Etiket arşivi: tanrı

DİNLER İNSAN İCADI MI?

İnanan ile inanmayan sınıfları Hz. Âdem’in ilk kuşak çocuklarından beri mevcuttu. Bir kısım Rabbini bildi, tanıdı, kabul etti, diğer kısım şeytanın ve nefsinin gazına geldi ve isyan etti. Vicdanını rahatlatmak ve suçluluk duygusundan kurtulmak için de “Ben isyan etmedim ki! Zaten isyan edebileceğim biri yok!” şeklinde kendini avuttu.

Bir yaratıcı olmadığını iddia edenler, bu iddialarına çeşitli deliller(!) de icat ettiler.

İddialarına göre din diye bir şey yoktu. Bizim din dediğimiz şey insanın icadıydı. Bunlara göre ilkel insanlar, gök gürültüsü, yıldırım, deprem, yangın, vahşi hayvanlar gibi yüreklerine korku salan çeşitli düşmanlarına karşı, kendilerine sanal bir dayanak, psikolojik bir destek noktası icat etmiş ve buna da tanrı demişti. Ya da bu ismi doğrudan doğruya korktuklarına vermişlerdi.

Sonra bu şeye kutsiyet atfetmişler, sonunda da bu saygı işini iyice ileri götürüp çeşitli ritüeller uydurarak ilk dinleri icat etmişlerdi.

Bunu iddia eden insanların getirdiği delil ise din denen olgunun temel taşlarının ta en başından beri hep aynı olduğu, bilmem hangi medeniyetin inancında olan, meselâ tek tanrı, ahiret, melek gibi kavramların İslâm’a kadar sirayet ettiğidir.

Buradan da şu sonucu çıkarırlar:

İnsanlar ihtiyaç üzerine, bir din uydurmuş ve döndüre döndüre hep aynı şeye inanmıştır.

Farkında değillerdir ama bunu söylerken, aslında İslâm’ın söylediğine oldukça benzer şeyler söylemektedirler.

Şu farkla ki, asıl ilk kaynak, korku değil, Hz. Âdem’e indirilen ayetler ve o ilk peygamberin bildirdikleridir. Ve saygı ifade etme gayretiyle geliştirilen(!) ritüeller ise aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı besleyecek, Allah’ın yapmamızı emrettiği ibadetlerdir.

Yukarıda bahsettiğimiz görüşe sahip olanların temelde yanıldığı nokta ise tüm dinlerin birbirinden bağımsız, her dinin tanrısının da başka olduğu düşüncesidir.

Bu düşüncelerini de “Dünya’da 5000 tane tanrı var. Siz 4999 tanesini yalanlıyorsunuz biz 5000 tanesini…” şeklinde dile getiriyorlar.

Hâlbuki Hz. Âdem’den bu yana cari olan tek bir din mevcut. Ve elbette bu tek din de aynı, tek bir Allah’ı bildiriyor. Diğer dinler ya insanların bu öğretiden sapması, öğretinin temellerine müdahale edip yapısını bozması ile ortaya çıkmış ya da insanların çeşitli sebeplerle bu yapıyı taklit etmeye çalışmalarının neticesinde…

Bu arada şu 4999-5000 meselesinde bahsi geçenlerin hepsinin bizim Allah inancımıza karşılık gelecek bir tanrı olmadığının da altını çizmek gerekir. Bunların çoğu çeşitli sebeplerle abartılı saygı gösterilen kişi ya da “varlıklardır”. Mesela Buda, Güneş, Ra, Zeus, inek vb. gibi…

Bunları tanrı olarak kabul ettiğini söyleyen hiç kimse, bunların kâinatı yoktan var ettiğini, bir ve tek olduğunu, her an kâinatı idare ettiğini, kendisini ve bütün canlıları rızıklandırdığını, sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi olduğunu, ezeli ve ebedi olduğunu, doğmamış ve ürememiş olduğunu iddia etmez.

Yani hiç bir Budist, kâinatı Buda’nın yarattığını iddia etmez ya da bir ineğin… Sadece ineğe aşırı saygı gösterir.

Burada temel soru aslında bir tanrıya inanıp inanmamak değil, kâinatı yaratan bir yaratıcıya inanıp inanmamaktır.

Bu sorunun da seçimlik sadece iki tane cevabı vardır. 4999 veya 5000 değil.

Bir yaratıcıya ya inanılır ya da inanılmaz.

İnanmayanların “dinler ve tanrılar insan icadıdır” demeleri normaldir. Bizzat kendi varlığının, kendi kendine oluştuğuna inanan adamın, inanç sisteminin üst bir akıl ve irade tarafından kurulduğuna inanması söz konusu olamaz. Onun öncelikle aşması gereken daha büyük problemleri vardır.

(O arkadaşlar için şurası bir başlangıç olabilir 🙂 )

Diğer grup ise kâinata baktığında, böyle bir sistemin var olabilmesi için bilgi, güç, kasıt, estetik, sonuç odaklı süreçler ve bilinçli tercih gibi tesadüfle açıklanamayacak gereklilikleri görür ve “Bu kâinatı bir yaratan var!” der.

Bu noktada da iki durum söz konusudur. Bu kâinatı yaratan ya bir amaç için yaratmıştır ya da hiç bir amacı olmadan yaratmıştır. Bu yaratıcının kurduğu sisteme baktığımızda hiç bir şeyi sebepsiz yaratmadığını görüyor olmamız, bizi bu yaratma işleminin bütününü de sebepsiz yere yapmadığı düşüncesine götürür.

Sebebi sorguladığımızda ise ahiret, peygamberler, melekler, kulluk, emirler, yasaklar vs. ortaya çıkar ki buna din diyoruz.
Yaratılışı inkâr edemeyen bir takım insanlar ise bu işin bir amaca yönelik olmadığını, yönelikse bile bu amacın bilinemeyeceğini iddia eder.

Hayal gücü(!) ya da cüreti daha büyük olanlar arasında, kâinatın kendi kendinin yaratıcısı olduğunu, dolayısıyla, kendisi de bu kâinatın bir parçası olarak yaratıcının da bir parçası olduğunu iddia eden bile mevcuttur. (Herhalde bunlara soft firavun demek lâzım)

İşte bu grubun en sevdiği sözlerdendir “Abi, aslında din diye bi şey yok! Hepsi insanların uydurması!” Böylece dinin getirdiği yasaklar, görevler ve sorumlulukların hepsinden birden kurtulduğunu düşünür.

Fakat şu unutulmamalıdır.

Kâinatın yaratılış sebebi yaratıcının kendini bize tanıtmak istemesidir.

Onu tanıdığımızı ise bize öğrettirdiği emir ve yasaklara riayetle gösteririz.

DİKKAT! Bu kulluk sorumluluğundan kurtulma çabasının sonu inkâr ve sonsuz cehennem olmasın.

Muhiddin Yenigün

Felsefeciler İslam Diyarında Hala Allah’ı Arıyorlar!

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, katıldığı bir felsefe toplantısında “Felsefe, Tanrı ve Din”i iki gün boyunca, felsefenin en derin koridorlarında dolaştık. Tanrı’yı aradık” diyor.

 “İki gün boyunca Tanrı’yı konuştuk. ODTÜ’den, Mimar Sinan Üniversitesi’nden, Galatasaray Üniversitesi’nden, Işık Üniversitesi’nden, Cumhuriyet Üniversitesi’nden öğretim üyeleri, felsefede “Tanrı” kavramının çeşitli  görünümlerini anlattı. “Tanrı vardır” demenin de, “Yoktur” demenin de özgürce konuşulduğu bir toplantıydı. Sonuç: Anladık ki, kimimiz bulmuş, kimimiz hiç bulamamış, kimimiz ise bulmuş da sonradan kaybetmiş. Bana gelince… Allah’ı başından bulmuş, hiç kaybetmemiş bir insanım. Ama “din” derseniz… Onda epey şeyi kaybettim…” demiş,   

Hazreti Âdem (as)’den Hz. Muhammed (asm)’e kadar gelen tüm peygamberler ve evliyaların icmai Allah’ın varlığı ve emirlerini insanlara tebliğ etmişler. Bugün dünyada yaklaşık altı milyar civarında bulunan Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar vs. din mensupları Allah’a iman ediyorlar, hatta İslamiyet’ten önce vahşettin ve cehaletin en ileri derecede olduğu zamanlarda bile insanlar yaratıcı bir gücün olduğuna inanmış, kimi Allah’a, kimi güneşe, kimi, ateşe, kimileri de put ve sanemlere inanmışlar,  İslamiyet’in gelişiyle batıl inançlar artık bir bir yok olup gitmesine rağmen, halen İslam diyarı olan Türkiye’mizde  ‘Tanrı’ var mı yok mu? Kısır döngülerin peşine düşüp Allah’ı bulamayanlar var. Eyvah!…

Ey Felsefeciler! Kâinata bakınız zerreden yıldızlara kadar her şeyde Allah’ın varlığına ait sayısız işaretlerin bulunduğu ve başka elin müdahalenin olmadığını göreceksiniz. Havanın her bir zerresi Allah’ın varlığına ve birliğine şahittirler. Sebeplerin ve tabiatın yaratılışa hiçbir tesiri yoktur, her şey tamamıyla Cenab-i Allah tarafından yaratılmıştır.

İnsanların gerçek görevi Allah’ı tanımak ve o’na iman etmektir. Bir başınızı kaldırınız ve bakın! yıldızlardan atmosfere, bulutlara, şimşeklere; Denizlere, ırmaklara, dağlara, ovalara, bitkilere, hayvanlara ve insanlara kadar bakın. Onların dilleriyle sizi kim yaratmış? Deyiniz:   Şüphesiz Ezel ve Ebed olan Allah bizi yaratmış, diyecekler. O zaman bu kadar sadık şahitleri dinleyip “Allah vardır” demek lazım gelmez mi?

Felsefecilerin, felsefe mantığı ile bu azim arayışın içine girmeleri kim bilir? …Nereden ve ne için icap etmiş….Belki bilmediklerimiz var, belki de ecdatların inandıkları Allah’a inanmak… Ertuğrul beyin belirtildiği üzere: Bu arayışla Allah’ı kabul edenler de olmuştur. Etmeyenler de… “Hidayet Allah’tandır.”Umarım, bu İslam diyarında kimse Allah’ız kalmasın. Allah’ı bulanlar da İslam şuuru ile yaşasın…

Bediüzzaman, Cenab-i Allah’ın vacib’ül vücut olduğu hakkal yakin derecede birçok eserinde izah etmiştir.

 Örneğin: 11–16–22–30–32 ve 33.ncü Sözler, 20 ve 24.ncu Mektup, 23 ve 30.ncu Lem’a, 2–7–11 ve 15.nci Şua’lar.

Bunlardan,Yedinci Şua, Ayatü’l Kübra da, şöyle bir izahat vardır:

“Madem âlemde ve her şeyde tagayyür ve tebeddül var; elbette fânidir, hâdistir, kadim olamaz. Madem hâdistir, elbette onu ihdas eden bir Sâni var. Ve madem her şeyin zâtında vücudî ve ademî bir sebep bulunmazsa müsâvidir; elbette vâcip ve ezelî olamaz. Ve madem muhal ve bâtıl olan devir ve teselsül ile birbirini icad etmek mümkün olmadığı kat’î burhanlarla ispat edilmiş; elbette öyle bir Vâcibü’l-Vücudun mevcudiyeti lâzımdır ki, nazîri mümteni, misli muhal ve bütün mâadâsı mümkün ve mâsivâsı mahlûku olacak.”1

Bu bundan oldu, şu şundan oldu biri birine sebep göstermekle yaratıcılık olmaz. Bu kısır döngülerle varlık bulunmaz. Başlangıcı olmayan birisinin olması lazımdır. Bu da ancak ezeli ve ebedi olan Allah’tır. Allah bütün eşya üzerinde tasarruf eder. O sânidır, varlıklar ise onun sanatıdır.

Gene, Bediüzzaman hazretleri Mesnevi-i Nuriye eserinde şöyle diyor: “ Sani-i Âlem, Âlemde dâhil olmadığı gibi, âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudreti ile her şeyin içinde olduğu gibi, her şeyin fevkindedir. Bir şeyi gördüğü gibi, bütün eşyayı da beraber görür…

…Bak, zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün, sen iki kabrin arasındasın. Artık sen bilirsin.” 2

Allah’ım, Kur’anı akıl, kalp ve ruhlarımıza nur, nefislerimize mürşit eyle âmin, âmin, âmin…

Rüstem GARZANLI

Kamu Yöneticisi

KAYNAKLAR

1-Yedinci şua,

2-Mesnevi-i Nuriye, 1.Bab.

Allah’a Tanrı Demek Doğru Mu?

Allah (cc) için Tanrı ifadesi kullanmak caiz midir? Allahu tealaya hitab ederken “Tanrım” demekte bir sakınca var mıdır?

Allah” lafza-i celal Allah’ın ism-i hassıdır/özel ismidir. Kur’an’da –Besmelelerle birlikte-2800’den fazla “Allah” ismi geçmektedir.

İhlas suresinde yer alan “De ki: O Allah’tır, birdir” mealindeki ayet, Allah’ın kendine bu ismi taktığını açıkça beyan etmiştir. “İster Allah diye çağırın, ister Rahman.. fark etmez, güzel isimler onundur”(İsra, 17/110) mealindeki ayette de Allah lafza-i celal ile, Rahman ism-i celili arasında bir fark olmadığı, ikisinin de O’nun özel isimleri olduğuna işaret edilmiştir.

Allah isminin “ELH” veya “VLH” den müştak olduğunu söyleyenlerin yanında, İmam Şafii gibi bir çok büyük alimlere göre, bu isim mürteceldir/türetilmemiştir, sadece Allah için kullanılan bir özel isimdir.

İlah mabud manasına gelir. Bu kelime bu açıdan hem batıl ilahlar, putlar için kullanılır hem de hakikî mabud olan Allah için de kullanılır. “La ilahe illellah” sözcüğü bu iki hususu da içinde barındrımıştır. Fakat, Yüce yaratıcıyı sadece mabut vasfıyla değil, bütün sıfatlarını çağrıştıran bir unvanla zikretmek istediğimizde bunu Allah ismiyle yaparız. Çünkü, bu isim ancak böyle kapsamlıdır.

İlah ve tanrı kelimeleri, “Allah” lafza-i celalin yerini tutamaz. Bu sebeple, “tanrı” kelimesi ile “ilah” kelimesi birbirinin yerine kullanılabilir.

Bir âyet-i kerimede “En güzel isimler Allah’ındır. Allah’a bu isimlerle dua ediniz” (Araf Sûresi, 180) buyurulur. Bu âyet, Cenab-ı Hakkın birçok isimlerinin bulunduğuna işaret etmektedir. Her birisi güzel ve ulvî mânâlar ihtiva eden bu yüce isimlere “güzel isimler” mânâsında “Esmâü’i-Hüsnâ” denilmektedir. Bu İlâhî isimlerden bazıları şunlardır: “Vâhid, Evvel, Âhir, Zahir, Bari, Musavvir, Rahman, Rahîm, Hayy, Kayyum, Halım, Kerîm, Tevvâb, Rezzâk, Muhyî, Mümît.

Cenab-ı Hakkın isimlerinin tamamı kesin olarak bilinmemektedir. Bazı âlimler Esmâ-i Hüsnânın bin kadar olduğunu beyan ederler. Nitekim, Peygamberimiz (a.s.m.) Cevşenü’l Kebîr isimli hususî duasında Rabbine bin bir isim ve sıfatla niyaz etmektedir. Yine bazı ulema ise bu isimlerin dört bini bulduğu kanaatindedir. Bu isimlerin ise ekserisini sadece Cenab-ı Hak bilir. Bir kısmını melekler, diğer kısmını da meleklerle birlikte peygamberler bildiği gibi; mü’minler de Peygamberimizden öğrendikleri kadarıyla malûmat sahibidirler.

İbnî Mâce ve Tirmizi gibi hadis kitaplarında Esmâ-i Hüsnâ hakkında rivayet edilen hadis-i şeriflerde Peygamberimiz bu isimleri bir bir zikretmekte ve faziletini bildirmektedir. Esmâ-i Hüsnânın sayıldığı hadis-i şerifin baş kısmının meali şöyledir:

Şüphesiz, Allah’ın doksan dokuz, yüzden bir eksik ismi vardır. Muhakkak Allah tektir, tek olanı sever. Kim o doksan dokuz ismi sayarsa veya ezberlerse Cenab-ı Hak onu Cennetle mükâfatlandırır.” (İbni Mâce, Dua 10; Tirmizî, Dua 83)

Ancak, bu müjdeye mazhar olmak için sadece isimleri sayıp ezberlemek kâfi gelmez. Bu İlâhî isimlerin içinde bulunan ve taşımış oldukları ulvî mânâları düşünüp, kâinat yüzündeki tecellî ve akislerini müşahede etmeyi de unutmamalıdır. Meselâ, Allah’ın Rezzak olduğunu bilip düşünerek rızık için endişeye kapılmamalı. Rızkı helâlinden aramalı, kanaatkar olmalı. Cenab-ı Hakkın sadece insanın kendisini değil, en küçük mikroptan file kadar, parmak kadar balıklardan tonlarca ağırlıktaki balinalara kadar milyarlarca canlının ve bitkinin rızıklarını hiç şaşırmadan, ihmal etmeden, en güzel bir şekilde ihsan ettiğini düşünüp tefekkür etmek Rezzâk ismini okumanın bir cihetidir.

Cenab-ı Hakkın isimleri tevkîfîdir, yani semavîdir. Bu isimlerin büyük bir kısmı Kur’ân-ı Kerimde zikredildiği gibi, geriye kalanlarını Peygamberimiz bildirmektedir.

Peygamberimiz de (a.s.m.) zikretmiş oldukları isimleri Rabbinden öğrenerek bildirdiğine göre, Cenab-ı Hak için bu isimlerin dışında bir isim kullanılmaz. Yani, Allah sadece Kur’ân’ında bildirdiği ve Habibine öğrettiği isimleriyle kendisine niyaz edilmesini istemektedir. Başta mealini verdiğimiz âyet-i kerime bu mânâya işaret etmektedir.

Cenab-ı Hakkın, söylendiği zaman kalb ve gönülleri dolduran ve kâinatı mânâlandıran “Allah” ismi-i celâli ve doksan dokuz mübarek ismi ve sıfatları bulunuyorken Onu başka uydurma isimlerle anmak ne kadar yakışıksız bir hareket olduğu açıktır. Bilhassa “Allah” ismini söylememek için ısrarla “tanrı” kelimesini kullanmak iyi niyetten kaynaklanan bir düşünce değildir. Çünkü esasen “tanrı” kelimesi, bir olan Allah’ı tanımayıp başka “uydurma” mabutlara isim olarak verilmiştir. “Yer tanrısı, gök tanrısı” gibi. Halbuki Cenab-ı Hakkın böyle bir isme ihtiyacı olmadığı gibi, kendi bildirdiği isimlerin dışında çağrılmamasını, dua ve niyaz edilmemesini istemektedir.

İsmi Ahmed olan bir insanı “ağaç” diye çağırsanız size ne kadar kızacağını, hattâ darılıp küseceğini; yanlışlıkla söylemişseniz hemen “Benim ismim ağaç değil Ahmed’dir” diyeceği kesindir. Bir kul olan insan kendi ismiyle çağrılmayıp başka uydurma bir isimle çağrıldığı zaman nasıl kızıyorsa; kâinatın Rabbi olan Yüce Allah, kullarının kendisini uydurma isimlerle çağırmasına, dua etmesine hiç rıza gösterir mi? Bir insanı kendi ismiyle çağırmaya dikkat eden insan, Cenab-ı Hakkı yüce isimleriyle çağırmazsa ne kadar anlayışsızlık gösterdiğini, ne kadar hata ettiğini artık anlamalı. Bilhassa “Allah” ismi celilî Allah’tan başka hiçbir mahluka verilmediği için de ismi âzam olmuştur.

Buna göre Tanrı kelimesi Allah lafzının yerini tutmaz. Ancak kişi isterse Allah’ı niyet ederek, bir yaratıcıyı kasdederek, İlah ya da Tanrı diyebilir.

Kaynak: Sorularla İslamiyet