Etiket arşivi: sultan

Mü’mineler Dinleyin! (Şiir)

İnsan olan, her iki cinsi şaşırttı bu zaman,

Bu öyle bir zaman ki, en yakın dost oldu düşman.

 

Hanımların hanımlığı, gitti oldu  pay imal,

Manadan uzak, âilede ana hedef, para mal.

 

Çocuğun annesi varken, annesiz kaldı eyvah,

Annelerden kalplerinde, ne Peygamber, ne Allah

 

Çoğu sapmış din yolundan,her tarafta buhran var,

Ne bir yol gösteren var,  ne ellerinde kitap var.

 

İslam dini, kadınları kurtarmış ti zilletten,

Kurtarmıştı esaretten, rezaletten, illetten.

 

Asla hanım rahatını bulamaz, başka yolda,

Onların rahat yeri, hak din olan İslam da.

 

Bunun için, ey Müslümanların namuslu kızları,

İslamiyet , geleceğinin parlayan yıldızları.

 

Sizlersiniz  bugünün kızları,  yarının anneleri,

Biliniz ki, bu dindedir hakkın şeref ve hüneri.

 

Din emrini, şeref bilin hayat bilin, hak bilin,

Mutlu hayat bu dindedir, siz bunu böyle bilin.

 

Mü’minelere İslam’a kanmak, zor değil kolaydır,

Dindar hanım evinde, hapiste değil, saraydadır.

 

O sarayın padişahı, gene hanım olmuştur,

Hanım ancak mutluluğu, bu sarayda bulmuştur.

 

Ey Allaha iman eden, şerefli kız bugün ben,

Fazla nasihat etmem sana, hak dinini koma sen.

 

Bu zamanda ahlaksız kızlara iğren, onları it.

Fatimetüz-zehra, annemizin pak yolunda git,

 

Hanımı örtüsüyle, saklamıştı İslamiyet

Ayıp mıdır cevahiri kutusunda siyanet.

 

Kimi diyor, hanım demek kedi değil kardeşim,

Hiç yerinden oynamadan, evde kalsın mı hanım?

 

Mü’mine hanım, kimsesiz her yerde gezinemez,

Gezinirse, ahlaktan bir şey vermeden dönemez .

 

Hanım kızım, ona verilen şerefini atamaz,

Atar ise, kendisinde ahlaktan zerre kalmaz.

 

Unutma ki hanım, kendi evladına annedir,

İçişleri bakanı,  ve  evinin hakimidir.

 

Beyinin arkadaşı ve ailesinin cevheridir,

Milletine şeref veren, değerli annesidir.

 

Avrupa’nın kültürünü, o kız benimseyemez,

Onların gittikleri yolda bu kardeş gidemez.

 

Mü’mineye, dininden uzak kalmak, boş olur,

Allahın kanunu ile, amel etmek hoş olur.

 

Hoş  değil, belki vazifedir aklı olan insana,

Pahalı olur karşı gelmek, Rabbin kanununa.

 

Abdülkadir Haktanır

wwww.NurNet.org

Fatih Sultan Mehmet Kimdir?

Fâtih Sultân Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne Sarayında Hüma Hâtun’dan dünyaya geldi. Annesi onun gerçek saltanatını görmeden 1449 yılında vefât eyledi. Bir görüşe göre 19 ve bir diğerine göre 21 yaşında babasının vefatı üzerine üçüncü defa saltanat koltuğuna oturdu ve sınırları Tuna’dan Kızılırmak’a kadar genişleyen Devletinin başşehri olarak İstanbul’u almak ve Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmak en büyük ideali idi.

İstanbul’u almak için Boğaz’a hâkim olmanın şart olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452’de Boğazkesen Hisârı dediği Rumelihisârını inşa ettirdi. Karşısında Yıldırım’ın inşa ettirdiği Anadoluhisârı yükseliyordu ve artık Osmanlının izni olmadan boğazı geçmek mümkün değildi. 1 Eylül 1452’de Edirne’ye dönen Sultân Mehmed, hemen kendisinin planlarını çizdiği topların dökümüne başladı. Deneyler yapıldı ve dünyanın harp aletleri alanında harikaları vücuda getirildi.

Planı sezen İmparator zor durumdaydı; zira Bizans ikiye ayrılmıştı. Avrupa, yardım için Katolik olmalarını istiyor ve Ortodokslar ise hayır diyordu. 12 Aralık 1452’de Ayasofya’da Katolik ayini yapılması, Sultân’ın işlerini kolaylaştırıyor ve Bizans Başbakanı Notaras, “Bizans’ta Latin şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim” diyordu.

Bizans’lılar parlayan ateşlerine ve Hz. Meryem’e güveniyorlardı. Ancak 1453 Şubatında Edirne’den yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine geldi. 6 Nisan’da muhasara başladı. 53 gün süren muhasara sırasında Fâtih’in ordusu, tarihe geçen kahramanlıklar yazdı. Bizans’ın Galata ile Sarayburnu arasına gerdiği zincirler, Osmanlı donanmasının karadan yürütülerek Haliç’e girmesiyle parçalanmıştı.

Muhasaranın 53. Günü Hz. Peygamber’in müjdelediği fetih 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti ve Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle Topkapı ve Eğrikapı yönlerinden İstanbul’a girdi. Ayasofya’ya sığınan on binlerce insanın burnu bile kanamadı ve İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri aynen uygulandı ve herkese temel hak ve hürriyetleri tanındı.

Fâtih’in fetihten sonra yaptığı ilk iş, İstanbul’un maddi ve manevi imar edilmesidir. Bu işi tamamladıktan sonra Belgrad hariç bütün Balkanları Osmanlı Devleti’ne ilhak eyledi. Batıyı emniyete aldıktan sonra, kendisine pürüz çıkaran Karamanoğulları ve İsfendiyaroğulları Beyliklerini tamamen ortadan kaldırdı. Bu arada Bizans’ın artığı olan Trabzon’daki Pontus İmparatorluğu da 1461 yılında tamamen tasfiye edilmiş oldu. Komutanlarından Gedik Ahmed Paşa, Kırım’ı aldı.

Bütün bu fetihler, başta Abbasî Halifesi olmak üzere herkes tarafından takdir edilirken, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Fâtih’e kafa tutuyordu. Bunun üzerine Erzincan civarındaki Otlukbeli denilen yerde 1473 tarihinde bu sıkıntı da bertaraf edildi ve artık Osmanlı devleti Toroslara kadar genişledi. Fâtih Sultân Mehmed, yeni bir harbin hazırlığında iken, 1481 yılında 51 yaşında Gebze’de vefat etti.

28 yıllık padişahlığı süresince 2 İmparatorluk, 14 devlet ve 200 şehir fethederek Fâtih ünvanını Hz. Peygamber’den alan Sultân Mehmed, devletin sınırlarını 2.214.000 km2’ye genişletmişti ki, bu 3 Türkiye Cumhuriyeti eder demektir. Balistikteki keşifleri, Matematik ilmindeki dehası, dinî ilimlerde büyük bir âlim olması, Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve benzeri önemli dünya dillerinden dokuzuna vâkıf olması, onu Osmanlı tarihinin en büyük askeri, devlet adamı ve âlimi olduğunu, düşmana ve dosta söyletmiştir.

Ona bu büyük fetihte yardımcı olan devlet adamları arasında, Çandarlı Halil Paşa, Mahmûd Paşa, Rum Mehmed Paşa, İshak Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Zağanos Mehmed Paşa, Balaban Bey, Bali Bey ve benzeri çok sayıda devlet adamı ve komutanları saymak mümkün olduğu gibi, manevi komutanlar arasında ise, asrının büyük âlimlerinden ve maneviyât erenlerinden, Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Zeyrek, Akşemseddin, Hızır Bey, Hocazâde Efendi, Molla Vildân ve Molla Şeyh Vefâ ve benzeri zatları zikretmek icabeder.

ZEVCELERİ: 1- Gülbahar Hâtûn; II. Bâyezid ile Gevher Sultân’ın annesi. 2- Gülşah Hâtun; Karaman Oğullarından İbrahim Beğ’in kızıdır. 3- Sitti Mükrime Hâtun; Dülkadiroğlu Süleyman Bey’in kızıdır. 4- Çiçek Hâtun; Türkmen Beyi kızıdır. 5- Helene Hâtun; Mora Despotu Demetrus’un kızıdır. 6- Anna Hâtûn; Trabzon İmparatorunun kızıdır; evlilikleri kısa sürmüştür. 7- Alexias Hâtun; Bizans Prenseslerindendir. ÇOCUKLARI: 1- Şehzâde Sultân Mustafa Hân. 2- Gevher Sultân. 3- Şehzâde Cem Hân. 4- Şehzâde Bâyezid Hân. 5- İsmi bilinmeyen iki kızı.

www.osmanli.org.tr

Bediüzzaman Padişaha Nasıl Boyun Eğmedi?

Saray’da bir tören düzenlenmişti. Dönemin padişahı Sultan Reşat’tı. Bu törene zamanın diğer âlimleriyle birlikte o da davet edilmişti. Bediüzzaman, bu davete, kendisine özel yerel kıyafetiyle katılmak istedi: Ayağında çizmesi, belinde kuşağı ve hançeri, başında da ucunu omuzlarına kadar sarkıttığı sarığı. Ona, hiç olmazsa bu tören süresince diğer âlimler gibi cübbe giymesini rica ettiler. Israrlar üzerine, bir cübbe giyerek Saray’a öyle gitti.

Şeyhülislâm, âlimler, bakanlar, yüksek rütbeli komutanlar ve üst düzey memurlar “saçak” öpeceklerdi. Padişahın oturduğu tahtın yan tarafından ipekten yapılmış bir kumaş sarkıtılmıştı. Saçak öpme merasimi başladığında, kimi bu saçağı, kimi padişahın eteğini öpüyor, kimi de baş eğip gerisin geri çekiliyordu.

Sıra Bediüzzaman’a gelmişti. Bediüzzaman yerinden çıktı, dik ve vakur adımlarla yürüyerek Padişahın önüne kadar geldi. Eli göğsünde “Esselâmü aleyküm” diyerek selâm verdi ve Sultan Reşat’ın önünden geçerek gitti.

Padişah şaşırmıştı. Bu eşi benzeri görülmemiş bir şeydi. Yanındaki paşaya sordu: “Kim bu adam paşa? Beni mahalle muhtarı mı sandı? Niçin böyle selâm etti?

Paşa eli önünde bağlı bir halde: “Efendim, bu zâtın lakabı Bediüzzaman, ismi Said’dir. Çok yüksek bir ilmi vardır. Çok da izzetlidir. Feleğe baş eğmeyen biridir.

Sultan Reşat kısa bir süre düşündü. Durumu kavramıştı. Zaten âlimlere büyük saygısı ve sevgisi olan biriydi. Böyle bir âlim ise onun daha çok ilgisini çekmiş, takdirini kazanmıştı. Herkesin duyabileceği bir şekilde şunları söyledi Sultan Reşat:

Ben şimdiye kadar ilmin izzetini koruyan pek az insan gördüm ve tanıdım. Gerçek âlim, işte böyle olmalıdır.

Bu olaydan sonra Bediüzzaman’la Sultan Reşat samimi iki dost oldular ve pek çok şey paylaştılar.

Ömer Faruk Paksu