Etiket arşivi: vakıflar haftası

Vakıflar Haftası 11-17 Mayıs 2017

11-17 Mayıs tarihleri arasına denk gelen Vakıflar Haftasını NurNet ekibi olarak kutluyoruz.

Bizlerde Prof. Dr. Mehmet Emin Ay‘ın ayetler ve hadisler ışığında vakfın mahiyetini anlatmış olduğu sunumu, metin halinde sizlerle paylaşmak istedik.

Tarihten Günümüze Vakıfların Eğitime Katkıları

Vakıf Nedir?

İnsanlara faydalı olabilecek herhangi bir mülkü veya bu mülkün gelirini Allah’ın mülkü hükmünde kabul ederek, temlik ve temellükten daimi olarak alıkoymaktır.

Tanımdan çıkan sonuçlar:

1. Vakıf malın mülkiyeti Allah’a aittir.

2. Vakıf malın menfaati insanlara aittir.

3. Vakıf süresizdir.

İslam Dünyasında Vakıfların Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Faktörler:

1. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri

2. Hz. Muhammed’in (a.s.m) konuyla ilgili hadisleri

Kur’an-ı Kerim’in ayetleri:

Onlar gayb’e inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerine sarf ederler.”  (Bakara,3)

Onların mallarında yoksul ve muhtaçlar için bir hak vardır.” (Zariyat, 19)

Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe/sadaka vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir.” (Al-i İmran, 92)

Hz. Muhammed’in (a.s.m) Konuyla İlgili Hadisleri:

İnsan öldüğü zaman amel defteri kapatılır. Ancak ona üç şeyden dolayı devamlı olarak sevap yazılır: İnsanlara ve insanlığa faydası dokunan iyilikler (sadaka-i cariye); insanların faydalandığı ilim ve kendisine dua eden hayırlı bir evlat.

Bir hurmanın yarısı ile; onu da bulamazsanız güzel sözle ateşten korununuz.

Cömert kişiler Allah’a yakındır.

Yoldan insanlara eziyet veren şeyleri kaldırmak da bir sadakadır.

Bu tavsiyelerin insanlar üzerindeki etkileri:

İnsanın en hayırlısı, diğer insanlara yararlı olan;

Malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan/vakfedilen;

Vakfın en hayırlısı da, halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılayandır.

Hz. OSMAN: Bir su kuyusu vakfetti

Hz. ÖMER ve Hz. EBÛ TALHA: Birer hurma bahçesi vakfettiler.

Mengücik hükümdarı Behram-Şah, ağır kış şartlarında aç kalıp ölmesinler diye, vahşi hayvanların yemeleri için dağlara yiyecek attırmıştır.

Erbil Atabeyi Muzafferüddin Gökböri, kimsesiz çocuklar için bakımevleri, bakıma muhtaç yaşlı hastalar için darülacezeler yaptırmıştır.

Dindarlığıyla bilinen ve çokça sadaka dağıtan Tuğrul Bey:  “Kendime bir saray yaptırıp yanına bir mescit inşa etmezsem Allah’tan utanırım.”  derdi.

Yoksullara maaş bağlatan ve cömertliğiyle tanınan Alp Arslan’ın duası şöyleydi:  “Allahım! Bana o kadar mal ver ki, ülkemde yoksul kimse bırakmayayım.

Bu anlayış ve geleneğin takipçileri olan Osmanlılar Döneminde atalarımız, hasta ve sakat leylekler için “Gurebahâne-yi Laklakan” adı ile hayvan hastahaneleri kurmuşlardır.

Vakıfların Eğitim Tarihimizdeki yeri ve önemi üzerine Kanuni Devrine ait bilgiler:

KANUNİ DEVRİNDEKİ NÜFUS VE VERGİ SAYIMINA GÖRE:

1527/1528 malî yılı bütçesinde gelirler:

537.928.000 akçedir. Bunun:

%12’si VAKIF gelirlerine aittir.

AYNI DEVİRDE:
Hüdavendigar Livası’na dahil 17 sancaklık Anadolu Eyaletine ait 77.187.788 akçelik genel gelir içinde, VAKIF ve VAKIF MÜLKLERİ hissesi %17.6 gibi yüksek bir oran gösteriyordu.

Anadolu Eyaletinin bu vakıf gelirleri ile:
45     İmaret
342     Cami
1055     Mescit
623     Zaviye ve Hankâh
112     Medrese
154     Muallimhane/İlkokul
1     Kalenderhane
4     Darulhuffaz
55     han ve Kervansaray

Olmak üzere toplam 2371 kuruluş işletiliyor ve işletme giderleri karşılanıyordu.

Yardımcı eğitim hizmetleri kapsamında:

Kütüphaneler açıldı ve ödünç kitap uygulaması başlatıldı.

Vakfedilen paralarla kâğıt-kalem-mürekkep    sağlandı ve kitaplar çoğaltıldı.

Cami, medrese, tekke ve kütüphanelere dini kitaplar yanında tıp, felsefe, astronomi, matematik gibi diğer alanlarda da kitaplar vakfedildi.

Okul çağındaki çocuklara kitap alındı.

Faydalı kitaplar yazdırılarak ücretsiz dağıtıldı.

d’OHSSON şöyle diyor:Kur’an, Türkleri dünyanın bütün milletlerinin en hayırseveri ve en insanseveri hâline getirdi.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

www.NurNet.Org

Vakıf Medeniyeti Kainatın Varlığıyla Başlar

Ruba Vakfı olarak tüm Vakıf gönüllülerimizin vakıflar haftasını tebrik eder hayrı bol seneler dileriz.

Cenâb-ı Hâk kainatı belirli bir gayeye tahsis etmiştir.

Bu mana ve mahiyeti insanlar çok zaman sonra vakıflar kurarak anlamış ve  insanlara yardım etmek suretiyle   ve  karşılığını sadece Allâh dan bekleyerek hayır hasenatta bulunmuşlardır.

Her sene büyük bir coşkuyla kutlanan vakıflar haftanızı Ruba Vakfı adına tebrik eder hep birlikte insanların menfaatine hizmet etmeyi hayatımızın düsturu haline getirmeyi yüce rabbimizden niyaz ederiz.

Fatih Sultan Mehmet Han’ın Vasiyetinden…

 “Benki İstanbul Fatihi Abd-i Aciz Fatih sultan Mehmed Han,bizzatihi alun terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun alduğum İstanbul’un Taşlık mevkiinde kain ma’lumu’l-hudud olan 136 bab dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakf-ı sahih eylerim. Şöyleki:Bu gayr-i menkulatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlarki ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler.Bu sokaklara tükürenlerin tükürdükleri üzerine bu tozu dökelerki yevmiye 20′şer akçe alsınlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabib ve de 3 yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlarki ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar bila-istisna her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası ya da mümkün ise şifyab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darü’l-acezeye kaldırılarak orada salah bulduralar. Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah ehl-i erbaa verile. Bunlarki hayvanat-ı vahşiyenin yumurta ve yavruda olmadığı sırada balkanlara çıkıp avlansınlar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.

Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imaret-hanede şehid ve şühedanın harimleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler.Ancak yemek yemeye veya almaya bizzatihi kendüleri gelmeyüp yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle…

Vakıfların Amaçları

            Vakıflar, tarih boyunca hangi amaçlarla kurulmuş olurlarsa olsunlar, İslâm ve Türk dünyasında birbirinden önemli çok çeşitli hizmetleri üstlenerek, günümüzde modern devletin yapmakta olduğu çok sayıda kamusal görevi yüzyıllarca başarıyla yerine getirmişlerdir. Vakıflar, aynı zamanda, servetin zengin kesimlerden toplumun daha fakir kesimlerine doğru akışını önemli ölçüde gerçekleştirerek sosyal dengelerin kurulmasında ve sosyal bütünleşmenin sağlanmasında, içtimaî barışın sürekliliğinde, sınıf çatışmalarının önlenmesinde, kamunun hizmet taleplerinin yerinde karşılanmasında, siyasî ve ekonomik istikrarın sağlanmasında da merkezî yönetimlerin en büyük yardımcıları olmuşlardır.

            Vakfın özünde bulunan yardımlaşma ve dayanışma duygusu, Türkler’in İslamiyet öncesindeki geleneklerinde de görülen bir sosyal özellik olduğundan Müslüman olduktan sonraki dönemde de vakıf ve yardımlaşma anlayışı “Allah Rızasını” kazanma isteği ile çok daha güçlenerek, genişlemiştir. Bu durum; vakfın belirli toplulukları kapsamasından çok, bütün insanları, hatta hayvanları ve doğayı da içine alacak şekilde genişleyerek enginleşmesine vesile olmuştur.

Türklerin, İslamiyet öncesinden gelen adet ve gelenekleri;  vakıf anlayışı ve kültürünün bir medeniyet haline gelmesinde önemli katkılar sağlamış, İslâmiyet ile birlikte bu altyapı, semavî değerler ve evrensel ahlakî ilkelerle inceden inceye işlenerek daha da geliştirilmiştir. Vakıfların hizmetlerinden veya menfaatlerinden yararlanabilmek için ne etnik ne dinî, ne de cinsiyet ve sosyal statü olarak bir ön şart aranmamış, hayır hususunda kesinlikle ayrımcılık ve bölgecilik yapılmamıştır.

            Diğer bir ifadeyle, Osmanlı’ya kadar hiçbir devlet, dil, din, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmadan bütün halkının huzur ve mutluluğunu sağlayacak âdil devlet adamı prototipini ortaya koyan ve ülke kaynaklarının toplumun bütün kesimleri arasında makûl ölçülerde paylaşılmasına imkân sağlayan bir sistemi kurarak en müreffeh şehirlerin kurulmasını sağlayamamıştır. Bunun yanı sıra, vakıf kurumunun maddî-manevî kudretinden de tarihte hiçbir ulus Osmanlılar kadar yararlanamamıştır.

Osmanlı insanının günlük hayatında hemen her gün karşılaştığı ve yararlandığı cami, medrese, hastane, han, hamam, köprü, çeşme, su tesisi, imarethâne gibi kamusal nitelikli kurumların neredeyse tamamı, padişahlar ve diğer yönetici zümreler ile bunların yakınlarınca hayrat olarak yaptırılmış, bunların hizmetlerinde sürekliliği sağlamak üzere gelirlerini temin eden kervansaray, bedesten, dükkan, bağ, bahçe gibi diğer mal ve mülkler de akar olarak vakfedilmiştir. Böylece yalnızca Allah Rızası için kurulan vakıflar ve vakıfların topluma sunduğu hizmetler yıllar hatta yüzyıllar boyunca yaşatılabilmiştir.

            Gerek sosyal gruplar arasında dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve yakınlaşmanın temininde ve gerekse kamunun belli sosyal kriterlere göre şekillendirilmesinde devletin elindeki en etkili kurumsal vasıta vakıflar olmuştur. Osmanlılar, servetin belirli ellerde yoğunlaşarak sosyal refah düzeyinde aşırı farklılaşmalar oluşması ve dolayısıyla içtimaî dengelerin bozulmasını önlemek için, kişilerin kendi istekleriyle kurdukları vakıflardan geniş ölçüde yararlanmışlardır. İmkânı olan herkes bir hayır eseri yaptırmıştır, buna gücü yetmeyenler bir mektep veya camiyi, ya tamir ettirmiş ya da tamirine madden-manen-bedenen katkıda bulunmuş, bunu da yapamayanlar hiç değilse bir çeşme yapımı ya da tamiri ile ilgilenmişlerdir.

            Günümüzde modern devletin yüklendiği kamusal hizmetlerin neredeyse tamamı Osmanlı’da vakıflar eliyle yerine getirilmiş, sahip oldukları maddî imkânlara rağmen “hayr u hasenat kültürüne” katkıda bulunmayanlara cemiyet tarafından iyi gözle bakılmamıştır.

Vakıflar kanalıyla, toplumsal servetin önemli bir bölümü, hukuken bir daha geri dönmesi mümkün olmayacak şekilde toplumun en zengin tabakalarından en alt tabakalarına ulaşacak şekilde; bir başka deyişle özel mülkiyete konu olmaktan çıkartılarak toplumsal mülkiyet kategorisine aktarılmıştır. Üstelik bu aktarımın, açık bir zorlama olmaksızın, gönüllü bir şekilde yapıldığı düşünüldüğünde, vakıf konusundaki şuurun ve duyarlılığın Osmanlı döneminde bütün medeniyetleri geride bırakan bir çıtaya ulaştığı görülebilir.

Bundan dolayıdır ki Osmanlı medeniyeti, “vakıf medeniyeti” olarak nitelendirilmiştir.

Evliya Çelebi, XVII. yüzyıldaki Osmanlı vakıf eserler hakkında, “..ben elli yılda 18 padişahlık ve krallık yere seyahat ettim, hiçbir yerde bu kadar hayrat görmedim” diye yazacaktır.

Osmanlı sosyo-ekonomik ve kültürel hayatının neredeyse tamamını kuşatabilecek şekilde konumlanan vakıf sistemi, günümüzde de dünyanın dört bir yanında hâlâ hayatın vazgeçilmez sosyal ve siyaset kurumları arasında olduğu inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

            Günümüzde, bir vakfın kuruluşu, 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun ilgili hükümlerine göre gerçekleşmektedir. Buna göre, kanunda belirtilen şartları taşıyan gerçek ya da tüzel kişiler vakıf kurabilmektedirler. Eğer kurucu gerçek kişi ise Türk Medenî Kanunu’nda belirlenen fiil ehliyetine sahip olması, tüzelkişi ise fiil ehliyetine sahip olmakla birlikte, ayrıca, kuruluş statüsünde vakıf kurabileceğine ve vakfa malvarlığı tahsis edebileceğine dair bir hükmün bulunması gerekmektedir.

            Selçuklu ve Osmanlı döneminde kurulmuş olan ve bugün yöneticileri hayatta kalmayan vakıflar ise, Türkiye’nin en köklü ve büyük kurumlarından biri olan Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından temsil ve idare edilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu vakıflar adına hizmetlerini sürdürürken, diğer taraftan da yeni kurulan vakıfların kuruluş, dağılış ve denetim işlemlerini gerçekleştirmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre; Osmanlı ve Selçuklu Döneminden günümüze intikal etmiş ancak yöneticisi kalmamış vakıf sayısı 41.750 adettir.

            Bu tarihî vakıfların tüzel kişiliklerini günümüzde de sürdüren Vakıflar Genel Müdürlüğü, kurucularının belirledikleri amaçlar doğrultusunda öğrencilere burs vermekte, muhtaç vatandaşlara aylık maaş ve gıda yardımı yapmakta, ayrıca, binlerce yıllık vakıf eserlerin onarımını gerçekleştirmektedir.

            Vakıflar Genel Müdürlüğünce 3 bin 500’ün üzerinde vakıf eser restore edilmiştir. Son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda, Osmanlı dönemindeki vakıf medeniyeti canlandırılmış, ülkemiz ekonomisine yaptığı katkı ise 2,5 milyar lirayı bulmuştur.

Bezmiâlem Valide Sultan Vakıf Üniversitesi ile Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversiteleri yüksek öğrenim alanında gerçekleştirilen iki önemli proje olarak müstesna bir değer taşımaktadır. Cumhuriyet öncesinde kurulmuş olan ve kuruluş amaçlarında eğitim şartı bulunan vakıfların faaliyetlerini gerçekleştirmek amacıyla oluşturulmuş Üniversiteler bugün modern kompleksler içinde eğitim vermektedir.

            Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi bugün de hastaları tedavi edip şifa dağıtmaya devam etmekte, ücretsiz sağlık hizmeti sunmaktadır. Vakıflar, Vakıf medeniyeti ve vakıf bilincinin canlandırılarak, vakıf kurumunun özünde barınan kardeşlik ve yardımseverlik duygularını yaşatarak, gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü