Etiket arşivi: ümitsizlik

Ümitsizlik Kanserine Bir Tiryak

Ümitsizlik Kanserine Bir Tiryak

“O yeistir ki, kuvve-i maneviyemizi kırmış. . . Yeis; ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır. Ve kemalâta mani..[1]

Hakikaten insanı maddi ve manevi olarak hareket ettiren şey ümittir. Bir şeyleri yapabileceği, becerebileceğine olan ümidi.. Ümit arabanın yakıtı gibidir. Kararlılıkla insan karar verip hareket etmesi kontağın çevrilip arabanın çalışması gibidir. Artık karar verildikten sonra süreç başlamıştır. İnsan kararları, azmi, idealleri uğurunda hareket ederek ümitlerinin tahrikatıyla emellerine ulaşabilir.

Ümidini kaybeden kimseler deposu boş, gaza bastığında hareket etmeyen hatta aküsü bile bitmiş olan bir araba gibidir. Şeytan insanları kendi safına Allah’ın safından çekebilmek için önce günahları işletir ve alışkanlık haline geldiğinde artık terk edilemez olarak insan  benimsemesiyle şeytan öldürücü hamlesini yaparak insanın en kuvvetli ve önemli olan ümidini tarumar ederek kendi safına alır. Yani insan hayatta herhangi bir şeye karşı ümidini yitirmişse o insan artık şeytana hazır yem haline gelmiştir.

Lakaydlık, sefaheti, sefahet ise günahı, Günah ise yeisi, yeis ise inkısar-ı hayali, inkısar-ı hayal ise insanı maddi ve manevi dumura uğratır. Dumura uğrayan insanlar ise tedenniye ve sıkıntıya mübtela olurlar.

Ümidini kaybetmeyen, yeis kanserine yakalanmamış olan insanlar, hayat enerjisini ve hayatının içerisini doldurduğu manaları daha güzel kullanarak hayattan daha fazla lezzet alarak hayatın keyfini sürebilir.

Ümit sahibi insanlar, âmak-ı fikriyatlarında o işin en ince ayrıntılarını da düşünerek ve hedeflenen neticeye ulaşmanın getirilerini peşinen göz önüne alarak ümit ve kendine güven içinde hareket ederler.

Mazi, hal, istikbal üçgeninde ilk iki kavşak geçilmiş ve her an’ımızda istikbalden gelip hal’e uğrayarak maziye dökülüyor. Maziye dökülen her şey hakiki istikbalimiz olan ahrette karşımıza tekrar çıkacaktır. Sadece tekrar hal’e uğramak üzere intizar ediyor. Rabbim anlarımızdan bizi pişman etmesin, amin.

Ümit, istikbale sürur ile bakabilmek demektir. Ümidini yitiren insanların istikbale dair planları da mevzubahis olamaz. Çünkü istikbal demek ümit demektir. Ümitvar olarak istikbale bakmak mümin olmanın şiarıdır.[2]

Alçak nefis tarafından her şeyi karanlıklı gösteren küfür zulmetiyle..[3] insan hadiseleri yorumlarsa yani olan şeylere Allah’ın nazarıyla bakmazsa ve hikmet perdesini okuyamazsa o insan Allah’ın rahmet ve merhametini sorgulayarak küfre kadar gidebilir. Şu anda toplumumuzda maalesef ki, günlük hadiseler neticesinde ümidi ve fikri igdiş edilmiş insanlar karamsarlık göstererek Allah’ın rahmetini sorgular hale gelmektedir. Bu gerçekten elim bir vaziyettir.

Ümidini hayattar eden kimse istikbale de güven içerisinde şecaatle yürüyebilir.

Rabbim havf ve reca müvazenesini kurabilenlerden eylesin, amin.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan özel

[1] Hutbe-i Şamiye 44

[2] Zümer suresi 53. Ayet meali

[3] İşarat-ül İ’caz 162

Kaynak:NurdanHaber

www.NurNet.org

Ümidin tükendi ise, kendine ümit ol!

Ümidin tükendi ise, kendine ümit ol!

Bir süredir ümit üzerine sarf-ı kelam ediyoruz. Bunun sebebi, toplum ve insanlık çok dehşetli bir şekilde günahlara ve ebedi hayatını tehlikeye sokacak şeylerle her an karşı karşıya kalıyor. Bu dehşetli haller karşısında insan ümitsizliğe düşüp ahireti unutup dünya hayatının peşinde koşuyor. Ümidini kaybedince ezanlar okunsa da, salalar verilse de duyulmuyor.

İnsanlar, dünya sevgisi nedeniyle her şeyi ahiretten dünyaya yontmaktadır. Bu yontulma belki dünyada bazı maddi menfaat temin ediyor ama ebedler memleketinde pişmanlığa sebep olacaktır. Zaten ebedler memleketinde herkes pişman olacaktır. İmanı olmayan “keşke iman etseydim”, imanı olanlar ise, “keşke daha fazla Salih amelim olsaydı da mertebem ve mükafatım fazla olsaydı” diyecek.

İnsan ve iman ilişkisi hayatın her yerinde karşımıza çıkar. Çünkü bizim itikadımızda dünyada yapılan her şey hesaba dahildir. Günahlara maruz kalan dimağda vesveseler..[1] kendini gösterir.

“işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.[2]

“Mü’minlerin kalbinde açtığı yaralar..”[3] ise Kur’an ikliminde ıslanmak ve yıkanmakla mümkündür. Çünkü tezkiye/terbiye-i nefs etmeyenler dünyada da manevi bir boşluk olarak sıkıntı azabı çekecektir. Toplumsal buhranın temel sebebi budur.

“Bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.”[4]

Elimizdeki telefonun internet kotası ne kadar fazlaysa o kadar fazla iş yapabiliyoruz, tıpkı bunun gibi günahlardan sıyrılıp, ümidimizi kaybetmezsek o kadar gayret edebiliriz. Ümidin ne kadar varsa imkanın da o kadar vardır. İmkanın var; ama ümidin yoksa yapacak pek bir şey de yoktur.

Sözler, şu zamanın yaralarına en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi’ bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber..”[5]

İnsanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiye ediyor. Ruhlara inkişaf ve terakki ve akıllara istikamet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor.[6]

Peki Kur’an ikilimi yağmurlarından olan Risale-i Nur kısaca nedir dersek gene o iklim diyor ki:

Resail-in Nuriye, yüz otuz parçasıyla Risalet-i Muhammediyeye (A.S.M.) birtek hüccet olarak risaletinin bütün hakikatlarını aklen ve mantıken isbatıyla, hattâ felsefenin nazarında akıldan pek uzak mes’elelerini göz önünde gibi gayet kolay ve makul bir tarzda ders vermesiyle Muhammed’in (A.S.M.) sadıkıyetine ve risaletine küllî bir surette şehadet eder.[7]

Biz dahi hem dünyamıza, hem istikbalimize, hem âhiretimize, hem vatanımıza, hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli olan iman ve istikamet yolunu.. ancak ve ancak ümidimizi kaybetmeden takip edebiliriz.

İnsan bu alemde ümidini kaybetmediği müddetçe yaşar ve yaşadığının şuurunda olur.

selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Sözler (734)

[2] Lem’alar (8)

[3] Sözler (784)

[4] Lem’alar (8)

[5] Mektubat (23)

[6] Şualar (134)

[7] Şualar (626)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Ümit Kanserleri

ümit Kanserleri
Her insan, hedeflerini ümit ile yoğurur. Tahayyül ve tasavvuru ile projeler. Taakkul ve tasdik ile detaylandırır. İz’an ve iltizamla son haline yaklaştırır. İtikad ile son halini verir.  Ümidi olmayanın hedefi de olmaz.
“Evet, bazı insanlar zerrede boğulurlar. Bazısında da dünya boğulur. Bazılar da, kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniş bir âlemini açar, fakat içinde boğulur.”[1]

Demek ki zerrede boğulan insanlar ümitlerini kaybettikleri için boğuluyor. Ama ümidini kaybetmeyenlere dünya boğuluyor. Tek başına hamiyetle, gayretle işler yaparak adeta kapasitesinin üzerinde işlere –Adetullaha göre- imza atıyor. Tabi iş burada bitmiyor. İşlere imza attıktan sonra Allah’ın meşietini unutup, görmeyip bu işleri temelluk eden kimseler de gene ümidi eneye inkılab edip yeise düçar oluyorlar.

“İnsanlara bir nimet, bir bolluk tattırdığımızda onunla sevinip şımarırlar. Şayet kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen ümitsizliğe düşerler.” [2]

İnsan maddi veya manevi kaybettiği bir şeyi elde edebilir tekrar yeter ki buna dair olan ümidini kaybetmesin. Eğer ümidini de kaybetmişse “Badi harabil Basra” atı alan üsküdarı geçmiş demektir.

Bu ümit meselesi o kadar mühim ki, insan ümidini yitirince güzel rüyalardan bile mahrum kalıyor. Ya kabuslar görüyor ya da hiç göremiyor. Yani insanın dimağını bloke eden, şuurunu felç eden şey yeis oluyor. Sonra kelamı yeis, olmayan halyali idealleri hayali yeis halinde ayaklı yeis saçan bir hale inkılab ediyor.

Şunu herkes bilmelidir ki, nasıl ki kendi hürriyetini tahdid eden şeylerden insan kaçıyorsa en az bunun kadar da yeis saçan kimse ve ortamlardan da insan fellik fellik kaçmalı.

Bakın Abdurrahman Efendi ne diyor:

“Kimsenin dediğini şer ise duymamazlığa gelir ve kimse ile fenâ hasletleri kapmamak için ihtilat etmemekteyim. Dâirede müddet-i mesaîden hariç zamanlarımı kendi evimde Cenâb-ı Hakk’ın şükrü ile geçiriyorum.”[3]

Demek ki me’yus olan insanlar etraflarına hem yeis hem de bu yeisten tevellüt eden sıkıntı sirayet ettiriyor. Bir nevi sıkıntı santrali kuruluyor me’yus insanda. Ona temas edenler o santrale bağlanıyor.

Teknolojinin su-i istimaliyle insanlar müdhiş bir surette ifsat ediliyor. Aldatıcı kimseler, programlar, dizi/filmler, haberler ile insanın dimağı bombardımana tabi tutuluyor. Hücum eden şeye bakıyorsun köpük gibi zahirde var ama el atsan ortada kimse yok.

Bizlerde hem ruhi hem maddi sıhhatimiz için ruhumuzu ve dimağımızı muhafaza etmek için bu tip şeylerin lüzumsuz olanlarından son derece uzak durmalıyız. Bu zamanda salabetini muhafaza etmek için insanın en başta ümidini kaybetmemeli lazımdır ki bu uzun yolculukta sıkıntısı azalsın.

Tabiî ki var olan olumsuz hadiseleri yok saymak görmezden gelmek değil ama müdahil olunca değiştiremeyeceğimiz şeylere karışmamız lüzumsuz olacağı için boşu boşuna karışmamak lazım.

Rabbim abesle iştigal edip maksattan geri kalanlardan ve geri kalmaktan muhafaza etsin, amin.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mesnevi-i Nuriye (210)
[2] Rum Suresi  36. Ayet meali
[3] Barla Lahikası (30)

Kaynak: NurdanHaber

www.NurNet.org

Üçüncü Söz’de beyan edilen ihtimalleri nasıl anlamalıyız?

Soru :

Sağ yolda gidenlerin onda dokuzu kurtuluyor. Onda bir zarar ihtimali var. Sol yolun yolcusunda ise onda bir kurtulma ihtimali var. Bu ihtimalleri nasıl anlamalıyız?

Cevap:

İslâm dini kişinin korku ve ümit arasında yaşamasını emreder. İnsan ne kadar ibadet ederse etsin akıbetinden emin olamaz, kendini mutlaka cennetlik olarak bilemez. Yine,  insan ne kadar günah işlerse işlesin, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeli ve “Ben artık kesinlikle cennet yüzü göremem.” dememelidir.

Mümin, yeise (ümitsizliğe) düşmeyecek, ucba da (ameline güvenmeye) kapılmayacaktır. Allah’ın rahmetinden ümit kesip meyus olmak gibi, Allah’ın gazabından emin olup uca girmek de yanlıştır.

Soruda geçen ihtimaller bize bu dersi vermektedir.

Konunun bir başka boyutu da şu olabilir: Kâmil bir mümin, ne kadar ibadet ederse etsin kendisini Allah’ın mülkü bilerek, “Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.” der ve bütün bu hasenelerine rağmen yine de Allah’ın kendisini cehenneme de koyabileceğini düşünür. İbadetleri onun kalbindeki Allah korkusunun azalmasına yol açmaz.  Bununla birlikte, ümitsizliğe düşmemek için de şu gerçeğin hatırlanması yerinde olur:

Allah dilediğini yapar. İradesi mutlaktır, sınırsızdır.

Şu da ayrı bir  gerçektir ki, Rahman, Rahim, Adl ve Hakîm olan Rabbimizin bir şeyi irade etmesi de hikmet, adalet ve  rahmet  üzeredir.

Alaaddin Başar

Haşlanan Kurbağa Misali Gaflet!…

Şu aşağıdaki hüzün verici kurbağa deneyi, ilim adına yapılmış mıdır? Yoksa ihtimal üzerinden bir anlatım mıdır, bilmiyorum.

Fakat ülfet ve aşina (bildik, tanıdık, dost sanma ve alışagelme) hastalıklarımızla geçen yaşantılarımız nedeniyle, yavaş yavaş Cehenneme sürüklendiğimizi çok iyi anlatan ilginç bir örnektir. İdrak edip tedbir alma adına arz edeceğim.

“Kurbağayı, kaynar bir su kabına atmışlar. Fıtri bir refleks hareketiyle fırlayarak, kendisini kaptan dışarı atmış ve haşlanarak ölmekten kurtulmuş… Bir başka deneyde ise kurbağayı normal veya ılık bir suya atmışlar.

O suyun içine, hortumla ve yavaş yavaş sıcak su, hatta kaynayan su akıtmaya başlamışlar. Suyun ısısı tedricen arttığından, bu tedrici artışa ülfet eden kurbağa, bu tedrici değişime AŞİNA olmuş. Ve tam bir rehavete gömülmüş. O aşina oluş ve ülfet içinde gelen rehavetle, kurbağa elini ayağını oynatamaz hale gelmiş. Sonra da o sıcak suda haşlanmış kalmış…”

– Evet, şimdi biz bu hüzün verici örnekten ne anlayacağız ve nasıl ibret alacağız?…

Beraberce mütalaa edelim: Bu konuda yüzlerce örnek vermek mümkün, fakat bugün bizim okurlarımız sadece bir örnekle bile konuyu anlama kabiliyetinde oldukları için, bir örnekle iktifa edeceğiz. Yeter ki konuya tam odaklanalım.

Asr-ı Saadetteki İslam ruhu, anlayışı ve uygulanışı dillere destandır. “Gözlerinizi haramdan sakının!” (Nur S. 30.) Ayeti nazil olduktan sonra sahabeler, es-kaza ve gayri ihtiyari yabancı bir kadının sadece boynunu görse, bu ayetin tehdidinin korkusuyla, belindeki hançeri çıkarıp elinin içini kesiyormuş. Yani, “Ben Rabbimin emaneti olan bu gözümü, O’nun yasakladığı haramdan nasıl sakınamadım ve koruyamadım” diye kendine, kalıcı bir ceza veriyormuş.

Kadınlar ise hem “Örtünün ve iffetlerinizi koruyun” Emr-i İlahisine uymak için, hem de mü’min erkeklerin günaha girmelerine sebep olup mes’ul olmamak için, vücut hatlarını belli etmeyen çok bol ve siyah elbise giyip PEÇE kullanıyormuş. Belki de biraz abartılı tedbir alıyorlarmış. Neticede; Onların Dünya sınavı da böyle geçti gitti…

Günler, aylar, yıllar, hatta asırlar geçtikçe bu hassasiyet giderek azalıyor. Onları tehdit eden ayetler, tek bir harfi dahi değişmeden, bugün de aynen yürürlükte olmasına rağmen, bugünkü Mümin erkeklerin, yani bizlerin “harama bakmama veya gözlerimizi haramdan sakınma” konusundaki hassasiyetimiz nasıldır? Yürekler acısı değil mi?…

Bizler de önceleri, “muhafazakar TV” diye haber izlediğimiz zaman, başörtüsüz spikerin boynunu, o ayetin dışında (veya zaruret) sanıp, normal karşılamaya başlamış, buna alıştıktan sonra diğer haberlere de bakmayı mubah saymıştık.

Hafif hafif dozajı arttırılan mahremiyetlere (su sıcaklığı arttırılan kurbağa misali)iyice alıştık. İlk zamandaki hassasiyetimizi (kurbağanın ilk sıçrama çevikliğini) kaybettiğimiz için, günahlar içindeki rehavetle mayişmeye başladık. Sonra da Cehennemde pişmeye aday olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu bile,maalesef fark edemez olduk. Allah cc hepimizi muhafaza eylesin… Amin.

– Peki, bunun sebebi ve daha da önemlisi, bu tehlikeden kurtulma çaresi nedir?…

Cevap: Öncelikle şu dünya hayatında, SINAVDA (Bkz. Mülk S. 2. Ayet.) olduğumuzu hiç unutmayalım. Nefis ve Şeytanın da her zaman insanoğlunu doğruluktan alıkoymaya, kararlılıkla çalıştıklarını da aklımızdan çıkarmayalım. Bizler kendimizi HAKK ile meşgul etmezsek, bu sınav gereği BATIL bizleri işgal edecektir. (Allah cc muhafaza eylesin.)

İslam’dan uzaklaştırıldıkça, çeşitli entrikalarla İmanlarımız zayıflatıldıkça, verilen tavizlere de aşina oluyoruz ve böylece ülfet kesp ediliyor. Yukarıdaki KURBAĞA misali, şeytanın tuzağına düştüğümüzü bile fark edemiyoruz.

Her nesil, kendisinden önceki nesilden devraldıklarını, işte bu sebeplerle DOĞRU SANIYOR ve kendi tavizleri de onlara ekleniyor. Daha sonra da; “Nasıl yaşıyorsanız, öyle inanmaya başlarsınız” (Hz. Ömer.) uyarısı gerçek oluyor… En sonunda da Zuhruf S. 37. Ayet: “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise kendilerini doğru yolda olduklarını SANIRLAR…” ..ayeti gerçekleşiyor.

– Haramlar, eğer sana tatlı geliyorsa, Allah cc. sana helallerin tadını tattırmaz…

ÇARE: Bizler bu konuda o kurbağadan çok daha şanslıyız. Çünkü bizler “aman ülfete kapılmayın, günahlarınıza aşina olmayın, her gün İman ilmiyle meşgul olarak imanınızı güçlendiriniz ki şeytan sizi saptıramasın, çok çok tövbe ediniz, yoksa Cehennem ateşine müstahak olursunuz” diye, her zaman uyarılıyoruz. Çok şükür ki bu uyarıları uygulama alanları olan camilerimiz, medreselerimiz, dergahlarımız ve Nurterapi sohbetlerimiz de çok.

Son Nebi Hz. Muhammed’in (SAV), asrımızdaki varisi olan Bediüzzaman Hz.’nin şu haykırışlarına da bakınız: “Günahlar, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, ta nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, İSTİĞFAR ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor…”

Zübeyir Gündüzalp : “Korkuyorum Üstadım, ahir zamanda imanımı kurtaramamaktan çok korkuyorum!…

-Bediüzzaman Said Nursi : “Korkma Zübeyir, Titre! TİTRE.!…”

Günahlarım ÇOK diye Ümitsizleşme. Gafur ve Rahim olan Allah’a cc güven ve O’na dön. Tövbe ve istiğfar et. Başka da çaremiz YOK… Vesselam.

A. Raif Öztürk