Etiket arşivi: tefrit

İFRAT VE TEFRİTTEN RİSALE-İ NUR MEDRESELERİYLE KURTULUNABİLİR

İFRAT VE TEFRİTTEN RİSALE-İ NUR MEDRESELERİYLE KURTULUNABİLİR

Dershaneye Gitmek ve Cemaat Olmanın önemi – 2

 

            “Şayet biri biliyor, taallüm etmeğe muhtaç değilse ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir.[1] İnsanlar cehaletini izale etmekle tekemmül edebilir. Tekamül ise ancak kalb ve ruhun birbiriyle imtizacı neticesinde tezahür etmektedir. Bir insan ne kadar malumat elde ederse etsin bu malumatı tatbik etmediği müddetçe bu malumat ilme inkılab edemez. İlme inkılab etmeyen malumat ise insanı ifrat ve tefrit gayyalarına kapılmaktan kendisini alamaz. Çünkü malumat insanı tekebbüre yuvarlar, ifrat kapısını açar.

            Tekebbür eden kimselere bakıldığında kendisini adeta kainatta ne kadar ulum varsa hepsi madden ve manen üzerinde tecelli ediyor zannetmektedir. Kibir ve gururları sebebiyle adeta kendisini kusursuz zannedip, kendisinden maada herkesi esfel-i safilinde görmeye sebeptir.

            İlim tahsili yolunda olmayan kimseler ise bilmediklerini de bilmediklerinden tefrite yuvarlanıyorlar.

            Ne ifrat ne tefrit.. bu ikisi de insanı huzursuz ve tedirginlik içine sokmaktadır. Bunun neticesinde insan ne olduğunu bilmediği hâletlerle karşı karşıya kalması kaçınılmaz bir durumdur.

            İstikamet ise; ifrat ve tefrit gayyalarından uzak kalıp orta yol üzerine yürümekten ibarettir. Ama bu yazdığım şey yazılıp söylendiği kadar kolay olan bir şey değildir. Hem ilim tahsil etmek, hem de  bu malumatı ilme inkılab ettirmek için elden gelen gayret yapılmalıdır.

            İstikamet için yani ifrat ve tefritten insanın kendisini uzak tutmasının bir yolu da ehl-i sünnet vel cemaat üzere olmaktır. Ve Nur talebeleri için derslere devam etmektir. Çünkü ortak paye olan Risale-i Nur Medresinde derslere devam etmekle ifratlar ve tefritler ve müstakimler müşterek bir şahs-ı manevi teşekkül ettirerek herkes orta yolda istikamet üzere yürüyebilir. Medreselerden ve derslerden uzaklaşanlar şahsi okumalarını terk etmediği müddetçe ifrata doğru adım yürümekte, okumayı terk etmesiyle de tefrite yürümektedir.

            Bu halden uzak kalmak için en müstakim yol Risale-i Nur Medresesinden Nurların nuruyla boyalanıp sıbgatullah ile sıbgalanmak yolundan geçmektedir.

Elhasıl: Ne arasak, hep Risalet-ün Nur’da güneş gibi görünüyor. Risalet-ün Nur şakirdleri dikkat etseler, daha bu fâni âlemde iken Liva-ül Hamd-i Ahmedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) altında bulunduklarını inayet-i Hak ile anlarlar.” [2] Bin yıllık parlak mazinin delalet ve şehadetiyle, Kur’anın bayraktarı olarak en yüksek bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş bulunan kahraman bir milletin hayatında, İslâmiyet ve Kur’an aleyhinde dehşetli tahavvüller ve tahribler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı diniye ile geçen parlak mazisi ve o mazide medfun muhterem ecdadı, yeni nesillere ve mektebli talebelere unutturulmaya çalışılıyor..” [3]

“Sekiz-dokuz âyetlerde “Sırat-ı Müstakim“e nazarı çeviriyorlar. Ve bu doğru, istikametli yolu bulmak için daima Kur’anın nurundan her asırda o asrın zulmetlerini dağıtacak ve istikamet yolunu tenvir edecek Kur’andan gelen nurlar olmakla ve bu dehşetli ve fırtınalı asırda o doğru yolu şaşırtmayacak bir surette gösteren başta şimdilik Risalet-ün Nur tezahür ettiğinden..” [4]

Risale-i Nur Anadolu için belaları def’eder.”[5]Risale-i Nur asayişin temel taşına hizmet eden bir sadaka-i makbule hükmündedir. Maddî ve manevî tehlikelerden bu memleketi muhafazaya vesile olduğu tahakkuk eden bir hakikat-ı Kur’aniyedir.”[6]

Size kat’iyyen ve çok emarelerle ve kat’î kanaatımla beyan ediyorum ki; gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i İslâm’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.”[7]

            Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Emirdağ Lahikası-1 ( 249 )

[2] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 181 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 154 )

[4] Şualar ( 706 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 705 )

[6] Emirdağ Lahikası-2 ( 180 ) 

[7] Emirdağ Lahikası-1 ( 78 )

 

Kaynak: NurdanHaber

www.NurNet.Org

Beğendiğin şeyde ifrât etme

Sual:“Beğendiğin şeyde ifrât etme. Bir derdin dermanı başka derde derd olur, panzehiri zehir olur. Derman hadden geçerse, derd getirir, öldürür.” (Lemaat) Açıklar mısınız?
 
“Her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir. Lem’alar” 
 
“Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir.İşarat-ül İ’caz”
 
“Ve keza ifrat ve tefrit hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. İşarat-ül İ’caz”
” Kur’an-ı Hakîm’in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp hadd-i vasatı ihtiyar edip der..Nur Çeşmesi “
ifrat tefriti doğurur. düşünün ki bir ilaç var. içeriğine prospektüsüne bakınca şundan şu kadar bundan bu kadar diye yazmaktadır.içerisinde ki değerler birisi değişse o ilaç beklenilen şifanın gelmesine vesile olmak hasiyetini kaybetmektedir.
Bunun gibi aşırık olan ifratı dayatırsak birilerine o aşırılıktan memnun olmayan kimseler müfrit(aşırı giden)lerden nefret duymasına ve onlara inat olarak yapmamaya başlayacaktır. buna dair gene lemaatte: “
Hangi şeyi vasfetsen olduğu gibi vasfet. Medhin mübalağası bence zemm-i zımnîdir. İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir…” demektedir. 
Birisi bir mesleği/meşrebi haddinden fazla medih ederse illa oraya muhalif kimselerin de oluşmasına sebep olacaktır.
Bu arada ifrat tefritinde doğmasına zemin teşkil eder. bu sebeple ifrat edenler tefrit ehlinin ortaya çıkmasını sağlarlar. Zaten mezheb-i ehl-i sünnet olarak bizler orta yolu tutmuşuz. üstadımız Bediüzzaman (ks)’da bunu belirtmektedir istikamet hadd-i vasattır(orta yoldur) diyerek.
 
Selam ve Dua ile..
 
Muhammed Numan özel
www.NurNet.Org

 

Sırat-ı Müstakim

Sırat-ı Müstakimin manası hak yol, “dosdoğru yol” (Fatiha, ayet 6) demektir. Emir edildiği üzere Cenab-ı Allah’ın gösterdiği hidayet yoludur. Kur’an’ı Kerim’den, Ruhun, Vücudun, Nefsin ve İradenin sırat-ı Müstakimi’nden bahsetmektedir. Bunlardan vücudun sıratı müstakimi fiziki ve somut; Ruh, Nefis ve İradenin sırat-ı müstakimi ise soyut olduğu görülmektedir.

Bediüzzaman İşaratü’l İ’caz’da Sırat-ı müstakimi şöyle ifade etmektedir: Sırat-ı müstakim yiğitlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk ve kahramanlık, helâle razı olup haramdan kaçınma, İlâhi gayeden meydana çıkan “adl ve adalete işarettir” .

“Şöyle ki: tagayyür, inkılâp ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi, menfaatleri celp ve cezp için, kuvve-i şeheviye-i behimiye; ikincisi, zararlı şeyleri def için, kuvve-i subuiyye-i gadabiye; üçüncüsü, nef ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için, kuvve-i akliye-i melekiyedir” (İşaratül İ’caz.)

İnsandaki bu kuvvelere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin her birisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.

Kuvve-i şeheviye-i behimiye: Menfaatleri kendine çekme, hayvani istek ve arzulara ait duygu, cinsi istek duygusu, dünya zevklerine istek duygusu; yeme, içme, konuşma, uyuma istek ve hissi gibi kabiliyetlerdir. Bunda ifrat, tefrit ve vasat üç kuvve vardır. “Tefrit kuvvesi humuttur (Cinsi isteksiz) ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur (günahkârlık, ahlaka aykırı, cinsi sapıklık) ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise, iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur.”

Kuvve-i sebuiyye-i gadabiye: zararlı şeyleri defetmeye sevk eden gazap hissi ve duygusudur. Bunda Tefrit mertebesi, korkaklık ve yüreksizliktir. Korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi, öfkelenme, köpürme, kızma ve aşırı hiddet gibi ne maddi ne de manevi hiçbir şeyden korkmaz, bütün tazyik ve baskı, zorbalık ve zulümler tamamen bunun ürünüdür. Vasat mertebesi ise kuvvetini yiğitlikte, cesurluk ve kahramanlıkta kullanarak dünya ve ahireti için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.

Mehmet Akif şöyle demiş, “Yumuşak huylu isem, kim demiş uysal koyunum/Kesilir fakat çekmeye gelmez boynum.” Başkalarına zarar vermeden, uysal koyun değil, aslan gibi kükreyen imanlı bir M.Akif’tır. Kükreyenlerden,  haykıranlardan bahsedince elbette,  Bediüzzaman akla gelir. İşte o İslam mücahidi, İman, İslam ve Kur’an adına dinine zarar gelmesin diye gençliğini ve tüm hayatını feda etmiştir. “Başımda ki saçlarım sayısınca başlarım olsa, her gün birini kesseniz, İman ve Kur’an’a feda olan bu baş zındıkaya eğilmeyecektir.” İşte yiğitlikte kahramanlık ta  budur. Sefih ve mimsiz medeniyetin zulmü altında yetişen gençlerin sonu da elbette bugün ki tahribat ve anarşistliktir.

Kuvve-i akliye-ı Melekiye: akıl ve meleke duygusudur. Bunun tefrit mertebesi, ahmaklık ve kalın kafalılıktır. Hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, haksız yere aldatıcı sözlerle karşı tarafı iknaa çalışmak demagoji ve lâfazanlık yapmaktır. Hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterebilecek zekâya sahiptir. Vasat mertebesi ise hakkı hak, batılı batıl bilir. Kötülüklerden uzak kalır. Böylece hem kişi, hem aile hem de toplum olarak herkes rahat eder, huzur ve emniyet içerisinde yaşar.

Rüstem Garzanlı – Diyarbakır

www.NurNet.org