Etiket arşivi: Tahiri Mutlu

Tahiri ağabey hakkında

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

TAHİRÎ AĞABEY HAKKINDA

Tahirî Ağabeyle görüşmemizin başlangıcını net bir tazda hatırlayamıyorum. Fakat İstanbul’a geldiğinde Süleymaniye dershanesindeki küçük odamda görüştüğümü, sorduğum bir sual sebebiyle çok net hatırladığım gibi, bu görüşmedeki samimilikten de, önceden görüştüğümüzü tahmin ederim. Her nedense tarihî hadiselerimin tarihlerini net olarak bilemiyorum.

Bu küçük odamda Tahirî Ağabey’den sorduğum mes’eleye gelince: Bunun mahremane bir mesele olduğunu biliyorum fakat sualin ne olduğunu hatırlayamıyorum.

Meselemi, “Üstad’dan duyduğunuz bir şey varmı?” diye sormuştum. Verdiği cevabında: “Biz böyle mes’eleleri bilmeyiz. Ancak Zübeyir Efendi bilir. Büyük zatların bir sır kâtibi olur. Zübeyir de Üstad’ın  sır kâtibi idi. Üstad Hazretleri daha çok onunla hususî sohbet ederdi.” demişti.

Merhum ve muhterem Tahirî Mutlu Ağabeyle vefatına kadar aynı medresede beraber kaldık. Hayatı daima Nur hizmetinde geçerdi. Risale-i Nur’un tashihi, neşri ve dersi, esas teşkil ediyordu. Fuzulî ve afakî konuşmaları yoktu. Hatta Tahirî Ağabey odasında yemek yerken dahi Risale okutur dinlerdi. Ve böyle yemekte geçecek zamanı dahi ihya ederdi. Gelen ziyaretçilerden bazıları, fazlaca ve maslahatsız oturup zaman işgal ettiklerinde Tahirî Ağabey sıkılırdı. Fakat bunu hissettirmezdi. Ben de bu durumu önlemek için Tahirî ağabey’e: “Sizin hizmetleriniz var, isterseniz odanıza buyurun” diyerek odasına gitmesine yol açardım. Tahirî Ağabey de mütebessimane kalkar, selâm verip odasına giderdi. Çok iktisadlı ve nizamlı bir hayatı vardı.

Hayatları ekseriyetle medrese içinde geçmiştir. Medreseyi ihya etmeyi esas almıştı.

Teheccüd namazını ve evradını bir düstur halinde ifa ettiğine yakından şahidiz. Bir kerre, teheccüd vakti bir hususu sormak için odasına girdim. Minderinde kıbleye doğru oturmuş, elindeki Hizb-ül Hakaik’ı, tarif edemiyeceğim bir hazin ve hafif sesle okuyor, gözlerinden damlalar akıyordu ve simasında bir nuraniyet vardı. Bana baktı, tebessüm etti. Ben, “peki sonra konuşuruz” mânâsında el işâretiyle konuşmayacağımı bildirip, rahatsız etmeden dışarı çıktım. Sonra bana bu zikirlerin mânevî halâvetinden bahsetti.

Tahirî Ağabey bu teheccüdden sonra sabah namazını kıldırır, tesbihattan sonra da sabah dersini başlatırdı. Sıra ile herkes okur ve böylece kuşluk zamanına girilirdi. Tahirî Ağabey biraz daha hizmete devam eder, ekseriya öğleden öncesi, bazanda öğlen sonrası bir miktar uyurdu ki, buna kaylule denir.

Tahirî Ağabey bir ara Nurtaşın’da ve Bayezid’de kaldı ise de, bunun mahiyeti hakkında durmayacağım. Bayezid’den asıl medresesi olan Tevruz dershanesine beni ağlatan gelişinden de bahsetmeyeceğim.

Tahirî ağabey, Nur’un fedakârlarına karşı çok mütevazi idi. Bir defasında Haseki dershanesi devresinde ben abdest alıp odama dogru giderken baktım Tahirî ağabey havluyu iki elinin üzerine alarak, ayakta bana havlu tutuyor. Birden şaşırıverdim. Hz. Üstad’ın vârisi, saff-ı evvel faziletine sahip ve benden 35 yaş büyük olmasına rağmen bu hareketi, bizi eritip yumuşatıyordu.

Şahsî münasebetlerde böylesine tam tevâzu ve tefanî sırrına göre hareketleriyle beraber, hizmet düsturlarına uymayan bazı hallerde, gayret-i diniyesinin neticesi olarak gayetle üzüldüğü ve hatta hiddet ettiği de görülürdü.

Has dairenin hizmet ehlini dünyaya, makama ve geniş dairenin şa’şaalı faaliyetlerine teşvik ettiklerini hiç görmedim.

Risale-i Nur ve Üstad Hazretlerinden aldıkları ders ve terbiye neticesi olarak hizmet hayatları ciddî bir nizam içinde cereyan ederdi. Bugünkü hizmeti sonraya bırakmak gevşekliğini hiç sevmezler, o hizmeti anında ifa ederler ve ettirirlerdi. Bu hususta bir hâtıram:

İkindi namazı ve dersinden sonra Tahirî Ağabey’in isteği üzere bazan beraber oturup hizmet ve Risale-i Nur’a ait bazı mes’eleleri tezekküren sohbet ederdik. Bir kere de lâhika mektublarının mânâ ve ehemmiyetine dair konuştuk. Emirdağ Lahikasının başındaki takdim yazısının 7. parağrafından sonraki parağraflarda da temas edildiği gibi, cemiyette zamanla ortaya çıkan bazı hâdiseler karşısında istikametli hâreketi ta’yin edip neşretmekle Nur cemaatının hizmet birliğini korumak, münâfıkların planlarına karşı gerekli ikazları yapmak ve hizmet-i imaniyenin ve o yoldaki fedakârlığın ve keyfiyet hususiyetlerinin ehemmiyetini beyanla teşvik etmek ve böylece haslar dairesinden Nur cemaatı içinde mânevî disiplin ve istinad noktasını göstermek gibi çok ciddi hikmetleri bulunan lâhikaların neşrinin Risale-i Nur’da bir esas olduğu mânâsında hayli konuştuk. Bunun üzerine Tahirî Ağabey: “Ahî, parası benden, hemen git teksir makinası al” dedi. Ben: “Bu saatte büyük mağazalar kapanır, yarın bakarız” dedim. Ağabey ise: “Hayır şimdi gideceksin” dedi. Ben de hemen harekete geçtim.

Tahirî Ağabey, medrese hayatı beraberliğinde de nizam ve disiplinli idi. Namazlar tam vaktinde ve cemaatle kılınır. Namaza yakın, yani namazı biraz geciktirecek şekilde sofra kurulamaz. Bir hizmet olmadıkça medrese ehli, keyfine göre dışarılarda gezemez. Sabah ve ikindi dersleri, tam bir nizam altında icra edilir, abdest alan ıslak ayaklarla halılara basamazdı. Dersanede gıybet yasağını ilân eden levhası, odasında asılı dururdu. Sabah namazına yakın dershane ehlinin namaza hazır olmalarını nizam altına almıştı. Yemekler muayyen vakitlerde cemaatle yenirdi. Namazlarda sarıkcübbe ve tâdil-i erkân icra olunur, takva ve azimete riayet edilirdi. Cerrahpaşa semtinde iken altımızdaki daireden bir kiracı, bizim dairenin balkon direğine televizyon antenini bağlamıştı. Tahirî Ağabey, ev sahibine şikâyet edip anteni derhal kaldırttı. Bu Ağabey, medresede fuzulî ve mâlâyani sohbetler, lâübaliyâne şakalar ve gülmeleri sevmezdi. Medresede bu nizam ve disiplini, iyi yetişmek için elzem görüyorum.

Bu Ağabeyin en ehemmiyetli mes’elesinin birisi de, Risale-i Nur’da gösterilen prensip ve düsturlara, yani Emirdağ Lâhikası 73’de ifade edildiği gibi “Risale-i Nur’un talimatı dairesinde” hareket etmeye cehd gösterirler, sadakatı esas alırlardı.

Tahirî Ağabeyin takvaazimet ve ahkâm-ı Kur’aniyeye ve Risale-i Nur ve Üstad’a olan teslimiyetindeki hassasiyeti ileri derecede idi. Zübeyir Ağabey ise, bu sıfatlara sahib olmakla beraber, daha çok nifak cereyanına karşı tayakkuzu ve müdebbirliği ve bu cihetteki hassasiyeti ve Hz. Üstad’dan aldığı anlaşılan feraseti çok üstün derecede idi.

Rüştü Tafralı

Tahirî Mutlu ve Zübeyir Gündüzalp Ağabeyler Dualarla Anıldı

1900 yılında Isparta’ya bağlı Atabey ilçesinde doğan Tahirî Mutlu ağabey 1920 tarihinden itibaren dört yıl demiryollarında askerlik yaptı. Savaş sonrasında gazilik unvanı ve madalyası aldı. Kendisine gazilik maaşı da bağlandı. Ancak, o bu maaşı almadı.

1931 yılında Risâle-i Nur ile tanıştı.Barla’ya giderek Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etti. Bu ziyaret kendisini çok etkiledi. Bunun neticesi olarak Risâle-i Nur hizmetinde yerini almaya başladı.1942 yılında Ayetü’l-Kübra Risâlesi’nin bastırılmasını sağladı. 1943’te Denizli ve 1948’de Afyon hapishanelerinde yattı. Ayrıca, 1958 yılında Ankara ve 1960’ta Isparta’da da hapis yattı. Mahpusluğu sırasında da boş durmadı. Etrafındakilere iman hakikatlerini anlatmak için büyük gayret sarf etti. Karşılaştığı sıkıntıları hiçbir zaman kendine dert edinmedi. Her zaman hizmeti birinci planda tuttu.

Tahirî Mutlu ağabey Bediüzzaman’ın talebesi olmaktan iftiharla söz etmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri; “ Tahirî’nin bize o kıymettar kalemiyle Cennet taamları gibi çok tatlı ve huri libası gibi çok güzel yazıları, burada herkesi lezzetle mütalaya sevk ediyor. Ve onun ma‘sûme iki mübarek kızlarının yazdıkları nüshalar, burada kadınlar, kızlar âleminde geziyor, görenleri Risâle-i Nur’a cezb ediyor. Çok çalışkan ve fedakâr Tahirî’nin kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altında bıraktı” ifadelerine yer vermiştir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 86).

Ömrünü iman hizmetinde geçiren Tahiri Mutlu 3 Nisan 1977 tarihinde vefat etti. Vasiyetine uyularak Eyüp Sultan Mezarlığı’na defnedildi.

Zübeyir Gündüzalp ağabey; 1920 senesinde Konya’nın Ermenek kazasında dünyaya geldi.1939 yılında Postanede memuriyete başlar 1944 yılında Risale-i Nurları tanır.1946 yılında Emirdağ’ına giderek Üstad’ı ziyaret etti.Üstadı tanıyıncaya kadar adı Zeyver olan Zübeyir Gündüzalp bu ziyaret esnasında Üstad tarafından adı Zübeyir olarak değiştirilir 1948 yılında İlk defa 5 Mart 1948’de tutuklanır. Üstad’la birlikte Afyon’da tevkif edilerek altı ay tutuklu kalkmıştır. Yanlışlıkla tahliye edildiği zaman, sırf Üstadından ayrılmamak için tahliyesinin yanlış olduğunu bildirerek tekrar cezaevine girer.

Zübeyir Gündüzalp 2 Nisan 1971 Cuma günü İstanbul’da vefat etti Vefat sırasında başucunda merhum Dr. Sadullah Nutku, Mehmet Fırıncı, Eyüp Ekmekçi ve Mustafa Ekmekçi vardır. Dr. Sadullah Nutku’nun sunduğu zemzem suyunu içer. Gözlerini yumduğu andan itibaren bulunduğu odada tarif edilmez güzel bir koku yayılır. Hatta vefatından sonra da aynı kokunun birkaç ay devam ettiği, orada kalanlar tarafından ifade edilmiştir.

Eyüp Sultan kabristanında medfun bulunmaktadır.

Risale-i Nurlarlara büyük hizmetleri olan Tahirî Mutlu ağabey ve Zübeyir Gündüzalp ağabeyler vefat yıldönümleri münasebetiyle tüm Risale-i Nur dershanelerinde okunan hatimler ve dualarla anıldı.

Başta üstadımız Bediüzzaman Hazretleri’ne ve vefat etmiş ağabeylerimize Allah(cc)’den rahmet diliyoruz, Mevla nur hizmetinde bulunan kardeşlerimizi şefaatlerine nail etsin yollarından ayırmasın üstadımıza yakışır talebe etsin inşaallah amin

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Tahiri Mutlu Ağabey Hakkında: http://www.nurnet.org/tahiri-mutlu-1900-1977/

Zübeyir Gündüzalp Hakkında: http://www.nurnet.org/risale-i-nurun-kahramanlarindan-zubeyir-gunduzalp/

Tahiri Mutlu Kimdir? (1900-1977)

Nur Talebelerinin Tahiri Ağabey, Bediüzzaman’ın son yıllarında yanında bulunmuş, hizmet tarzını yakından görüp bilen sayılı kişilerdendir. Üstad’ın hizmet için vekil olarak bırakıp, “Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilecek” dediği kişilerden birisidir. Said Nursî onun, on velî kuvvetinde olduğunu söylemiştir: “Tahiri´nin öyle bir derecesi var ki, manevi sahadaki derecelerinden birini görse dünyayı terk eder! Ya Rabbi, bu manevî varlığını kendisine bildirme! Ahirette Ümmet-i Muhammed´e faydası olacak…”

Tahiri Mutlu, 1900 yılında Isparta’ya bağlı Atabey ilçesinde dünyaya geldi. Çocukluk yılları, mânevî değerlerin ön planda tutulduğu, dinî hassasiyetleri olan bir aile ortamında geçti. Vatanî hizmetini Millî Mücadele yıllarında yerine getirdi. Savaş sonrasında gazilik unvanı ve madalyası aldı. Kendisine gazilik maaşı bağlandıysa da, o bu maaşı almaya yanaşmadı.

Tahiri Mutlu 1930 yılında Bediüzzaman’ın ismini duymuş ve Risâle-i Nur’la tanışmıştı. Bu tanışmadan sonra Hafız Zühdü’nün oğlu Eşref ile birlikte Barla’ya giderek Bediüzzaman’ı ziyaret etti. Bu ziyaret kendisini çok etkiledi. 1935 yılından sonra fiilen Risâle-i Nur Talebeleri safında yerini aldı. 1942 yılında Ayetü’l-Kübra Risâlesi’nin bastırılması amacıyla İstanbul’da kırk beş gün kaldı. Bu arada sık sık Sahaflar Çarşısı’na giderek Bediüzzaman’ın eserlerinin olup olmadığını araştırdı. Bunun sonucunda İşaratü’l-İ’câz, Hakikat Çekirdekleri ve Lemeat adlı eserleri bulup aldı.

Tahiri Mutlu, Ayetü’l-Kübra Risâlesini bastırdıktan sonra İstanbul’dan ayrılarak vapurla İnebolu’ya ve oradan da Kastamonu’ya geçti. Bu tarihlerde Bediüzzaman Kastamonu’da sürgün hayatını yaşıyordu. Görüşme sırasında, bastırılan Risâleleri Üstada gösteren Mutlu, ayrıca bulduğu diğer eserleri de takdim etti. Bediüzzaman özellikle Lemeât’ı görünce çok sevindi.

Tahiri Mutlu, Bediüzzaman ve diğer Nur Talebeleri gibi, takiplerden kendini bir türlü kurtaramadı. 1943’te Denizli ve 1948’de Afyon hapishanelerinde çileli günler geçirdi. Ayrıca, 1958 yılında Ankara ve 1960’ta Isparta’da hapis hayatına devam etti. Mahpusluğu sırasında boş durmadı. Etrafındakilere iman hakikatlerini anlatmak için büyük gayret harcadı. Karşılaştığı sıkıntıları hiçbir zaman kendine dert edinmedi. Her zaman hizmeti birinci planda tuttu. Onun bu samimî tavrı Bediüzzaman’ın dikkatinden kaçmadı ve kendisini takdir ederek bunu lahikalara kaydettirdi:

“Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sıkı ve sıkıntılı hapiste kat’î kanaatim gelmiş ki, Risâle-i Nur ile kıraeten ve kitabeten iştigal, sıkıntıyı çok hafifleştirir, ferah verir. Meşgul olmadığım zaman o musîbet tezâuf edip lüzumsuz şeylerle beni müteessir eder. Bazı esbaba binaen, ben en ziyade Hüsrev’i ve Hâfız Ali (r.h.), Tahirî’yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ı kalb, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. ‘Acaba neden?’ derdim. Şimdi anladım ki, onlar hakikî vazifelerini yapıyorlar; mâlâyâni şeylerle iştigal etmediklerinden ve kaza ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından ve enâniyetten gelen hodfuruşluk ve tenkit ve telâş etmediklerinden, temkinleriyle ve metanet ve itmi’nan-ı kalbleriyle Risâle-i Nur şakirtlerinin yüzlerini ak ettiler, zındıkaya karşı Risâle-i Nur’un mânevî kuvvetini gösterdiler. Cenâb-ı Hak, onlardaki nihayet tevazu ve mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum kardeşlerimize teşmil ettirsin. Âmin.”

Tahiri Mutlu, 1953 yılında Bediüzzaman’la birlikte Barla’ya gitti. Onlarla birlikte Zübeyir Ağabey de bu seyahate katılmıştı. Beraber kaldıkları mekânları ziyaret ettiler. Talebelerinin kusurlu hareketlerine kızan Bediüzzaman’ın hiddetli ve kızgın anlarında, Tahiri Mutlu’nun gelmesi ile tavrını değiştirdiği ve hemen yumuşamaya başladığı hatıralarda anlatılmaktadır. Böyle durumlarda hemen bu mümtaz talebesini tebessümle karşıladığı, Allah’ın veli kulu diye hitap ettiği nakledilmektedir.

Bediüzzaman’ın talebesi olmaktan iftiharla söz eden Tahiri, bu yüzden hapis yatmıştır. Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’nde yaptığı savunmada, “…Üstadım Bediüzzaman Said Nursî ve diğer arkadaşlarıyla birlikte suçlu gösterilmekle mahkemeye veriliyorum… Ahlâkımızı dinen terbiye edip yükselten ve kendisine ‘müceddid’ dediğimiz halde bizi reddedip kıran ve büyük bir hürmetle Üstad kabul ettiğimiz Said Nursî’nin senelerden beri talebesiyim…”

Talebesine “Kahraman Tahiri” olarak hitap eden Bediüzzaman; “Merhum Lütfi’nin ehemmiyetli varislerinden Abdullah Çavuş, Kahraman Tahiri ile Atabeyi, Nurs karyem hükmüne getirmişler”  ifadesini kullanmıştır. Hizmetlerinden övgüyle söz ettiği gibi, ailesine de yakın ilgi göstermiş, selâm ve duâsını eksik etmemiştir:

“Tahirî gibi kahraman bir şakirdi Risâle-i Nur’a yetiştiren ve o vasıtayla defter-i â’mâllerine daima hasenat yazdıran bir şakirdi bize kardeş veren o mübarek zatlar, İnşaallah bu saadeti daima idame ettirecekler. Dünyanın cam parçalarını, o elmaslara tercih etmeyecekler. Onlar, hususî duâlarımızda dâhildirler.”

Bediüzzaman, Tahiri Ağabeyi yazılarından dolayı da takdir etmektedir: “Tahirî’nin bize o kıymettar kalemiyle Cennet taamları gibi çok tatlı ve huri libası gibi çok güzel yazıları, burada herkesi lezzetle mütalaya sevk ediyor. Ve onun ma‘sûme iki mübarek kızlarının yazdıkları nüshalar, burada kadınlar, kızlar âleminde geziyor, görenleri Risâle-i Nur’a cezb ediyor. Çok çalışkan ve fedakâr Tahirî’nin kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altında bıraktı”

Ömrünü iman hizmetinde geçiren Tahiri Mutlu Ağabey 3 Nisan 1977 tarihinde vefat etti. Vasiyetine uyularak Eyüp Sultan Mezarlığı’na defnedildi. Önden giden Nur Talebelerine komşu oldu.

Tahirî Ağabeyin, sadakati, vefası, iman ve Kur’ân hizmetindeki sağlam duruşu, Risâle-i Nur’un neşri için bütün malını infak etmesi, hayatını Nur hizmetine vakfetmesi ve ibadetindeki azamî dikkati gibi örnek hayatı öne çıkmaktadır. Tahiri Mutlu’nun unutulmaz bir hizmeti de tevafuklu Kur’ân’ın bastırılması hususunda gösterdiği gayret, yaptığı fedakârlıktır. Köydeki tarlalarının tamamını ve evini satıp getirdi, Kur’ân’ın basılması için ortaya koydu. Tevafuklu Kur’ân’ın—Bediüzzaman’ın tarifi üzerine—ilk defa yazılmasına Hüsrev Efendi muvaffak olduğu gibi, Tahiri Ağabey de basılıp Müslümanların eline geçmesine vesile oldu.

Onun hizmetleri İnşâallah ebede kadar unutulmayacaktır.

Yeni Asya

Tahiri Mutlu Ağabey ve Risale-i Nur’lar

Hekimoğlu İsmail’in “Tahiri Mutlu Ağabey ve Risale-i Nur’lar” başlıklı yazısında “Tahiri Ağabey’in de manevi atmosferi dışına taşmış, kim yaklaşsa hoşuna gidiyordu…” ifadelerine yer vermiş.
Hekimoğlu İsmail’in yazısı:
Kabe’den camilere, dershanelere kadar uzanan, bunların hepsini içine alan manevi bir iklim vardır. Manevi iklimin tecellisi için buyruluyor ki: “Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. O’nun rızası dahilinde hareket ediniz.”
Demek ki Allah’ın emrini tutan bir şahıs veya topluluk, manevi iklimi meydana getirir. Büyükleri ziyaret etmek, onların yanında bulunmak, derslerine katılmak, onların hayatını okumak da manevi iklimlere girmektir. Bu manevi iklimler insana tesir eder. “Böyle de yaşanırmış.” dedirir. Tahiri Ağabey’in de manevi atmosferi dışına taşmış, kim yaklaşsa hoşuna gidiyordu…
Tahiri Mutlu Ağabey’le Kocamustafapaşa’daki dershanede tanışmıştık. Dershane, yedi katlı bir binanın en üst katındaydı; buraya ‘seb’a semavat‘ derdik; yedi kat gökler…
Ömrünü tamamiyle Risale-i Nur’lara vakfetmişti. Bediüzzaman Hazretleri buyurmuş ki: “Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nur’lara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilecek…” dediği kişilerden biriydi; Tahiri Ağabey…
Bilindiği gibi 1928’de harf inkılabı yapılmış, Kur’an yazısı yasaklanmıştı. Said Nursi de, “Bir şey bütünüyle elde edilmezse tamamen de terk edilmez.” düsturu ile tek başına bu inkılaba karşı çıkıp, hayatı boyunca Latin harfleriyle tek kelime yazmadı. Daha sonra Tahiri Mutlu’ya da Latin harfleriyle yazıp, okumamalarını tavsiye etti, onlar da bu tavsiyeye uydular. Elbette gün geçtikçe yeni yazı bilenlerin sayısı artmaya başladı, tahsildeki gençler eskimez yazıyı bilmediklerinden, dinden uzaklaşıyorlardı.
Bediüzzaman, bu gençlerin imanını kurtarmak için Risale-i Nur külliyatının Latin harfleriyle basılmasına izin verdi. 1956’da Sözler, arkasından da Tarihçe-i Hayat basıldı. Bir bavul dolusu Tarihçe-i Hayat’ı Said Nursi Hazretleri’ne bizzat ben götürüp teslim ettiğimde memnun olmuştu. Bununla beraber İslam yazısının muhafazasını Risale-i Nur talebelerinden istemişti. “Kardeşlerimiz eskimez yazıyı öğrensinler!” diye.
Herkese inat bir kişi İslam yazısını gündemde tutuyor, İslam medeniyetine sahip çıkıyordu. Ben de o sene Münif Çelebi’nin Kur’an Dili isimli kitabından aldım, kendi kendime Elifba’dan Kur’an yazısını öğrenmeye başladım. Kur’an okumasını öğrendikten sonra harekesiz yazıyı da öğrendim. Fakat gerek Kur’an’ı, gerekse eskimez yazılı Risale-i Nur’ları çok yavaş okuyordum. Arapça, Farsça kelimelere gelince hiç okuyamıyordum.
Bekar odamdaki radyoyu babama göndermiştim. Üstad “Ecnebilerin satranç oyunlarıyla meşgul olmayın.” buyurmuştu. Öyle ise haberler benim için manasızdı. Ben kendimle meşgul olmalıyım, ne diye Avrupa’yla Amerika’yla ilgileneyim? Yine buyururdu ki: “Afakla meşgul olmayın, boğulursunuz. Enfüsi daireyle meşgul olun…” Bundan anladığım şu idi: “Dış dünyayla meşgul olmayın, kendinizle meşgul olup, kendinizi en iyi duruma getirin.”
Kendimi Risale-i Nur’lara vermiştim. “Dost da bu, arkadaş da bu, eğlence de bu.” diyordum… Tahiri Ağabey, Risale-i Nur’ların okunmadan durmasını israf olarak görürdü. Said Nursi (ra) bile kendi eserlerini kendisi defalarca okumuş. Risale-i Nur’lar kimisinin imanını kurtarır, kimisinin imanını takviye eder…
Kaynak:RisaleAjans