Etiket arşivi: tedbir

Tedbirsiz Tevekkül Olur Mu?

Risale-i Nur Külliyatı’ndan 23. Söz eserinde geçen tevekkül ile ilgili bu misal gayet açık ve nettir; «İman, hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.

 تَوَكَّلْتُ عَلَى اللهِ

Der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safilîne çeker. Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.

   Fakat yanlış anlama! Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-i fiilî telakki ederek müsebbebatı, yalnız Cenab-ı Hak’tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.

   Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:

   Vaktiyle iki adam, hem bellerine hem başlarına ağır yükler yüklenip büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp üstünde oturup nezaret eder. Diğeri, hem ahmak hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor.

   Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”

   O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim.”

   Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse ya divanedir diye seni tard edecek ya haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapsedilsin, diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile aczi gösteren gururun ile riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini halka mudhike yaptın. Herkes sana gülüyor.” Denildikten sonra o bîçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum.” Dedi.

   İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şakavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.» (Sözler, s. 349-350)

Bu misal gibi biz de kendimizi o gemiye binen adam gibi kabul etmeliyiz. Ve yapmamız gerekeni yapmalıyız. Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

Musibete Karşı Tevekkül Nasıl Olmalıdır?

“Musibete karşı tevekkül nasıl olmalıdır?” konusu ile ilgili şu paragrafı herkes kendi iç aleminde düşünmelidir;

“Evet insan, nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermayesi hiç hükmünde… Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde bir şey… Âdeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belaları ise dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. Bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.” (Sözler, s. 22-23)

“İnsan zayıftır, belaları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelal’e dayanıp tevekkül etmezse ve itimat edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar; ya sarhoş veya canavar eder.” (Sözler, s. 32)

Buradan da anlaşıldığı üzere insan aciz ve fakirdir. Ve ancak Cenâb-ı Hakk’a tevekkül ile bu aciz ve fakir insan rahata kavuşabilir.

Sözler eserinde geçen şu cümle içimizi rahatlatmaktadır;

“Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün.

O güldükçe küçülür, eder tebeddül.” (Sözler, s. 227)

Bu yerin izahını kısaca ele almalıyız. Şöyle ki;

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Lem’alar’da şöyle buyrulur:

“Nasıl ki, mübârezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, düşmanlık dostluğa, husûmet şakaya döner, düşmanlık küçülür, mahvolur. Tevekkül ile musibete karşı çıkmak da öyledir.” (Lem’alar, s. 15)

Bilindiği gibi, tevekkül sebeplere riayet ettikten sonra netice konusunda Allah’ın hikmet ve rahmetine güvenerek rahat etmektir. Belâlar konusunda alacağımız bir tedbir varsa onu almakla görevliyiz. Zira, hem bu vücut, hem de faydalandığımız haricî nimetler bize emanettir. Onlara zarar vermemeye çalışmak durumundayız. Ancak, bize düşen görevi yerine getirdikten sonra nefsimizin hoşuna gitmeyen sonuçlarla karşılaşırsak, bunları rıza ile karşılamamız gerekir. Böyle bir sonucu da bir imtihan sorusu olarak görüp, o musibetten azami derecede istifade etmek için Rabbimizin “bize bizden daha yakın olduğunu” düşünmeli, bela ve musibeti sabırla ve rızayla karşılamalıyız.

“Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. Allah’ın gazabından fazla gazab edilmez.” (Sözler, Lemeat)

Bazı musibetler insanın derecesini artırmak ve fani malını sadakaya çevirmek için verilmişlerdir ve insanın bunlara karşı alacağı herhangi bir tedbir de olmayabilir; zelzele, kaza, sel felaketi gibi. Bu gibi durumlarda, “belâların en büyüğünün enbiyaya, sonra evliyaya… geldiğini” haber veren hadis-i şerifi hatırlayıp, her konuda olduğu gibi sabır konusunda da Allah’ın o sevgili kullarına ittiba ederek o musibetlerden azamî derecede istifade etmeye çalışmamız gerekir.

“Hem her şeyi kendi Rabb’isinin emrine musahhar görür, Rabb’isine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. İmanı, ona bir emniyet-i tamme verir.” (Sözler, s. 22)

Bizim sığınacak bir tek Rabbimiz var, her şey o Rabbimizin emrinin altındadır. Biz buna iman ediyoruz biiznillah.  Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

Kadere Nasıl Fetva Verdirdik?

Acaba bu Koronavirüs illetine muhatap olmamızda, kadere nasıl fetva verdirdik? Bir başka konu için anlatılan şeyi aynen Koronavirüs’e de uyarlayabiliriz. Sonrasında da “kadere fetva verdirmek” konusuna kısaca değineceğiz.

«Tekrar biri sordu:

– Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti. Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüb eder. Hazırda mükâfatınız nedir?

   Dedim:

– Mukaddemesi, üç mühim erkân-ı İslâmiye’deki ihmalimizdir: Salât, savm, zekât.

   Zira yirmidört saattan yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tenbellik ettik. Beş sene yirmidört saât tâlim, meşakkât, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdı.

   Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık. Keffareten beş sene oruç tutturdu.

   On’dan, kırktan yalnız biri, ihsân ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik; O da bizden müterakim zekâtı aldı.

 اَلْجَزَٓاءُ مِنْ جِنْسِ الْعَمَلِ

   Mükâfât-ı hazıramız ise; fâsık, günahkâr bir milletten humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehâdetlik verdi. Müşterek hatadan neş’et eden müşterek musibet, mâzi günahını sildi.» (Sünuhat, s. 44-45)

Musibetler insanların hatasının bir sonucudur, ama aynı zamanda İlahi merhametten neşet eden bir mükafatın da başlangıcıdır. Yani Allah insanların hatasını bir musibet ile temizliyor, sonra temizlenmelerine mukabil yeni bir ihsan ve ikramda bulunuyor.

Nasıl günahkar bir mümin için kabir azabı günahlarının bir neticesidir, ama aynı zamanda o azap cennete girmeye de bir adımdır. Aynı şekilde dünyada çekilen bir takım musibetler de hataların bir neticesi ve başka nimetlerin gelmesine bir öncü ve mukaddemedir.

Mesela Âyet-i Kerîme’de geçen, kendi elimiz ile yaptıklarımız ile başımıza belalar ve musibetler gelmektedir. (bkz. Şura Suresi, 30. Âyet) Bu şekilde fetva verdirmiş oluyoruz.

Kadere fetva verdirmek; insanın kendi hata ve yanlışı yüzünden, belaya davetiye çıkartması anlamındadır. Yani insan iradesini hayırdan yana değil, şerden yana kullanırsa, Allah, bunu belasız ve cezasız bırakmaz. Allah’ın takdir ettiği bu bela ve cezayı, kendimize kader yapan biziz anlamında “kadere fetva verdirdi” deniliyor. Yoksa -haşa- insan kaderi gücü ile kendine mahkum etti anlamında kullanılmıyor bu ifade. Bu inceliğe ayet şu şekilde işaret ediyor:

“O kimseyi önünden ve arkasından ta’kib eden (melek)ler vardır; Allah’ın emriyle onu korurlar. Kendilerinde olan (iyi hâl)i değiştirmedikçe, şübhesiz ki Allah, bir kavme olan(ni’metin)i değiştirmez. Fakat Allah, bir kavme (kendi isyanları yüzünden) kötülük dilediği zaman, artık onu geri çevirecek kimse yoktur. Onlar için O’ndan başka bir dost da yoktur.” (Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Ra’d Sûresi, 11. Âyet-i Kerîme)   Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

Rahmet-i İlahiye’den ümid kesmemek!..

Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’de buyurduğu gibi; “Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin!” (Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Zümer Sûresi, 53. Âyet-i Kerîme)

Bizim bir diğer ilacımız da budur; “Bütün zîhayatlar hayatlarının lisan-ı halleriyle Hâlık’larına takdim ettikleri mânevî hediyelerini ve lisan-ı halle hamd ve şükürlerini, o Zât-ı Vâcibü’l-Vücud’a biz de takdim ediyoruz ki, demiş:  

 لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ 

Yâni, rahmet-i İlâhiye’den ümidinizi kesmeyiniz.” (Hutbe-i Şamiye, s. 18)

Kaside-i Bürde isimli meşhur bir kasidemiz vardır ki, İmam Bûsîrî tarafından yazılmıştır. Orada çok güzel bir şekilde şu tabirler geçmektedir;

“Gün olur bir olay gelirse başa,

Kesip ümidi düşme telaşa.

Kereminden mahrum eder mi hâşâ?

Resul’un yaktığı meş’ale sönmez.

O kapıyı çalan eli boş dönmez.”

(İmam Bûsîrî [Buseyrî], Kasîde-i Bürde Tercümesinden, Çeviri : Prof. Dr. Mahmut Kaya – Kasîde-i Bürde’yi Türkçe Söyleyiş’den)

Genel musibetlerin sebebi nedir ve bunlar neyin neticesidir? Cevabı 2 cümle; “Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüp eder. Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir.” (Mektubat, s. 538)

Bir toplumun başına gelen bela ve sıkıntılar, bütün bir toplumun hata ve günahlarının bir sonucudur. Yani genel ceza genel bir kusurun sonucu oluyor. Bir kişinin işlediği bir hata yüzünden Allah bütün bir topluma ceza vermez. Allah’ın sonsuz adaleti şahsi suça şahsi ceza, kamu suçuna da kamusal bir ceza veriyor.

Musibet ve belalar işlenen günah ve hataların bir sonucu iken, aynı zamanda mükafatın da başlangıcı oluyorlar. Çünkü musibet kişinin kusurunu temizler, affedilmesine vesile olur, ardından Allah sonsuz şefkati ile o kulunu nimetine boğar.

Kul kir ve günahlarından arınmadığı müddetçe, Allah o kuluna mükafat vermez. Bu yüzden insan tövbe ve istiğfar ile ya kendi temizlenecek ya da Allah’ın vermiş olduğu bir bela ve musibet ile temizlenecek. İlahi af ve rahmet ancak bundan sonra gelir. Temizlenmemiş bir kalbe Allah nazar etmez.

Dünya düzeni de böyle işler. Mesela, bir suç işlersin, bu suçun cezası olarak hapse girersin; hapis cezan bittikten sonra mükâfat olarak yeniden özgür kalırsın. Suç + ceza+ mükafat oluyor.

Konuyla ilgili şu Âyet-i Kerîme tam da konumuza bakmaktadır; “Hem size isâbet eden herhangi bir musîbet, işte kendi ellerinizin işlediği (o günahlar) yüzündendir; bununla berâber (Allah) birçoğunu affeder.” (Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Şura Sûresi, 30. Âyet-i Kerîme)

Peki bu umûmî musibetler nasıl def’ olacak? İşte cevabı; “Hem böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri –kısm-ı a’zamı– tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def’olur.” (Emirdağ Lâhikası 1, s. 34) Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

Korona’nın İlacı Bulundu mu?

Bu konu çok merak edilen bir şey. Korona’nın ilacı bulundu mu? Biz bu konunun aslına inmeliyiz. Asıl korku, kötü amel ile ölmektir. Cennetten mahrum olup, cehenneme düçar olmaktan korkar insan. İlaç bulacak isek demek ki ölüme bulmak gerek. Onun için;

Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” (Mektubat, s. 80)

Bize bir vesika gerekiyor. Ne vesikası peki? İşte şu cümlede geçen vesika;

“İman, o cüz-i lâyetecezza hükmündeki cüz-i ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenahî bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir ve belki iman bir vesikadır.” (Sözler, s. 232)

Yani iman vesikası lâzımdır. Sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah’a istinad etmek ve İman vesikasını almak bizim için en büyük ilaç değil midir?

Ölüm mü’min için aynı zamanda bir terhis tezkeresidir ki, şurada belirtildiği gibi;

“Ölüm ya idam-ı ebedîdir hem o insanı hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve iman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir.” (Şualar, s. 193) Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu