Etiket arşivi: tuğba akbey inan

Susma Zamanı!

Günümüzde “ susmanın” karşılığı “ eziklikle” eş değer olunca, insanlara susmanın faziletlerinden bahsetmenin, “ geri kafalılık” la eşdeğer olduğunun da farkındayım.

“Büyükanne de dudaklarını ısırıp susmak zorunda kaldı. Susmasın da ne yapsındı? Eğer o böyle tam zamanında susmayı bilmeseydi, kırk sekiz yıllık bir evlilik hayatı, bu sert askerle el ele, bu kadar huzurlu ve mutlu geçebilir miydi? ”
Bu satırlar Halide Nusret Zorlutuna’nın “ Büyükanne” isimli romanından. Zarif bir İstanbul hanımefendisinin anlatıldığı kitapta büyükannenin eşiyle, çocuklarıyla, torunlarıyla ve çalışanlarıyla kurduğu diyalog o kadar naif ki, sanırım benzemek istediğim isimlerden biri de ismini dahi bilmediğim bu roman karakteri. Henüz “ susma zamanlarını” doğru seçmeyi başaramamış biri olarak ondan öğreneceğim çok şey olduğunu düşünüyorum.
Hele günümüz dünyasında “ susmanın” karşılığı “ eziklikle” eş değer olunca, bu zamanın insanlarına susmanın faziletlerinden bahsetmenin, “ geri kafalılık” la eşdeğer olduğunun da farkındayım. Tüm bunlara, gündemdeki tartışmalara rağmen zamanında susmanın altını çizmenin gerekliliğine inanıyorum.
Hepimiz kendimizi anlatmak için uzun uzun cümleler kuruyoruz. Tartışmaya girmek, karşımızdakini alt etmek, çocuğumuzun ağzının payını vermek, eşimize kendimizi ezdirmemek gibi yorgunluklarımız var. “ Susma zamanı” desek tüm bu öfkelerin arasında birilerine “ ne suscam be” cevabını almayacağımızdan çok emin değilim.
Kaldı ki , romanda susmayı seçenin büyükanne olması, sadece biz hanımların değil , erkeklerinde kendine pay çıkartması gereken hususlardan zannımca. Susturulduğu için değil, susmayı mutluluğu için öncelediği için susuyor büyükanne…Zaten roman boyunca bu zarif hanımı hiç incitmiyor eşi. İlişkilerindeki saygı diğer tüm rollerindeki saygınlıklarını da belirliyor.
“Teyzem çok geç, 40 yaşında evlendi.
… Enişte Bey, çok nazik, kibar bir zat idi. Teyzemle ilk evlendiklerinde “ Neden başını örtüyorsun? “ diye serzenişte bulunmuş. Teyzem güzellikle, huyuna göre muamele ederdi. Enişte beyin hayatı; sabah sekiz buçukta kahvaltı, yarımda öğlen yemeği, vaktinde de akşam yemeği şeklinde tanzim edilmişti. Teyzem de gününü ona göre ayarlar, hiç aksatma yapmazdı. Evleri mektep gibiydi, yemekler muntazam, çamaşırlar tertipliydi. Dolapta hangi gözü açsa istediğini bulan enişte bey, çok mutlu olur ağzından Masume Hanım sözünü hiç düşürmezdi. Böylece teyzem kendini kabul ettirdi, sonra da yavaş yavaş tesir etti, enişte bey namaza başladı ve öyle bir zaman geldi ki teyzem camın önüne otursa “ hanım camdan görmesinler” derdi…”
Bu satırları da Ayşe Hümeyra Ökten ‘in Dindar Bir Doktor Hanım kitabında teyzesi Masume Hanım ile ilgili anlattığı husustan alıntıladım.
Anlatmak istediğimi sanırım onun da cümleleriyle çok daha net anlatabileceğim. Hem kadın açısından hem de erkek açısından günümüz algılarındaki hiç bir ilişki ağının yaşanmadığı naifliğin bize öğreteceği çok şey olacağını düşünüyorum çünkü.
Bir örnekte Efendimiz’den vereyim o vakit.
Efendimiz (s.a.v)  Hz.Ayşe ‘ye
– Konuş ya Ayşe! Konuş da gönlüm şenlensin dermiş.
Zamanında susan, naifliğiyle eşinin hayatında büyük değişimlere sebep olan, konuştukça gönül şenlendiren pek çok örnek varken, hala modern dünya cümleleriyle konuşan hanımların sorumluluktan kaçtığını düşünüyorum ben.
“ Zamanında susan” a bir beyefendi edasıyla davranan, nazik ve kibar olmayı her daim sürdüren ve hanımın söylediklerini dinlemeye gönüllü örnekler varken, erkeklerin de topu taca attığına inanıyorum.
Kadın olmak ve erkek olmak kavramlarını ilişkilerimiz de “ oldurmak” üzerinden bina etmeye devam ettiğimiz sürece “ susma zamanlarını” da kaçıracağımız aşikar.

Tuğba Akbey İNAN

Başarı Yargım!

Her yıl karne zamanı geldiğinde uzmanlar anne ve babaları “ karne başarısı hayat başarısı “ değildir diye uyarır. Ben de her yıl kaç anne ve babanın bu uyarıyı dikkate aldığını merak ederim. Zira başarı algımızı zihnimizde netleştirmeden, bu cümleye göre yol alınabilir mi çok emin değilim.  Çünkü bizi o davranışa iten sebep çoğu zaman başarıya bakışımızdaki fark oluyor. 

Kimileri için başarı, hayata kendisi gibi bakan çocuklar yetiştirmektir. Ailelerinin dediği meslekleri seçen, anne ve babaları gibi olan çocukların ebeveynidirler onlar. Dolayısıyla başarısızlık da, kendi uzantısı olmayan çocuklara sahip olmaktır.

Bir başkası içinse kendine benzemeyen çocuk yetiştirmek başarıdır. Kendi “ mutsuz ” hikayesine benzeyen çocuk yetiştirmeyi başarısızlık görür ve çocuklarının dersleri hususunda sürekli kaygı halindedir. Bir türlü başarılı görmez çocuklarını, hep daha fazlasını ister. Öğretmen en yüksek notu geçip altı da verse, ikna olmaz. 

Başka biri çocuğu doktor, mühendis, hukukçu olmuşsa başarılı görür çocuğunu. Onun için iyi bir ebeveyn olduğunu belirleyen şey çocuğunun etiketidir. Genelde cümlelerine “ üç çocuğum var, ikisi doktor, biri mühendis “ diye başlarlar. Muhataplarından alacakları “ hayretli ” bakış, kendilerini başarılı görmelerine yeter artar bile.

Pek çok ebeveyne göre sigortası olan, düzenli maaşının olduğu devlet memurluğu başarıdır. Diğer pek çok iş hayalden öteye gitmez onlar için. Başarı zihinlerinde, risksizlikle eşdeğerdir çünkü.

Bir süredir radyo programlarımda toplumsal başarı algısına denk olmayan hikayelerin olduğu konukları ağırlıyorum. Bir lokantanın yemekhanesinde bulaşık yıkayan genç bir delikanlının başka insanların hayalleri ile kendi hayalini birleştirdiği projesini anlatırken, aslında yıllardır aradığı şeyi bulmanın mutluluğunu cümlelerinden dinliyorum mesela…

Ya da iyi bir bölümü bitiriyor olmasına rağmen, aradığı şeyin o olmadığını farkedip bambaşka alanlarda güzel işler yapan insanları…

Yazanları, çizenleri, hayal kuranları yani… Çünkü onlar için başarı mutlulukla eşdeğer. Her sabah sevdikleri işlere gitmek demek başarılı olmak demek…

HH

Öğretmen arkadaşım notu için çocuğuna küsen velilerinden bahsetti geçenlerde. Çocuğunun  “ Anneciğim beş yüz soru ver, sabaha kadar çözeyim  ama bana küsme” dediği annelerden. 

Düşük not aldığı için korkusundan nefesi kesilen bir öğrencisinden…

“Hocam bu çalışmıyor, götürmeyin hiçbir yere ceza olsun “ diyen başka bir veliden…

Bizim hikayemiz çocuğumuzunkiyle çarpışınca hayata, kavramlara, değerlere karşı duruşumuz ortaya çıkıyor aslında. Ondan önce söylediğimiz her şey boş. Neden böyle davranıyorsunuz desek bu velilere, hepsi çocuğunun iyiliği için yaptığını söyleyecektir; niyetleri öyledir de, davranışları olmasa da…

Daha küçük çocuklar için yaramaz olmayan, düzenli olan, ders çalışan, sözümüzü dinleyen, misafirlikte sorun çıkarmayan, markette ağlamayan, kardeşiyle kavga etmeyen çocuk olup olmadığı başarı kriterimizi belirliyor çoğunlukla…

Oysa hikayesi, anlatacak şeyi olanlar dayatılanlara inat eden ve hayallerine ulaşanlardan çıkıyor. Onlar anlatıyor, biz dinliyoruz sonrasında…

Şimdi karne zamanı yaklaşmışken hepimiz kendimize şunu soralım bence;

“ Çocuğumun karnesine bakan “başarı yargım ”  ne ?

Tuğba Akbey İnan

gazetevahdet.com

Ateşi Kor Etmek!

Çocuk, sabır, rahatlık kelimelerini yan yana kullandığım vakitlerde, genelde “Ne yapacağız yani, hiç mi bir şey söylemeyeceğiz?” gibi sorular gelir hemen ardından. Oysa yanlış olan; okunan ya da dinlenen cümlelerin, direkt çocuk üzerinden algılanmasıdır. Ebeveynlik çocukluğumuzun ellerinden tutup çocuğumuzla arkadaşlık ettirmektir biraz da. Tüm yara berelere ve tüm hatalara rağmen…

Bir diğer husus da, öğrendiklerimizden hatasız bir ebeveynlik modeli çıkarma ısrarımızdır. Bu da aslında çocuk eğitimini, salt çocuk ve ebeveynlik ilişkisi üzerinden değerlendirmeye çalıştığımızın bir başka göstergesi.

Halbuki anlatmaya ya da yapmaya çalıştığım şey; çocuk üzerinden sahip olduğumuz rolün, diğer tüm rollerimize sirayet etmesi gereken yanlarının altını çizmek. Çocuğu eğitmek değil, çocukla eğitilmek yani…

Bu sebeple yapacağımız ilk şey, problem çözerken bizi  sabırsız olmaya iten örtülerimizi kaldırmak olmalıdır. Böyle baktığımızda sağlamayı çocuk üzerinden değil,  kat ettiğimiz yol üzerinden yapabiliriz ancak.

Sabırsız yanlarımızla yüzleşmekte atılacak öncelikli ve en önemli adımın, muhatabımızın çocuk olduğu gerçeğini unutmamak olduğunu düşünüyorum. Üstelik çocuğumuz kaç yaşında olursa olsun üzerindeki emanetçi sıfatının sorumluluğundan da sıyrılıyor değiliz. O sebeple, kriz anlarının en önemli cümlesi, ilk olarak: “O sadece bir çocuk.” Demek olmalı. Bu cümleyi söyleyebilme iradesinden sonra, daha makul adımlar atmak zor olmuyor çünkü.

İkincisi, kitap okuma sürecinin devam etmesi gerektiği gerçeği. İnsan o zaman hatadan geri dönebilme “erdem” ine kavuşuyor ve unuttuğu bir cümleyle kendine geliyor. Mesele hatasız olmaya çalışmak değil zaten, mesele hep aynı hatayı tekrarlamak.

Üçüncüsü, kendimize düşünme zamanları bırakmak… Sessiz ve sakin bir zamanda içimizden konuşan sesten kaçmak yerine; anlattıklarını dinlemek, sesin sahibini keşfetmek gerekiyor. İnsan yıllardır içinde konuşan o sesin, geçmişten bugüne taşırdıkları olduğunu anlıyor bir süre sonra.

Benim için en rahatlatıcı şeylerden biri de içimi kemiren her kareyi, her cümleyi yazmaktı. Basit ya da önemli, bilinçaltımın yüzeye çıkardığı her şeyi yazdığımda gördüğüm şuydu:  Bazen içimde ateş olduğunu sandığım şey, onu dışarı çıkarıp elime aldığımda çoktan kora dönüşmüştü.

Uzun yürüyüşler yapmak, düşünmek, etrafı okumaya çalışmak da sakinleşmek için atılması gereken adımlardan. Hızlanan dünyamızda,  bu sükûneti yakalamamız zor olabiliyor. Bazen başka hayatlara şahitlik etmek, kendi sorularımızın cevabını buldurabiliyor bize.

Ve en önemli adım, dua elbette… Tüm adımları attıktan sonra, duanın gücüne sığınmak, kafamıza gelen soruları dua saymak, dertlenmek ve şifayı duada bulmak insanın değişimi için atabileceği en büyük adımlardan. 

Salt davranışa odaklanılmış bir ilişki ağında sabır aramak çok mümkün olmayacaktır elbette. Oysa bir öfke anını, geçmişe götüren bir film karesi gibi görürse insan, içinde biriken o öfkenin kaynağına da ulaşabiliyor. İşte o zaman, kaynağı kurutmak uzun bir yol olsa da o yolculuğa çıkıyor.

Diğer türlüsü… İşte onu bilmiyorum. Yaşadıklarımdan çıkardığım, o yolu seçmemekti…

Tuğba Akbey İnan

gazetevahdet.com

Aile Saadetiniz İçin Toplanın..

Uzmanların ailelere önerdiği şeylerden biri de haftada bir gün aile meclisi oluşturmak. Özellikle yedi yaşından itibaren çocukların söz sahibi olduğu bu toplantılar vesilesiyle asıl amaçlanan ; haftada bir aile olmaya odaklanılan belli bir zamanın kararlaştırılması ve bu zamanın içinde ailede yaşayanların bir masanın etrafında bir araya gelmeleri.

Biz zaten aynı odada oluyoruz çoğunlukla “ diye itiraz edenler olabilir bu fikre. Lakin söz edilen ailelerin amaçsızca bir araya toplanmalarından daha çok, ailenin ortak kararlar aldığı bir meclis haline dönüştürülmesi.

Aşırı bireyselliğin yaşandığı günümüzde, haftalık aile saatleri, güçlü ve sağlıklı aileye ulaşmak isteyenlerin önemsemesi gereken birlikteliklerden. Özellikle “aidiyet” duygusun pekiştirmesi en önemli sonuçlardan.

Anne ve baba bu saatleri talimat verme, dediğini yaptırma olarak görürse çocukların her hafta zorla toplandığı bir düzen olacağını ve ömrünün çok da uzun olmayacağını söylemek pek de yanlış olmaz.

AİLE TOPLANTISI NE DEĞİLDİR?

– Çocukların yargılandığı bir mahkeme değildir. Çocuklar, yanında büyüdükleri yetişkinlerin aynası olduklarından, belki onlardaki hatalara bakıp kendimizi yargılayacağımız bir yerdir.

– Babanın otoritesinin sarsıldığı yer değildir. Baba otoritesinin sevgi ve muhabbete dayanan çok daha sağlam bir zemine oturduğu yerdir.

– Ailede güçlü olan bireyin güç gösterisinde bulunduğu, istediği kararları zorla uygulattıracağı bir yer değildir.

– Aile içi saygının kaybedildiği bir yer değildir. Belki o zamana kadar asla dile getirilememiş konuları saygı çerçevesinde anlatabilmenin ve dinleyebilmenin öğrenildiği yerdir.

– İsteklerini kabul ettirme ve dayatma makamı değildir. Aile toplantısı, ailenin bir ferdinin, diğer fertleri de düşünerek, onları rahatsız etmeyecek, ürkütmeyecek taleplerde bulunmasını sağlar.

AİLE TOPLANTISINDA USUL VE USLUP NASIL OLMALI?

Pedagog Adem Güneş, aile toplantılarında usul ve üslubun nasıl olması gerektiğini şöyle anlatıyor:

Aile toplantıları haftada bir defa ve belirli bir saatte olmalı. O vakitte başka bir aktivite planlamamalı.

Toplantının doğal başkanı ‘baba’dır.

Toplantıya dahil olma ve oy kullanma yaşı ‘yedi’dir. Yedi yaşından küçük çocuklar isterse sadece bulunmak için katılabilir.

Kararlar oybirliği ile alınmalı. Oybirliği oluşmazsa anlaşma yoluna giderek ortak bir nokta bulunmalı.

Toplantıda göreceli olarak herkes eşittir. Herkes düşüncelerini dile getirmekte özgürdür. Kimsenin kimseyi küçük düşürmeye ve hor görmeye hakkı yoktur. Çocuk da olsa anlatacağı konu bitmeden müdahale edilmemelidir.

Toplantıda alınan kararlar sadece bir kişiye yönelik olmamalı, hedef olarak sadece çocuktan beklentilere dönüşmemeli. Anne-baba bir olup çocuğundan beklentilerini sıralamamalı.

Toplantı sırasında cep telefonları, televizyon ve dikkat dağıtıcı her şey kapalı olmalı.

Kararlar bir deftere not alınmalı ve sonraki haftalarda takip edilmeli.

Tuğba Akbey İnan

www.gazetevahdet.com

Biz Her şeyi “O”ndan (asm) Öğrendik!

Zor zamanlardı. Dünya kederleri bir bir çökmüştü omzuma. Kurduğum ve duyduğum hiç bir cümle avutmuyordu beni. Kanayan yaralarım vardı. Kitap sayfaları ve insanlar üflesinler diye yaralarıma, medet umuyordum her birinden. Oysa 14 asır önce söylenen ne varsa bakmak lazımmış, bilemedim. Sonra bir kitabın arasından;

İnsan ne için yaratılmışsa ona o kolaylaştırılır.” hadis-i şerifi çıktı bahtıma. İşte dedim istediğim bu, bana zor gelen ne varsa yaratılış gayeme ters oluşundanmış. Asıl yolculuk bundan sonraymış.

gülGüven duygumu kaybettiğim zamanlar oldu. Çetin bir imtihanın arifesindeydik hepimiz. Ağzımızdan çıkanı eğip bükmek hayatın bir parçasıydı. Hep bu cümleyi hatırlattım kendime. Nasıl da güvenilmez, bir de namaz kılıyor diyenlerin sayısı çokken, ağzımızdan çıkan her bir kelime bir senet değil mi bedeli ağır olan? Başkaları gibi olmamak için unutmamam lazım.

Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kişidir.”

İnsanları çok iyi tanıdığımı düşündüm geçmişte. Duygularım hiç değişmez, sevdiğim her kişi hayatımın her döneminde benimle olur sandım. Omzumda ve kalbimde yaralarım yoktu henüz. Güven en büyük sermayemdi. Neden böyle söyledi, neden böyle yaptının derdine düşerken büyüdükçe, çok ve azın arasında gezinirken duygularım, yolumu yine bir ışık aydınlattı;

Sevdiğini ölçülü sev! Çünkü o,bir gün nefret ettiğin kişi olabilir. Nefret ettiğinden de ölçülü nefret et. Çünkü o, bir gün sevgili dostun olabilir.”

Galiba hepimiz yavaş yavaş bencilleşiyoruz. Her şeyin en iyisi benim olsun diyenlerimizin sayısı arttı. Kalbime soruyorum o da aynı cevabı veriyor. Ama Efendimiz yine yine uyarıyor, hizaya çekiyorum kalbimi…

Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.”

En çok utanma duygusunun kaybetmemiş olanları sevdim. Utanma duygum asla beni terk etmesin istedim büyüdükçe. Çocukca masumiyet benimle kalsın, normalleşmesin hiç bir şey. Nasıl olsa kimse görmüyor duygusu sardıkça benlikleri, utanma perdeleri bir bir yırtıldı. Çözüm yine Resulden geldi;

İnsanların Peygamberlerden öğrene geldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.

Nasıl mümin oluruz, cevap “O”nda…Nasıl baba , nasıl anne,nasıl eş oluruz hepsi “O”nda.Ücreti veren miyiz cevap yine “O”nda..

İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.

Sevginizi nasıl gösterirsiniz. Ya da birini sevme nedeniniz nedir? Neden Allah’sa eğer yine bir müjde var hepimize; İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız

Verilmiş sadakan vardır.”Ne çok kullanmışızdır kim bilir bu sözü ömrümüzde. Bir ihtiyaç sahibinin giderilmiş hizmeti sevinç olarak dönmüş “an”ımıza. Nedir sadaka sorusunun cevabı yine “O”ndan;

(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.”

En çok evliliği konuşuyoruz bugünlerde. Televizyondaki izdivaç programları evi, arabası ve maaşı olanların iyi bir eş olacağını öğütlüyor ruhumuza. Ruhlar yorgun, evlilikler virane. Oysa kulak kabartsak geçmişten gelen sese;

Kişi zevcesinin yüzüne baktığı vakit, zevcesi de onun yüzüne bakarsa Allah her ikisine de rahmet nazarıyla bakar. Keza erkek hanımının ellerini avucunun içine alınca o da zevcinin ellerini tutarsa parmaklarının arasından günahlar dökülür.”

Şöyle durup ardıma baktığımda ne varsa çözümsüz, Efendimizin cümleleriyle kolaylaşıvermiş. Ardına bakanlar ve yaşamı “Onunla kolaylaştıranlar bir kere daha anımsayacaktır Efendimizin güzel cümlelerini. Modern zamanlar sevdiklerimize dair unutmamamız gerekenleri cep telefonuna not ettiğimiz çağrılarla hatırlamamızı sağlıyor. Peki Efendimiz(s.a.v)’in doğum gününü bize ne hatırlatır. O’nun cümleleri bize neyi anlatır?

Tuğba Akbey İnan

Kaynak: cocukaile.net