Etiket arşivi: Sulh

Prof. Dr. Faruk Beşer : “Bu Ateş Herkesi Sarar!”

2005’te bendenizden Hoca Efendi’nin fıkıh anlayışına dair bir makale yazmam istendiğinde bunu Hak adına kabul etmiştim. Sonra onu bir kitapçığa çevirdiler. Şöyle düşünmüştüm: Bu insan Allah için hizmet yapıyor. Eğer haddim olmayarak benim bu kadarcık desteğim de işe yarayacaksa, kim ne derse desin, bunu yapmalıyım.

Yanlış yapmadım, beni hayal kırıklığına uğratanlar yanlış yaptılar.

Şimdi de aynı duygularla diyorum ki, on yıldır Tayyip Erdoğan’ın ve temiz arkadaşlarının yaptığı hizmetler ortada. O halde Haktan yana olmayı gaye edinen partili partisiz herkes, kendi kametine bakmadan ona destek olmalıdır. Müminse, ayrıca gece gündüz dua da etmelidir. Sadece ülkesini seven birisi ise o da teşekkür etmelidir. Eğer böyle yapmazsa nankörlük etmiş olur.

Dur durak bilmeden bütün bir millet için bütün bir ümmet için hayatını ortaya koymuş, kelle koltukta koşturuyor. Biz kahvaltımıza başlarken bir yerde konuşmasını canlı izliyor, yatarken bir başka yerdeki nutkuna şahit oluyoruz.

Ekonomik kalkınma mı dersiniz, sağlık mı dersiniz, belediyecilik mi dersiniz. Yoksa garibanların, inananların, dindarların kendilerini yeniden insan hissetmeye başlamalarını mı, önlerinin açılmasını mı söylersiniz, özgürlükleri, demokratik açılımları mı sayarsınız. Dış itibarımızı mı hesaba katarsınız.

Son on yılda Hakka hizmet adına, halka hizmet adına hükümetin yaptıklarıyla, cemaatin otuz yılda yaptıkları kıyaslanırsa insaflı olanların farkı görmemesi mümkün değildir. Kaldı ki, bu son on yılda cemaatin katlanarak gelişmesini sağlayan da yine hükümettir.

İçinde olmasam da cemaati genellikle takdir eden, Hoca Efendi’yi seven birisi olarak hep şöyle eleştirilerle karşılaşıyordum: Cemaatin ABD ile, CIA ile MOSSAD ile çalıştığı iddia ediliyor, bunu nasıl izah edersin? Ben de şöyle diyordum: Dediğiniz doğru olabilir, ama siz dünyaya açılıyor ve bir dünya aktörü oluyorsanız yollarınız başka aktörlerle çakışacak. Win, win deyip yürüyeceksiniz. Üç verip beş alırsanız kârlısınız. Ya dünya ölçeğinde bir ufkunuz ve iddianız olmayacak, ya da buna mecbur kalacaksınız.

Ama şimdi görüyorum ki, şeytana parmağını kaptıran kolunu da kaptırır sözü çok anlamlı imiş. Sizi dış dünyaya açanlar, içte bunun bedelini, hem de fazlasıyla isteyebilirlermiş.

Cemaatin Allah rızasından başka bir şey düşünmeyen saf ve temiz bir erler ordusu var. Gel denince gelen, git denince giden, boğaz tokluğuna hizmete koşan hasbî insanlar. Ama yukarılardaki ilişkilerden kuşkulanmakta artık herkes haklı.

Şu top sakallılarla, tesettürlü yazarlara kirli diyen güruhla, kimin tarafı olduğu ve kimlerin neden kurduğu belli olmayan gazete ile koçlarla çakallarla, Gezicilerle aynı safta, omuz omuza olanlardan ve bunu yaparken de aslında hizmeti tüketenlerden endişelenmemek safdillik olur.

Ricciardone’nun ellerini ovuşturarak, ‘imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz‘ demesi kanımıza dokunuyor, onurumuzu kırıyor. Benim tanıdığım cemaat bu safta ve saflıkta olamaz.

Şu anda sağır sultan dahi biliyor ki, Türkiye’nin bu kadar büyümesinden, gelişmesinden rahatsız olan güçler onu tökezletmek için planlar yapıyorlar. Haksızlığa uğramış olsa bile bu kumpasla birlikte olmak asla affedilemez.

Keşke hükümet bu tuzağa, dershaneleri kapatma gibi savunulması zor bir yolla karşılık vermeseydi.

Varsa yolsuzluklar da hükümetin beynindeki urlardır. Umarım bu vesile ile bu urlara da operasyon yapılır ve gövde tekrar eski sağlığına kavuşur. Ama bu durum, Hz. Ali’nin dediği gibi, hiçbir zaman hak bir sözün batıl için söylenmesini meşru kılmaz.

Hakan Fidan’a, Beşir Atalay’a İrancı suçlamaları duyuyor ve bunun şifresini çözemiyordum. İrancı olsalar ne yapacaklar, Türkiye’ye Şiilik mi getirecekler diye merak ediyordum. Meğer işin içinde başka şeyler varmış, Türkiye İran ve Kuzey Irak’la ABD ve İsrail’in işine gelmeyecek çok büyük ekonomik ilişkilere giriyormuş. Meğer Türk istihbaratının kendi başına hareket etmesi birilerini fena rahatsız ediyormuş.

Ben Hoca Efendi’nin bedduasını da şöyle anlamak istiyorum:

İsim vermediğine göre şunu kastetmiş olabilir:

Dini mübini İslam’a karşı tuzaklar kuran, bu milletin kalkınmasını istemeyen, birliğini ve dirliğini bozmak isteyen, Kur’an ifadesiyle, ‘süvarileriyle ve piyadeleriyle’ saldıran, içte ve dışta gaflet ve dalaletleriyle bu oyuna ortak olan, tüyü bitmemiş yetimin hakkını gasp eden ne kadar hain varsa, Allah’ım, sen onların ocaklarına ateş sal...’.

Böyle ise ben de buna âmin diyorum.

Ayrıca zayıf bir ihtimal de olsa, Hoca Efendi’ye hala bazı ilişkilerin olduğu gibi anlatılmadığını düşünüyorum. Yoksa elinde dosyalarla bunu anlatmaya giden önemli bir zatı New York’ta havaalanından FBI neden derdest geri çevirsin?

İnananlar olarak kolumuzun kanadımızın daha çok kırılmaması için eğer kabul buyururlarsa hala kendilerine bir âkıl heyetin gönderilmesinin faydalı olabileceğini düşünüyorum. Yoksa bu yangın hepimizi saracak, ortak düşmanımız kârlı çıkacaktır. ‘Sulhta hayır vardır‘.

Prof. Dr. Faruk Beşer

MU Ilahiyat Fakultesi / Islam Hukuku

Sulh hayırdır!

Sulh hayırdır.” Kur’an böyle emrediyor. Sulh bütünüyle hayırdır. Savaş, eğer bir memleketin düşman işgalinden kurtulmasına vesile olursa hayırdır. Fakat savaşta mal ve can kaybı söz konusu olduğundan bütünüyle hayır sayılmaz. Savaşta şer de vardır hayır da… Fakat sulh böyle değildir. Sulhta mal ve can kaybı olmadığından yüzde yüz hayırdır.

İslam tarihinde sulhun sembolü Hudeybiye Antlaşması’dır. Bu antlaşma her ne kadar, baştan zahiren İslam’ın aleyhinde görülmüşse de neticesi itibariyle büyük hayırlara vesile olmuş, manevî ve maddî fetihlerin anahtarı ve kapısı hükmüne geçmiştir. Hatta aleyhteki şartlar Hz. Ömer’in (r.a.) o kadar ağırına gitmiştir ki, Efendimize (a.s.m.) gelerek “Sen Allah’ın Resulü değil misin? Emir ver, ölelim öldürelim” demekten kendini alamamıştır.

Fakat bütün bu aleyhteki şartlara rağmen, bu sulh, karşılıklı kin ve düşmanlığı ortadan kaldırdığı için, kalplerin yumuşamasına ve akl-ı selimin uyanmasına yol açmış, Kur’an nurunun ve İslam güzelliğinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.  Nitekim, o zamana kadar husumet ve taassubun duvarlarını aşamayan Kur’an nuru, kalp ve kafalarda tesirini göstermiş, maddî kılıçla teslim alınması mümkün olmayan Arapların savaş dahisi Halid bin Velid ile siyaset dahisi Amr bin As (r.a.), Kur’an’ın manevî kılıcına boyun eğerek Medine’ye dahil olmuşlardır.

Onun gibi açılan bu sulh zemininde yıllardır dağlarda insanlığını kaybetmiş, vahşi bir hayat süren gençlerin bir hiç uğrunda ölüp gitmek yerine, kendilerine açılacak, sıcak insanlık kucağında yeniden dirilişle ebedi hayata kavuşmaları, asıl büyük kazanç olacaktır.

İslamiyet sulhtur ve insanlar arasında sulhu hakim kılmak için gelmiştir.

İslam, öldürmek için değil, yaşatmak için gelmiş bir dindir. Kur’an, bir insanın haksız yere öldürülmesini bütün insanlığın hukukuna yapılmış bir tecavüz sayar. Bu yüzden mecbur kalmadıkça savaşı meşru görmez. Saldıran düşmanın tecavüzünü defetmek zorunda kalınmış bir müdafaa ve son çare olarak görür.

Onun içindir ki İslam, Müslümanlardan daima asayiş ve barışı muhafaza etmelerini, huzur ve güveni sarsıcı hareketlerden uzak durmalarını ister… Zira hak ve hakikatın güzellikleri, barış ve huzur zemininde gelişir. “Birbiriyle boğuşanlar müspet hareket edemezler.”

Huzur ve barışın olmadığı, karşılıklı  çatışma ve gerginliğin hakim olduğu zeminlerde kin ve intikam duyguları ön plandadır. Bu duygular, hakikatlar önünde birer karanlık perde olur.

Binaenaleyh, bugün ülkemizde beliren barış ortamına bu açıdan bir fa’l-i hayır olarak bakmak, İslamî ve insanî vecibe ve sorumluluk olarak sahip çıkmak gerekmektedir. Açılan bu sulh zemininin gelişmesine elbirliğiyle gayret edilmelidir. Düşmanlıkta hiçbir fayda olmadığı görüldü. Artık husumetin vakti bitti. Bu gerçek, karanlık ve aydınlık kadar açıktır. Ya boşu boşuna hayatlar kaybedilmeye, analar ağlamaya devam edecek veya bu anlamsız kanlı husumet perdesi sona erecek.

Elbette her şey gibi bu hayırlı gelişme de bir bedel ve fedakârlık isteyecektir. Unutmamalı ki, hiçbir bedel, insan hayatından daha üstün ve değerli değildir.

Bazıları, “Olur mu, acaba gerçekten barış gelir mi?” diye açılan bu aydınlık perdenin  kapanmasından endişe edebilirler. Fakat hayır, kader hükmünü icra edecektir. Yıllardan beri yanan gönüllerden çıkan ahlar rahmetli bir bulut teşkil etmiştir. Bu gelişme beşer gayretinin ürünü değildir. Cenab-ı Hakk’ın bu millete olan bir lütf u inayetidir.  Bu gerçek Al-i İmran Suresi’nin 103. ayetinde şöyle dile getiriliyor: “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin.  Allah’ın size olan nimetini hatırlayın ki, siz bir zaman birbirinize düşmandınız. Fakat O sizin kalplerinizi birbirine ısındırdı da birbirinize kardeşler oluverdiniz. Siz, ateşten bir çukurun başında onun içine düşmek üzereydiniz de O sizi kurtardı. Allah doğru yolu bulasınız diye size ayetlerini böyle açıklıyor.

Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin şu ifadelerinde de bu gibi gelişmeleri Kadir-i Külli Şey’den beklemek gerektiğine işaret ediyor: “Kadir-i Külli Şey, bir dakikada bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek semanın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-ı şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. O’nun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalplerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.

İhsan Atasoy / Moral Dünyası Dergisi