Etiket arşivi: teşekkür

Allah’ın İnayeti Şükürle Devam Eder

Bu yazıda iki hususun altını çizmek istiyoruz. Bunlardan biri memleketimizi boydan boya kucaklayan Allah’ın sonsuz rahmet ve inayeti; diğeri ise, milletimizin iman şuurundan kaynaklanan feraset ve şecaati..

Bilindiği üzere, milletimizin her iki dünyasının tamiriyle samimi olarak meşgul olan Cumhurbaşkanı ve diğer yöneticileriyle İslam âleminin teveccühünü kazanan ülkemiz, uzun süredir devam eden PKK, PYD, DAEŞ terörü yanında bir de dindarlık kisvesine bürünmüş, akademik unvanlara sarınmış, asker kılığına girmiş, suret-i haktan görünüp haçlı zihniyetin sinsi planlarının maşası olmuş Gülencilerin oluşturduğu ikiyüzlü bir (FETÖ) terör örgütü kumpaslarına ve darbelerine maruz kalmıştır. Bu konu milletimizce çok iyi bilindiği için fazla söz söylemeye gerek olmadığını düşünüyoruz. Bir Arap şairinin dediği gibi,

Eğer gündüz de bir delile ihtiyaç duyarsa / Artık zihinlerde hiçbir değer ölçüsü yok demektir.

Evet, Türkiye’yi bölüp parçalamak ve küçük lokmalar haline getirip kolayca yutmak isteyen dış güçlerin maşası olan “Fetö” terör örgütünün 15 Temmuzda kalkıştığı darbenin hezimete uğratılmasının arkasında Allah’ın inayeti olduğunda şüphe yoktur;

َمَنْ لَا يَشْكُرِ النَّاسَ لَا يَشْكُرُ الله

İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez” (Tirmizî, Birr 35, 1955); Ebu Dâvud, Edeb 12) hadis-i şerifinin verdiği ders uyarınca, elbette o gecenin kahramanlarına şükranlarımızı sunmanın bir borç olduğunu unutmuyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızı, değerli başbakanımızı, saygıdeğer meclisimizi ve özellikle kahraman halkımızı asla unutmayacağız.

مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ، فَهُوَ شَهِيدٌ

Malını savunurken öldürülen kimse şehittir” (Buhari, Mezalim, 33; Müslim, İman, 326) manasındaki hadis-i şerifin hükmü uyarınca, bu vatanın ahalisi olarak yurdunu savunurken öldürülenlerin şehitlik payelerini kutluyoruz.

Allah’ın, şehitlerimizi sonsuz rahmetiyle kucaklamasını, gazilerimize de acil şifalar lütfetmesini dileriz. O gece, Çanakkale’deki iman coşkusunu, mümin şuurunun yankılarını ve kahramanlık öykülerini müşahede ederken hissettiğimiz hayranlık duygusunun boyutunu sözlerle ifade etmenin imkânsız olduğunu da belirtmek isteriz.

Bütün bu insani cenahta sergilenen bu fevkalade kahramanlıkları seslendirirken; herşeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitabın sayfaları gibi kolayca çeviren, dünya ve âhireti iki oda gibi bunu kapatıp, onu açabilen bir Kadîr-i Zülcelal olan Rabbimizin himayesini yansıtan o karşı konulmaz rabbani kudretini, bütün yurdumuzu kucaklayan o rahmani imdat ve inayetini de asla unutmamak gerekir.

Yazımızın başlığından da anlaşıldığı gibi, şükür ile Allah’ın nimetleri arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. Şükrün artması inayet gibi nimetlerin de artmasına, şükrün zıddı olan nankörlük ise nimetin kesilmesine ve sıkıntıların çökmesine sebep olur.

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

Hani Rabbiniz size şunu da bildirmişti: Şükrederseniz size daha çok veririm. Nankörlük ederseniz, o zaman da azabım çok çetindir” (İbrahim, 14/7) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir. En büyük şükür, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmektir.

Bu konuda “İlgililerin, insanları derdest etmek için yarışmamaları, suçsuz olanları mümkün olduğunca suçlulardan ayırmaları, adaletle hareket etmelerine” dair Sayın Cumhurbaşkanının ve Başbakanın talimatlarını biliyoruz.

Keza, bu konuyla ilgili kaleme alınan değişik yazılardan da haberimiz vardır.. Bununla beraber, Meşru iktidarı devirmek, birçok masumun mal ve can güvenliğini ortadan kaldırmak, yüzlerce masum insanın kanına girmek, hadsiz hesapsız zulümler icra etmek üzere 15 Temmuz darbe teşebbüsüne katılan veya katılanlara destek verenlerin hukuk önünde hak ettikleri cezayı görmelerini sağlamak, millet ve memleketin hak ve hukukunu korumakla yükümlü olan devletin öncelikli görevi olduğunu da biliyoruz. Ancak, ceza verirken, hâkimlerimizin yanlış yapmamaya, masumları yakmamaya azami gayret göstermeleri de gerekiyor. Zaten devletin başındaki reislerimiz bunu defalarca seslendirmiş ve gereken uyarıları yapmışlardır. Bununla beraber,

وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ

Resulüm! (insanlara gerçekleri) hatırlatmaya devam et. Şüphesiz hatırlatmak müminlere fayda sağlar” (Zariyat, 51/55) mealindeki ayette yer alan ilahi emir gereğince bunu –tekrar da olsa- yazmakta fayda olacağını düşünüyoruz. Her yönüyle çok iyi bilinen bu konunun detaylarına girmeden, bazı ayet ve hadislerin ilgili uyarılarını hatırlatmakla yetineceğiniz.

1..Suç ve cezanın şahsiliği esastır:

İslam hukukunda yaklaşık 1500 yıldan beri var olan bu prensip, nihayet modern hukuk sistemlerinde de yerini almıştır. Artık çağdaş ceza hukukunda da en önemli ilkelerinden biri suç ve cezanın şahsiliği ilkesidir. Bu kural gereğince, kişi ancak kendisinin işlediği fiiller nedeniyle sorumlu tutulabilir, başkasının işlediği fillere iştirak etmedikçe sorumlu tutulamaz.

Peygamberimiz veda hutbesinde bu konuyu şöyle ifade etmiştir: “Ey İnsanlar! Sizi uyarıyorum, herkes yal­nızca kendi işlediği suçtan sorumludur. Suçlu evlattan dolayı baba sorumlu tutula­maz, suçlu babadan dolayı evlat da sorum­lu tutulamaz” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an,10)

Kur’an-ı Kerim’de meal olarak;

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى

Hiçbir suçlu, başkasının suçunun yükünü yüklenmez” (Enam, 6/164; Fatır, 35/18) ifadesiyle ortaya konulan bu prensip yüksek bir adalet ölçüsüdür. Adalet ölçüsü ise, fiili şükrün bir mikyasıdır. Fiili şükür ise ilahi inayetin bir miyarıdır. İlahi inayet ise, kurtuluşun anahtarıdır.

Bu konun izahını –özetle-Bediüzzaman hazretlerinden dinleyebiliriz:

”  وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى  ”

Yani; “Birisinin hatâsıyla, başkası veya akrabası suçlu sayılmaz, cezaya müstehak olmaz” manasındaki ilahî düstura rağmen, bu zamanda,   اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ 
(“Şüphesiz o/İnsan, çok zalim ve çok cahildir- Ahzab, 33/72) mealindeki ayette işaret edildiği üzere, fertler ve kurumlar olarak karşı tarafaşedit bir zulüm ile mukabele eder; tarafgirlik hissiyle, bir caninin hatasıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder, elinden gelse zulmeder; elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla, bir köye bomba atar. Hâlbuki bir masumun hakkı, yüz cani için de feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç cani için zararlara sokar. Hâlbuki hatalı bir adama müteallik, bîçare ihtiyar valide ve pederi ve masum çoluk-çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirlikle adavet etmek, şefkatin esasına zıttır.”(Emirdağ Lahikası-I, 39).

2.İntikam duygusu adaleti zedeler:

وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

( Ey iman edenler…) Sizi Mescid-i Haramın ziyaretinden alıkoydukları için bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. İyilik ve takvada yardımlaşın; günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası pek çetindir.” (Maide, 5/2) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

3.Zann gerçeğin görülmesini engeller:

Kuvvetli bir suç karinesi olmadan masumiyet karinesi esastır. “Yakin/kesin bilgi şüphe ile ortadan kalkmaz” prensibi, İslam hukukunda önemli bir düsturdur. Bunun anlamı şudur: kuvvetli bir suç delili olmadan herkes masum kabul edilir. Çünkü insanda asıl olan masumiyettir ve delile de muhtaç değildir. Suçlu olmak ise, arızidir ve ancak bir delille ispat edilebilir.

وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلاَّ ظَنّاً إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئاً إِنَّ اللّهَ عَلَيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

 “Onların çoğu sadece zanna uyarlar. Hâlbuki zan asla gerçeğin yerini tutamaz. Allah onların bütün yaptıklarını hakkıyla bilir” (Yunus, 10/36) mealindeki ayette bu hakikate işaret edilmiş ve konuyla ilgili güçlü bir uyarı yapılmıştır.

4. Yanlışlıkla affetmek, yanlışlıkla ceza vermekten iyidir:

İslam ceza hukukunda şu iki prensip her konuda geçerlidir:

Birincisi: Suçun sübutunda var olan şüphe sanığın lehine yorumlanır.

İkincisi: Yanlışlıkla affetmek, yanlışlıkla ceza vermekten daha iyidir.

Bu iki prensibin kaynağı şu hadis-i şeriftir:

ادْرَءُوا الحُدودَ عن المسلمين ما استطعتم، فإن كان له مخرج، فخلوا سبيله فإن الإمام أن يخطئ في العفو، خير من أن يخطئ في العقوبة

Hadleri/cezaları imkân bulduğunuz nispette şüphelerle kaldırın; bir çıkış yolunu bulduğunuzda sanığın lehine karar verin. Çünkü İmamın (hâkimin-yetkili kimsenin) hata ile bir suçluyu affetmesi, yanlışlıkla bir masuma ceza vermesinden daha iyidir” (Tirmizi, Hudud,2). Şüphelerle cezaların kaldırılmasını ön gören daha birçok –merfu ve mevkuf- hadis rivayetleri vardır.(bk. Tuhfetu’l-Ahvezi, 4/572-574)

Medeni kanunda bu prensip: “Suçun sübutuyla ilgili her şüphe sanığın lehine yorumlanır” şeklinde ifade edilmiştir.

5. Başkasını hesaba çekerken, bizim de hesaba çekileceğimizi unutmayalım:

Hz. Ömer’in “Hesaba çekilmezden evvel, kendinizi hesaba çekin” (Gazali, İhya, 4/396) manasındaki meşhur tavsiyesini zihnimizden çıkarmayalım.

Karar merciinde olan kimselerin şu hadis-i şerifi bir levha halinde işyerlerine asmaları, hiç olmazsa kalbin “unutmaz” köşesine yazmaları, hem dünya hem ahiret hayatı bakımından son derece faydalı olacaktır:

القضاة ثلاثة: اثنان في النار وواحد في الجنة، رجل عرف الحق فقضى به فهو في الجنة، ورجل عرف الحق فلم يقض به وجار في الحكم فهو في النار، ورجل لم يعرف الحق فقضى للناس على جهل فهو في النار

Kadılar(karar merciinde olan kimseler) üç kısımdır. Bunlardan bir gurup cennete, iki grup ise cehenneme gider. Cennete gidenler: Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kimselerdir. Cehenneme gidenler ise iki kısımdır: Birincisi, hakkı bildiği halde, haksız karara imza atanlardır. İkincisi ise, hakkı/doğruyu bilmediği halde, hüküm veren cahillerdir (bk. Ebu Davud, Akdıye,2; Tirmizi, Ahkâm,1; İbn Mace, Ahkâm, 3)

Not: Bu hadisteki “cahiller” den maksat, konuya hâkim olmayan, ehliyetsiz kimselerle, genel olarak ehliyetli olmakla beraber, gereken araştırmayı yapmadığından yanlış hüküm veren kimselerdir. Yoksa gereken bütün şartlara haiz olan ve gerekli çalışmayı yapmakla beraber, bir içtihat hatası yapan kimse buna dâhil değildir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bari 13/319).

6. İdareciler de ikaza muhtaçtır:

Hz. Ebu Bekir halife seçildiği zaman, halka yaptığı konuşmasında bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Ey insanlar, sizin en iyiniz olmadığım halde, başınıza idareci seçildim. Vazifemi İslam’a uygun şekilde yaparsam, bana itaat edin. Doğru yoldan saparsam beni ikaz edin.”

Hz. Ömer de halifeliği sırasında bir gün Muhammed b. Mesleme’ye: “Beni nasıl görüyorsun?” diye sormuştu. O da: “Seni arzu ettiğim gibi görüyorum. Eğer sen eğri yola meyil edersen, mızrağın ucu mengenede doğrultulduğu gibi seni doğrulturuz” cevabını vermişti. Hz. Ömer bundan son derece memnun kalmış ve “Haktan ayrılıp eğrilik gösterdiğim takdirde beni doğrultan insanların bulunduğu bir toplumda yaşatan Allah’a hamdolsun” demişti. (bk. Zehebi, Siyeru’Alemin-Nubela, 4/34).

Allah’ım! Bize hakkı hak olarak göster ve ona uymaya muvaffak eyle;

Bâtılı da bâtıl olarak göster ve ondan uzak kalmayı bize nasip eyle! ÂMİN!

Niyazi Beki (Doç. Dr.) – Nurdan Haber

Bu Sırrı Kim Çözebilir?

Bazen öyle anlar olur ki, o ânı yıllara değişmez insan. Küçücük bir şey, bir ses belki de hayatımızı yeniler, tazeler. Martı sesinden denize yaklaştığınızı anlarsınız ya, işte öyle bir şey. Olağanüstü bir ânın içine doğru çekildiğinizi hissedersiniz o zaman. Hayal değil gerçektir hepsi. Ama susarsınız, çünkü yaşadıklarınızı anlatmaya kelimeler yetmez. Gerçekten yaşamak için, gafletten uyanmak gerekir. Bu imkânı bulan ve yakalayan; değişir, olgunlaşır. Yeniden doğuşun sırrına ulaşır. Sararmış otların baharı beklediği gibi, Rahman’ın rahmetini bekleyenlere cevap gelmekte gecikmez. Ve insan; “zamanı gelince” diye bir şey yoktur, bunu bir daha yakînen anlar. Ne yapacaksa şimdi, şu an yapmalıdır. Gecikmek, elleri kirli devanasıdır. Dünyamızı ve diyarımızı terk etmelidir.
Balığın suya, kuşun maviye, gözün ışığa acıktığı gibi kalbimiz de sevgiye acıkır. Kalpler, sahibini özler. Kalpler ki, ancak Onu (cc) anmakla tatmin olurlar. Hayatın gerçek tadını, Onu anmakta bulurlar. Sonra bir soru takılır aklına, saniyeler su gibi akıp gider o sorunun cevabının peşinden. Bir fecir vakti, odanızın penceresinden kâinatın uyanışını seyredersiniz, neşeyle ve coşkuyla. Birazdan koca bir şehir uyanacak, insanlar gerine gerine yataklarından kalkacak. Siz ise, günü erkenden karşılamanın sevinç ve huzurunu tâ içinizde duyacaksınız. Bir sabah vakti… Çocukça sorular soracaksınız belki; “Güneş şimdi acaba nerede? Hangi şevkle, hangi ümitle doğacak bugün? Ne bekliyor acaba, hizmetine karşılık bizden? Altın ışıklarını birazdan üzerimize doğru serperken, duayla mı karşılanmak ister?”
Yıldızlar ise, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri olan yıldızlar. Uzak, çok uzaktaki yıldızlar; “Ne yer, ne içerler, ışıkları nereden gelir, nasıl gezerler. Sema denizinin bu nuranî balıkları, hiç acıkmazlar mı?” Hayaliniz birden denizlere de dalıp gidebilir o an. Belki de, “balıklar rüya görürler mi acaba?” diye düşünürsünüz. Bir ses; “Balıklar rüya görmezler, denizler o kadar güzeldir ki…” der. Ve siz binlerce sorunun arasında dalıp gitmişken, güzel sesli bir müezzinin okuduğu Sâbâ makamındaki ezan-ı Muhammedî (asm) sizi sarsar, daldığınız tefekkürden uyandırır.
Hayret, ellerinizi dayadığınız mermerin soğukluğunu bile hissetmemişsiniz onca zaman.. Serin seher rüzgârının yüzünüzü okşayışını da fark etmemişsiniz.. Ve daveti alır almaz seccadenize doğru yürürken; dudaklarınız bir ezan duası ve ardından Necip Fazıl Kısakürek’in şu mısraları dökülür: “Beni kimsecikler okşamaz madem; Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!”
allahu ekberVe işte insan bu sırrın peşine düştü mü o sabahlarda, içinin yıkandığını görür o masmavi sularda. Haydi der bir ses, haydi, kaldır ellerini; hasretle, muhabbetle ve bin iştiyakla “Allahu Ekber.” Selâm verip namazı bitirdiğinizde yine tefekküre dalıp, başınızı secdeden kaldırmadan duaya sarılırsınız;
“Sen ki, nimetlerini ücretle vermeyen, parayla satmayansın. Lütuf ve ihsanını başa kakmayan, akılları bulandırmayan, kalpleri usandırmayansın. Bu kadar muhtacın, bu kadar çok isteği, Senin sonsuz hazinenden hiçbir şey eksiltmez. Sen öyle Gani, öyle cömertsin. Ey dua edenlerin duası kendisini asla usandırmayan Allahım, Senin lütuf ve kerem elin, herkesin elinin üzerindedir. Allahım duamı cevapsız bırakma. Hz Muhammed (asm) ve mübarek nesline salât eyle. Dualarımı kabul ederek elimden tut. Şüphesiz Sen, rahmeti geniş, keremi bol olansın. Rahman’sın. Subhane Rabbiyel A’lâsın.”
Secdede sarsıldığını hissedeceksin derinden, belki de bunu dualarının kabulüne bir işaret bileceksin. Düşünmek, fikretmek, eskilerin tabiriyle ‘tefekkür’ etmenin değerini bir kez daha anlayacaksın bu sabah. İnsanın düşünmek için, ibretle seyretmek için yaratıldığına o kadar çok delil var ki… Saymakla bitmez. O güzel düşüncenin sonu nice bin hayır ile çoğala çoğala büyüyecek. Ellerin nur dolacak, yüzün gözün ışıl ışıl pür nur olacak. Güneşi içinde hissedeceksin o sabah. Şeytan, Rabbinle arana girip parazit yapadursun yılma, yoluna devam et. Senin, Allah (cc) ile olan bağlantını hiçbir şey kesemez ve kesemeyecektir. “Düşündün de ne değişti, daha kaç yıl düşüneceksin ve ne değişecek bu dünyada?” deyip, seni o kudsî görevinden ayartmaya çalışacak. “Şunu yap, buna böyle bak” diye elinizdeki o büyük iman nimetini kıskanıp, kapmaya uğraşacak. Sakın ola ki, o kıymetli sermayeni eritmeyesin, yedirmeyesin, kaptırıp çaldırmayasın o kıskanç hırsıza.
Şu cümleyi yüzsüz yüzüne çarpıp, ne kazandığınızı gösterin ve kendisinin de neleri kaybettiğini: “Tefekkür teşekkürdür” deyin. Hamdinizi, şükrünüzü tazeleyin Rabbinize. Sizi bu ulvi ibadetten alıkoyup, uzaklaştırmaya çalışan o sinsi ve hilebaz düşmanın hevesini kursağında bırakın. “Euzu billahi mineş-şeytanir-racim” söyleyin. Öyle yağma yok… Allah için uyanan bir kalp. Onun eserini hayran hayran seyreden bir ruh. Kolay pes etmez.
Ve sonra imdadınıza Bediüzzaman Hazretlerinin 23. Söz’ünden bir bahis yetişsin, yoldaşınız olsun. Kulağınız o ifâdelerin manalarına hayran kalıp doyamayacak, tekrar tekrar okumak isteyecektir: “Sonra görür ki: Bir Rabb-ı Rahim, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da O’na hasr-ı muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini O’na sevdirir. Sonra görüyor ki: Bir Mün’im-i Kerîm, maddî ve manevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da ona mukabil; fiiliyle, haliyle, kaliyle, hattâ elinden gelse bütün hasseleri ile, cihâzâtı ile şükür ve hamd ü sena eder. Sonra görüyor ki: Bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudatın âyinelerinde kibriyâ ve kemâlini ve celâl ve cemâlini izhar edip nazar-ı dikkati celbediyor. O da ona mukabil: “Allahü Ekber, Sübhânallah” deyip, mahviyyet içinde hayret ve muhabbet ile secde eder.”
Evet ne varsa sabahlarda var. Bu sırrı sabahlar çözebilir ancak… Merak etme, ne kadar karanlıkla doluysan o kadar da ışığın, yıldızın var demektir. O ışıkla tanırsın kâinatı ve onun Rabbini… Ne kadar renkle doluysan ve de ışıkla; işte gerçek dünyan o kadardır. Pırıl pırıldır, apaydınlıktır. İman hem nurdur ve hem de yüce bir kuvvettir anlarsın. Bir bakışta, bir nakışta fikrinin mekiği çalışır durur, gider gelir. O an, o saniye kendi hayat halının en önemli nakşını dokuyup durursun. Hayat halının üzerinde en anlamlı izleri ve işaretleri bırakırsın. Hem de düğüm düğüm süzülen gözyaşlarının eşliğinde. Bir sabah vakti…
Hayatı yaşamayan ölümü de bilmez. Rabbim, beni sabahları güneşleri içmeğe, içime çekmeye çağır, sadece görmeye değil. Beni gözleri olup da göremeyenlerden, kulakları olup da duyamayanlardan, ve kalpleri, akılları olduğu halde Sana inanmayıp, Seni bulamayıp savrulup gidenlerden eyleme. Değirmeni su döndürür, insanı da dili döndürür. Dilimi hayra yönelt, adımımı Sana yönelt. Yanlışa, gıybete, boş sözlere değil Rabbim. Gönül, cenneti ve cemalini görmeyi çok ister ama günah komaz, şeytan peşimi bırakmaz. Ne olur beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsime ve şeytana bırakma Rabbim.
Sevgili Allahım, ben küçüküm ama Senin rahmetin büyük. Kapında dileniyorum, istiyorum ama istemeyi de bilemiyorum bağışla, tüm günahlarımızı affeyle. Duamın içine bir küçük kıssayı da katmak istiyorum:
Annesiyle beraber bir bakkaldan alışveriş yapan küçük çocuğa dükkân sahibi şeker kutusunu açıp, “istediğin kadar al yavrum” der. Çocuk el uzatıp almaz, çekingen davranır. Bakkal, bir avuç şekeri kendi uzatır, verir. Dışarı çıktıklarında annesi; “Yavrum, bakkal amca al dediğinde niye almadın?” der. Çocuk: “Anneciğim, benim ellerim ufak, bakkal amcanınkiler daha büyüktü. Onun vermesini bekledim,” der.
İşte biz de bu çocuk gibiyiz Allahım. Sen bizim küçücük ellerimizle istemelerimize, o sonsuz büyük kerem elinle ve o sonsuz büyük rahmet elinle ver. Senin hazinen hiç bitmez… Küçük büyük verdiğin her nimete hamd olsun. Gönderdiğin o Sevgili Peygamberimize de salât ve selâm olsun.
Hz. Peygamberin (asm) en seçkin öğrencilerinden Enes bin Malik’e yaptığı bazı tavsiyeleri hatırlamanın tam sırası. Bize de rehberlik edeceğine inanıyorum. O mübarek sahabeyi de şefaatçi edip rahmetle anıyoruz. Allah Resulü buyuruyor ki:
1. Ey oğlum! Yapabilirsen sürekli abdestli ol! Böyle yaparsan, abdestli iken ölürsen şehit olursun.
2. Ey oğlum! Yapabilirsen sürekli salâvat oku! Okuduğun sürece melekler sana salâvat etmeye devam eder.
3. Ey oğlum! Evinden çıktığında, gördüğün bütün kitap ehline selâm ver. Böyle yaparsan, affolunursun.
4. Ey oğlum! Ailenin yanına gittiğinde selâm ver! Böyle yapmak, senin için de ailen içinde bereket olur.
5. Ey oğlum! Abdest uzuvlarını tam yıka! Böyle yaparsan Allah seni sever, korur, ömrün uzar.
6. Ey oğlum! Yapabilirsen sabaha ya da akşama ulaştığında kalbinde kimseye karşı kızgınlık ya da hile olmasın. Bu ahiretteki hesabını kolaylaştırır.
7. Ey oğlum! Evinde iki rekât namaz kılabilirsen kıl! Bu benim sünnetimdir. Sünnetimi seven beni sevmiştir. Beni seven benimle birlikte cennette olacaktır. Büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi göster ki, cennette benimle olasın.
(Tirmizi, İlim, 16; İbn Manzur, Muhtasar, 5/67)
Evet; herkesin uyuduğu bir zamanda uyanan insanlar için önemlidir sabahlar. Bu sırrı sabahlar çözebilir. Şair Muzaffer Tayip Uslu (1922-1946) “Arzu” isimli şiirinde bunu çok güzel dile getirir:
“Bir sabah uyandığım vakit 
Seyredebilsem penceremden 
Kocaman gemilerle dolu 
Kocaman bir limanı 
Bir sabah uyandığım vakit 
Rabbim diyebilsem içimden 
Bir şeyler var bu sabahta 
İnsana ‘yaşıyorum!’ dedirten.”
Sabah erkenden kalkmak ve düşünmek “ben ne kadar küçüğüm, kâinat ne kadar büyük!” Bu kadar küçük insana, bu kadar büyük kâinat niçin hizmetkâr edilmiş? İnsana niçin bu kadar önem ve değer verilmiş? Dünyaya gelmemizdeki gaye ne ve yolculuk nereye? Acaba nereye gideceğiz? Bu sırrı sabahlar çözebilir…
Selim Gündüzalp
Zafer Dergisi

Evlilik Okulu: Kaç Şikayet Kaç Teşekkür?

“Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: “Andolsun ki eğer şükrü yerine getirirseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrahim suresi 7)

Bu âyet-i kerime ne büyük bir müjde ve ne büyük bir uyarıdır. Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken bir âyet. Günümüzün en temel problemi şükürsüzlük. Kapitalist sistem içerisinde hep eksikliklere odaklanıyoruz, sahip olduklarımızı görmüyoruz. Oysa eksiğe odaklanmak şeytandandır. Cennette Allah (c.c) Hz. Adem ve Hz.Havva ‘ ya pek çok nimet vermiş fakat az bir de eksik bırakmıştı. Şeytan gitti ve onları eksik olanı almaya ikna etti. Her şey tam olsun derken sahip oldukları nimetleri de kaybettiler.

O günden bu güne şeytan aynı oyuna devam ediyor. Para, mal, mülk kalite, marka, yüksek beklentiler…Şunum da olsun bunum da olsun..Herkeste olan bende de olsun, mümkünse ben de olan da herkeste olmasın…

Dinin aslı şükürdür. Kur’ an-ı Kerimin ilk âyeti Fatiha hamd ile şükür ile başlar. İbadetler de bir şükürdür. Namaz ve oruç bedenin şükrü, zekat ve sadaka malın şükrüdür. Ne kadar severek ve istekle yaparsak o kadar makbuldür.

Nimete şükür ise elimizde olanın kıymetini bilmek, israf etmemek yani dilimizle ve halimizle Allah’ a şükretmek ve nimete sebep olana teşekkür etmek. Göndereni ve getireni unutmamak.

Sevgili Peygamberimiz: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmemiş olur.” buyuruyor.

Evlilik problemlerimizin temelinde de şükürsüzlük var. Eşler birbirleri pek çok şeye mecbur olarak görüyor. Evet karı kocanın mecbur olarak yaptıkları vazifeleri var fakat bu teşekkür etmemeyi ve nankörlük yapmayı gerektirmiyor.

Kadın erkeği para kazanmaya, evin bütün ihtiyaçlarını karşılamaya; kendinin ve çocuklarının isteklerine yapmaya mecbur görüyor. Bunun için erkek çoğu zaman bir takdir ve teşekkür göremiyor tam aksi varsa bir eksiği onlar görülüp söyleniyor. Bu da erkeğin ailesi için harcama yapma hevesini kırıyor.

Mesela kadın; erkekten elli lira ister, erkek otuz lira verir, kadın söylenerek alır, teşekkür etmez; erkek otuz lirayı verdiğine de pişman olur. Oysa kadın eşinin verdiğini teşekkür edip alsa erkeğin ailesi için harcama yapma isteği artar.

Koca açısından bakınca aynı şekilde erkek de çoğu zaman karısının yaptıkları için ona teşekkür etmez. Erkek; yemeğini yer teşekkür etmez, çayını içer teşekkür etmez, ütülü gömleğini giyer teşekkür etmez…Fakat eksikleri hemen görür.

Mesela; erkek mavi gömleğini giymek ister; mavi gömlek ütülü değilse söylenir, sanki karısı gömleklerini hiç ütülemiyormuş gibi.

Bu kez hanım eşinin söylenmeleri karşısında incinir. Kadın yaptığı işler konusunda takdir görmeyip bir de eleştirilince ev işi yapma hevesini kaybeder.

“Olur mu öyle şey ben eşime muhakkak teşekkür ederim.” diyenler de vardır muhakkak yazıyı okurken. İşte o zaman da teşekkürün ne kadar candan yapıldığına bakılmalı. Usulen kuru kuru yapılan bir teşekkür kimseyi mutlu etmez.

Ya da iki şeye teşekkür edip beş şeyden şikayet ediliyorsa o yapılan teşekkürün bir anlamı olmaz. İyi bir teşekkür önce Yaradan’a şükredip sonra sebep olana candan, samimiyetle teşekkür etmekle olur.

Sadece dilden çıkan teşekkür kalbe ulaşmaz. Teşekkür; içinde duygu olan bir ses tonu ile güzel sözcükler ve hoş bir tebessüm  ile daha anlamlıdır.

Eksiğe, kusura odaklananlar samimi olarak takdir ve teşekkür edemez. Sanki kendilerde her şey tammış gibi karşıdaki tam olsun isterler. Sanki insanda mükemmellik mümkünmüş gibi mükemmeli ararlar. Mükemmeli göremeyince şükür ve teşekkür yapılmaz.

Eksiğe ve kusura odaklanmanın ana sebebi kişinin kendi kusurlarını görmemesidir. Kendi kusurunu gören kişi eşinin kusurlarına karşı daha anlayışlı olur. Kendi kusurunu görmeyen kişi eşinin hatalarına kafayı takar ve onu değiştirmeye çalışır; eşiyle arası bozulur. Oysa kişi kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalışsa evliliği için çok daha doğru bir şey yapmış olur.

Eşin eksiğine odaklanıldığında iyi özellikleri görülmez olur, bir de ona karşı kızgınlık duymaya başlanır. Şeytan zaten kızgınlığı sever; verir ateşi verir ateşi. Yanar ve yakarsın. Sonra gelsin pişmanlıklar…

Yaradan’ın vaadi var; nimetin kıymetini bildik bildik, bilmezsek gider elden. Karşıdaki istemese de Allah onu kişinin elinden alır; ölür gider, aldatır gider, boşanır gider. Hatta bazen kıymet bilmeyen kişi kendi ister ayrılmayı. Kendini eşinden mahrum edip onu cezalandırdığını zannedenken kendi kaybettiğini fark etmez o anda. Aklı başına geldiğinde de çoğu zaman geç olur.

Eşin eksiğine kusuruna rağmen sizin için yaptıklarından dolayı samimiyetle teşekkür ederseniz, onda kusur aramazsanız evlilikte muhabbeti yakalamanız kolay olur. Şükür nasıl Rabbimizin nimetlerini artırıyorsa teşekkür ve takdir de eşin iyiliklerini artırır.

Teşekkür etmek için büyük iyilikler bekliyoruz oysa küçücük iyiliklere teşekkür etmeye kendimizi alıştırsak büyük iyilikler de peşinden gelecektir. Bereket şükürde, muhabbet teşekkürdedir.

Kadın-erkek her insanın değerli olma isteği vardır. Teşekkür de değer vermenin ve değer bilmenin göstergesidir. Siz teşekkür ederken bir bakmışsınız eşiniz o sevmediğiniz huyundan kurtulmuş.

Nefsimiz şikayete, gönlümüz şükre meyillidir.

Eşini nefsi için bencilce seven; az kusuru çok görür. Eşinin yaptığı her hatayı kendi nefsine saldırı olarak görür. Şikayeti çoktur.

Eşini gönülden, samimi seven; hataları büyütmez. Eşinin gönlünü incitmekten korkar. Teşekkürü çoktur.

Rabbim sevgilerimizi rızasına uygun gönülden sevgiler eylesin.

Ödev: Herkes nefsini bir muhasebeye çeksin. Bu güne kadar eşinize karşı suçlamanız ve şikayetiniz mi çok oldu yoksa takdir ve teşekkürünüz mü?

Sema Maraşlı

www.cocukaile.net

Çocuklara Söylenmesi Gereken 10 Şey

 

  • Ne olursa olsun seni seviyorum: Çocuklarınızın onları şartsız sevdiğinizi bilmelerini sağlayın. Onları sevmeniz için her zaman iyi, başarılı ya da akıllı olmaları gerekmediğini vurgulayın. Onların başarı ve başarısızlıklarını sevin.
  • Sana Saygı Duyuyorum: Çocuklar da saygıyı hak eder. Çocuklarınıza saygı gösterdiğinizde, onlara başka insanların değer ve sınırlarına saygı duymayı da öğretirsiniz.
  • Kararını Destekliyorum: Onlara zarar verecek birşey olmadığı sürece kararlarını destekleyin. Hayal ve hedefleri ebeveynleri tarafından desteklenmediği için ömür boyu gücenme ve pişmanlık duygularıyla yaşayan pek çok yetişkin vardır.
  • Seni Dinliyorum: Hüküm vermeden ve eleştirmeden dinleyin. Kendinizi referans göstermeden dinleyin. Yalnızca dinlemek niyetiyle dinleyin. Söylediklerini anlamanız, bir şeye bağlamanız ya da beğenmeniz şart değil. Yalnızca dinleyin.
  • Günüme Renk Katıyorsun: Çocuğunuzun hayatınıza ne kadar neşe kattığını bilmesini sağlayın. Onlara sizin için bir lütuf olduklarını gösterin.
  • Çocuğum Olduğun İçin Talihliyim: Onlara hayran olduğunuz eşsiz vasıflarından bahsedin, yeteneklerini sizinle paylaşmalarını teşvik edin.
  • Biraz daha anlatsana: Zararsız sorular sorun. Konuşmalarından keyif aldığınızı hissettirin. Dikkatinizi verdiğinizi göstermek için tonlama ve vücut dilinden faydalanın. Söylediklerine karşı ilgili olun ama sözlerini kesmeyin.
  • Anlamak İstiyorum: Çocuğunuzun içinde bulunduğu durumu anlamadıysanız bunu ona söyleyşn. Sizinle paylaşmasını isteyin ama zorlamayın. Kendi isteğiyle size gelmesini sağlayın.
  • Teşekkür ederim: Onların sorumluluğunda bile olsa minik leylerden dolayı minnet duyduğunuzu gösterin. Siz sormadan birşey yaptıklarında büyük birisiymiş gibi teşekkür edin.
  • Sana yardım edeyim: Çocuğunuzun yardıma ihtiyacı varsa yanında olun. Sevginizle ve ruhunuzla orada bulunun.

www.cocukaile.net