Etiket arşivi: Toplum

Toplumun Manevi Yetimleri

Toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen çekirdek ailedir.Aile, anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Aile, anne-babanın mutluğunu sağlayıp devam ettirmenin yanında, çocukların eğitilmesi ve topluma faydalı bireyler olarak yetiştirilmesinde çok önemli bir yere sahiptir. yetim

Bediüzzaman Hazretlerine göre aile İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı(sığınağı) ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.(24.Lema, 2.Nükte)
Yani aile hem kadın ve erkeği hem de çocukları kötülüklerden ve sıkıntılardan koruyan en önemli sığınak özelliği taşır.
Peki günümüzde aile kurumu bu fikriyat üzerine mi kuruluyor ? Bana göre hayır.

Geçen gün odamda otururken dışarıdan sesler duydum.Pencereden baktığımda içimi param parça eden bir görüntüyle karşılaştım.
Bu görüntünün kahramanı 2-3 yaşlarında bir çocuk.Bu çocuk gördüğüm kadarı ile anne babası boşanmış ya da boşanmak üzere olan bir ailenin arasında kalmış talihsiz bir çocuk.Çocuğu bir annesi babasından zorla alıyor,Bir baba annesinden kolunu koparırcasına zorla çekiyor.Kendi aralarında çocuğu çekiştirip duruyorlar.

İşlek bir caddenin ortasında, milletin şaşkın bakışları arasında bir çocuk feleğin sillesini ömrü boyunca hiç unutmayacak şekilde yemiş oluyor.Bu çocuğun zihin dünyasında kim bilir belki hayatı boyunca onarılmayacak derin yaralar açılıyor.

Dünyada hayatı boyunca en büyük manevi dayanağı ve desteği olan anne ve babası birleşmeyecek şekilde ayrılıyor. Yani yüreği kan ağlayacak bir şekilde iki parçaya ayrılıyor.Kısacası yetim kalıyor.

Çocuk ileri yaşlarda bu boşluğu bazen ona değer veren yanlış arkadaşlarla doldurmaya çalışıyor.Bu durum hem kız çocuğu için geçerli hem erkek çocuk için hayatta onarılmayacak yaralar açıyor.
Öğretmenlik ve İdarecilikle birlikte yaklaşık 14 yıldır Eğitim camiasında görev yapıyorum.Binlerce öğrencim oldu.Bu yıllar bana çok büyük tecrübeler kazandırdı.
Özellikle idarecilikte karşılaştığım bir çok sorunlu öğrencim oldu. Sorunlu öğrencilerime ilk zamanlar kızıyordum.Fakat zamanla bu çocukları sorunlu hale getiren sebepleri öğrendikçe onlara kızmıyorum.Tam tersi çoğu zaman onlara kızdığım için kendimden utanıyordum.

Resmi Öğretmen kimliğinden sıyrılıp Hasbi öğretmen kimliğine geçtiğinizde artık bu çocukları kendi çocuklarınız gibi görmeye başlıyorsunuz.
Çünkü okul için sorun gördüğünüz bu çocukların çoğunun ailesinin sorunlu olduğunu görüyorsunuz.

Bu çocukların kimisinin annesi ,babası boşanmış,baba ve anne evlenmiş, dedesi veya nenesi bakıyor. Kimisinin annesi veya babası ölmüş.Kimisinin üvey annesi ile sorunu var.Kısacası hepsinin sorunlu olmak için kendince haklı bir nedeni var.

Bir de siz eğer bu halette olan gençlerin üzerine giderseniz.Ateşin üzerine benzin döker gibi onların gönül dünyalarını daha da yıkmış oluyorsunuz.Biz eğitimcilerin görevi bu çocuklara şefkatle yaklaşmak ve onlara manevi yönden destek olmaktır.Eğer biz destek vermezsek art niyetli insanlar onlara destek vererek onları hiç istemediğimiz şekilde topluma zarar veren birer hırsız,kapkaççı ,vb… bireyler olarak karşımıza çıkarır.

İşte bundan dolayıdır.Boşanan bir aile duyduğumda için yanar.Aklıma hep bu masum çocukların manevi yönden yetim kalışları gelir üzülürüm.
Allah kimseyi ailesinden ve çocuklarından ayırmasın…

Hamit Derman

www.NurNet.org

Toplumun Vicdanı Yazarlar

“Yazmak, hem konuşmak hem de susmaktır. Sessiz çığlıklar atmaktır.”  diyor  Marguerite Duras.

Bana göre  yazmak :

Sevindiğin de harflerin kahkahalara dönüşmesidir…

Üzüldüğünde  göz yaşlarının harf harf  damlamasıdır… yazmak.

Yazmak bazen insanın harflerle  dertleşmesidir…

Bazen de farklı alemlere yolculuktur… yazmak.

Evet ,yazmak en erdemli davranış olduğu gibi yazar da en erdemli insandır.

Yazarlık toplumun duygularını,düşüncelerini ,sorunlarını  yansıtan en önemli  araçtır.Kısacası yazar, bir toplumun vicdanıdır.

Kendini yazar olarak kabul eden bir insanın ,üzerine yüklenmiş olan sorumluluğun farkında da olması gerekir.Çünkü toplum onu, yeri geldiğinde gözü,kulağı yeri geldiğinde  de içinde haykırmak istediği haksızlıkları dışarıya yansıtan  vicdanı  olarak görür.

Toplumun vicdanı olan yazarlar, vicdanlı olmak zorundadır.Basit bir dünyevi menfaat için  kendi değerlerini düşürmemeleri gerekir. Bağımsız olmaları gerekir.

Evet son zamanlarda yaşanan olaylarla ilgili  özellikle bazı basın araçları ve yazarların   siyasi ve toplumsal olaylarda  göstermiş olduğu yanıltıcı ve yanlı tavır Bediüzzamanın sözlerinde ma’kes  buluyor.Sanki Üstad bu zamanımıza seslenmiş gibi durum ortaya çıkıyor.

Yazılı ve görsel basına  bakıyorsunuz.Hiç beklemediğiniz yazardan beklemediğiniz davranışı görüyorsunuz.

Kimisi kısa zaman önce yücelttiği insanları yerden yere vuruyor.Kimisi daha önce yerden yere vurduğu kişileri öve öve bitiremiyor.Bu durumu izliyor ve şaşkınlık içinde kalıyorsunuz.

Acaba nedendir ? ben yanlış mı düşünüyorum ? diye aklınıza sorular  takılıyor.

Sonra  bakıyorsunuz ki farklı beklentiler,farklı çıkarlar  ve  farklı duygular bu insanları söylemlerinden  farklı şeyler yazdırmış.

Üzülüyorsunuz ve yazmanın erdemini bu kadar itibarsızlaştıranlara  kızıyorsunuz. Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilenler, sonunda düz hat olup çiğnenmeye mahkumdurlar.” diyerek  yazıklar olsun diyorsunuz. 

Said Nursi’den Mutlu Aile Hayatı Düsturları

BEDİÜZZAMAN’IN AİLE HAYATI DÜSTURLARI

Toplum içinde en küçük sosyal kurum olan aile, aynı zamanda toplum hayatını da düzenleyen bir kurumdur. Bir toplumunun aile hayatı o toplumun sosyolojik hayatının da aynası olur. O topluma yön verecek bireyler de o ailelerden çıkar. Bediüzzaman aile hayatını insanlığın dünya hayatında bir çok şeyin bir arada bulunduğu bir merkez olarak görür ve şu ifadelere yer verir ; “Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevi saadet için bir Cennet, bir melce’, bir tahassüngah ise, aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır.”
AİLE HAYATININ SAADETİ SAMİMİ BİR VEFA VE HÜRMETTEN GEÇER 

Dünyada ve Türkiye’de boşanma oranlarının hızla arttığı günümüzde, mutsuz evliliklerde günümüz toplumunun en büyük sorunu olarak yerini almaktadır. Maddi ve manevi yaralarımızın tedavisinde Kur’an-ı Kerim eczanesinden aldığı ilaçlarla bu asrın anlayışına sunan Bediüzzaman Said Nursi, bu hastalığın ilacını da şu şekilde verir ;

“Aile hayatının hayatı ve saadeti ise, samimi ve ciddi ve vefadarane hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakarane merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise, ebedi bir arkadaşlık ve daimi bir refakat ve sermedi bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederane, ferzendane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir.”
EVLİLİK KARARI ALIRKEN DİKKAT !

Evlilik kararı alınırken yapılan en büyük hayatalardan biriside eşlerin birbirlerinin güzelliklerine bakarak karar vermesidir. Yani o sevgiyi sadece insanın geçici birkaç yıl sürecek güzelliğine bina edip, o güzellik kaybolduktan sonra insanların hayal kırıklığına uğramasıdır. Bediüzzaman’ın bu konu hakkındaki tespitleri dikkat çekicidir ;

“Bu haremim, ebedi bir alemde, ebedi bir hayatta daimi bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de, zararı yok. Çünkü, ebedi bir güzelliği var; gelecek. Ve böyle daimi arkadaşlığın hatırı için, her bir fedakarlığı ve merhameti yaparım” diyerek, o ihtiyare karısına, güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık, bir iki saat suri bir refakatten sonra ebedi bir firak ve müfarakata uğrayan arkadaşlık, elbette gayet suri ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye manasında ve bir mecazi merhamet ve sun’i bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi, başka menfaatler ve sair gàlip hisler, o hürmet ve merhameti mağlup edip, o dünya cennetini cehenneme çevirir.
Sosyal hayatımızı düzenleyen bu kuralları asrımızın idrakine sunan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri “Risale-i Nur Külliyatı” nda daha birçok konuya yer vererek ahret ve dünya hayatımızı kurtaracak bir çok formülü insanlara sunmaktadır.
Risale Ajans

Düşüncemizi, toplumu cepheleştirecek sertlikte ifade etmemiz doğru mu?

Bir Emevi yöneticisi ve kumandanı olan Haccac-ı Zalim, 95 tarihinde kendi kurduğu Vasıt şehrinde 53 yaşında ölünce, Haccac’ın Emevi taraftarları mateme bürünmüş, karşıtları ise ölüm gününü bayram ilan etmişlerdi.

Böylece Irak’ta iki cephe oluşmaya başlıyordu, Haccac taraftarları ile Haccac karşıtları. İşte bu sıralarda Haccac taraftarı bir adam, çevresindeki Haccac karşıtlarına duyuracak sesle şöyle diyordu: – Ya Rab, büyük kumandan Haccac Hazretleri’nin şefaatinden beni mahrum eyleme!.

Bunu duyan Haccac karşıtı bir adam da düşüncesini şöyle dile getiriyordu: – Ya Rab, cehennemliği kesin olan zalim Haccac’a taraftar olmaktan beni muhafaza eyle!

Biri, Haccac’ın şefaati istenecek derecede cennetlik olduğunu iddia ediyor, öteki de onun taraftarı olmaktan Allah’a sığınılacak derecede cehennemlik biri olduğunu ileri sürüyordu. Toplumun cepheleşmesini körükleyen bu tür iddialardan rahatsızlık duyan mutedil insanlar da vardı. Onlar bu aşırı iddia sahiplerine ikazlarını şöyle yaptılar: -İkiniz de büyük veli Hasan Basri Hazretleri’nden Haccac’ın durumunu sorun. Bakalım şefaati istenecek derecede cennetlik biri mi diyecek, yoksa taraftarı olmaktan Allah’a sığınılacak derecede cehennemliğin teki mi olduğunu anlatacak öğrenin. Sonra gelin toplum içinde konuşmanızı ona göre ayarlayın.

Bu ikaz üzerine iki zıt iddia sahibi, tartışa tartışa büyük veli Hasan Basri Hazretleri’ne giderek Haccac hakkındaki iddialarını anlattılar. Hasan Basri Hazretleri, tartıştıkları Haccac’ın durumunu bunlara şöyle anlattı: – Haccac ölürken: “Rabb’im, demiş, halk Senin beni affetmeyeceğini zannediyor, ben ise Senin rahmetinin benim zulmümden çok olduğunu biliyor, affedeceğini ümid ediyorum. Bana halkın su-i zannıyla değil de benim hüsnü zannımla muamele eylemeni diliyorum!”

Böyle bir dua ile ölen Haccac’ın imansız gittiğini, cehennemliğin teki olduğunu iddia etmek dinen mümkün değil. Nitekim bunca zulmün, katlin sorumlusu olan Haccac’ın şefaati istenecek cennetliğin biri olduğunu iddia etmek de mümkün olmayacağı gibi!. Bundan sonra şu tembihte bulunur iddia sahiplerine:

– Unutmayın ki siz, tarafını tuttuğunuzu cennetlik, karşıtı olduğunuzu da cehennemlik ilan etme bilgisine de, hakkına da sahip değilsiniz! Düşüncenizi toplumu germeyecek yumuşaklıkta ifade etmeniz gerekir. Yoksa cepheleştirme fitnesini körüklemiş olma vebalinden kurtulamazsınız bu türlü aşırı iddialarınızla!..

Sakin bir üslupla yapılan bu uyarıyı dinledikten sonra, Haccac’dan şefaat isteyecek derecede cennetlik olduğunu iddia eden taraftar ile, Allah’a sığınılacak derecede cehennemlik biri olduğunu iddia eden aleyhtarı, düşünmeye başlarlar. Taraftarlık öfkesiyle ileri sürdükleri aşırı iddialarının toplumun birliğine zarar vereceğini kabul ederler. ‘Haccac’ın gerçek durumunu Allah bilir, biz taraftarlıkta aşırı gitmişiz.’ diyerek tartışa tartışa gittikleri yoldan bu defa konuşa konuşa döner, tahriksiz, yumuşak konuşma örneği verirler. Hasan Basri Hazretleri de sert iddiadan vazgeçip yumuşak kanaat açıklamaya yönelen iki karşıt insanı takdirle karşılar, ikisine de dua eder.

-Şimdi düşünme sırası bizde. Biz de taraftarı olduklarımızla, karşıtı bulunduklarımız hakkında böyle aşırılıkta ifade ve üslup kullanıyor muyuz? Böyle aşırı iddialarımızla biz de toplumu cepheleştiren tutum ve tavra girmiş oluyoruz muyuz?. Hasan Basri Hazretleri’nin aşırı üslup sahiplerine yaptığı uyarıları bizim için de geçerli mi? Ne demişti büyük veli iki karşıt iddia sahiplerine?

-Siz tarafını tuttuğunuzu cennetlik, karşıtı olduğunuzu da cehennemlik ilan etme bilgisine de, yetkisine de sahip değilsiniz! Toplumu cepheleştirmeyecek yumuşaklıkta ifade edin düşüncelerinizi!..

Doğru mu? Ülkemizde birlik beraberlik için bizim de böyle yumuşak üsluba ihtiyacımız kesin mi? Bir düşünsek mi?

Ahmed Şahin / Zaman

Toplumda meydana gelen gerilimleri düşürme mesajları

Bugünkü toplumda maruz kalınan mağduriyetlerle oluşan gerilimlerin benzerleri saadet asrında da yaşanmış, mağduriyetleri önleyerek gerilimleri düşürme örnekleri de verilmiştir. Günümüze de mesaj veren bu örneklerden birini bugünlerde bir daha hatırlamakta fayda olacağı düşüncesiyle arz ediyorum.

Medineli Abdullah ile Muhayyıs çalışmak için gittikleri Hayber’de iş bulmuşlardı. Abdullah Hayber’in Şık mahallesindeki bir evde kalıyor, Muhayyıs ise biraz uzaktaki mahalledeki işinde çalışıyordu. Muhayyıs, bir ara arkadaşını ziyarete gittiğinde onu yerinde bulamayınca aramaya başladı. Soruşturmayı derinleştirdiği sırada bir çocuk “Mahallemizdeki kuyuda bir ceset var, belki sen onu arıyorsun” dedi.

Muhayyıs heyecanla gelip kuyuya baktığında Abdullah’ın başı üzerine düşerek, yahut da düşürülerek boynu kırılmış halde cesedini gördü. Fevkalade üzüldü bu olaya. Çevresindeki Yahudilere,

– Abdullah’ı siz öldürdünüz, diyetini ödemelisiniz, kanı yerde kalmamalı kardeşimin, dedi.

Yahudiler hep birlikte, “Biz ne öldürdük ne de öldüreni gördük, bize suç yükleme boşuna.” diye karşılık verdiler. Muhayyıs cenazeyi usulüne uygun şekilde çıkarıp defnettikten sonra doğruca Medine’nin yolunu tutup Efendimiz’e olayı aynen anlattı.

Efendimiz Hayberlilerin Abdullah’ın yoksul ailesine diyetini ödemelerini istedi. Çevre halkı, “Biz öldürmedik de öldüreni görmedik de…” diye karşılık vermekte ısrar ettiler.

Bu durumda iddia sahibi Müslümanlara, Abdullah’ı Yahudilerin öldürdüklerini ispat etmek düşüyordu. Ya olayı gören şahitlerle ispat edecekler ya da Yahudilerin öldürmüş olacağına kendileri yemin edeceklerdi. Müslümanlar olayı gören şahit bulamadıkları gibi yemin yapmaya da cesaret edemediler. Çünkü olayı gözüyle gören biri çıkmamıştı ortaya. Ancak Abdullah’ın onların mahallesindeki kuyularında tepesi üzerine atılmış halde ölüsü bulunduğu da bir gerçekti.

Sonuç böyle ortada kalınca Müslümanlar ile Hayber Yahudileri arasında ciddi bir gerginlik başladı. Medine halkı Hayberlilere Abdullah’ın katilleri olarak bakıyor, diyetini ödemeleri gerektiğini, böylece Abdullah’ın geride kimsesiz kalan yoksul ailesinin de bir ölçüde yarasının sarılmış olacağını söylüyorlardı. Hayber halkı ise kendilerini suçlu bulmuyor, diyet ödemeye razı olmuyorlardı.

Ölüm olayının ortada kalışı, iki toplum arasında ciddi bir gerginliğin başlamasına sebep oldu.

Peygamberimiz (sas) bir yönetici olarak toplumun bir kesiminin ötekine karşı gergin şekilde bakmasını uygun bulmuyor, bu mağduriyetin giderilip gerilimin düşürülmesi gerektiğini düşünüyordu. Nitekim kararını şöyle verdi:

– Abdullah’ın diyetini ben ödüyorum. Hazinenin kırda otlayan develerinden yüz deve getirin, mağdurun ailesine diyet olarak ödeyin. Kanı yerde kaldı denerek toplumun düşmanlık duyguları içinde cepheleşmesini önleyin! Maruz kalınan mağduriyeti gidermeli, gerilimi de düşürmeliyiz toplumun birlik beraberliği için..

Nihayet hazine develerinden seçilip getirilen yüz deve, mağdurun ailesine teslim edilmiş, onlar da böylece diyetlerinin ödendiğini düşünerek olayın etkisinden bir ölçüde kurtulmuş, toplumdaki mağdur aile gerginliği de böylece sona ermiş…

İlahiyatçı yazar Mehmet Dikmen’in “Peygamberimizin İnsan Kazanma Metodu” kitabında bu olay yorumlanırken şöyle deniyor:

-Peygamberimiz, ölenin ortada kalan diyetini bir yönetici olarak hazineden kendisi ödeyerek toplumda ortaya çıkan gerginliği giderme örneği vermiş, barış ve huzuru sağlamak için ilk adımı da yine kendisi atmış, ümmetine de mesajını böyle vermiştir. Yeter ki ümmeti de bu mesajı alabilsin, toplumda oluşan faili meçhul mağduriyetleri ödeyip gerginliği gidermede ihmale düşmesin..

Yarın: Hz. Ömer’den kardeş katiliyle barışma örneği..

Ahmed Şahin / Zaman