Etiket arşivi: Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Duygusal Bağlanmada “Ses Tonu”

Çocuğun duygusal ihtiyacını karşılayabilmesi ve bağlanabilmesi için temel şartlardan biri, annenin (bağlanma figürünün) sesinin çocuğun duygularına yumuşak bir dokunuş yapabilecek tonda, dinginlikte, rahatlıkta, yumuşaklıkta olmasıdır. Yani doğal olmasıdır… Anne, gergin ve incelmiş bir ses tonuyla, gırtlaktan yukarıdan çıkan bir ses tonu ile konuşuyorsa; çocuk anneye bağlanmakta sorun yaşar.

Peki insanın sesi neden gergin olur?

Kişi kaygılanmaya başladıkça, sesinin tonu incelir ve gerilmeye başlar. İşte kişinin kaygılı olduğu bir sırada sesinin incelmesi, gerginleşmesi ruhsal temasa engel olur. Baktığımızda bir çok kişi kendi sesini taa çocukluk yıllarında kaybetmiştir. Çünkü kaygı taa çocukluk yıllarında bulaşmıştır. Öğretmenden, mahalledeki bakkaldan, belki de uğradığı bir tacizden, dayak yediği arkadaşından aldığı kaygı, kişinin sesinin tonunun kaybolmasına sebep olur ve kişi farkına varmaz.

Bazen, görüşme yaptığım annelerin sesinin tonunu şöyle gözlerimi kapatıp dinlediğimde ve kalbimi bir çocuk kalbi haline getirip yumuşattığımda, o sesin birdenbire beni gerdiğini, rahatsız ettiğini hissediyor ve soruyorum: “Gergin bir anne misiniz?” diye, karşılığı olarak verilen cevap: “Evet, gergin bir anneyim” oluyor. Çünkü gerginlik sesin incelmesine sebep olur. Bu da çocuğu kaygılandırır ve bağlanmaya engel olur. Çocuk sakınır kendisini, savunmaya çalışır.

Bağlanma dediğimiz şey ruhsal olarak kişinin kendini bırakması halidir. Çocuğun ruhsal ihtiyacını karşıladığı kişinin sesinin rahmetle süslenmiş olması gerekir ki çocuk kendini öylece ona bırakabilsin.

Eğer bir anne çocuğuyla bağlanmak istiyorsa ilk yapacağı şeylerden biri sesinin tonunu kadifemsi, yumuşacık, derinden ve içten gelen bir annemsi ses tonuna çevirmek olmalıdır.

Eğer çocuğa bir bakıcı seçilecekse, ince değil, yumuşak tonlu bir sesi olan bakıcı seçmeye çalışılmalıdır.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuğun ihtiyaçları asla terbiye amaçlı kullanılmamalıdır.

Güven duygusunun oluşmasındaki temel faktör ihtiyaçların “vaktinde ve yeterince” karşılanmasıdır.

Duyusal gelişim dönemindeki bir çocuğun güven duygusunu zedeleyen en önemli unsur çocuğun ihtiyaç duyduğu an ihtiyacının giderilmemesidir. İhtiyaç olarak fizyolojik, ruhsal, duygusal çalkantılar, korkular, anlamsız sevgi ihtiyacı, mahcubiyet anı, uykuya dalma sırasında çocuğun yaşadığı hâller gibi birçok durum sıralanabilir.

Çocuğu ihtiyaç hâline sokan durum giderilmiyorsa çocukta içsel direnç, tepkisellik ve kendini ebeveyninden ayrı tutma çabası görürüz. Bu durum bağlanmanın zarara uğradığının sinyalidir. Dolayısıyla özellikle ilk iki yıl ve dört yıla kadar azalan bir süreçte çocuğun duygusal ihtiyaçları koşulsuz, uyum içinde giderilmelidir.

Birçok yetişkin, çocuğa çok yüz vermemeyi eğitim tarzı olarak benimsemiştir. Hâlbuki bu tutum çocuğun benlik yapısını zarara uğratır. Bazı yetişkinler ise çocuğun isteklerini annenin gidermesini çocuğun anneyi kullanması, kandırması gibi görür. Bu yanlıştır. Çünkü çocuğun içinde ilk dört yaş döneminde anneyi çağırarak kandırma, oyun oynama, suiistimal etme gibi anormal duygular yoktur. Sadece bu dönem “ihtiyaç” dönemidir, ihtiyacı kim karşılarsa çocuk ona bağlanır.

Eğer anne oğlunun-kızının ihtiyacına cevap vermiyorsa çocuk ağlamanın veya ısrarın şiddetini artırır. Zamanla da “hırslı” biri hâline gelir. Hırs, çocuk ruh sağlığı açısından zararlıdır. Çocuklar bunu öğrenmemelidir. Çünkü hırs reaksiyoner bir duygu durumudur. Sağlıklı çocuklar reaksiyoner değil aksiyoner duyguları yetenek hâline getirmelidir.

Hırs ve körü körüne inat etmeyi çocuklar annelerini çağırdıkları ilk dönemlerde öğrenir. Bazı anneler inadını kırmak için çocuğunu defalarca ağlatır ya da “Ancak ben dediğim zaman olacak” diye onu kendisine muhtaç hâlde tutmaya çalışır.

Örneğin, çocuk su ister. Anne çocuğun ihtiyacını onunla pozitif iletişim kurma fırsatına dönüştürmek yerine koşullar öne sürer. “Ver demeyeceksin, verir misin diyeceksin?” uyarısıyla evde çatışma zemini oluşturur. Hâlbuki çocuklar ihtiyaçları giderildikçe ebeveynlerine bağlanıp pozitif iletişim kurarlar.

Çocuğun ihtiyaçları asla terbiye amaçlı kullanılmamalıdır. Tehdit edilerek ihtiyacı giderilmeyen çocuk zamanla “Annecim su verir misin?” der belki ama o çocuğun içinde hırs, öfke, nefret gibi duygular da ilk çağlardan itibaren oluşur.

-Pedagog Adem Güneş’in Güvenli Bağlanma kitabından alıntıdır. –

Sınav Stresi

“Kızım sınavlara çalıştığı halde heyecan yapıyor, bildiği halde unutuyor. Ne yapmalıyım?”

Sınavlara çalıştığı halde çocuk yapamıyorsa eğer, iki durumdan bahsedebiliriz.

Acaba çocuğunuzun zihni dolu mu? Zihni dersin dışında başka şeylerle çok fazla doluysa derse kendisini veremez.

Çocuğu kendi haline bırakıp öğrenmenin keyfini başkalarına bağımlı olmadan yaşamasına fırsat verirsek; o taktirde sizin söylediğinizi algılar çocuk. Allah öyle yaratmış. Algılayamıyorsa başka bir şey düşünüyordur şu anda ya da ne dediğinizi anlamıyordur.

İkincisi eğer çocuğunuz; sizin, öğretmenin ya da çevrenin beklentilerinin altında ezilmiş ise, yanlış yapacağım korkusunu taşıyor ise soruları çözemez.

Sınav stresleri, çocuğun üzerinde oluşturulan bir beklentinin neticesi olarak ortaya çıkıyor. Çocuk eğer birilerinin kendisinden bir şeyler beklediğini fark ederse, içinde yavaş yavaş bir stres dalgası oluşmaya başlar.

“Kızım yaparsın. İnanıyorum sana. Sen şimdiye kadar gösterdiğin başarının en iyisini şimdi SBS’de göstereceksin. Kızım bunlar ne ki? Sen bunlardan çok daha iyisini yaparsın. Benim kızım aynı annesine çekmiş, aynı babasına çekmiş. Maşallah bütün problemleri çözer. Üzülme kızım, hiç üzülmene gerek yok sen yaparsın zaten. Kızım derslerini iyi çalışırsan bak göreceksin SBS’de yüksek puan alacaksın.” gibi konuşmalar çocuğun beklenti içerisinde bunalmasına neden olur.

“Benden bir şey bekliyorlar. Yaparsın, edersin kızım diyorlar. Ama ben yapamayabilirim. İşte sen akıllısın diyorlar. Bunlar ne ki diyorlar. Bu soruları sen çerez olarak yersin diyorlar. Geçen yıl girdiği sınavda Ahmet şu kadar puan almış diyorlar.”

Bunların her birisi çocuğun içerisinde büyüklerinin kendisinden bir şey beklediği beklentisini oluşturur. Eğer, bir çocuk kendisinden bir şey bekleniliyor psikolojisine sahip olursa o çocukta sınav kaygısı ve yaşam kaygısı veya başarabilme kaygısı oluşmaya başlar.

İlla anne baba tarafından değil öğretmen ya da arkadaşları tarafından da oluşturulmuş olabilir. “Senden çok şey bekliyorum” demek bir beklenti oluşturmaktır ve o çocuğu panik haline sokar. Dolayısıyla çocuklara karşı “Sen yaparsın” demek oldukça yanlıştır.

Başarı ancak aksiyoner olursa ona başarı diyoruz. Suni tetiklemelerle, suni iteleme ve çekmeler ile reaksiyoner başarılara biz başarı demiyoruz. Reaksiyoner başarılar çocuğun içerisinde başka başka davranış problemlerini beraberinde getiriyor.

Aksiyoner başarı nedir? Çocuk eğer kendi ruh dünyasında olayı algılamışsa, yaparsa nereye varacak, yapamazsa nereye varacak, başaramazsa başka alternatifler neler, bunları düşünmüş ve inanmışsa, etrafındaki kişiler de o şekilde iletişime geçmişse, o çocukta sınav kaygısı oluşmaz.

Özellikle sınav kaygısı olan çocuklarda yapacağınız şey, çok basit. Çocuğun üzerinden beklentileri kaldırmak. Şuna razı olabilmek: “Yapsan da benim kızımsın, yapamasan da sen benim kızımsın. Telaşa kapılmaya gerek yok. Yeter ki zaman ayır ve dersine çalış. Ha diyelim ki yapamadın. Olur kızım, sen yine benim kızımsın. Seneye bir daha deneriz.”
Bu rahatlık çocuğun ruhunda olduktan sonra o çocuğun hızını kesemezsiniz zaten.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Aile Toplantıları

Çocuk aile toplantıları sayesinde, bir sistem olarak ailenin nasıl işlediğini, kararların nasıl alındığını, kadın erkek rol paylaşımının nasıl yapıldığını, aile içinde “kim kimdir” kısmını yaşayarak öğrenir. Öyle ya, aile toplantılarını yürüten baba, o evin içindeki erkek çocuk için bir rol model işlevi de görmektedir aslında.

Aileyi nasıl yönettiği, kararları nasıl aldığı, yolunda gitmeyen bir şeylerle karşılaştığında problem çözme yeteneğini nasıl da sergilediğini çocuk babanın hal ve hareketlerine bakarak öğrenir. Çocuğun bu dikkatli bakışı da aslında babanın daha önceleri çok basit ve tek başına aldığı kararların daha da derin düşünerek almasına neden olur. Daha önce, aldığı kararların tek başına sorumlusu olan ve belki bundan dolayı yanlış alınan kararların olumsuzluklarını tek başına üzerinde taşıyan aile reisi de, aile toplantıları ile alınan kararların sorumluklarını ailece paylaşıyor olacaktır. Bu ise, babanın üzerindeki sorumluluğun dengeleniyor olmasına neden olacağı gibi, çocuğun hayata hazırlanmasına ve aile içinde iletişimin de artmasına neden olacaktır.

Günümüz ailelerinin en başta gelen sorunu olan, konuşamamak ve konuşulduğu gibi anlaşılamamış olmak aile toplantıları sırasında yapılan hararetli fikir alışverişleri ile en üst seviyede aşılmış olur. Toplantı yapılan bir ailede çocuklar kendi sorumluklarını daha iyi kavrarlar. Zira çocuk toplantıya ortak olduğu sürece, kendi konuştuğu konularda kendisini bağlamış olur. Alınan kararların ortaklarından biri olduğu için kararların uygulanmasında da kendini sorumluluk sahibi hisseder.

Aile toplantılarının belki de en önemli işlevi, aile bireylerinin birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı elde edecek olmasıdır.

Aile fertleri her ne kadar aynı evin içinde yaşıyor, ortak bir yaşam sürüyor olsalar da, genelde aile üyeleri birbirlerini tanımakta yetersiz kalabilmektedirler. Zira bir kişinin hangi olaylar karşısında nasıl tepki vereceği ancak o olay yaşanırken anlaşılır.

Bir çocuğun ailesi tarafından evin içinde sadece verilen görevleri yerine getiriyor olması ile toplantılarda aile sisteminin işleyişine bakışı birbirinden çok farklıdır. Böylece anne babalar, çocuklarının hangi olaya nasıl baktığını, nasıl değerlendirdiğini ve problem çözümlerinde nasıl bir yöntem izlediğini bu toplantılar sırasında öğrenir. Çocukların da anne babasını gerçekten tanıdığı yer aile toplantılarıdır. Çünkü aile toplantılarında ne anne ne de baba, anne baba olmaktan kaynaklanan güç ve kuvvetini aile toplantılarında sergileyemez. Böylece duru bir halde toplantı masasına oturan anne babalar, yalın bir halde çocuklarının karşısında bulunacağı için, çocuğun anne babayı tanıması daha da kolaylaşacaktır. Bu ise, günlük yaşamda anne baba ile kurulacak olan diyaloglarda çocuklara yol gösterici olacak, anne babasının maskelerden ve makamlardan arınmış gerçek halini tanımış olmanın keyfini yaşayacaktır.

Aile toplantılarına katılan çocuklar, okul yaşamlarında ve arkadaşları arasında güçlü bir duruşa sahip olurlar. Kendilerini başkalarına kabul ettirmeye çalışmazlar, çünkü kendilerini olduğu gibi kabul eden bir yer vardır, o da ailesidir. Düşüncelerine saygı duyulmakta, kişiliği önemsenmekte, ailenin içinde kendine bir yer bulabilmektedir. Özellikle ergen çocukların aileden kopmasına neden olan aileyle irtibat kopukluğu aile toplantılarıyla çok etkili bir şekilde ortadan kaldırılabilir.

Aile toplantılarının bir başka özel yanı ise, aile fertlerinin her soruna farklı bir çözüm üretebilme imkânı bulunduğu için, çocuklar bu süreçte zihinsel ve karakter gelişimlerini keyifle ve doğal olarak tamamlarlar.Aile toplantılarında edinilen tecrübeler çocukların ileride kendi yaşamlarını kurarken, evliliklerini yürütürken oldukça önemli bir hatıra olarak kalacak, anne babaların çocuklarına bırakacağı en önemli miraslardan biri de aile toplantıları geleneği olacaktır.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Babanın varlığı, çocuk için sekine kaynağıdır.

Çocuğun anneden alacağı duygusal besinle, babadan alacağı duygusal besin çok farklıdır.

Maalesef günümüz babaları da ağız birliği etmişcesine, “Az görsem de çocuklarımı, yeterince ilgileniyorum, tıpkı iki arkadaş gibiyiz.” sözünün arkasına sığınıp babalık görevinden kaçmaya çalışıyor. Hangi babayla oturup sohbet etsem, “Ah hocam hiç sormayın, öyle yoğun, öyle yoğun geçiyor ki günler! Çocuklar yattıktan sonra eve geliyor, sabah onlar uyanmadan evden çıkıyorum!” diye iç çekiyor.

Belki gündelik hayatın telaşı babaları, annelerden ve çocuklardan ayırdı, diyeceğim; ama bunu söyleyemiyorum. Dünkü babaların da yaşama telaşı vardı; ama vakit aralarında, cami avlusunda dahi anlatacak kıssaları bulunuyordu çocuklarına.

Babanın varlığı, çocuk için sekine kaynağıdır. Onunla geçirilen zamanlar huzur ve güven atmosferinin soluklandığı anlardır. Diyemez ve düşünemezsiniz ki, “Ben çok meşgul olsam da çocuğumu ihmal etmemek için elimden geleni yapıyorum.” Neden diyemezsiniz? Düşünün ki doktor, yoğun bakımda, oksijen çadırındaki bir hastanın oksijenini kesse ve “Kusura bakma seninle çok ilgilenemiyorum, görüyorsun çok yoğunum. Ama hiç merak etme arada bir gelir, oksijenini yeniden bağlar, seninle bol bol sohbet ederiz.” dese, hasta ne cevap verir? Hastanın ihtiyacı, doktorun yoğunluğuna göre oksijen almak değil, her an oksijen teneffüs edebilmektir.

Çocuk için de durum bundan farklı değildir. Baba çocuğunun yanında bulunduğu dakikalarda, hiçbir şey yapmasa da hastanın oksijen soluduğu gibi, çocuk da güven ve huzur solur. Çünkü babalar, çocuklarına huzur hissi verecek kabiliyette yaratılmıştır. Aynı zamanda baba; güç, sekine, huzur demektir.

Örneğin babasız yetişen erkek çocuklarda, genellikle aynı davranış bozuklukları gözlenir. Baba ilgisinden ve sevgisinden mahrum büyüyen erkek çocuklar bir çizgi üzerinde yaşamakta, dirayetli olmakta ve aldıkları kararları hayata geçirmekte zorluk çeker. Erkek çocuklarında baba yokluğunun ortaya çıkardığı en temel problem, kararsızlık, kuralsızlık ve iradesizliktir.

Erkek çocuk, babasına bakarak, “Bir erkek nasıl olur?”u öğrenir. Eğer evin içinde örnek bir baba modeli yoksa çocuk babalığın nasıl yapılacağını öğrenemeyeceği gibi, “Bir ev nasıl idare edilir? Evin içindeki bir hanımefendiye nasıl davranılır?” sorularının da cevabını bilemez. Çocuğun model alacağı en önemli kişinin (baba ya da babanın rol modelini üstlenen bir dayı, amca, dede vb.), çocuğun gelişim döneminde yanında bulunmaması çok talihsiz bir durumdur.

Sadece erkek çocukları için değil, kız çocuğu için de babanın varlığı oldukça önemlidir. Kız çocuğu babadan güven alır. Sığınma duygusu beslenir. Babasının güç ve kuvveti kız çocuğuna huzur verir.

Gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki babasının varlığını hayatında yeterince hissedememiş kızlar, hayatlarının geri kalan kısmında hep sığınacak bir liman arar, kendinden güçlü ve büyük kişilerin yanında bulunmaya gayret eder. Hatta evleneceği kişinin de kendinden yaşça çok büyük olmasını ister. Eğer böyle biriyle evlendiyse de kendini huzurlu hiss der.

Bir kız çocuğunun babadan alacağı hisler, çok özeldir. Onlar kendi zayıf yanlarının en büyük destekçisi olarak babayı görürler. Örneğin bir kız çocuk, babasının saçını okşaması, kucağına yatırması, saçlarını taraması vb. sırasında hissettiği pozitif enerjiyi, başka yerden alamaz.

Baba yokluğuyla büyüyen kız çocuklarında görülen en yaygın davranış bozukluğu, “sığınma ihtiyacı”ndaki doyumsuzluk ve/veya iç dünyadaki huzursuzluk, hırçınlıktır. Çocukluk yıllarında babadan alınması gereken bu duyguların da ileride telafi edilmesiyse neredeyse imkânsızdır.

Baba günlük işlerin telaşıyla eve geç geliyor ve erken gidiyorsa, çocuklarının yanında bulunacağı zamanı çok hesap edemiyorsa, hayatın ilerleyen yıllarında parayla satın alınamayacak birçok şeyi ihmal ettiğini bilmelidir.

Bir ayrıntıyı da işaret etmekte fayda var: Baba, evde olduğu halde çocuklarıyla yeterince ilgilenmiyor, eşine “hanımefendi” statüsünü vermiyor, evdekilerin onurlarını kırıp gururlarını zedeliyorsa, böyle bir ortamda yetişen çocuklar da onur kırıcı ve saldırgan olur.

İşin en acı yanıysa ileride bu saldırganlığın anne ve babaya dönecek olmasıdır.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş