında yanlış bir cümleden ibarettir. Yani sual düzeltildiğinde cevapta ortaya çıkacaktır.

İki iki daha neden sekiz yapar diye sorulduğunda bu sualin cevabı ehli akılca malumdur ki bu sual yanlıştır önce suali düzeltmek gerekir. Zira iki iki daha dört eder, neden sekiz yapar denildiğinde sorulan sualin yanlışlığı meydana çıkar ve soruyu düzeltmek gerekir ve tekrar sordurulur. İki iki daha neden dört yapar diye sorulur. Alınan cevapta ise bu işin matematiğinin böyle olduğu izah edilir. Basit bir misal ile konuya girmek istedim lakin kolay anlaşılsın diye yolu biraz uzun tuttum.

Okurlarımızın çeşitli sualleri içinde bir gönül dostumuzun sorusu aynen şu şekilde geldi.

ALLAH(c.c.) kendi kendini yok edebilir mi?  Ya da başka kişi tarafından yok edilebilinir mi? Ya da zamanla yok olabilir mi?

Evet yanlış soruya doğru cevap verilmez. Önce suali düzeltmek gerekiyor. Zira Allah’ın ilahi isim ve sıfatları özellikleri incelendiğinde görülecektir ki O en güçlü olandır hep var olandır doğmayan doğrulamayandır zamandan ve mekandan münezzehtir acizlik ve çaresizlik ve enerji eksikliği güç zafiyeti onda asla olmaz zira yok olan varlığı ve maddeyi ve manayı ve Kendi kudreti ve gücü ile malum olan her şeyi yaratan var edendir. Ve hepsine bir gaye bir vazife yüklemiştir ki kendini tanıttırsın bildirsin.

Bir kimsenin kendisini yok etmesi yahut başkası tarafından yok edilmesi yada zaman için de yok olabilmesi güçsüzlük çaresizlik zayıflık hiçlik gibi bir çok acizliği ifade eden durumlardır ki Allah ın böyle bir esması yada sıfatı yoktur tam aksine bütün bu eksiklik ve noksanlıklardan tek münezzeh olan Zat-ı Akdesdir ki bizler dualarımızda deriz : Ya Rabbi sen bütün noksanlardan eksikliklerden münezzehsin senden başka ilah yok ki bize imdat etsin aman diliyoruz aman bizi ateşten kurtar. Şimdi sağlıklı ve vücutça tam bir insana soru sorsak neden ayakların kafanda çıkmış. O adam diyecektir ki ey bu suali soran kişi sen mecnunmusun benim başımın üstünde ayak yok ki neden kafanın üstünde ayak çıkmış diye soruyorsun diyecektir ve muhatabının sormuş olduğu sualin yanlışlığını gösterecektir. El hasılMevla ezeli ve ebedidir akıl ve şuur sahibi olarak yarattığı mahlukları olan bizler ise O nu tanımak bilmek ve O nun rızası dairesinde yaşamak için emanetler yüklenmiş kimseleriz. Vazifemiz O nu tanımak ve O na  bihakkın kul olmaktır.

O halde sual şu şekilde düzeltilmelidir.

Allahı nasıl tanımalıyız O nu nasıl bilmeliyiz ve bize yüklediği vazifeleri nasıl idrak edip o vazifelerin gereğini nasıl yerine getirebiliriz? Bunun ise cevabı başta Kuran-ı kerim ve hakikatleri olmak üzere asırlardır yüzlerce tefsir ve iman hakikatlerini neşreden eserlerde verilmiştir ki bu ilimleri marifetullah nevinden tahsil etmeye bir ömür kendimizi vermeliyiz.

Birde vahid-i kıyasi meselesi vardır ki kul kendisi Mevlasını tanıdıkça üveysel karaninin münacatındaolduğu gibi şöyle demeye başlar

İlahi Sen benim Rabbimsin bende Senin kulunum

İlahi Sen benim yaratıcımsın bende Senin yarattığınım

İlahi Sen bana rızık verensin bende Rızka muhtaç olanım

İlahi Sen Şifa verensin bende hasta olanım

İlahi Sen güçlü olansın ben ise çok güçsüz olanım

İlahi Sen cömert olansın ben ise çok cimriyim

İlahi Sen hiç ölmeyen Bakisin ben ise ölümlüyüm fani olanım..

İlahi ben çok aciz olanım Sen çok Kudretli olansın..

..Şeklinde kul sürekli Rabbini tanır.. yine o kul kendindeki acizliği gördükçe nihayetsiz bir Kudreti tanıyacak bu kıyasın neticesinde haddini bilecek ve haddini aşmadan kul olarak yaşama gayreti içinde bulunacak ve daima af ve mağfiret dilencisi olacaktır. Mesele bu kadar bedihi ve açık olduğundan daha yazmıyorum.

Başka bir okurumuz gönül dostumuzun suali ise :

Bir insan Rabbini diğer kullardan kıskanabilir mi? Sadece benim Rabbim olsaydı diye düşünebilir mi? En sevdiği kul ben değilim diye endişeye düşüp diğer kullardan önde olmaya çalışabilir mi?

Evet kıskanmak başlı başına ele alınması gereken konulardandır. Zira kıskanmak güzel bir haslet değildir. Hatta ehli hakkın ifadesi ile bir mikroptur hastalıktır. Efendim kişi sevdiğini başkalarından kıskanmayacak mı? Kişi sevdiğini başkalarından gelecek tehlikelere karşı gözetleyip kollayabilir bu kıskanmak değil sevdiğine değer vermek onun üzerine titremek demektir ki ne kadar güzeldir. Eğer sevildiğini görse kıskanmak değil takdir edilesi bir durumdur. Zira mümin olmanın alametlerinden biride insanların o müslümanı Peygamber aleyhisselamın ahlakı ile ahlaklanmış görüp onu sevmesidir zaten İslamiyetin esası bu sevgi hakikatı üzerine kurulmuştur.

Kıskançlık hastalığına insan elhamdulillah eksikliği nedeni ile yakalanır yani şükürsüzlüğü nedeni ile kıskançlık hastalığına müptela olur ve ilk olarak kendi kendini bitirmeye başlar.

Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi Bediüzzamanın şifai reçetesine istinaden, insan kendinden daha yükseklerde gördüklerine değil kendinden daha aşağıdakilere bakmasıdır. Sakın yanlış anlaşılmasın aşağıda olmak yada yükseklerde olmak övmek yada yermek için değildir. Mesela sen tek gözünün görmemesi neticesinde iki gözü olanlara bakıp şikayette bulunmamalısın zira iki gözüde görmeyenler var onlarda iki gözümüz yok diye tek gözlülere bakıp şekva etmemeli zira gözü görmemekle beraber kulağıda işitmeyen nice insan var.. Sofrasındaki yemeğe burun kıvıran bir insan günlerce aç kalanı düşünmeli haline şükretmeli onlara dua ve imkanı nispetinde yardımda etmeli. İşte bu noktadan bakmayan bir insan gözünü minare başına dikip onda varda bende niye yok demeye başlar o minareye zahiren çıksa da çabuk düşer hem çok zarar görür.

Hem insanın manevi ve uhrevi manalarda kıskanması boştur. Zira Allahın hazinesi sonsuzdur Zatının da sonsuzluğu mutlaktır.. Sonsuzluğu her şeye her şeyi ile yeterdir hem her şeyi ile kuşatmıştır demektir.

Hem insan kendinde olmayan ve hak etmediği ücretini de ödemediği bir şey içinde hak dava etmesi başka bir hastalık demektir. Mesela nasıl ki bir meclise davet edildin ev sahibi misafirlerinden bazısına altın kalem, bazısına gümüş kalem, bazısına bakır, bazısına tahta, bazısına plastik kalemler hediye etti. Bu durumda senin olmayan bir şey sana verildi sende yok olan bir şey sana hediye edildi. Şimdi senin hakkın değil ki diyesin bana tahta kalem verdin öbürüne altın, en fazla diyeceğin teşekkür etmek ve ev sahibinin takdirini takdir etmektir. İşte belki o zaman ev sahibi sendende memnun olup hırs yapmadığını kıskançlık etmediğini görüp sana da cömertliğinden ikram eder altın bir kalem hediye eder belki altından daha kıymettar bir sözü verir..

El hasıl İnsan kendi kendine ait değildir aksine onda ne varsa hepsi kısa bir süreliğine verilmiş emanet edilmiş ve hesabı istenilecek maddi ve manevi cihazlardır.. O halde insanın kendisine ait olmayan emaneten verilen duygu ve hisleri ile sanki kendisinin mülküymüş gibi hak dava etmesi kendisini ve vazifesini ve ne için yaratıldığını bilmemesi demektir ki marifetullah dersleri ile önce ben kimim nerden geldim nereye gidiyorum neciyim suallerine cevap bulup yaşaması gerekmektedir.

Eğer ki Mevlası katında en çok sevilen kul yada kullardan olmak ister ise takva kapısı açıktır yani günahlardan kaçarak helallere sarılarak farzlar ile sünnetleri harmanlayarak yaşarsa bu O nun rızasını kazanmak için çaba göstermek demektir işte o zaman Mevlanın sevdiği bir kul olma yolunda adım atmış demektir. Ve ortada kıskanmasını gerektirecek hiç bir şey kalmaz hatta bu hastalığından kendini kurtardığı gibi bu hastalığa müptela olanlarıda kurtarmaya başlar.

Yoksa secdeleri azaltarak hatta hiç secde etmeyerek tenhalarda Mevlasını unutarak O nu anmayarak anlatmayarak hem yaşamının her anında O ndan gafil olarak dese, hadi Allahım ben senin en sevdiği kullardan olmak istiyorum insan ancak bu durumda kendini kandırır ve aldatır ve o sevgiye talip olmadığının ancak bir söylemden ibaret olduğunu  gösterir.

Hem Mevlanın tüm hazinelerinin kapıları açıktır Rahmeti nihayetsizdir. Kulluk ile Mevlasını çok sevebilir Mevlasınada kendisini çok sevdirebilir. O nun mülkünden bir mülk olduğunu idrak ettiğinde esasında kıskanacak kadar bir hakkının bulunmadığınıda zira kendisine ait hiçbir şeyi olmadığını anlamış demektir. Emaneti emin bir kul olup sahibine teslim eden bir kul olduğunda sonsuzluğun sahibinde sonsuz bir nimet ile sonsuz bir surette saadetler içinde sevgisi ile yaşayacaktır..

 

Vesselam..

Süleyman Yasin AKDENİZ

 

Tart(ış)Ma

Evet tartışma. Ben tartışmanın insanın yaratılışına zıt bir şey olduğunu düşünüyorum. Kainatta gözümü çevirip ne yana baksam bir ahenk ve kafiye görüyorum bu ahenk ve kafiyeyi sanırım sadece insan bozuyor.

Eşek arıları bal arılarına neden bal yapıyorsunuz diye savaş açmamış. Gergedanlar fillere savaş açmamış. Ne böceği ne bitkisi hiçbir varlıkta bir savaş ve zıtlık yok olmamış. Nede güzel uyum içindeler.

Bir taburda uygun adımda yürüyen askerler vardır ki ayağını o tabura uyduramayan hep bir kafiyeyi ve düzeni bozduğu için ceza görüyor onunla beraber olan taburda o cezadan hissesine düşeni alıyor.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed a.s.v a bakıldığında sahabeleri ile hanımları ile çocukları ile insanlar ile ne az ne çok nede hararetli bir tartışması olmamış bilakis böyle ortamlarda bulunmamayı böyle bir durumla muhatap olunduğunda susmayı tavsiye eden hadisler var.

Efendim tartışalım tartıştıkça hakikat çıksın diyorlar. Masaya konuyu yatıralım ve tartışalım herkes dökülsün.

Hayır efendim tartışmayalım masaya yatıracağımız konuları hiç tartışmayalım. Çünkü masaya problemler hastalar yatırılır onun çözümü ve ameliyatı ise tartışarak olmaz tedavi hükmünde izah ve ilmi usuller ile olur.

Tartışma yaparken hangi taraf ağır basarsa o galip çıkacaktır fakat tartışma sonucunda üste çıkan doğrudur demek değildir.

Müslüman’ın üst kimliklerinden görüyorum tartışma yapmamasını.

Bir konu hakkında söz sahibi olur izah yapar cevap verir itirazda eder neden ve sonuçlarını da anlatır fakat ben böyle söyledim sen böyle dedin ben doruyum sen yanlışsın birazda mantık oyunları ile felsefi yaklaşımlarla laf cambazlıkları ile konuşmalar oldu mu artık ne bir diyalog ne bir ittifak ne bir ittihad sağlanılabiliniyor. Baltalanmadık güzellik kalmıyor.

Peki kim soktu iman edenlerin içine bu tartışalım huyunu suyunu. Hz. Muhammed aleyhisselam ve Kuranı getirmedi. Ey ümmetim sizin en hayırlınız en hararetli tartışanınızdır kim tartışırsa kıyamet günü o zorluk görmeyecektir tartışın selamet bulun demedi haşa ve kella yahut Kuranda şüphesiz ki tartışma içine giren Müslümanlar için cennet vardır denilmedi haşa ve kella..

Daha başka nasıl izah edilir ki bilmiyorum.

Bildiğim tek bir şey var oda hiç bir şey bilmediğim            .

Bilmiyorum, manaları, sırları, sebepleri, nedenleri.. çünkü  sorulardan vazgeçtim zira cevaplardan bıktım, şimdi izahlar ile manaları idrak ile meşgulüm..

Evet bilsem de artık bilmiyorum,

bilsem de bildiğimi iddia etmiyorum,

zira öyle bir yüz yılda yaşıyoruz ki bildiğini sandığın çok şey gün gün değişiyor,

yepyeni bir gündem  ile yepyeni bir hal ile karşınıza çıkıyor.

İşte bu yeniliklere açık olduğum için bilmiyorum.

Takıntılarım olmadığı için bilmiyorum..

Hele ki dinlerken hiç bilmiyorum

Sözün güzelliği kısalığındadır, öz konuşan, az söz ile çok manayı anlatır, işte o bilenleri bilmek istiyorum ki membaına bizleri de götürsünler..

O membaa tez ulaşmak için merak ve istekle ilim ile merdivenleri edeple çıkmak gerekiyor. Tartışmayı bırakalım Allahın sonsuz ilmi yanında kısır ve sınırlı ilim sandığım kendimizi bilir sandığımız mevzular ile meydanlara çıkmayalım. İzah edin hitap edin soru sorun araştırın cevaplar bulun söyleyin fakat bu tartışma huyundan vaz geçin bazen izlemesi dinlemesi hatta olayın içinde doğrudan muhatap olarak da tartışma içinde olmak bazılarına keyif verir bazıları bunlardan nemalanır.

Siz bir dikkat edin horoz dövüşü gibi insanları tartıştırırken ekranlarda meydanlarda bu işten kar sağlayanlar kimler zarar edenler kimler..

Üstadın güzel bir sözü vardır:

Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.           (Mesnevi-i Nuriye – 129)

 

Birde şu sözü :

Bu çeşit mesaili münakaşa etmenin birinci şartı; insaf ile, hakkı bulmak niyetiyle, inadsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû’-i telakkiye(kötü anlayışa) sebeb olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zahir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun; çünki bilmediği şey’i öğrendi. Eğer kendi elinde zahir olsa, fazla birşey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimali var.           (Mektubat – 351)

İllaki tartışacaksan münakaşa yapacaksan müzakere edeceksen şu iki cümleyi sürekli hatırla..

Hesap memurluğuna da hiç soyunma Allah hesap görücüdür dünyada da mahkemeler kurulmuştur hem vicdanda hem kamuda..

Tartışma duygunu nefis ve şeytanın için sürekli kullan

İman eden birine inancı üzerinde bir konuyu tartışamazsın inanmadığı bir şey ile onu meşgul edemezsin beyhude uğraşma..

Sapla samanı birbirine karıştıranları görürsen de takılma ne sap işimize yarar ne saman..

 

Araştırmacı Yazar

Süleyman Yasin AKDENİZ

Zarara Rızası İle Gidene Merhamet Edilmez mi?

Geçenlerde bir dostumuz ile hasbıhalimizde Üstadımızın Risale-i Nur’da bahsettiği şu cümleyi sordu : “zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.  Sözler ( 147 )” den ne anlamalıyız?

Evet, her insanın âleminde bu ifade farklı pencerelerden farklı manalar ifade edebilir ancak bu ifadeyi şu şekilde anlamakta doğru değil yani bilerek isteyerek adam zarara gidiyor merhamet etme yani belanı bul canın cehenneme ne halin varsa gör diyelim ona bir tekmede biz vuralım.

Evet, böyle anlamak da doğru değil. Bu ifadenin öncesi ve sonrasına bakmak risale-i nuru bir bütün olarak ele alarak irdelemek gerekiyor ki sözdeki maksat daha net anlaşılsın.

Kitabi olarak kaynağa baktığımızda meselenin zarara gidenler değil, zarar verenler zarara götürenler bağlamında ve azaba müstahak olanlar bağlamında cehenneme girenlere merhamet edilmez manasında anlaşılıyor yani ben öyle anlıyorum. Hakikaten önümüzde taif örneği var. Taşlanan bir Resulü Zişan ona taş atıp hakaret edenlere karşı Ya Rabbi onlar bilmiyorlar affet helak etme diyor Rahmet Peygamberiyim Gazap etme Ya Rabbi diyor.

Zarara rızası ile gitmek esasında şeytan gibi olmak demektir. Yani iblis esasında Hâlık-ı Kainatı belki yeryüzündeki cin ve insi taifelerin hepsinden ilmi olarak daha ileri derecede kesin olarak biliyor ancak bile bile kibrine inadına isyanına dik başlılığına gidip tanıdığı bir kudrete karşı baş kaldırıyor ve işte o noktada merhamete layık olmaksızın azaba müstahak oluyor.

Şimdi meseleye bu açıdan yaklaştığımızda şeytandan ders alan ve hakikatı bildiği halde o gerçeği tahrip ve bozgunculuk hesabına kullananlarda aynı duruma düşüyor.

Ancak o hakikatı bilmeyen idrak edemeyen ve bu sele kendini kaptıranlar ise onlara karşı hakikat ehlinin el uzatması ve onları uyandırana kadar tebliğine devam etmesi gerekiyor. Yoksa düz bir mantıkla zaten ayağın kaymış zararlı bir adamın peşine düşmüşsün onun zararına ortak oluyor zulmediyorsun seninde canın cehenneme dememeli aksine onu o vartadan o zarardan kurtarmak için tebliğe devam etmelidir.

Zira dünya her insan için ferd ferd imtihandır ve ölmeden önce tevbe edebileceği fırsatlar sürekli o insana verilmektedir. O halde bu tevbe fırsatını ihsan eden Kerim-i Rahime karşı insanda teslim olmalı Mevlanın ona verdiği fırsatı ortadan kaldırma cehd ve gayretine girmemeli.

قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذِينَ اَسْرَفُوا عَلَى اَنْفُسِهِمْ لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

 

De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

( ZUMER – 53) 

 

Bu bağlamda biz müminlere düşen vazife ASR suresinde vahy olduğu üzere muhtasar mealce :

1-Asra yemin olsun ki,  2-İnsan mutlaka ziyandadır. 3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.

İhlaslı amellere hakkı tavsiyeye devam etmeli lüzumsuz faydasız işlerden kaçınmalıyız ki mevzunun şuurunda ve bilincinde olan biz Müslümanlara daha çok bakan uyarı olan zarara rızası ile gidene merhamet edilmez ikazı bizi çarpmasın bizi o zarara uğratmasın inşallah.

Süleyman Yasin AKDENİZ