Etiket arşivi: türköne

Türköne’den Medresetüzzehra Yorumu

“Medresetüzzehra”, Bediüzzaman’ın yüz yıl öncesinde bir eğitim projesi. Bu projeyi, mübarek bir vasiyet olarak kuvveden fiile çıkarmak üzere arayışlar ve çalışmalar yapılıyor. Daha önce Mardin’de bir toplantıdan haberim olmuştu. Risale Akademi tarafından bu hafta sonu Van’da “Said Nursî’nin Eğitim Felsefesi: Medresetüzzehra Sempozyumu” başlığı ile yapılan ve benim de tebliğle katıldığım üç gün süren toplantı, bu çabaların en son örneklerinden biri.

Dört ayrı salonda paralel toplantı şeklinde süren sempozyumun özgül ağırlığı ve yoğunluğu fazlaydı. Toplantı  doğrudan bu projeyi konu alan 88 tebliği kapsıyordu. Doğal olarak ancak bir salondaki tebliğleri takip etme imkânım oldu. Dinleyebildiklerimin her birinin çok faydalı ve ufuk açıcı olduğunu ve yeni çok şey öğrendiğimi belirtmeliyim. Türkiye’de artık niteliği yüksek bir birikim mevcut. Bu birikimin tarihe yön vermesini, toplumu hamur gibi yoğurup şekillendirmesini engelleyecek hiçbir mani yok. Yüz yılın sabrı ve emeği taşı eritmiş, şekil daha ötesi ruh vermiş.

Medresetüzzehra, somut olarak İslam dünyasına hitap eden bir yüksek eğitim projesi. Soyut olarak daha geniş perspektif içinde bir medeniyet inşasını amaçlıyor. İleri bir ufku işaret eden bu vasiyeti, fiziki bir mekân, duvarları, odaları olan bir bina olarak tasavvur etmek yanlış değil. Doğu’nun merkezi olan Van’ın öne çıkması da öyle. Ama elbette bunlarla sınırlı bir ufka hapsolmak Said Nursî’yi doğru anlamak anlamına gelmiyor.

Dinlediğim tebliğlerden, eğitim alanından ileri bir medeniyete açılan kapının önünde durduğumuzu ve geleceği ete-kemiğe bürünmüş şekilde temaşa etmekte olduğumuzu anladım. Demek ki Bediüzzaman doğru anlaşılıyor ve yorumlanıyor.

Evet, Medresetüzzehra, Van’da kurulacak bir yüksek öğrenim kurumundan ibaret değil. Önce, bu topraklarda insanların birbirine bakışını, devletin bugüne kadar empoze ettiği etnik kökenler hakkındaki önyargıları ters-yüz etmek gerekiyor. Sonra da eğitim ve medeniyet konusunda telakkilerimizin, alışkanlıklarımızın sorgulanması başlıyor. Cümle kapısından girişimiz, eğitime bakışımızın, kullandığımız yöntemlerin değişmesi ile başlıyor. Hepsi bir araya gelip insana bakışın değişmesi ile dünyayı değiştirmek anlamına geliyor.

Üniversite, kelime anlamı olarak “kainat şehri” demek. Evrensel olanı içinde barındırıyor. Batı’dan aldık, ama benimsemedik. Eğitim, ancak sağlam geleneklerle kurumlaşıyor. Sağlam gelenek mevcut değilse, benzerlik binalarınızla, giydiğiniz cübbelerle ve kütüphane rafları ile sınırlı kalıyor. Batı’daki üniversite geleneği, evrensel prensiplere dayanıyor. Ne olduğunu kavramak için bizdeki benzerine, medreseye bakmak lazım. Medreseyi kapatarak bu geleneği bir ayrık otu gibi bıçakla kesip atmış olduk. Mektep ile medrese arasında aktarılan bilginin içeriğinden önce, kullanılan yöntem açısından farklılık vardı. Dinî ilimleri, Tanzimat’ın kurduğu Mekteb-i Nüvvap’ta da öğrenebilirdiniz, Fatih veya Süleymaniye Medresesi’nde de. Farklılık uygulanan eğitim yöntemlerindedir. Mektepte kitlesel eğitim, medresede ise bireysel eğitim verilir.

Bireysel eğitim, müderris, yani ders veren ile talebe yani talep eden arasında dolaysız ilişkiye dayanır. Merkezde talebe vardır. Kitlesel eğitim ise öğretmen ile öğrenci arasında, yani öğreten ile öğrenen arasında araya mektep dediğimiz resmî kurumun girdiği ve her şeyi belirlediği sisteme dayanmaktadır. Müfredat, sınavlar, ders içerikleri mektepte standarttır. Öğrenci sınıfta, öğrenen kitlenin bir üyesidir. Aralarında hiçbir fark yoktur. Hepsi birbirinin tıpatıp aynısı olarak kabul edilir. Medrese’de ise hocayı özgürce talebe seçer. Eğitim, ders esasına göre yapılır. Diplomanın yerine, hocadan aldığı icazet geçerlidir. Talebe ömür boyu ders aldığı hocaların ismini bir vasıf olarak kullanır.

En önemlisi, sanılanın aksine mektepte eleştiri yoktur. Öğretilen öğrenilir. Medrese geleneği ise diyalektiğe dayanır. Ehl-i Cedel adı verilen münakaşacı talebelerin sıkıştırmalarından yüzünün akıyla çıkamayan hocanın itibarı da olmaz. Biz üniversite sistemini, mektebe dönüştürerek aldık.

Türkiye mevcut eğitim sistemi içinde, Bediüzzaman’ın bize gösterdiği tecrübeleri yaşadı. Bu tecrübe, öğretmen ile öğrenci arasındaki ilişkinin ahlakî bir boyuta taşındığı, bir misyona dönüştüğü her türlü tecrübedir. Bilginin kendisinden öte, bilginin ahlâkî boyutu ve kişilik eğitimi, resmî müfredatın içinde yer almayan insanî boyut devreye girmektedir.

Medresetüzzehra projesi, ruh olarak geçmişimize zaten şekil verdi; şimdi yeni bir medeniyet projesine ilham kaynağı oluyor. İçerden dışarıya doğru yeni bir merhale bu durum.

zaman