Etiket arşivi: Urfa

Bediüzzaman’ın Mal Varlığı

Bediüzzaman vefat ettikten sonra tereke hâkimi geldi. Üstadın saat, cübbe, sarık ve cebindeki birkaç kuruş bozuk para gibi eşyasını tesbit etti. Bilahare Üstadın talebelerinin müracaatları üzerine, bu eşyanın hayatta olan kardeşi Abdülmecid Efendiye teslim edilmesine dair karar yazdı.

Tereke Hâkiminin gelmesi ve tuttuğu tutanak ve karar evrakı şöyledir: Evvela Emniyet Müdürlüğünden Savcılığa müracaat edilmiş, Savcılık da Tereke Hâkimine bildirmiştir. Aynen şöyle:

TC Urfa

C. Müdde-i Umumiliği

Sayı

2293

Urfa: 23.3.960

Çok aceledir

TEREKE H’KİMLİĞİNE – Urfa

21.3.1963 günü vilayetimize gelerek İpek Palas otelinin 20 nolu odasına inen Said-i Nursi’nin 23.3.960 günü saat 10’da kendi eceliyle vefa ettiği Urfa emniyet Müdürlüğünün 23.3.960 tarih ve 1 sayılı yazısıyla bildirilmiştir.

TİM. 110

Adı geçenin sahipsiz bulunması hasebiyle yedindeki eşyasının Hâkimliğinizce tesbit ve gereğinin ifası rica olunur.

TC

URFA

TEREKE HAKİMLİĞİ

Esas: 1960/1

Hâkim: Özdemir Türker 12096

Kâtip: İbrahim Dedeşah

Müteveffa Said-i Nursi’ye ait eşyalar yed-i emin olarak Zübeyir Gündüzalp, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram’a teslim edildiğinde, kendileri bugün Hâkimliğimize müracaatla müteveffanın yegâne varisinin Konya İmam-Hatip Okulunda bulunan Arapça Öğretmeni Abdülmecid Ünlükul’un olduğunu bildirerek eşyanın oraya gönderilmesini taleb ettiler.

G.D. müteveffanın yakınlarının beyanına göre, varisinin Konya İmam Hatip Okulunda bulunan Arapça Öğretmeni Abdülmecid Ünlükul’un olduğu beyan edildiğinden, mumaileyh müteveffanın yegâne varisi olup olmadığı tesbit edilerek, kendisinden başka varisi yoksa eşyaların nüfus kaydı veya veraset ilamı mucibince kendisine ödenmesi için Konya Tereke Hâkimliğine müzekkere yazılmasına, eşyaların mezkûr Hâkimliğe gönderilmesine karar verildi. 26/3/1960

Kâtip Hâkim 12096

İmza

Hâkim: Özdemir Türker 12096

Kâtip: İbrahim Dedeşah

Müteveffa Said-i Nursi’ye ait eşyaların Konya Tereke Hâkimliğine 26.3. tarihinde 741, 742, 743, 744, 745, 746 numaralı posta makbuzuyla gönderildiği, posta masrafı olarak üç bin dört yüz elli kuruş masraf yapıldığı ve terekede bulunan on beş liranın buna mahsub edildiği görülmüştür.

G.D. Dosyasının hıfza kaldırılmasına karar verildi. 26/3/960

Kâtip Hâkim

İmza İmza

Tereke Hâkimliğinin Üstadın odasında tesbit ettiği eşyaların listesi:

Eşyanın cinsi: Adedi Kıymeti-Kuruş

Cizlavet marka bir çift lastik 1 500

Bir sepet içinde:

Dört adet sefer tası içi

Bir adet çinko tencere küçük

Bir tane küçük çaydanlık

Bir ayaklı bardak,

İki tane ayaksız bardak 150

Bir adet eski çarşaf

Bir eski Frenk gömleği

Bir tane eski iç gömlek

Sarık üzerine sarılacak bez

Üç tane mendil, bir havlu

Bir de pamuklu hırka, bir eski gömlek

Bir eski çarşaf ve mendil, bir eski bohça 1750

Bir adet havlu 200

Bir adet kırık gözlük

Bir adet dua kitabı

Eski yazı takvim

İki adet kalem

Başkaca tesbit edilecek eşyası kalmadı.

Müteveffanın yanında bulunanlardan Said-i Nursi’nin Afyon Vilayetinin Emirdağ kazasında tüccar Kadir Çalışkan’a ait bir taksi mevcut olduğunu ve müteveffanın onunla seyahat etmekte bulunduğunu, müteveffanın Konya’da İmam-Hatip Okulunda Arapça Öğretmeni olan Abdülmecid Ünlükul isminde bir kardeşi bulunduğunu, başkaca kardeşi olmadığını, Said-i Nursi’nin de hayatında evlenmemiş bulunduğunu, müteveffanın nüfus cüzdanı bulunmadığını, Emirdağ nüfusunda kayıtlı olduğunu bildirdiler.

Müteveffa ile birlikte bulunan ve ibraz ettiği nüfus kaydına göre Zonguldak’ın Safranbolu kazası Babasultan mahallesinde, hane no: 58, cild: 1, 67 numarada kayıtlı Hüsnü Bayramoğlu…”

Ve bu tutanakta Üstadla beraber Urfa’ya gelmiş bulunan diğer iki talebesinin isim ve künyeleri kaydedildikten… ve arabanın plaka numarası, motor numarası vesair tesbit edildikten sonra şöyle denilmektedir:

“Bu sırada müteveffanın üzerinde on beş lira bozuk para çıktı. Ruhsatnamede görünen kahverengi vasıtanın halen Hüsnü Bayram’ın şoförlüğünü yapmakta olduğu vasıta anlaşılmakta, eşyalar yed-i emin olarak ve taksinin sahibi bulunan Kadir Çalışkan’a teslim edilmek üzere, yed-i emin olarak Ziver Gündüzalp, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram’a teslim edildi. Tanzim olunan zabıt birlikte imza altına alındı. 23/3/960

Hâkim Kâtip Mübaşir Bilirkişi Yediemin

Ö. Türker İ. Dedeşah S. Dur Cemal Çopur

Yediemin Yediemin Yediemin

Ziver Gündüzalp Hüsnü Bayram Bayram Yüksel

Hazret-i Üstadın beraberinde Urfa’ya gelen sadık hizmetkârları, Üstadın şahsi eşyalarının şer’an varisi olan kardeşi Abdülmecid’e teslim edilmesini Tereke Hâkiminden istemişlerdir.

Amma Hazret-i Üstadın te’lifatı olan Risale-i Nur eserleri ve bu eserlerden hâsıl olan tayinat parasının beşte biri Hazret-i Üstadın kesin, şüphesiz ve te’vilsiz vasiyetnameleri mucibince yine Nur Talebeleri cemaatine ve Nur Hizmetiyle meşgul naşirlerine teslimi için, olduğu gibi eski durumunda bırakılmışlardır.

Kaynak:

Mufassal Tarihçe-i Hayat, s: 2153-2157

Mazlumder’den Said Nursi’yi anma töreni – Urfa

Mazlumder Gaziantep Şubesi Başkanı Abdurrahim Çelik, Bediuzzaman Said Nursi’nin ölüm yıl dönümü nedeniyle 23 Mart’ta anma töreni düzenleyeceklerini söyledi. Çelik, Şanlıurfa’da Balıklı Göl Dergâh Camii (Defin yeri)’nde yapılacak anma törenine tüm vatandaşları davet etti.

Abdurrahim Çelik, yaptığı açıklamada, ‘Müslüman muhalif önder Said-i Nursi, yeni cumhuriyetin sırtını yasladığı batılı, yabancı değerleri savunanlara muhalefet etmiş, muhalefetinin bedelini madden öldürülmeye çalışılarak, sürgün edilerek, hapis cezaları verilerek ödemiş; manen ise ismi kirletilmeye çalışılarak, ismi üzerinden düşmanlıklar inşa edilerek halen ödemektedir.” ifadelerini kullandı.

Çelik, 23 Mart 1960 tarihinde Şanlıurfa’da vefat eden Said’i Nursi’nin Halil’ür Rahman Camii avlusuna defnedildiğini, ancak 1960 darbesi sonrası cunta yönetimince mezarının bilinmeyen bir yere nakledildiğini hatırlattı.

Çelik, “Said’i Nursi’yi ölüm yıldönümünde rahmetle anmak, mezarının yerinin açıklanması ve devletin özür dileyerek itibarını iade etmesi için basın açıklamasına herkesi davet ediyoruz.” dedi.

Cihan

Said Nursi’nin Mezarını Ben Buldum!

Hürriyet yazarı Yalçın Bayer ve Haber Türk yazarı Murat Bardakçı bugünkü köşelerinde Said Nursi’nin naaşının Urfa’dan kaçırıldıktan sonra denize atıldığını ileri sürdüler. Ancak Said Nursi’nin talebeleri bu iddianın doğru olmadığını çeşitli defalar dile getirdiler.

Urfa’dan sonra Isparta mesarlığına defnedilen Said Nursi’nin naaşı tevafuk eseri bulunur ve oradan başka yere defnedilir. Isparta’daki mesarı bulan Mustafa Pestil o anları “Ağabeyler Anlatıyor” kitaplarının yazarı Ömer Özcan‘a anlattı.

Mustafa Pestil’le görüşmesini Risale Haber’le paylaşan Ömer Özcan, naaşın denize atılmasının da gerçek dışı bir iddia olduğunu söyledi.

İşte Mustafa Pestil’in Said Nursi’nin mezarını bulması ve sonrasında yaşanan gelişmeleri anlattığı sözleri:

Malum, Üstad’ın, mezarının bilinmemesi için vasiyeti vardır. Senirkentli Ali İhsan Tola’nın da bulunduğu bir sırada, “Talebelerimden 12 kişi benim mezarımı bilse zarar vermez” diyor Üstad. Üstad’ın saçları 10 santim kadar uzunmuş ve saçlarına kına yakarmış. Bu vaziyette iken, Urfa yolculuğuna çıkıyor. Orada vefat ediyor. Biz burada Isparta’dayız. Rahmetli Tahiri Mutlu Ağabey var burada. Biz Üstad’ın vefatını geç haber aldık, o yüzden gidemedik. Üstad’ı Urfa’ya defnediyorlar. Yolda giderken Üstad bir talebesine, ‘Beni Hz. İbrahim (a.s.) çağırdı’ diyor.

“60 ihtilâlinde başta Türkeş olarak karar alıyorlar; Üstad’ın kardeşi Abdülmecit’i alarak, kabrini tahta bir tabuta koyup, galvanizli sac’a koyup lehimliyorlar. Boşlukları da kaba talaşla dolduruyorlar. Geceleyin uçakla götürüyorlar, ama Abdülmecit de bilmiyor nereye gittiklerini; fakat ‘Bir gölün üstünden geçtik, bir demir kapıdan geçip oraya defnettik’ diyor; ama muhit neresi, bilinmiyor. Bu böyle kaldı. Sonra polisler
orada nöbet beklediler, ama niçin beklediler bilinmiyor, ama mezarlık tespit edilmişti.

Derken Isparta’da olduğu anlaşılmaya başlandı, ama tam kesinlik kazanmadı. Böyle dokuz sene geçti aradan. Dokuz sene zarfında herkes kendi kafasına göre ‘Acaba burada mı?’ diye aramalar yapıyor. Galvanizli sacla gömüldüğü belli ya… Bu yüzden Rüştü Ağabey, ‘Şişle bile aradım ağabey!’ dedi.

Bir gün Sav’a derse gitmiştik, orada bu konu açıldı. Herkes bir şey söylüyordu. Ben de dedim: ‘Allah’ın izniyle Üstad’ı ben bulacağım.’ Öyle dedim orada o zaman. Sonra benim yeğenimin bir çocuğu doğdu; sonra öldü! Çocuğu yıkadık, koyduk taksiye… Kış günü, çok soğuk… Gittik mezarlığa. Yalnız benimle gidenler bu işleri bilmiyorlardı; ağabeyim de var, ama bu işlerden haberdar değildi. Mezar yeri için karar verdim, ‘Şurayı eşin’ dedim. Bana o anda, kazma vurulunca sanki Üstad’ın başına vurmuşlar gibi bir his geldi… Diz çöktüm, Yâsin okumaya başladım.

Ben Yâsin okurken benim amcaoğlu, ‘Amca burada bir sac çıktı; bu ne olabilir?’ dedi. Ben hemen anladım tabii… ‘Hastahanelerde ölenleri böyle yaparlar, getirirler, böyle gömerler’ dedim. Biraz ilerisini kazdık, çocuğu gömdük. ‘Siz haydi gidin bakalım’ dedim diğerlerine. Onlar gittiler.

Eştim baktım, galvanizli sac ve lehimli… ‘Tamam!’ dedim. Ama içini daha bilmiyorum… Sonra küreğin ucuyla kanırttım, o lehimleri söktüm. Üstad’ın kafası önüme çıktı. Pırıl pırıl… Üstad’ın saçları kınalı; bir şey olmamış gibi, hiç bozulmamış… Üstad, sarığı başından hiç çıkarmazdı, o yüzden her tarafı tamam, tanıdım; fakat saçlarını bilemedim.
Neyse kapattım üstünü, örttüm.

Kimseye bir şey diyemiyordum, çünkü Üstad’a karşı bir yanlışlık olur diye korkuyordum. Sonra Bozanönü’nde Şaban’a sordum, başkasına sordum. Tarif ediyorlar; fakat bir tanesi bile ‘Üstad’ın saçları kınalıdır’ demiyordu. Bir hafta uğraştım, ama demiyorum kimseye. Hiç kimse kınalı demiyor. Allah, Allah! Ezener vardı mesela, o da diyemiyor kınalı diye. Hepsi, her şey tamam, ‘kınalı’ deseler iş bitecek. Sonra Senirkent’e Ali İhsan Tola Ağabeye gittim, ona sordum. ‘Üstad’ın saçları nasıldır?’ diye. ‘Üstad’ın saçları 10 santim uzunluktadır ve kınalıdır’ dedi. Babasına rahmet, düğüm çözülmüştü şimdi!

Bir de tersine koymuşlar tabutu, geceleyin ayaklar kıbleye gelmiş. Fıkıha göre araştırdık, tabutun kıbleye dönmesi lazım geliyordu. Ama tek kişi bunu yapacak güçte değildi. Bunu üç-dört kişiye anlattık, tabutu oradan çıkardık. Mezarı eştik, tabutu çıkardık. Kanırttığımız yerden Üstad’ın yüzünü tekrar gördük. Ondan sonra çok derin bir mezar kazdık orada, altını da epey saptırdık. Bizde çıkarırlar korkusu vardı…

Rahmetli Hacı Nureddin vardı, Atasoyların Ahmet’in babası, İslâmköy’dendir. Nurettin’e dedim ki: ‘Bunu buradan çıkarmasınlar. Buraya bir mezar yap, ama boşluğa koyacaksın; göçtü mü anlarız! Oraya öyle bir beton koyacaksın ki kolay kolay çıkaramayacaklar…’ Böyle bir tertip aldık. Fakat mübarek, bunu ihmal etmiş, yapmamış… Babası Osman Ağabey vardı, rahmetli oldu, o da gidiyor Isparta’da bulunan bir ağabeye anlatıyor. ‘Minareci böyle böyle… Üstad’ı bulmuş!’ diye anlatıyor. O ağabey de emir veriyor, ‘Çıkarın!’ diye. Salim Gümüş ile Sav’dan Bekir Hafız, bir kişiyi de alıyorlar, tabutu çıkarıyorlar… Götürüyorlar ve başka yere defnediyorlar.

Kaynak: Risale Haber