Etiket arşivi: Televizyon

Ah şu televizyon dizileri!

Vatandaşlarımız hala dizi izlemeye zaman buluyorsa vay halimize…

İşin acı tarafı şu ki, zaman yönetimi konusunda başarısız bir toplum oluşumuzdur. Millet demeye dilim varmadı, çünkü millete ait milli değerlerimiz; inanç, edep, örf, adet ve geleneklerimiz şu anda geri plana itilmiş vaziyette.

Gençlerimiz bir kısmı Gayr-i Müslümlere benzemekte kontrolsüz yaşarken, gayri müsmümleri tenzih etmeye beni mecbur edecek kadar dengesiz söz ve faaliyette bulunuyorlar.

Müslüman evladı inancını kaybetti mi? tanınmayacak düzeyde olumsuz bir başkalaşım yaşıyor.

Evin oğlu keyfine bakıyor, kızı mahrem kişi ile flört yapıyor, anne baba ise “zamanınız nasıl geçti?” diye sorup o günün hikayesini ondan dinleyerek bu davranışın doğruluğuna dolaylı olarak onay veriyor.

Peki bu yanlış davranışlar niye toplumda normal karşılamaya başladı? Derseniz cevabı kolay, “yerli ve ulusal televizyon dizilerimiz var ya”, daha ne olsun, artık mason locaları onlara ne kadar para ödüyor orasını bilemem, fakat onlara hizmet etmeyi dert edindikleri kesindir bence.

Üstelik kimin ne yaptığı bilinmeyen bu sözüm ona aile dizilerinde, aileler lüks bir hayat yaşıyorlar ve kimse “bu değirmenin suyu nerden geliyor?” diye sormuyor da! Yani alın teri el emeği, kanaat, namus, şeref kavramları birçok dizilerde tedavülden kalkmış maalesef!

Ya reklamlara ne demeli? Vah ki ne vah!

Baksanıza özgürlük kavramını; anne babalarına isyan, eşler arası ben sen kavgasına dönüşmüş ve ilahi emirleri çiğnemekten ibaretmiş gibi algılıyorlar.

Zaman kullanımına gelince insanımız bahusus gençlerimiz “hayatını yaşa” tuzaklarına kurban giderek, faydalı işler dışında olabildiğince zaman israfına gidiyorlar.

Eskiden biz Kürdistan medreselerinde okurken, Cuma günü tatil, diğer 6 gün 24 saat esasına göre ders programımız işliyordu. Dersini %100 başarı ile tekrarını yapamayan bir talebe o gün yeni ders almazdı.

Bu ülke çok şey kaybetmiş, son 10 yılı bir kenara bırakırsak zamanını beyhude harcamış, ne insan niteliği bakımından, ne de bilim sanayi ve teknoloji açısından bir başarı elde etmişiz.

Baksanıza vatandaşlarımız hala dizi izlemeye zaman buluyor, o diziler ki hepsinin ortak birkaç özelliği var; seküler bir hayat, deist bir düşünce ve aldatma üzerinde kurgulanmış durumdalar.

Kısacası dizilerden alınacak bir ders ya da marifet yok, sadece ahlaki ve inanç açısından yozlaşmasına sebebiyet veriyor. Üstelik bunlar normal aile dizileri olarak biliniyor.

Halbuki bir gencim sabah kalktığında nere gideceğini bilmeliyim, millet kıraathanesi mi?, spor tesisi mi?, seminer mi?, Akademi mi? iş mi? Akraba ziyareti mi? İbadethane mi? muhakkak bilinen bir adresi olmalıdır diye düşünüyorum.

Ya ev hanımlarımız, onların da muhakkak gidebilecekleri faydalı dernek, vakıf, ya da kadın akademileri olmalıdır.

Evet evet… bu tür çalışmalar kolay değildir, ben de biliyorum. Ama Devlet Başkanımız en büyük sermayemiz insanımız diyorsa bu zor olanını tercih edip bu alanda çalışmak vazifemizdir diye düşünüyorum.

*Mesela bir Çin kadar nüfusunuz varsa, ama sizin kültür ve inancınızı, ideallerinizi taşımıyorsa, yaşamıyorsa neye yarar?

*Malazgirt savaşını hatırlayın savaşan tarafların ikisi de Türk’tü değil mi? o günün şartlarında en az on bin kişi ile Sultan Aplaslan’ın ordusunda yer alan Kürtleri bu gün görmezlikte gelenler Malazgirt ruhuna ihanet içinde değiller mi? İşte size defolu vatandaş örmeği!

Onun için sağlam insan yetiştirmek için elimizden ne geliyorsa yapmamız lazımdır.

Boşuna Peygamberimiz dememiş “iki şeyin kıymetini iyi bilin; sıhhat ve boş zaman”, bu iki mevzuda çok hassas olmamız lazımdır diye düşünüyorum. İnsan bir defa dünyaya geliyor, dolayısıyla har anını Allah’ın rızasına endeksli değerlendirmesi lazım ne yaparsa yapsın rızayı ilahiyi hesaba katması ve ihlasla yapması lazım eğer öyle olmazsa yarın öldüğümüzde tıpkı yutan elemen gibi bütün amellerimiz sıfırla çarpılır ve ebedi hayata boş elle gitmiş oluruz. Yazık günah değil mi?

Üstelik bu nitelikte insan yetiştirirseniz hayatın huzur katsayısı artar beraberinde bir mutluluk ve güven atmosferi oluşur diye düşünüyorum.

Eşler arasında muhabbet,

Kardeşler arasında dayanışma,

Evde anne babaya saygı hürmet,

Bunun sonunda eve gelir huzur ve bereket,

Mutlu yuvaların toplamından oluşan bir toplumda ise mutluluk, kanaat ve huzur kendiliğinden neşv u nema bulur.

Yanlışsam söyleyin arkadaş!

Eyüphan Kaya

Ders Çalışmada Anne Babanın Psikolojik Baskısı…

Toplumlumuzda genel olarak çocuklar, sorumluluk duygusu gelişmiş bireyler olarak değil de bağımlı kişiler olarak yetiştirilmektedir. Bunun sonucunda çocuklar, bağımlı kişiliğe bağlı olarak, sorumluluk almaktan korkan, kendi ayakları üzerinde duramayan, kendi kararlarını veremeyen çocuklar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Anne babalar çocuklarının her şeylerine o kadar çok müdahale ediyorlar ki giyecekleri ayakkabıdan tutun da seçecekleri mesleğe kadar her şeylerine karışmaktadırlar. Hatta çocukların ne zaman, nerde ve nasıl ders çalışacaklarına dahi anne babalar karar vermek istemektedirler.

Karar vermeyi bir adım daha ileri götürmek isteyen bazı anne babalar, ellerinden gelse ve müsaade edilse, çocuklar adına çocukların derslerine çalışıp sınavlarına dahi girmek isteyeceklerdir.

El bebek gül bebek büyütülüp her şeyleri anne babaları tarafında düşünülüp yapılan bu çocuklar, sorumluluk duygusu geliştiremeyeceklerinden kendilerine güvenmeyi de öğrenemeyeceklerdir.

Eskiden çocuklar düşe kalka büyür, ayağa kalkmasını da bilirdi. Sorumluluklar küçük yaştan itibaren verilir çocukların kendilerine güvenleri de verilen sorumluluk oranında gelişirdir.

Bir bayram günü köyde yeğenin evinde yatılı misafir olmuştuk. Sabah kahvaltıya oturacağımız sırada yeğenin 3 , 7 ve 11 yaşlarındaki üç çocuğu da üst başlarını giymiş halde geldiler. Yeğenin onları giydirmediğini biliyorum. Yeğene sorduğumda “Büyükler kendileri giyinirler küçüğü de ağabeyleri giydirirler.” dedi. Çocuklarda yardımlaşmanın ve sorumluluğun en güzel örneği sergiliyorlardı.

Günümüzde teknolojinin insan hayatına kattığı kolaylıkları ve ailelerdeki çocuk sayılarını da düşündüğümüz zaman anne babaların çocukların yetiştirilip eğitilmesi konusunda daha fazla zamanları olduğunu düşünüyorum.

Anne babalar, çocuk sayısının azlığı ve teknolojik imkânları çocuk eğitiminde bir fırsat olarak değil de şımartma olarak değerlendirmektedirler. Bunun içinde çocukları el bebek gül bebek olarak büyütmektedirler.

Şimdiki çocuklar; ana kucağından inmeden örümceklere, çocuk arabalarına bindirilmektedirler. Yani bu çocuklar, ayağa kalkmasını öğrenebilmeleri için düşe kalka büyümeleri gerekirken düşmeden büyümektedirler. Düşe kalka büyümeyen bu çocuklar, kocaman olmalarına rağmen kendi ayakları üzerinde duramamaktadırlar. Kocaman olmalarına rağmen üst başları anne babası tarafından giydirilen bu çocuklar, okula giderken okul çantalarını da anne babalarına taşıtmaktadırlar.

Çocuklar belli bir yaşa geldikleri zaman da “Kocaman oldun, bensiz sen hiçbir iş yapamıyorsun.” demeye başlarlar. Anne babaların tutumu, kanatları yolunmuş kuştan uçmasını istemeye benzemektedir.

 Çocuklar Neden Ders Çalışmak İstemezler?

Birincisi sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, kendilerine güvenemedikleri için ders çalışmak istemezler. Kendilerini hedefe ulaştıracak cesareti olmayan bu çocuklar, böyle bir çaba içine girmeyeceklerinden bu kaygıyı da yaşamayacaklardır.

İkincisi, sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, sınavlara çalışma konusunda da sorumsuzdurlar. Küçüklükten beri her şeyleri ailesi tarafından karşılanıp yapılan bu çocuklar, yaşlarına ve seviyelerine uygun sorumluluklar verilmediği için bu kaygıyı yaşamazlar. Bu çocuklar her şeyleri tam olduğu halde yine ders çalışmak istemezler.

Üçüncüsü, anne babaların sürekli ders çalış demeleri, çocukları derslere karşı soğutur. Anne babaların, iyi niyetli olarak ders çalışma konusunda yaptıkları uyarılar, okul döneminde olduğu gibi sınavlara hazırlıkta da çocukları ilgisiz yapacaktır.

Bu çocuklar, anne babalarının sürekli ders çalış uyarılarını sanki anne babaları için ders çalışılacakmış gibi algılayacaklarından ders çalışmaya da pek yanaşmayacaklardır. Hiç kimse başkasının egosunu tatmin etmek için sıkıntıya girmeyeceğinden, bu çocuklar da anne babalarını memnun etmek için ders çalışmayacaklardır.

Dördüncüsü, bu çocuklara televizyon, bilgisayar, oyunlar, arkadaşlar, internet, cafeler… ders çalışmaktan daha hoş gelir.  Zamanını derslere çalışmak yerine eğlenerek geçiren bu çocuklar, yine bu kaygıyı yaşamayacaklardır.

Beşincisi, bu çocuklarla ders çalışma konusunda iletişim kurulurken; onları suçlayıcı, kıyaslayıcı ve fedakârlıklarını gündeme getirici konuşmalar da çocukların dersler çalışma isteğini azaltacaktır.

Ders Çalışmak İstemeyen Çocuklar için Ne Yapmalı?

Anne babalar, ders çalışmayan ve ders çalışmak istemeyen bu çocuklarla uğraşıp hem çocuğu hem de kendilerini sıkıntıya sokmamak adına çocuklar üzerindeki psikolojik baskıyı kaldırmak gerekir.  Eğer çocukta yetenek ve kapasite var; fakat ders çalışma yoksa bu konuyu çocuğun anlayacağı uygun bir dille, onu suçlamadan konuşmalı ve problemin kaynağına inilerek çözüm yolları aranmalıdır.

Çocukları okulda ve toplumsal hayatlarında başarılı olmaları isteniyorsa, çocuklar adına onların işlerini yapmaktan ve onların işlerini düşünmekten vazgeçilmelidir.

Çocukların yaşlarına uygun görevler verilerek cesaretlendirilmeli, çocuğun çabası ve yaptıkları takdir edilerek bazen ödüllendirilmelidir.

Çocukları başkaları ile kıyaslamak yerine dünü ile bugünü kıyaslanmalıdır.

Çocuğun olumsuz davranışları yerine olumlu davranışları görülüp benlik saygısı yükseltilmelidir.

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net

Son okçular tepesi; EVİMİZ

Okçular tepesi, ümmet olarak Kur’an ve Sünnetin talimatlarına uymayınca nasıl bir bozgunla karşılaşabileceğimizi özetleyen İslam tarihimizdeki en önemli sembollerden biridir.
Uhud savaşı sırasında Efendimiz (s.a.s)’in;
“Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin akbabalar tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 293) emrine rağmen sahabe efendilerimizin bir kısmının vaktinden önce görev yerlerini terk etmeleri nedeniyle Uhud, bir zafer olmaktan çıkmış, Hz. Hamza (r.a) ve Mus’ab bin Umeyr (r.a) başta olmak üzere 70 kadar sahabe efendilerimiz şehit edilmişti.
Ümmet olarak okçular tepesinden sonra da Kur’an ve Sünnetin ne olursa olsun terk edilmemesi talimatına rağmen birçok tepeyi terk ederek büyük bozgunlar yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Asla ayrılmamamız gereken İslam Birliği tepesini terk ettiğimiz için ümmet coğrafyamız askeri ve siyasi olarak emperyalizm ve Siyonizm tarafından işgal edildi. 
Faizsiz İslam ekonomisi tepesini terk ettiğimiz için çarşılarımız, pazarlarımız, ceplerimiz ve ekonomimiz faizci kapitalist nizamın kontrolüne girdi. 
Ümmet olarak Kur’an ve Sünnetin asla terk etmeyin dediği görev yerlerimizi terk ettiğimiz için askeri, siyasi ve ekonomik açıdan büyük bir bozguna uğradık. 
Bu bozgunla birlikte başlayan geri çekilme, elimizde kalan son okçular tepesi olan evlerimizin sınırlarına kadar dayandı.
Bu geri çekilme esnasında evlerimizi müdafaa ile görevli anne ve babalar olarak maalesef iyi bir sınav veremedik. Bu müdafaanın başkomutanlarından olan analarımız, kimi zaman haklı ekonomik gerekçeler ve geçim derdiyle, kimi zaman da diploma sevdasının, akademik kariyer planlarının, iş hayatının parlak unvanlarının, çift maaş hayallerinin dayanılmaz bir ganimet sevdasına dönüşmesiyle evlerini ve asli görevlerini terk ettiler ya da terk etmek zorunda bırakıldılar.
Analarımızın evlerimizden uzaklaştırılmasıyla birlikte nesillerimizi tehdit eden büyük facia başlamış oldu. Evde ana kalmayınca anaokulları açtık, huzur kalmayınca huzur evleri açtık. Ancak hiçbir suni tedbir bu bozgunun önüne geçemedi. 
Kreşlerin, bakıcıların ve bakım evlerinin bağrında yetişen nesillerimiz avuçlarımızdan kayıp gitti. 
O gün okçular tepeyi terk ettiği için Hz. Hamza (r.a) ciğeri parçalanarak şehit edilmişti. 
Bugün analarımız evlerimizi terk ettiği için nice Hamzalar, Mus’ablar televizyonun, internetin ve dizilerin pençesinde kalpleri, zihinleri paramparça edilerek heba edildi.
Dünyevileşmenin iliklerimize kadar işlemesiyle birlikte nesillerimizin geleceği ile ilgili önceliklerimiz değişti. Evlatlarımızın aldığı notlar ya da kaçırdığı deneme sınavları yüzünden neredeyse depresyona girerken, her gün kaçırdıkları namazlar için yüzümüzü bile ekşitmez olduk.
Dershane taksitleri ve özel ders ücretleri arasında sıkışan babalarımızın, ailelerini, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyacak ne takatleri kaldı ne de vakitleri.
Tapusu bize ait olan evlerimizin başköşesini televizyon, gündemini de dizler ve magazin programları işgal etti. 
Geniş odalar, salonlar, mutfaklar, mobilyalar arasında afiyeti, huzuru ve bereketi kaybettik. 
Daha konforlu bir hayat, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba hayalleri kurarken İslami hedef ve ideallerimizi unuttuk.
Muhafazakâr demokrasinin pençesinde din ve dünya arasında gidip gelen nesillerimizi bu keşmekeşten kurtaracak ve yeniden ihya edebilecek son sığınak evlerimizdir. Okçular tepesinde Abdullah b. Cübeyr (r.a) bilinciyle müdafaa etmemiz gereken son tepe evlerimizidir. 
Bu büyük müdafaada en büyük görev, annelerimize düşmektedir. 
Bir evde asli görevinin şuuruna varmış bir anne varsa o ev yıkılmaz bir kale gibidir. Şuurlu annelerin bulunduğu evlerin gündemleri Kur’an ve Sünnettir. 
O evlerde erkeğin ya da kadının da değil sadece Allah’ın sözü geçer. 
Abdülaziz Kıranşal

Televizyona Konsantre Olduğunuz Kadar Eşinize Çocuğunuza Yönelebiliyor Musunuz?

Anne babalarla karşılaştığımızda çocuk yetiştirmenin ne kadar zor olduğunu anlıyoruz. Yaşamın en önemli konusu olan çocuğun ihmal edildiğinde ise anne babanın paçasına nasıl dolaştığını ve çocuk ruhen yetişemediği taktirde, o çocukla bir belalı yaşam içerisine nasıl girdiğini görüyoruz. Çocuk evlendiğinde de işler yolunda gitmediğinde size problemlerle geri döndüğü zaman, “ah keşke zamanı geri getirebilseydim şunları yapmazdım” diye dertlenen bir çok kişiyle karşılaşıyoruz.

Çocukla vaktinde ilgilenilirse eğitimi tamamlanmış olarak terbiye olur. Çocukla aynı ortamda olunduğunda etkileşim içerisine girilmesi ihmal edilmişse, çocuk kendi içinde olgunlaşmamış olan sorunlarını ve ruhunu barındırırken anne babalar bu çocuk niye böyle  yapıyor diye şaşkına giriyorlar.

Bu durum çocuklarda daha çok 9-10 yaşlarında belli oluyor. Çocuk beceriksiz, yeteneksiz, dersine çalışmıyor, internet bağımlılığı kazanmış. Ailesiyle düzgün konuşmuyor, kardeşleriyle evin içerisinde çatışmacı bir yaşam sürdüğü ve anne-babaların baskı ve zorlamayla bir kalıba sokmaya çalıştığı yaş dönemidir.

cocukOndan önceki dönem çocuk için çok masumdur. Kendisine ne verilirse her an almaya hazır olunan bir dönemdir. Bu dönemde anne-baba evin içerisinde uyur gezer gibi varolduysa, dakikalarını televizyon karşısında ya da konu komşuyu ağırlayacağım diye çocuklarını ihmal ederek vakit geçirdiyse;  işte bu gibi durumların sonunda bir gün anne çocuğuna “Oğlum dersini yapsana.” dese de… Çocuk dersini yapmaz esner, dalar gider. Kitap okuyamaz. Dikkati dağınık. Çünkü doyumsanmış bir ilişkiyi ve ruhsal olgunlaşmayı vaktiyle zamanında gerçekleştirememiş. Aslında “senin çocuğuna kızdığın hal, kendi halin.” Bir çocuğun içinde güçlü bir temel atabilmesi için annesinden duygusal destek alması lazım. Anne kendi vicdanında duygusal desteği duyması lazım.

Hani birçok anne-baba “Çocuğumuzda hiperaktivite varmış doktor ilaç verdi” diyor ya. İşte annenin dokunma ilacı çocuğun içerisinde nükleer enerji santrali gibi bir etkileşim oluşturur ki, vereceğiniz en güçlü ilaçlar onun yanında yetersiz kalır.

Ama yeter ki annenin çocuğuna dokunacak, tebessüm edecek, kendi içinde derinleşebilecek vakti olsun. Allah insanlara günde 24 saat vakit veriyor. Ama İnsanlar uyurgezer gibi kendilerine, çocuğuna on dakikasını ayıramıyor. Kendime çocuğuma vakit ayıramıyorsam ben nasıl vakit geçiriyorum diyor musunuz? Ailenize 24 saatin 1 saatini verebiliyor musunuz?

Bir düşünün; oturup sükunet içerisinde camdan dışarıyı seyrederken, yaptığınız bir fincan kahveyi keyiflice içerek kendinize ayırdığınız 15 dakika vaktiniz var mı?

Elinizden telefonu bırakıp, her şeyden sıyrılmış olarak, bomboş bir zihinle, sadece eşinize 1 saat vakit ayırabiliyor musunuz? Bomboş bir zihnin içerisinden çıkan enerji dolu gözlerle ve tebessümle eşinize bakabiliyor musunuz?

Televizyona konsantre olduğunuz kadar eşinize ve çocuğunuza yönelebiliyor musunuz? Yoksa eşiniz konuşurken gözler bir telefonda, bir tavanda, sağda, solda oflar bir vaziyette misiniz? Zorluk çekiyorsanız ailenize yönelemiyorsanız, o halde ailede bir bağ ve bütünlük oluşamaz.

Bir beyefendi eşine bir hanımefendi olarak davranmıyorsa o ilacı anne çocuğuna veremez. Çocuğuna dokunduğu zaman içerisini titreten, tebessüm eden anneyi bulamazsınız. Agresif sıkıntılı kaygılı bir anneyle zamanı sürdürmek zorunda kalırsınız.

Çocuk Deyip Geçmeyin- Pedagog Dr. Adem Güneş

Televizyonsuz Ev mi olur?

Bazen evimizde ağırladığımız dostlarımız evde televizyon olmadığını görünce şaşkınlıkla sorarlar, ‘aaa sizde televizyon yok mu?’ diye… ‘Evet bizde televizyon yok’ deriz. ‘E peki ne yapıyorsunuz evde’ diye gelir sorunun devamı…

 
Bizde uzun uzun anlatırız neler yaptığımızı… Yakın zamanda bir dostumuz da ‘bu yaptıklarınızı kaleme alsanız ya’ deyince bizde bir nevi sosyal sorumluluk projesi algılayıp ailece oturup bu yazıyı kaleme aldık.
 
Ebeveynler evi genelde dinlenme yeri olarak görür ve kafa dinlemek isterler. Ancak televizyonlu evlerde kafa dinlemek yerine kafa şişirme işlemine tabi tutulurlar. Gerilim filmlerini aratmayan haberler, asmalar, kesmeler, boğazlamaları izleyip iyice gerilip kızgın demir olduktan sonra bir de üzerine gerilim filmleri izler iyice ele avuca gelmez, konuşulmaz, yanına yaklaşılmaz bir hal alırlar.
 
Bu derece negatif yüklü bir ebeveynin, çocuklarının ‘çocukluklarına’ ne derece tahammül edebileceğini hayal bile etmek istemiyorum. Çocukların çocukluklarını özellikle vurguluyorum. Çünkü çocuğun işi çocukluk yapmaktır. Yani hoplayıp zıplamak, oyunlar oynamak sizin de ona eşlik etmenizi istemek onun en doğal hakkıdır. Ama siz onu ya kendinizle televizyon izlemeye ya da odalarda yanlızlıklara mahkum ediyorsunuz…
 
‘Bunların bütün suçlusu televizyon mu canım?’ diyenleri duyar gibi oluyorum. Tabi ki değil, ama televizyon kullanımını malesef beceremiyoruz. Kullanım derken, kumandanın düğmelerini ezbere bildiğinizi biliyorum, onu kastetmedim zaten. Ne zaman açıp ne zaman kapatacağınıza, neyi izleyip neyi izlemeyeceğinize siz karar veremiyorsunuz. ‘Akşam bir haber izleyeyim, bir de film bakarım’ diye oturup sabahlayanlarınız yok mu? İşte bakın televizyonun başında kendinize söz geçiremiyorsunuz demek istiyorum.
Peki biz ne yapıyoruz?
 
Öncelikle evliliğimizin ilk günlerinden bu yana hep aile şuuruyla hareket ettiğimizi belirterek söze başlayayım. Akşamları ailece yemeğimizi yiyip, hem yemekte hem de ardından çay faslımızda ailece zaman geçiriyoruz. Bu yazıyı yazdığım saatlerde ben salonda büyük oğlumla birlikte zaman geçirmeyi de ihmal etmezken, eşim de yan odada diğer iki çocuğumla evet hayır oyunu oynuyorlardı. Bu zaman dilimlerinde hem aile bireylerinin gününün nasıl geçtiği konuşulur, hem de doğrular yanlışlar beraber değerlendirilir. Yani bizim için zamanın altın dilimleri bu anlar…
 
Evde birlikte yapılacak çok işlerimiz vardır. Örneğin birlikte oyun oynamak, eğitici faaliyetler yapmak, kitap okumak, yavrularımızın ahlaki ve manevi eğitimlerini vermek ve haftanın belli günleri birlikte dev ekranda video izlemek bunlardan sadece bazıları…
 
Televizyonumuz yok derken bütün bütün toptancılık yapmıyoruz gördüğünüz gibi. Öyle ya, pek çok faydalı videoların yapıldığı dünyada bunlardan mahrum kalmak ciddi bir eksiklik olurdu. Bunun için biz ebeveyn olarak daha önceden kısmen araştırıp fikir sahibi olduğumuz film, dizi, belgesel veya animasyonları evde projeksiyon ile duvara yansıtıp televizyon konforundan daha yüksek bir sinema konforu ile ailece izliyoruz.
 
Bu nedenle çocuklarımız çok televizyonlu evleri gördükleri halde hiç ‘televizyon alın’ gibi bir taleple yanımıza gelmiyorlar. Çünkü bu ihtiyaçlarını daha konforlu ve seçici bir şekilde birlikte zaten karşılamış oluyoruz.
 
Evde ailece oynadığımız oyunlarımız var. Küçükken çocuklarla misket, kör ebe, saklambaç ya da benzer fiziki aktiviteleri oynamak, en çok sevdiğimiz oyunlarımızdır. Eve yorgun gelen bir babayı deşarj etmek için bu etkinliklerden daha iyi bir etkinliklik olabileceğini sanmıyorum.
 
Evde çocukların odalarında bir yazı tahtamız var. Çocukların o tahtaya hayal dünyalarını yansıtmalarını izlemek harika bir duygu. Size de benzer bir tahta almanızı tavsiye ederim, imkan yoksa aynı şeyi kağıtla da yapabilirsiniz. Evimizin en küçük bireyine evimizin üsten görüntüsünü çizmesini istediğimde bütün detayları ile evin krokisini çıkarması bizi hayretler içinde bırakmıştı. Bütün detaylar derken tüm odalardaki masa, yatak, dolap ve bunların üzerindeki en ince detaylara kadar çizilmesini kastediyorum. Bu inanın çoğu yetişkinin bile yapmakta zorlanacağı bir şeydir. Hayal dünyası kirlenmemiş bir dimağın ürünü bu şüphesiz.
 
Bu ifadelerimden sakın çocuğunu övüyor gibi bir sonuç çıkarmayın. Tüm çocuklar özeldir ve hepsi yaklaşık aynı donanımla yaratılır. Keşfedilemeyen veya üstün kabiliyetleri zamanla körelen çocuklar, sorumsuz anne babaların eseridir. Aşırı televizyon izleyen çocukların konuşmaya geç başlamaları, muhakeme kabiliyetlerinin düşük olması ve zihin tembellikleri, en çok televizyon izleyen anne ve babaların bile artık bildikleri sıradan bilgiler arasında. Ancak buna rağmen evde televizyonu bir emzik gibi, çocukları susturma aracı olarak gören anne babalar o kadar çok ki…
 
Neyse televizyonsuz hayatımızı anlatmaya devam edeyim. Hep evde durmayız tabi, güzel bahar veya yaz günleri ailece dışarı çıkıp yürüyüş yapmak, dışarıda oyunlar oynamak kış günleri kartopu oynamak en çok keyif aldığımız şeyler… Hafta sonları ise genelde gezmeye çıkıp yeni mekanlar keşfetmek, tarihi yerleri görmek, akraba ziyaretleri yapmak, eşe dosta misafirliğe gitmek ya da evimizde eş dost akraba ağırlamak yaptığımız işler arasında…
 
Çocuklar istirahate geçince az da olsa hanımla birlikte, birbirimize vakit ayırmak, sohbet etmek, birlikte kitap okumak, dertleşmek öyle büyük bir nimet ki, bu nimetin kadr-u kıymetini televizyon başında uyuyup kalan eşlerin anlamalarını beklemek tabi ki hayal olur.
 
Ben televizyonu olup da bizi hayretle sorgulayanlara soruyorum, ‘peki siz evde ne yapıyorsunuz?’ diye… ‘Çocuklarınıza veya karı koca olarak birbirinize zaman ayırabiliyor musunuz?’ ‘Çocuklarınızın okulda neler yaptıklarını, doğru mu yanlış mı yüklendiklerini kimlerle arkadaşlık ettiklerini onlardan soruyor musunuz?’ ‘Onların eğitimini sadece okuldaki (zihniyetinden bihaber olduğunuz) öğretmenine bırakıp, evde de televizyona mı emanet ediyorsunuz?’
 
Bu sorulara istisnasız hep acı cevaplar alıyorum. ‘Peki bu çocuklar bize emanet değil mi? Onları gün içerisinde kapmış oldukları bir zararlı bilgi virüsünü temizlemek yerine, onun beyne yayılması esnasında siz de televizyon başında başka virüslere maruz kalırsanız bu virüsler birgün tüm benliğinizi sardığında ne yapacaksınız?’ 
 
Çocuğun kişiliğinin neredeyse yarısından fazlasının şekillendiği 0-6 yaş döneminde her akşam asmalı kesmeli videoları izleyen çocukların büyüdüklerinde savunmasız insanları veya hayvanları asıp kesmeleri en doğal netice değil mi?
 
Netice olarak, belki başlangıçta bütün bütün hayatınızdan çıkarın demek makul bir öneri olmaz. Ama evde hakimiyeti ele geçirin. Her ortak mekanınızdaki baş köşede duran televizyonu, ortak zaman geçirdiğiniz mekanlarda değil de arasıra kullandığınız mekanlara alın. Ortak zaman geçirdiğiniz mekanlar size özel olsun.
 
Eve gelmeden evvel, ‘bu akşam çocuklarımın maddi ve manevi eğitimleri için baş başa neler yapabilirim? Onlarla nasıl daha verimli ve eğlenceli vakit geçirebilirim?’ diye düşünün. Onlarla oyun oynamayı unuttuysanız size hatırlatacak kitaplar setler bolca var, yeter ki arayın.
 
Yoksa inanın yarın çok geç olacaktır.

Yusuf Yalçın www.hanimlar.com