Etiket arşivi: terapi

Kullanılan Kelimelere Dikkat!

“Batılı tasvir safi zihinleri idlâldir…”

Karşımda gözleri yaşlı bir öğretmen, dahası bir anne var. Yaşadıklarını hıçkıra hıçkıra boğulurcasına anlatıyor. Anlatırken kullandığı kelimeler çekiyor dikkatimi. Yaşadıklarından ve duygularından bahsederken cümleler arasında hiç olumlu bir kelime geçmiyor. Sanki yeminli gibi, olumlu cümle kurmamaya.  Zihnim dağılıyor, yoruluyorum dinlerken onu. Zaman zaman anlattıklarından kopsam da can kulağıyla dinlemek için kendimi adeta zorluyorum.

Nede olsa karşımdaki bir öğretmen ve aynı zamanda bir anne.

“Yıllardır kendi çocuklarıma gösterdiğim sevgi ve şefkati, sınıfımdaki öğrencilerime de göstermeye çalıştım. Onların kötü birer fert olmamaları için uğraştım. Hırsızlık yapmamaları, yalan söylememeleri için tembihledim. Kötü örnekleri bir bir anlattım ki onlardan uzak dursunlar.”

Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor…

“Bir birleriyle kavga etmemelerini, devletin malına zarar vermemelerini…”

İçimden Allah rızası için sadra şifa bir olumlu cümle kur hocam diyorum. Ama nafile. Nereden buluyor bu kadar olumsuz cümleyi, merak ediyorum. Ama müdahale edemiyorum. Çünkü anlattıkça anlatıyor, anlattıkça rahatlıyor ve rahatladıkça anlatmaya devam ediyor. Ben müdahil değilim ama belli ki anlatacakları azalmaya başlıyor.

“Büyüklere karşı gelmemelerini, insanları kırmamalarını, tembel olmamalarını, çalışmazlarsa başlarına neler gelebileceğini…”

“Ve tarzını değiştirerek devam ediyor…”

“Ayrıca ders çalışmazsanız kesinlikle başarısız olursunuz. Başarısız olursanız kesinlikle mutsuz olursunuz…”

Polikliniğe geldiğinde duvardaki saate bakmıştım, tam 27 dakikadır anlatıyor. Hayret nasıl oldu da müdahale etmeden dinleyebildim diye düşünüyorum kendi kendime.

Bazen sadece dinlemenin ve hiç müdahale etmemenin iyi bir terapi türü olduğunu düşünüyorum. Ama bu seferki galiba biraz farklı çünkü ben müdahale etmiyor değil edemiyorum. Karşımda sorunlarını seri bir şekilde anlatan adeta gelmeden evvel ödevine iyi çalışmış bir öğrenci var ve kelime sektirmeden anlatıyor.

İçimden artık müdahale etmenin zamanı diyorum ve lafa giriyorum:

“Müsaade ederseniz bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.”

Bir an duruyor. Hüzünlü ruh hali ne diyeceğimi merak eden bir haleti ruhiye’ ye bürünüyor.

“Dikkat ettim de kullandığınız kelimeler ve cümleler hep olumsuzluk içeriyor.”

“Öyle mi?” diyor ve açıklamamı bekliyor.

Ve anlatmaya devam ediyorum.

“Kelimelerimiz bizi ele verir. Kelimeler bizim kendimizi ve hayatı nasıl tanımladığımızı gösterir. Olayları nasıl açıkladığımızı, ilişkilerimizi nasıl yaşadığımızı, derdimizin boyutunu. Kısacası hayata verdiğimiz anlamdır kullandığımız kelimeler. Bizi biz yapan değerlerin kodlarıdır. Bazı insanlar kesinlik ifade eden kelimelerle anlatır söylemek istediklerini ve bu kesinlik onların yaşantılarına ‘keskinlik’ olarak yansır. İlişkilerinde egoları kabarık bizim tabirinizle egosantrik olurlar. Çevresiyle uyum içerisinde yaşamak yerine çevresinin kendisine uyum içerisinde olmasını beklerler. Ben merkezlidir onlar. Örneğin: ‘Bunun kesinlikle böyle olmasını istiyorum’ diyerek meramlarını daha iyi anlattıklarını zannederler. Bu kullandıkları kesinlik ifadeleri farkında olmadan bu insanların kendi kendilerine ‘katı kurallar’ listesi oluşturmalarını sağlar. Bu listenin başında “Her zaman, kesinlikle, asla, hiçbir zaman” gibi narsistik çağın bolca ürettiği ve yaslandığı kelimeler vardır. Bu kelimelerin özelliği mutlaklık ifade edilen kelimeler olmasıdır. Mutlaklık ifadeler ancak Mutlak doğrularda kullanılır oysa. Kendi fikirlerine mutlaklık atfedenler farkında olmadan mutlak doğruyu ifade ettiklerini düşünürler. Oysa mutlak doğrunun kaynağı ancak Mutlak yaratıcıdır. Mutlak doğruyu bu şekilde ifade edenler farkın da olarak veya olmayarak, Mutlak Yaratıcıyı hayatın merkezinden çıkarmış olurlar. Mutlak Varlığı hayatından dışlayan insana kala kala kendisi kalır. Sıkıştığı zaman, Mutlak Olana dayanmak ve Mutlak Olandan yardım istemek yerine kendine dayanır, kendine yaslanır. İnsan benliğinin kendini mutlaklaştırmasının başlangıç yollarından biri işte tam da burasıdır. Yaslandığı kendini sağlamlaştırabilmesi için kullandığı kelimelerin kesinlik ifade etmesi de işte bu sebepledir. Kullanılan kelimelerle ilgili bir diğer önemli nokta ‘batılı tasvir etmeden ve safi zihinleri bulandırmadan” söylenilmek istenen meramın olumlu cümlelerle ifade edilmesinin daha doğru olduğudur. Siz öğretmensiniz ve dikkat ettim öğrencilerinize nasihat ederken hep ne yapmamaları gerektiğinden bahsediyorsunuz. Oysa yapılması gereken onlardan ne yapmamalarını değil, ne yapmalarını olumlu cümlelerle istemeniz olmalı. “

Ve bu konu ile ilgili en sevdiğim sözü söylüyorum ona:

“Batılı tasvir safi zihinleri idlâldir.”

“Yani?”

“Olumsuz örnekler saf, duru beyinlerin aklını karıştırır. Bu şekilde bilinçaltına olumsuz mesaj vermiş olursunuz. Bu da vermek istediğimiz mesajın tam tersi etki yapmasına neden olur. Siz bir öğretmensiniz. Düşünün bir sorunun çözüm yolunu öğrencilerinize anlatırken, o sorunun nasıl çözülemeyeceğinin kırk versiyonunu mu anlatırsınız, yoksa tek bir işlemle nasıl çözülebileceğini mi?”

“Tabi ki doğru çözüm yolunu anlatırım.”

“Öyleyse bunu neden gündelik pratiğinizde kullanmıyorsunuz?” diye soruyorum.

“Farkında değilim galiba” diyor ve konuşmasına devam ediyor:

“Aslında bu söylediğinizi farklı cümlelerle bana zaman zaman eşim, arkadaşların, müdürüm de söylüyordu ama galiba olayı tam olarak idrak etmenin zamanı bu güneymiş.”

“Sizin yaptığınızı aslında birçok ebeveyn çocuğuna yapıyor ve sonrada neden beni dinlemiyor diye merek ediyor? Sebebi çok açık değil mi? Düşünün ‘yanlış mesajı doğru adrese gönderseniz bile istediğiniz etkiyi yapmayacaktır’ diyorum.

“Size bir örnek daha vermek istiyorum. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu öldüğünde Gazi caddesine asılan o büyük pankartı hatırlarsınız sanırım?”

“Tabi hatırlıyorum.”

“O pankartta ne yazıyordu? Seni asla unutmayacağız! Dikkat ederseniz ‘seni asla unutmayacağız’ cümlesi olumsuzluk içeren bir cümle. Oysa batılılar böyle durumlarda ne diyorlar biliyor musunuz? ‘Seni daima hatırlayacağız’ diyorlar. Sizce hangisinin akılda kalma ihtimali daha fazla?”

“Seni daima hatırlayacağız’ cümlesi daha akılda kalıcı bir cümle” diyor.

“İşte benimde size söylemek istediğim tam da bu…” diyorum ve konuşmaya bilimsel verilerden, günümüzden, eşler arasındaki iletişimsizliklerden vs. devam ediyoruz. Monolog kesilmiş artık tamamen diyaloğa geçmiş durumdayız.

Çıkarken teşekkür ediyor ve;

“Demek ben bilmeden yıllardır batılı tasvir etmişim” diyor.

“Günümüz insanının yaptığı en büyük hatalardan biri de bu değil mi? Ne dersiniz?”

Not: 2012 de yazdığım “Terapistin Terapisi” kitabından alıntıdır.

Dr.Kenan Tastan

www.NurNet.org

Eş eşin terapistidir

Belki ülkemiz için yeni olabilir ama pedagojinin en önemli konularından biri olan anne-çocuk “bağlanması” ve “ayrılması”, Batılı akademisyenler için hayati önem taşıyor. Zira erken çocukluk döneminde anne ile çocuk arasında kurulan bu bağın kalitesi çocuğun gelecek yaşamında oldukça belirgin bir rol oynuyor.

Bu konudaki önemli çalışmalardan birini Prof. Dr. David M. Fergusson yaptı. Yeni Zelanda’da 1265 çocuğun, doğdukları günden itibaren, tam 30 yıl boyunca duygusal gelişimleri gözlem altında tutuldu.

Dünya pedagoji literatürüne çok önemli bir katkı sağlayan bu çalışmada, “erken çocukluk döneminde” anne-çocuk arasındaki bağlanmanın çocuğun gelecek yaşamında oluşturduğu etki, hayret verici bir belirginlik ile ortaya konuldu.

Buna göre bebeklik döneminde annesi ile “güvenli bağ” kuramamış çocukların temel ortak özelliği, “kaygılı” olmaları. Endişeli benlik yapısına sahip çocuklarda ise ilerleyen yaş dönemlerinde farklı farklı davranış bozuklukları gözlemleniyor.  Örneğin bu çocuklar 7 ile 9 yaş arasında ya içe kapanık bir ruh hâli sergiliyor, sosyal davranışlarında bir gerileme gözlemleniyor ya da agresif bir ruh yapısına sahip oluyorlar…

Daha net ifade ile söyleyecek olursak, erken çocukluk döneminde anne ile doyasıya bağ kuramamış çocuklar ya yaşadıkları bu hayal kırıklığı ile etrafa karşı yıkıcı ve saldırgan oluyorlar veya içe kapanık bir ruh hâli ile yaşamlarının geri kalan kısmını asosyal olarak sürdürüyorlar…

“Çocuk böylesi bir ruha büründü ise her şey bitmiş mi oluyor?” sorusu hemen sorulabilir ama insan ruhuna ait sistem mükemmel bir şekilde işlediği için yapılan hata ve eksikliklerin giderilmesi de her dönemde mümkün oluyor.

Yine aynı araştırmada, çocukluk döneminde annesi ile güvenli bağ kuramamış çocuklara “ergenlik döneminde” pozitif bir aile ortamı sunulduğu takdirde davranışlarındaki bu negatiflik yeniden olumluya dönebiliyor…

Bütün bu çalışmaları veri olarak aldığımızda, ülkemizdeki anne-çocuk bağlanmasının ne durumda olduğunu araştırmanın, ülkemiz çocuklarının psikolojisini anlamak için oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz…

Bu nedenle 800 anne ile bir anket gerçekleştirdik. Ankete katılan annelere iki temel soru sorduk. Birincisi, kendi gözlemlerine dayanarak çocukları ile “güvenli bağ” kurup kuramadıkları idi. Diğeri ise çocuklarında hangi davranış bozukluklarını gözlemledikleriydi.

Anketin değerlendirilmesi devam ediyor; ancak ilk sonuçlara baktığımızda oldukça önemli bir bilgiyi içeriyor.

O bilgi de ankete katılan 800 kişinin sadece 159’unun kendi çocukluk döneminde annesi ile “güvenli bağ” kurduğunu söylemesiydi. Bir başka deyişle annelerin yüzde 81’i kendi çocukluk dönemlerinde anneleri ile doyasıya bir anne-çocuk ilişkisi kuramadıklarını ifade ediyorlardı…

Annesi ile doyasıya anne-çocuk bağı kuramamış çocuklar, bugün kendileri annelik yapıyor… Bu, oldukça üzücü bir durum…

Zira çocukluk döneminde kendisinde güven ve emniyet duygusu oluşmamış bir anne, kendi çocuğuna veya eşine ne kadar güvenebilir ve ne kadar kaygısızca annelik yapabilir ki? Evet bu zor; ama imkânsız da değil…

Eş eşe yardımcı olabilir ve eşler birbirlerinden “mükemmel olmayı beklemezlerse” çocukluk döneminde ne yaşanırsa yaşansın evlilik süreci bu olumsuzlukları olumluya çevirebilecek bir özellik taşıyor… Eşler birbirlerine çocukluk dönemlerinde yaşadıkları gerçekleri de görecek şekilde iletişimde bulunurlarsa birbirlerinin “terapisti” gibi oluyorlar. Ne ilaç, ne psikolog… Eş eşe yetiyor…

Ve o zaman yıllar süren olumsuz hayat, evlilik içinde “yeni bir yaşama” dönüşebiliyor… Aksi takdirde annelerin çocukları ile hırçın ve sinirli, eşlerin de huzursuz ve kavgalı olması kaçınılmazdır…

Adem Güneş / Aksiyon Dergisi