Etiket arşivi: terbiye

Davranışa Dönüştürelebilen Kararlar İçin

İnsanın 2 beyni vardır. Bunlardan birincisi üst beyin, buna insan beyni de diyoruz. Çünkü sadece insanda var olan bir yapı. Çok ince bir çizgi halinde primatlarda, maymunlarda da var ama diğer hayvanlarda yok.
Bir de shup corteksimiz var. Bunada biz alt beyin yani hayvan beyni diyoruz. Çünkü diğer hayvanlarla çok benzeşen bir yapı. Fizyolojik olarak benzeştiği gibi işlevleri itibariyle de benzeşen bir yapı sözkonusu.
Alt beyini bizim açımızdan bu kadar önemli hale getiren ne?

Duygularımızın orada oluşuyor olması. Düşüncelerimiz üst beyinde oluşuyor. Akıl ve vicdan üst beyinde oluşuyor. Kararlar burada alınıyor. Fakat duygularımız hayvan beynimizde oluşuyor. Erişimizin sınırlı olduğu, otonom, özerk, bağımsız çalışma eğiliminde olan bir yapı. Her ne kadar alt beyin ile üst beyin arasında bir koordinasyon söz konusu olsa da bu çoğu zaman istenen tavırları sergilemek açısından yeterli olmuyor. O hayatın doğal seyri içerisinde, aile hayatı içerisinde aldığımız eğitim, okul hayatında aldığımız eğitim, toplumsal hayatta almış olduğumuz eğitim belli ölçüde üst beyin ile alt beyin arasında eşgüdüm oluşturuyor. Üst beyinin alt beyin üzerinde belli bir kontrol oluşturmasını sağlıyor.

Fakat bu çoğu zaman yeterli değil. Çünkü hayatın içerisinde bir yandan aileden eğitim alıyoruz bir yandan okul hayatında, öte yandan da hayat okulundan da eğitim alıyoruz fakat çeldiriciler var. O eş güdümü bozacak olaylar da yaşıyoruz. Dolayısıyla duygu eğitimini önemli bir başlık olarak hayatımızın bir parçası haline getirmek ve beşikten mezara kadar, yediden yetmişe kadar herkesin bu konu üzerinde durması bir gereklilik. Çünkü istediğimiz davranışı oluşturabilmek için o davranışla uyumlu bir duyguya ihtiyacımız var.

Diyelim ki; “bu konuda şöyle bir davranış sergilemeliyiz diye, eşime şöyle davranmalıyım, çocuğuma biraz daha toleranslı davranmalıyım, sabahleyin biraz daha erken kalkmalıyım” gibi bir farkındalık oluştu üst beyinde ve buna bağlı olarak bir karar aldı. Fakat bunu davranış haline dönüştürebilmesi için bir duyguya ihtiyacı var. Çocuğuna o toleransı gösterebilmesi için sabır duygusuna ihtiyacı var. Eşine ilgiyi gösterebilmesi için sevgi, muhabbet duygusuna ihtiyacı var. O şekilde duygu gelmiyor. Tahammülsüzlük, öfke şeklinde geliyor. Duygu ilgisizlik, benmerkezlik şeklinde tezahür ediyor. O zaman kişi düşünce boyutunda almış olduğu o kararları davranışa dönüştüremiyor, hayata geçiremiyor.

Hepimizin hayatında şikayet ettiği durumlardan bir tanesi budur. Eğer bir şeyi davranışa dönüştürebilmek için sadece düşünmek, farkında olmak yeterli olsaydı dünya bir cennet olurdu.

Gerek kendisiyle olan ilişkisinde gerek diğer insanlarla olan ilişkisinde, gerek hayat ile olan ilişkilerinde, gerekse Allahu Teala ile olan ilişkilerinde hatalı yaklaşımlar içinde olan insanlara baktığımız zaman bu insanların bir çoğunun hatalı yaklaşımlarının farkında olduklarını görüyoruz. Kendimi kontrol edemiyorum diye yakındıklarını duyarız. Çünkü duygular, alt beynimizin yani erişimimizin sınırlı olduğu bir yerde oluşmaktadır. Dolayısıyla oraya erişebilmek, oranın üzerindeki kontrolü arttırabilmek ve hepsinden önemlisi orayı terbiye etme zorunluluğu vardır.
Atı kontrol eden süvaridir. Dizginler aracığılıyla kontrol eder. Fakat süvari ile at arasındaki ilişki sadece o dizginlerden ibaret değildir. O sadece zayıf bir bağdır. Dizginler kopabilir. O at aynı zamanda terbiye edilmiştir. O atların eğitiminde iki husus var.

Birincisi, süvarisinden gelecek o yönergeleri anlamak ve tabi olmak konusunda eğitilmiştir. Fakat bu o süvarinin atını özellikle de olağan dışı durumlar söz konusu olduğunda kontrol edebilmesi içini yeterli değildir.
İkincisi, bu tür olağan ya da olağan dışı durumlar söz konusu olduğunda at belli bir tepkiyi verecek şekilde eğitilmiştir. Yani o an süvarinin dizginleri ele almaya gerek kalmaksızın süvariden gelecek yönergeye ihtiyaç duymaksızın spontene, süvarinin de onaylayacağı tepkiyi vermesi öngörülmüştür. Bununla beraber süvarinin onaylamayacağı tepkileri vermemesi de sağlanmıştır.

Mesela süvari atlarını göz önünde bulunduracak olursak, normal şartlarda at top sesinden, tüfek sesinden ürker. Çünkü onun doğasında böyle bir ses yoktur. Fakat o süvari atları eğitilirken özellikle de geçmişte o top sesini, tüfek sesini, mermi sesini duyduğunda ürkmiyecek şekilde eğitilir. Süvari düşmanla mücadele etme sürecei içerisinde, bir yandan da atını kontrol etmeye çalışırsa olmaz. O anda at almış olduğu terbiyenin gereğini yerine getiriyor. Bunu neden anlatıyoruz?

Dedik ya; bizim de hayvan beynimiz var. Düşünceler, duygularımızdan ortalama 5 saniye sonra gerçekleşiyor. Hayatımızdaki en önemli 5 saniye bu. Dolayısıyla o duyguyu henüz daha süvari dizginleri ele alıp ata bir emir vermeden de atın bunu tahmin etmesi ve süvarinin öngördüğü bir duyguyu açığa çıkarması gerekiyor.
Şimdi kişi çocuğuna daha toleranslı olma kararını aldı diyelim ki… Çocukta dikkat dağınıklığı var. çocukta arkadaşlarıyla uyumsuzluk var. Kurallara uymama, öğretmenlerine karşı gelme eğilimi var. Okuldan şikayet geldi ve anne baba aldı çocuğu psikologa götürdü. Psikolog çocukla görüştü ve çocuğunuzun duygu durumu bozulmuş dedi. Anne ve baba sordular “neden bu çocuğun duygu durumu bozuldu? Biz her dediğini yapıyoruz. Yediği önünde yemediği ardında. v.s.”

Babasının biraz daha fazla ilgilenmesi gerekiyor. Babası eve gelir gelmez kızım dersini çalıştın mı? Oğlum ödevini yaptın mı? Demeden önce onunla biraz nasılsın? İyimisin? Demesi ve biraz sohbet etmesi gerekiyor. Biraz sabırlı davranacaksın. Şu an biraz ergenlik belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Zaten çocuğun duygu durumuda çok iyi değil. Sosyal anlamda sıkıntıları var. Akademik anlamda başarısızlık yaşıyor. Senin onu tolere etmen gerekiyor.
-eyvallah hocam bunu yapacağız. Diye kararını aldı konuşmadan sonra. Aradan zaman geçiyor ve anne baba yeniden geliyor. Hocam beceremedik, başaramadık. O kararı aldık ama başaramadık. Çünkü alt beyin genellikle üst beyinden önce tepki verme eğilimi içerisinde. Çocuğun yapmış olduğu bir davranışı alt beyin kendisine yapılmış bir saygısızlık, varlığının dikkate alınmaması, kişiliğinin hiçe sayılması, otoriteye meydan okunması şeklinde algılıyor. Ki öyle bir durum söz konusu değil. Ama öyle algılıyor alt beyin. Geçmişteki yaşantılardan hareketle ve bir anda öfke duygusu açığa çıkıyor. Daha üst beyin devreye girmedi. Akıl ve vicdan daha henüz bu konuda nasıl bir yaklaşım sergilenmesi gerektiğiyle ilgili verileri işleyip bir çıktı açığa çıkmadı. Yani bombalar patladı, at ürktü şaha kalktı ve süvarisini düşürdü. Onun için atlar öncesinden eğitime tabi tutulur.

Genel itibariyle baktığımızda bizim toplumumuzda altbeyin üstbeyine uyması konusunda bir eğitime tabi tutuluyor. Tamam bu olması gereken Bir şey. Ama ikincisi yapılmıyor. O bombalar patladığında silahlar ateşlendiğinde atın sakin olmasını sağlayacak eğitim verilmiyor.

Ya da at aç olduğu halde, at yorgun olduğu halde bir bağdan geçerken, bir bostandan geçerken, o yeşilliklere dalmamasını sağlayacak ya da yatacağı bir yer olduğunda hemen kendisini oraya atmamasını sağlayacak o eğitim verilmiyor. Eğer o eğitim verilmemiş ise at süvarisini dinlemez o bağa, o bostana kendisini atar ve sıkıntı söz konusu olur.

Alt beynimiz korktuğu şeylerden, acıdan uzak kalmak, ve hazza ulaşma eğilimi içerisindedir. Aynı şey hayvanlarda da söz konusudur.

At neden ürküyor, bombalar patladığında, silahlar ateşlendiğinde,bunun varlığını tehlikeye düşüreceğini düşünüyor ve korku tepkisi açığa çıkıyor. Korkuyor şaha kalkıyor ve süvarisi düşüyor. Korktuğu şeyle yüzleşmesi sağlanır, ondan uzak kalmaması sağlanır. Ya da at aç hazza ulaşmak istiyor. O yeşillikleri yemek istiyor. O suyu içmek istiyor. Ya da yorgun dinlenmeye, uyumaya ihtiyacı var. böyle bir imkan söz konusu olduğunda atın oraya meyletmemesi gerekiyor. Kendisine verilen emir doğrultusunda kendisine öngörülen istikamet doğrultusunda işini sürdürmesi gerekiyor. İşte bunun eğitimi de verilir. Ulaşmak istediği hazlardan geri durma eğitimi de verilir.

Şimdi bizlerde alt beynimizi eğitirken, çocukları eğitmekten bahsetmiyorum yanlış anlamayın, kendinizi eğitmekten bahsediyorum. Öncelikli olarak il yapacağımız şey bir acı duyduğumuz durumlarla yüzleşmek. İkincisi de hayatımızda önem verdiğimiz hazlardan kendimizi geri çekmek suretiyle alt beynimizi eğitmek
Bu konuda paket programlar var. Bu paket programlar aracılığıyla bunu yapabiliriz. Bizim dinimizin bize sunmuş olduğu paketler var. Bunun için özel yapılandırılmış programlara gerek yok.

Mesela batı kültüründe böyle bir eğitim yok. Batı kültürü daha ziyade bu eğitimin verildiği uzak doğu ülkerinde özellikle de Hint kültüründe bunun arayışı içerisinde. Çin kültüründe bunun arayışı içerisinde. Orada keşişler kendilerini bu şekilde terbiye ediyorlar. Tabi bu terbiye çoğu zaman istenen sonuçları vermiyor. Çünkü sadece alt beyini terbiye etmek yeterli değil. Süvarinin de atı alıp nereye götürdüğü çok önemli. Evet at süvarisine tabi ama süvari atını uçurumdan aşağı sürüyor. O zaman atın terbiye olması, o duyguların terbiye olması çok da bir anlam ifade etmiyor. Her ikisi de çok önemli.

Bizim paket programımız ne? ORUÇ

Sabahleyin kalktığımızda alt beynimiz kahvaltı yapmak istiyorum diyor. Bakın sahur bu açıdan çok önemli. Sahur alt beynimizi yönetebilmemiz açısından çok önemli. Sahur yapılmadan oruç tutulduğunda alt beyin hadi bakalım kahvaltı yapalım diyor. Diyelim ki her sabah 9 da biz kahvaltı yapmaya alışığız. Sindirim sistemimiz otomatik olarak çalışmaya başlıyor. Alt beyin üst beyine sormadan hemen sindirim sistemine çalış komutunu veriyor. Çünkü alışmış o saatte yemek yemeğe. Ve hemen sabahleyin kalktığımızda açlığında ötesinde midemizde bir kazıntıyla uyanıyoruz. Çünkü sabahleyin kahvaltı vaktimiz geçmiş. Ama biz kahvaltı yapmıyoruz.

Öğlen geliyor yine bir kazıntı. Öglenleyin yemek de yok. Gün içerisinde su kaybettik, su ihtiyacımız var. hayır su da yok. Ne dedik; İhtiyaçların karşılanması nedeniyle hazza ulaşmak. Ve onun hazza ulaşmasına mani oluyoruz.

Biraz serbest gezmek, dolaşmak istiyor. Hayır bu da yok. Oruçluyuz çünkü, halimize, tavrımıza, konuşmalarımıza, bakışlarımıza dikkat etmek zorundayız. Aksi takdirde akşama elimizde kalan açlık ve susuzluk olur. Biz ise bunun ötesine geçmek istiyoruz.

Alt beyin anlayamıyor. Neden böyle yapıyoruz? Bu bir, iki, üç, tekrar edip duruyor. Altbeyin yine yarın sabah kalktığımızda tekrar sindirim sistemine emir veriyor. Hadi hazırlan birazdan kahvaltıya oturacağız. Hayır kahvaltı yok sana. Yine öğlen vakti ayni şey yine yok. Yine yok. Yine yok.

Tabi ilk başta itiraz. O yoksunluk halini oldukça yoğun yaşıyoruz. Çünkü bedenimizi yöneten alt beynimizdir ağırlıklı olarak. Üst beynimizin bedenimiz üzerindeki kontrolü sınırlıdır. Ancak belli kas gruplarını üst beynimiz kontrol eder. Mesela yüzümüzde 12 tane kas varsa bunun 8 ini alt beynimiz kontrol eder, sadece 4 tanesini üst beynimiz kontrol eder. Dolayısıyla mimiklerimizi kontrol etme sürecinde alt beynimiz çok belirleyicidir. Eğer gülümseme isteği gelmiyorsa bu yüzümüze yansır. İçimzde bir öfke varsa bu yüzümüze yansır.

Ya da diyelim ki o anda çocuğumuza karşı ciddi bir duruş sergilemek istiyoruz veya çevremizdekilere karşı, altbeynimiz bunun ciddiyetinin çok farkında değilse o yüzümüze yansır. Çünkü o kaslar harekete geçmez. Üstbeyin emir verir ciddi bir ifadeye bürün diye. Fakat altbeyin o emri dinlemez. Dolayısıyla karşımızdaki insanda o etkiyi oluşturamayız biz.

Oruç alt beynimizi terbiye etme konusunda harikulade bir araç. Bir paket program. Herşey düşünülmüş ekstra bir şeye gerek yok. Fakat burada usule hürmet edeceğiz. Eğer orucu hayatının bir parçası haline getirirsen bir müddet sonra alt beyinde çok ciddi bir duygu eğitimi söz konusu olmaya başlıyor.
Üç ayların girmesiyle beraber oruca ağırlık verilmesi, özellikle de Recep ayında orucun yoğun olarak tavsiye edilmesinin altında yatan en önemli sebeplerden bir tanesi bu.

Tabi bunu yaparken hergün oruç tutmuyoruz. Özellikle de nafile oruçlarda. Genelliklealt beyin bir müddet sonra o uyarıcının varlığına ve yokluğuna uyum sağlama eğilimi içerisine girer. Dolayısıyla orucun çok düzenli bir şekilde değil de bir tutulup bir tutulmaması beyni şaşırtıyor.
Beyin tam oruçsuzluğa alışıyor. Oh diyor tamam bugün kahvaltı gelecek diyor. Fakat bakıyor o gün oruç var kahvaltı yok.

Ki Allahın Resulünün hayatına baktığımız zamanda her ne kadar belirli zamanlarda tutulan oruçlar olmakla birlikte bazen hiç oruç tutmayacakmış gibi davranırdı. Bazen de hiç bozmayacakmış gibi davranırdı. Bazen pazartesi, perşembe oruç tutardı. Bazende cuma günü oruç tutardı. Hadisi Şeriflerde öyle görüyoruz. İşte bu alt beyini şaşırtmaya yönelik. Alıtbeyin alışmasın diye. Çünkü altbeyin alıştığı zaman kendini ona göre ayarlıyor. O zaman o terbiyenin onun üzerindeki etkisi azalıyor.

Dolayısıyla bu günlerde oruca ağırlık vereceğiz. Altbeyini eğitme, terbiye etme konusunda, duygu eğitimi konusunda başka bir etkinlik, başka bir ibadet söz konusu değil.

Bununla beraber namaz, özellikle de gece namazları (teheccüd), günlerin uzadığı şu günlerde yatsı namazı, hatta erkekler için zorda olsa camiye gitmek. Sabah namazlarına kalkmak. Çoğu anne baba çocuklarına kıyamazlar. Halbuki altbeyini terbiye etme açısından harikulade bir araç sabah namazı. Tabi şefkatle, sevgiyle. Ama öte yandan kararlılıkla ve ciddiyetle yapılması gerekiyor.

Ve altbeyin şu soruyu soruyor; biz bütün bunları niçin yapıyoruz?

Sabahleyin kalkıyor okula gidiyor. Bunun somut kazanımları var. fakat söz konusu ibadetler söz konusu olduğunda pozitif bir geri dönüşüm söz konusu değil. Biz bunları niçin yapıyoruz diye soruyor. Bu ona anlamsız geliyor. Ama bir müddet sonra kişi bunu yapmaya devam ettikçe alt beyin bütün bu çabaların, bütün bu uğraşların belli bir amaca yönelik olduğunu birisinin takdirini kazanmaya yönelik olduğunu farketmeye başlıyor ve bu şekilde kişi alt beynine O nun varlığını anlatmış oluyor. Yaşantılar aracılığıyla.

İşte O nun varlığını anlatmayı başardığı andan itibaren alt beyinde O na boyun eğme, O nun koymuş olduğu kurallar çerçevesinde yaşama eğilimi içerisine giriyor. Dolayısıyla unutmuş olan alt beyine O nun varlığını bu yöntemlerle anlatacağız..

Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

cocukaile.net

Müslüman’ın En Büyük İşi, İbadetlerin En Büyüğü Cihattır

Bugünkü cihat, silahla değil ağızla işler. Önce Risale-i Nurların hakikatleri  ile, Mü’minlerin imanını delillerle takviye etmeye çalışmak, sonra, o imanın gereği olan: Allahın yasaklarını Mü’minlere terk ettirmek. Ondan sonra Allah yapmamızı emrettiği farzları yerine getirmektir. Bu vazifeyi yaparken: Önce Kur’anın emrettiği gibi: “Ey iman edenler, kendilerinizi ve âilelerinizi bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insan ve taşlardır.”(Tahrim, ayet 6) Sonra sözünüz geçtiği bütün Mü’minlerin imanını kurtarma gayretini taşıyarak yaşayacaksınız.

Mü’minler İmanlarının kuvveti derecesinde bugün en büyük vazife olan cihad vazifesini yapmaya gayret edecekler. Evet insanlık başladığından bu yana, insanlar mutlu olma yollarını  denemekten geri kalmamıştırlar. Bu yolda Allahın dışında ilahlara tapmışlardır. Ateşe, Elleri ile yaptıkları putlara. Hatta Hindistan daha bugün bile ineğe tapanlar var.

Fakat İnsanlardan aklını kullanarak Allah’ın dinini bulup dünyaya imtihan vermeye geldiğini fark edenler, imtihanlarında başarılı olmak için, Allah’ın emirlerine uymak gibi yüce bir idealle yola çıktıklar,  karşılaştıkları her hâli hoş karşılayarak hayatlarını mutlu bir şekilde devam ettiler. Onların buradaki hayatları mutlu geçtiği gibi ahret alemindede mutlu geçecektir İnşaAllah. Fakat yukarıda dediğim gibi,  bu yolun dışındaki yollarda yürüyen insanlar, çeşitli sebeplerin peşine takılarak mutluluğu Sıratı Müstekim de değil, dar ve çıkmaz sokaklarda aradıkları için muratlarına eremediler ve eremeyeceklerini vakit geçtikten sonra kendileri de fark ettiler.

Onların o girdaplardan kurtulmaları için sadece fark etmeleri yetmedi. Çünkü, o kimselerin nefisleri bazı günahların tiryakisi olduğu için, onları terk edemediklerinden dolayı, geri dönmelerini imkânsız gördükleri için onlar orada kaldılar ve kalıyorlar.

Bunlardan bir kısmı geleceğin endişesi ile hayatlarını devam ettirip, başkasına zarar yapmayı düşünmeden muzdarip bir halde yaşadıkları için, biz onları , acıyarak kendi hallerine terk edemiyoruz.Yani elimizden geldiği kadar imkanlarımızı kullanarak onların yardımlarına koşmalıyız. Çünkü Müslüman’ın imanı ne kuvvetleşti ise, onda egoizm (bencillik) şöyle dursun şefkat ve fedakârlık o kadar artar.

Fakat ikinci bir gurup olan karşımızda, başkalarına sefahat ve dinsizliği aşılama peşine koşacaklar:  İkiyüzlü olan bu düşmanlar şeytanların bile yapamadıkları düşmanlığı yaparken insanların, bilhassa Müslümanların, âhirette cennet gibi sonu olmayan bir mutluluğunu kaybettirmek şöyle dursun, bu geçici hayattan da nasipsiz ve mutsuz yaşamaya sebep oluyorlar. Cehenneme birer odun olmayı hakkettirecek derecesine düşürmek sureti ile, şehit dedelerin torunlarını çok acı bir felaketle baş başa bırakıyorlar.

Bu dış düşmanların sefahatini Müslümanlara kabul ettirmek için değişik metotlarla insanları kalbinden vurmaları ile sebep oldukları acılar ve zulümlere İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde insanlık böyle te’sirli hilelere şahit olmadı. Bakın halimize: Daha Kenan Evren zamanında, Müslümanların şikayetlerinden kurtulmak maksadı ile okullarımıza koyulan, din kültürü dersi veren hoca öğrencilere; “her şeyi Allah yarattı derken,” biraz sonra sınıfa giren Biyoloji öğretmeni; “her şey tabiatın iktizasıyla oluyor,” ”Evrim” teorisindeki gelişme kanununu talebelere kabul ettirmeye çalışarak diyor. Biri diğerine zıt olan bu sözlerin hangisini öğrenci kabul etsin (Şimdiki iktidar bu kötü kanunlardan bizi kurtulacak İnşaAllah) . Bu gençler hayvan olmadıkları için, akılları onlara yolun tam karşısında olan ölümü göstererek çok rahatsız oluyorlardı. Allahın rahmeti ile bu gençler yollarını bulmaları için Gece gün Allaha dua ediyoruz. Allahımız bu gençleri dalaletten Sen kurtar diyoruz. Dinimizde iki yüzlük çok kötü. Bu sebepten ata sözü olarak kullanılır “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol”

Dertleri saymakla iş bitmez, hüner onlara çare arayıp bulmaktır. Ama, geleceğe sağlam adımlarla ilerleyebilmek için geçmişte yaşadığımız hayattan ibret almalıyız. Bunun için vicdan sahibi insanlara! Size Allah’ın en güzel hediyesi olan evlatlarınıza sahip çıkmanızı önemle tavsiye ediyorum. Çünkü kalbinde Allah korkusu olmayan gencin son durağı anarşi yuvası olur.

Gençleri bekleyen bu can yakıcı tehlikelerden kurtarmanın yegane yolu onlara imanın şefkatli iklimine çağırmaktır. Kendini sevmeyi, hayatı sevmeyi, varlıkları sevmeyi öğreten Kur’an ve sünnetin hayat veren sesini dinlemek ya da dinletmeye çalışmaktır. Ne yazık ki bu davete kolaylıkla erişme yolu olan kitap okuma alışkanlığını da elimizden aldılar.Yoksa bu yavrular Risale-i Nur eserlerini okusalar ve o eserin okunduğu toplantılara gidebilseler hiç şüphesiz Allahın izni ile kendilerini kurtarırlar.

Çok acıdır, fakat inanmazsanız gidin görün, Avrupa’da toplu taşıma vasıtalarına binen herkesin elinde ya kitap, ya dergi veya gazete var. Boş duran birisi varsa, muhakkak ya Asyalı veya Afrikalı Müslümanlardan biridir. Yani oralı değildir,  Evet Avrupa’dan kültür ve teknik  değil, moda ve sefahat aldığımızı tarif etmeğe gerek yok, Yaz günlerinde sokaktaki halimize baksak yetecektir. Kendi öz benliğimizden ne kadar uzaklaştığımızı kıyaslamak için bir örnek vereyim: Tesettüre bürünenlerin de çoğu Allahın istediği bir tesettüre bürünmüş değil belki bir çeşit “Dandik tesettüre bürünmüş” ister giydikleri pantolonlar isterse belden yukarı giydikleri elbise o kadar dar ki tüm azalarının kalınlıklarını ortaya sergiliyor. Halbuki tesettürün bir şartı de vücut azalarının kalınlığı etmeyecek derecede elbise geniş olacaktır.

Ne yazık ki, zavallı anne babalar lazım olan terbiyeyi almamışlar ki evlatlarına versinler. Halbuki müennes kısmı milletin yarısı değil milletin anasıdır. Pedagoglar diyorlar ki çocuk terbiyesinde %80 annenin elindedir. Siz anlatın sokakta hava atmak için tak tak tak yürüyen bu kızlarımızdan nasıl bir terbiye bekliyoruz zavallı babalar da “uydum kalabalığa” kötü hal ve hareketini kafalarına koymuş gidiyorlar.

Balkanlardaki küçük devletler İkinci dünya savaşından çıktıktan sonra 7 federe devletten kurulan   Yugoslavya devletinin  lideri Mareşal Tito 1950 senesinde suçunu ufaltmak için, Halka; biz geç kaldık, Türkiye bunu çoktan halletti diyerek ”Skidanye zare i ferece” namı altında kadınların çarşaf ve peçelerini çıkartma kanunu çıkarttı. O kanunu gerçekleştirirken, halktan isyan çıkmaması için, Kasaba ve köydlerde yaşayan halktan,  mahallenin kadınlarını mahallenin bir yerinde toplayı bu kanunu kabul ettim dedirtmek için, mahalle muhtarı, bir iki polis ile evden eve gezerek kadınları toplarken, bizim eve rahmetli annemi almaya geldiklerinde, annem, ben nasıl Allah’ımın kanununa karşı gelirim diyerek kendinden geçerek bayıldı.  Böylece rahmetli annemi götüremediler. O günlerde benim hoca dayım Abdülhamid ef: Ders aldığı hocası Abdülfettah Efendiye sorar? Hocam Müslümanlar bu kötü kanunu kabul edecekler mi soruyor? Cevap: Evet kabul edecekler, devlet baskısı ile olduğu için, kabul ettikleri için günaha girmezler. Ama acıdır, sonra açık saçıklığa alışan o hanımlar o hayatı kabul ettikten sonra onu terk etmek ağır gelecek ve başörtüsü mühim bir şey değildir  diyerek dinden çıkarlar.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Müslümanda Çocuk Terbiyesinin Değeri

Muhterem Kardeşlerim! Bugün Müslüman anne ve babanın en mühim ve en zor işi çocuk terbiyesidir. Bugün ebeveynler çocuğun dünyalığını ihmal etmiyorlar. Fakat ne yazık ki o yetmiyor, çünkü önümüzde sonu olmayan bir hayat var ki: o dünya hayatından çok daha mühimdir. Oda Sonu olmayan ahiret hayatıdır. O ebedi hayat da ya cennet veya, Allah korusun cehennemle neticelenir.

Evet, Kur’anda Allahın emirlerine karşı mükellefiyet bölük çağından, yani 14-15 yaşından başlar. O zaruri mükellefiyetin başlangıç tarihini Peygamberimiz a.s.m. halletmiştir. Aleyhissatu vesselam: ” Evlatlarınız yedi yaşına baliğ oldukları zaman, onlara  namaz kılmalarını emrediniz. (sözünüzü dinlemeyip namaz kılmazlarsa) On yaşında oldukları zaman, çocuğunuza korkutucu metot kullanınız.” Çocuk yedi yaşındayken namaz kılması için, Kur’an ve namazla ilgili bilgileri çocuğa vermek için 5-6 yaşından başlamak lazımdır.

Yavrunun yaşı biraz ilerledi mi, yemek yemeden başlayarak İslamiyet’le ilgi bilgileri vermek için, anne baba  çocuğa karşı hazır duracaklar. Sofraya otururken: Evladım bak Peygamberimiz (a.s.m.) sofraya şöyle oturmuştur. Yemeğe başlamadan önce Besmele çekmiştir. Sofradan karnını tıka basa doldurmadan kalkmıştır. Yemek esnasında, basit ve ölü topraktan o lezzetli nimetleri yaradan Allah’ın  yüce kudretini düşünmüştür. Sofradan kalkarken Elhamdülillah diyerek kalkmıştır. Bize de öyle yapmamızı emretmiştir. Sen de bunları sakın unutma diyerek, çocuklara  bunlara alıştırmalıyız. Bu anne baba evlatları ile eğlenerek eğitme metodunu seçecekler, bu metot daha te’sirli olur. Okula götürürken okulun birinci talebesi olması için gayret gösterirler. Çocuk okuldan eve gelince, hem okuldaki derslerini çalışmasına yardımcı olurlar, hem de Kur’an Kerim, İlmihal ve imana ait bilgilerden de mahrum kalmaması için gayret göstermeleri icab eder. Kur’an ve diğer bilgileri kendileri bilirlerse bildiklerinin tamamını, çocuğa da öğretmeyi ihmal etmemeleri lazım. Eğer bilmezlerse  bilen birini bularak, öğretmesi için ona götürmeleri icab eder.

Anne babanın en çok sevdikleri varlık olan evlatlarına, iman esaslarına ait meseleleri öğretip, yavrunun inancı kuvvetleşmesi için, Kur’anın zamanımıza bakan tefsirlerinden hisse alması icap etiğini bilmeleri icab eder. Bu zamanda Risale-i Nur eserleri bu vazifeyi yaptığını unutmamalıyız. Onları çocuğuna da  okutup anlamasını sağlamaya çalışırlar. Onun gibi genç ve temiz arkadaşlar ile görüşüp tanışması için, çocuğu sıkmadan ara sıra Risale-i Nurların okunduğu yerlere götürürler. Hatta çocuğun yaşı ilerlerken okulda kendisine aşılanan tabiatçılık fikri karşısında, çocuğun kafasından o boş teorileri silmek için azami gayret göstermeleri icab eder.

Ondan sonra bu çocuk bütün hayatındaki hal ve hareketlerinde anne ve babasının emirlerine uymaya gayret eder. Ömrünün tamamını Allah’ın rızası dairesinde geçirmesi için çalışır, gayret eder. Arkadaş mı edinecek? Anne ve babasının hoşlarına gidecek kimselerle arkadaş olur. Yirmi yaşına kadar o tehlikeli devreyi geçirinceye kadar çok takip ederler, baskıyla değil, çocuğu hiç sıkmadan, teşvik mahiyetinde ara sıra çocuğun hoşuna giden şeyleri hediye alarak sevindirirler. Çocuğun kalbini kırmadan, günlünü hoş tutarak eğitmeye çalışırlar. Bazen dindar arkadaşlarla gezi ve piknik gibi futbol oynama ve eğlenme programları tertip etmek sureti ile oğlunun zamanını değerlendirmeye çalışırlar. Bu anne babanın evladı, bundan sonra kötü arkadaşlara aldanma tehlikesini atlatmıştır.

İşte yirmi yaşına kadar, sağlam takip altında geçen bu çocuğun hayatı sabitleşerek, bundan sonra ahlaksız olmaya fırsat bulamaz. Âilesinden kafasına alıp kalbine damlayan sağlam imandan gelen bu güzel ahlakla bu kardeş, olgun bir adam gibi  ibadetlerini yapar. Bundan sonra başkasının ikaz ve ihtarına hiç ihtiyaç duymadan namazlarını kılar. Diğer ibadetlerini de yapmaya çalışırken, günahlı hallerden sakınmağa  çok dikkatli olur.

Bu anne baba  evlatlarına da kendi teri ile rızkını çıkarması için ya bir okul bitirmeye, veya bir meslek sahibi yapmaya gayret ederler. Bu veliler yavrularına karşı bu görevi noksansız yerine getirmek için, daha önceden tedbirli olurlar.  Nihayet bunların bu erkek evladı evlenme yaşına gelince, din ile dünyaya ait eğitim ve terbiyesini sağlam aldığı için, tecrübelerinden istifade etmek için, anne babası ile meşveret eder ve onların reyini aldıktan sonra mutlu bir yuva kurmaya karar verir.

Bu titizlikle kurulan bir âile yuvasından, hem gelin hanım memnun olur, hem de hanımın anne ve babası, damattan  memnun olurlar. Hem de oğlanın ailesi, oğlan ve gelinden memnun kalır. Yukarıdaki tarifimizden İslam kültürünü sağlam alan  anne ile baba, oğlanı yetiştirmeye bu kadar hassas davrandıklarını görünce, elbette siz de anlayacaksınız ki, kız evlatlarına karşı  çok daha hassas davranmaları icap edecektir. Çünkü hanım kızlarda, iffet, şeref, haysiyet ve namus meselesi söz konusudur. Âileye Allah tarafında hediye edilen o kız evlatlarını çok hassas yetiştirecekler. Onu din ile dünya bilgilerini bilen bir hanım kız yetiştirmek sureti ile, dindar bir efendi ile evlenmeye denk olması için çok gayret ederler. Böylece bu anne baba, kızın dünya hayatında mes’ud olması için bu kadar gayret ettikten sonra Allah’ın izni ile bu kız yolunu şaşırmaz. İşte, bu hanım kız ahirette cennetteki huri kızlarından daha güzel, ve o ebedi hayatta daha mesut ve bahtiyar olma ümidi ile yaşar. Bu hanım kıza bu şansı, şuurlu anne babanın şerefli bir kız evladına sahip olma gayreti Allah tarafından verilmiştir.

Böyle terbiye alan bu evlatlar, (ister kız ister erkek olsun)  günahlardan kaçma ve namaz kılma gibi Allaha karşı mühim vazifeleri, başka arkadaşlarına da örnek olurlar. Onlarda namaz ve diğer ibadetlerin ehemmiyetini bunlardan öğrenirler. Bu örnek kız gibi sağlam imanlı birer Müslüman olmaları için onlarda gayret göstererek, onlara da sevap kazandırırlar. Çünkü o örnek hanım kız aldığı kültürden öyle ikna olmuştur  ki, ibadetsiz yaşayan adam öbür alemde, iki büyük zararla karşı karşıya kalacaktır. Bundan ötürü bu evlat, ibadeti ifa etme ehemmiyeti üzere çok hassas davranır.

O zararlardan bir tanesi cennet gibi tadı ve lezzeti görülmemiş ve sonsuz bir mutluluk elinden gider. Diğer zarar ise, insanın o nazik vücudunu cehennem gibi acı bir azapta yakma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktır. Zararlara uğrama sebebi de insanın o isyan ve ibadetsiz hayatından başka değildir.

Allah bize evlatlarımızı cehenneme birer  odun parçası yapmaktan muhafaza buyursun Amin!…

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Nefis Muhasebesi Yapma Gayretinde Olanlar

vicdan.nefisNefsini hesaba çekme kararına varan kimse, ilk önce kendini tanıması için araştırmaya başlarken kendine: Ben kimim. Nereden geldim.  Beni buraya  kim gönderdi, burada benim asil görevim ne, en son nereye gideceğim, sorularını sorar sonra da: Madem en basit şey kendi kendine olmuyor ve en uzak memleketteki insan buradaki insana benziyor. Yalınız insan değil bütün mahluklar. Buğdayından, elmasından, muzundan tut ta; kedisinden ineğine kadar, her şey biri diğerine benziyor. İklim farkından tam aynisi olmasa bile, kesin olarak, elma armuda değil, Amerika’daki elma buradaki elmaya benziyor. Madem öyledir onların ustası birdir. Onların yaratıcısı başkası değil, ancak bilen, gören, işiten ve her şeyi hikmetle yaratma gücüne sahip olan Şanı yüce Allah’tır. Ondan sonra insan kendine demeli: Ben kendimi O’na sevdirmeliyim, O’nu sevmeliyim, O’nu darıltmamalıyım der.

Sevdiği kimselerden ayrılırken:        “Allah’a emanet ol.” “Allah korusun.” “ En büyük Allah’tır.” “Allah’a dayan.” “Allah her şeye kafidir.” en sıkıntılı zamanlarda bile içten çıkan ses: “Allah’ım beni kurtar.” kelimeleri boş değil. Madem öyledir, ben yapıp ne yapıp ona itaat etmeliyim. Bunu başarmak için kendimi ikna etmeliyim!  Bizim cinsimizden en iyisini seçerek, Onu Peygamber a.s.m yaparak onunla bizim faydamız için gönderdiği  o yüce Kanunu, Kur’an-ı Kerimi hayatıma kanun kabul ederek, onu baş tacı yapmalıyım. O’na itaatte hata etmemeye çalışmalıyım kendine diyerek inancını pekiştirir.

Peygamberimiz (a.s.m.) vasıtasıyla bize gelen Kur’an-ı Kerim 1400 kûsur sene, hiç bir harf ve nüktesi silinip değişmeden günümüze kadar gelebilmesi, gösteriyor ki Kur’anı Kerim Allah kelamıdır. Onu getiren Peygamberimiz  (a.s.m.) da Allahın Resülüdür. Hatta O kudsi kitabın hakkaniyetini düşmanlar da kabul etmeleri, Peygamberimize (a.s.m.) Muhammedül emin diyebilmeleri de, Kur’an-ı Kerim ve Aleyhissatu vesselam hakkaniyetlerine imza basan sağlam bir mühür ve inkăr edilmez bir delildir.

İnsan imanın dört esasını sağlam elde ettikten sonra, Kadere ve Hayır ile şerri yalınız Allah (c.c.) yaratabileceğine inandıktan sonra, imanını tamamlamış olur. Hayır ile şerri Allah yaratır ama insan için isteme manasında olan,  cüz’i iradesini kullanması insan için bir borçtur. İnsan o vazifeyi yaptıktan sonra, eğer arzu ettiği şekilde işi rast gelmezse Kederim böyle imiş der rahat eder. Çünkü Ayeti kerimede Allah:  “Ma esbeke min haseneti fe minalla, ve ma esabeke min seyyieti femin nefsik” buyuruyor. Yani: (eğer size hangi iyilik isabet etti ise o Allah’tandır, eğe şerden herhangi bir şey isabet etti ise o  kendi nefsinizdendir.)  Böylece insan ne yapayım benim kaderim kumarcılıkmış diyemez. Evet biz İmanın altı esasına noksansız inanmak için nefsimizi kontrol edip disiplinli yaşama gayretiyle yaşamaya kendimizi zorlayalım.

Abdülkadir Haktanır

Evde kriz yönetimi: “Çocuğunuzu konuşarak ikna edin!”

Çocuklarla ve çocuklarımla hiçbir zaman kavga etmem, sert tartışmalara girmem. Hayatı onlardan daha uzun süre yaşadım, daha fazla tecrübeye sahibim. Onlardan daha çok okudum, daha çok bilgi sahibiyim. Haklı olduğum konularda onları ikna edebileceğimi biliyorum. Genellikle çocuklardan kendimizi için bir şey istemiyoruz, onların geleceği için yeteneklerini geliştirmelerini ve iyi şeyler yapmalarını diliyoruz.

Onların yapmasını istediğimiz şeyler, onlar için iyi olduğunu düşündüğümüz şeyler.

Öyle olunca haklı olduğumuz bir konuda neden çocuklarımızı ikna etme yolunu seçmeyelim?

Çocuklara değer vermek, onların mantığını ve duygularını önemsemek eğitimde çok önemli.

Prof. Jurgen Habermas, çocuklarınızın mantığına hitap edin ve konuşarak onları ikna edin, der.

Sevgili Peygamberimiz (sav), eğitim hayatı boyunca ikna metodunu kullanmış. Hem onun öğrencilerinin büyük bir kısmı, eğitim çağını geçmiş kişilerdi. Onları ikna etti ve İslam davasını onlara kabul ettirdi.

Ebû Rafi (ra) başkasına ait hurma ağacını taşlıyordu. Peygamberimiz (sav), yanına yaklaştı. Neden hurma ağacını taşladığını sordu.

Karnım aç.

Peygamberimiz(sav) çocuğu azarlama, cezalandırma, tehdit yolunu seçmedi. Onun durumunu anladıktan sonra yol gösterici şu sözleri söyledi:

Evladım yere düşen hurmaları ye.

Sonra da onu dua etti:

Allah’ım bu çocuğu karnını doyur.”

Ebû Rafi, bir daha hiç açlık hissetmediğini anlatır.

Çocuklar yanlış bir şey yapabilir. Neticede çocuk. Büyüklere düşen onlara yol göstermek ve onları tatlı bir dille uyarmak, yaptıklarının niçin yanlış olduğunu açıklamak ve en önemlisi ne yapmaları gerektiğini anlatmak. Çocukları azarlama, dövme ve cezalandırma yoluna gitmemeliyiz.

Çocuk, duygularını yönetemediği için veya bilmediği için yanlış yapabilir. Böyle durumlarda sabırla hareket etmeli, çocuğa bilmediğini öğretmeli, tatlı bir dille nasıl davranması gerektiğini anlatmalıyız.

Çocukların makul isteklerini yerine getirmeliyiz. Haram olmayan ve yapabileceğimiz isteklerini yerine getirmek bize mutluluk vermeli.

Peygamber Efendimiz (sav), bir gün Osman bin Mazun’a(ra) gitmişti. Osman’ın yanında bir çocuk vardı ve onu öpüyordu. Peygamberimiz ona, çocuk senin mi, diye sordu. O da evet, dedi.

-Onu seviyor musun ey Osman?

-Vallahi evet, ya Resulellah, onu seviyorum.

-Ona olan sevgini artırayım mı?

-Evet, anam-babam sana feda olsun!

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:

Kim kendi neslinden küçük bir çocuğu razı ve memnun ederse Allah da kıyamet günü onu memnun ve razı eder. (Peygamber Efendimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, s.371)

Geçen hafta hikâyesini anlattığım Ali Bey kahvaltı sırasında kızı Şeyma ile ilgili bir problemi dile getirdi ve şöyle dedi:

-Araba derdi var. Onun için hafta sonu çalışıyor. İlla da araba almak istiyor. İkide bir benim arabayı istiyor. İstekleri hiç bitmiyor.

Gülümsedim. Elimi dizine koydum.

-İyi, dedim. Çocuklarımızın bizden istekleri olması iyi. Bize işleri düşüyor demektir. Ağalık vermekle efelik vurmakla olur. Bu yaştan sonra efelik yapamayız. Ağalığı kimseye kaptırmamalıyız.

Gülüştük.

Kararlı bir sesle devam ettim:

-Çocuğumuzun bizden bir şey istemesi iyidir. O bizden bir şey ister. Yapabileceğimiz bir şeyse memnuniyetle yaparız. Onların mutlu olmalarını isteriz. Onların isteğini yerine getirirken biz de onlardan neleri istediğimizi söyleriz. Böylece karşılıklı taleplerimiz olur. Çocuğumuzun bize ihtiyacı olmazsa bize bağımlılığı kalmaz.

-Farklı bir bakış açısı, dedi Ali Bey.

Çocuğumuzu ve eşimizi eleştirmemeliyiz. Onları değiştirmek istiyorsak meziyetlerini bulmalı ve takdir etmeliyiz. Biz onların gözünde değerli isek bizim takdirlerimiz onları çok mutlu eder. Bizden takdir duymak için çaba sarf ederler. Böylece biz onları beğendikçe onlar bizim beğeneceğimiz şeyleri artırır. Eleştiri sevginin zehiridir. Aile fertleri arasındaki muhabbeti yok eder.

-Araba konusunda ne diyorsunuz? Bir arabası olsun mu?

-Önemli olan dersler ve 10 yıl sonra ulaşmak istediği hedef. Hedefe varmak için takip edeceği yol haritası çok mühim.

Şeyma’ya döndüm:

-Araban olsa derslerdeki başarın artar mı?

Kızcağız, hiç düşünmeden:

-Artar, deyiverdi.

-Nasıl artar?

İzah etmekte zorluk çekti ama mutlaka bir araba almak istediği belliydi. Arkadaşlarının arabası olmalıydı. O da arkadaşları arasındaki statüsünü korumak için bir araba almak istiyordu. Cumartesi-pazar günleri bir markette iş bulmuş, çalışıyordu.

-Bu konuda karar senin. Babanla anlaşmalısın. Senin yerinde olsam derslerime öncelik verir, sınıfın en iyisi olmak için çaba harcarım. Araba almayı okul bitimine ertelerdim. Arabanın birçok masrafı olur. Benzin parası, muayene ücretleri, trafik sigortası, kasko… Ayrıca araba bakım ister. Bunlar derslerindeki başarını olumsuz yönde etkileyebilir.

-Etkilemez.

-Tahmin ederim, modeli eski bir araba alacaksın.

Başıyla onayladı:

-Ben olsam parayı biriktirir okul bitiminde daha yeni bir araba alırdım. Hem masrafı az olur hem de az problem çıkarır ama bu konu benim için öncelikli bir konu değil. Siz karar verin.

Ali Bey’e döndüm. Elimi dizine vurdum:

-Aziz dostum, çocukların istekleri yapabileceğimiz şeylerse bundan mutluluk duyarak yapmalıyız. Haram ve günah olmayan isteklerine karşı çıkmamalıyız. Arabaya binmek günah değil. Günah olmayan konularda yasakçı olmayı tavsiye etmem. Çocuk çok ısrar ediyorsa alsın, senin için önemli olan şey ne ise onu iste. Arabayı alsın ama dini sohbetleri kaçırmasın ve sınıf birincisi olmak için yarışsın.

Netice:

1. Geleceğimiz olan çocuklarımıza doğru bir yol haritası çizmeliyiz.

2. Onların duygusal kararlar alabileceğini hesaba katmalı ve duygularını önemsemeliyiz.

3. Haram ve günah olmayan isteklerine karşı çıkmamalıyız.

4. Onlar bizden kendileri için bir şey isterken biz de onlardan yeteneklerini geliştirmeleri için daha düzenli çalışmalarını istemeliyiz. 5. Asıl gelecek olan ahrete hazırlanmalarını, namaz, oruç, doğruluk, dürüstlük, ilim öğrenmek, çalışkan olmak gibi erdemleri kazanmalarını tavsiye etmeliyiz.

Beyin Vitamini: Çocuklarımızın duygularını önemsemeli, tartışmalı konularda onları ikna yolunu seçmeliyiz. Olgunluk zaman ister, eğitim zaman alır, sabırlı olmayı gerektirir. Dr. Halit Ertuğrul’un Herkesin Öğretmeni Hz. Muhammed (sav), bendenizin En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed(sav) isimli Nesil yayınları arasında çıkan kitapları tavsiye ederim. İletişim: 444 24 14; www.kitapyurdu.com

Ali Erkan Kavaklı / moralhaber.net