Etiket arşivi: vehbi karakaş

Medeniyetin temellerinin atıldığı, bilime kapıların açıldığı gece (Kadir Gecesi)

Kur’an’ın 114 suresinden biri de “Kadir Suresi”dir. Kadir Suresi, başından sonuna kadar Kadir Gecesini anlatır. Mübarek olduğu bilinen geceler içinde Kur’an’da ismiyle anlatılmaya layık görülen tek gece Kadir Gecesidir. Mekke’de nazil olmuştur, beş ayettir. O surede Cenab-ı Hak, meâlen şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ( o büyük fazl u şerefini) sana bildiren nedir? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. (Hakk’ın sevgili kullarını görmek, Allah için yaşayanları tesbit etmek ve onlarla beraber ibadet etmek için) O gecede melekler ve ruh Rablerinin izniyle iner de iner. O gece tan yeri ağarıncaya kadar bir selamdır.”[1] Yani o gece, selam ve selamet gecesidir. Rahmet gecesidir, mağfiret gecesidir ve cehennemden kurtuluş gecesidir.

Her ne kadar şairlerden biri: “Ey hace çi cuy ez şeb-i kadr nişanî/ Her şeb şeb-i kadrest ger kadr bidânî” yani: Ey efendi! Kadir gecesine dair ne nişan arıyorsun? Eğer kadrini bilirsen her gece Kadir gecesidir, demiş olsa da; bir başka şair de sanki ona cevap vermiş:

“Her gece Kadir olaydı, Kadr’in kadri olmazdı şaha

Her hacer cevher olaydı, cevher etmezdi Bahâ”

Yani her gece Kadir gecesi olsaydı, Kadir gecesi diye bir gece olmazdı ve her taş cevher olsaydı, o zaman cevher bir kıymet ifade etmezdi, demiştir.

Bize göre iki düşüncenin de doğruluk payı vardır. İnsan Ramazan ayının her gecesini Kadir gecesi imiş gibi değerlendirmelidir. Ama Kadir gecesinin de bir tane olduğunu unutmamalı ve onu kaçırmamaya çalışmalıdır. Çünkü o bir tek gece, o geceyi yakalayanlara ve ihya edip değerlendirenlere bin aylık yani seksen üç senelik bir ömrün sevabını kazandıracaktır. O geceyi yakalayıp değerlendiren insanın cehennemden kurtuluşuna ve cennete girmesine vesile olacaktır.

Üstad-ı Muhterem’in Ramazan ayı ve Kadir Gecesi hakkındaki önemli tesbitlerinden biri de şudur: “Şu mübarek Ramazan ayı, Kadir Gecesini ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir Kadir Gecesidir. Ramazan ayı, Ramazan ayına muvaffak olanın yani ona ulaşıp ve onu ihya edenin ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde baki bir ömürdür.”[2]

KADİR GECESİ GERÇEK ANLAMDA NASIL İHYA EDİLİR?

Aişe validemiz, “Şayet Kadir Gecesi’ne tevafuk edersem nasıl dua edeyim?” diye Allah Resulü’ne sormuş, Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v) de ona, “Allâhümme inneke afüvvün, tuhibbu’l-afve fa’fü annî” (Allah’ım! Şüphesiz Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet.)[3] duasını öğretmiştir.

Hz. Peygamber ve ashabının bu geceleri ihyası, bir cümlelik bir duayı söylemekten ibaret değildi. Geceleri ve gündüzleri ihya, onlarda hal olmuştu; yaşama biçimi haline gelmişti. İslamiyet, onlarda kemaliyle her daim yaşanıyordu. Bu bir cümlelik dua ise, ihya programı içinde öne çıkan ve altı çizilen bir cümle idi. Yoksa gecenin ihyası bir cümlelik bir duadan ibaret değildi. Eğer böyle anlarsak Kadir Gecesi gibi bin aydan hayırlı bir geceyi hakkıyla idrak ve ihya etmiş olmayız. Bu bizim için büyük kayıp ve büyük ayıp olur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), bu geceyi yakalama maksadıyla olsa gerek Ramazan ayının son on gününde ibadetlerini artırır, hatta bu günlerini mescide çekilerek itikâfda[4] geçirirmiş. Hz. Âişe validemiz buyurmuşlardır ki: “Hz. Peygamber Ramazan ayının son on günü girdiğinde gecesini ibadetle geçirirdi, ailesini de uyarırdı, ibadet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterirdi.”[5]

Bu gece Adem Safiyyullah (a.s) gibi adam, İbrahim Halilullah (a.s) gibi dost, Muhammed Habibullah (s.a.v) gibi sevgili olmaya niyet edenlere ve o niyetle yaşamaya başlayanlara değil bin ay, belki on bin, yüz bin ayın mükâfatı da verileceğine kesinlikle inanıyorum. Çünkü rızası kazanılan Allah’ın katında sevabın ve mükâfatın sınırı olamaz. Ebedî cenetin anlamı da bu değil mi zaten?. Ayette ifade edilen bin ay kesretten kinaye olduğu gibi,  Kadir gecesini gerçek anlamda ihya etmek de Adem gibi adam, Halil gibi dost, Habib gibi sevgili olmaya niyet etmek ve o niyetle yaşamakla mümkün olur ancak. Yoksa bir geceyi uyumadan şöyle veya böyle ibadetle geçireyim, 83 senelik sonucu alayım, ertesi gün yine  ülfetli ve gafletli dünyamda yaşayayım, niyetinde olanların anladığı gibi mesele o kadar basit ve ucuz değildir. Kadir gecesi bizi, bir gece Müslümanca, müttekîce yaşamaya davet eden bir gece değil; Kadir gecesi, bizi, her gece Müslümanca ve müttekîce yaşamaya davet eden bir gecedir. Bir gecede, 80 küsür senede elde edilen bir sonucu alanlara da ancak böyle yaşamak yakışır.

NEDEN BU GECEYE KADİR GECESİ DENİLDİ?

O gece azemet ve şeref gecesidir. O gecenin hakkını verenler, ibadetleriyle ihya edenler şerefli ve kadr u kıymetli olurlar. Ebubekir Verrak da demiş ki: Bu geceye Kadir gecesi denmesinin sebebi, o gecede kadirli-kıymetli bir Kitab’ın, kadirli-kıymetli bir Meleğin diliyle, kadirli-kıymetli bir ümmete indirilmiş olmasıdır. Herhalde Allah Teala bu surede “kadr” lafzını üç kere bunun için zikr etmiştir.[6]

GECELERİN EFENDİSİ

İnsanlığın efendisi Adem (a.s), Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v), İran’ın Efendisi Selman (r.a), Anadolu’nun efendisi Suheyb (r.a), Habeşistan’ın efendisi Bilal (r.a), Şehirlerin efendisi Mekke, kitapların efendisi Kur’an-ı Kerim, surelerin efendisi, Bakara suresi, Bakara suresinin efendisi Ayete’l- Kürsî, taşların efendisi Hacerü’l-esved, kuyuların efendisi zemzem, bastonların efendisi, Musa’nın (a.s) bastonu, balıkların efendisi Yunus’un (a.s) balığı, develerin efendisi Salih’in (a.s) devesi, bineklerin efendisi Burak, yüzüklerin efendisi Süleyman’ın (a.s) yüzüğü, Günlerin efendisi cuma günü, gecelerin efendisi, Kadir gecesi, ayların efendisi de Ramazan ayıdır.[7]

KADİR GECESİ NEDEN RAMAZAN GECELERİNDE SAKLANMIŞTIR?

Hadis kaynaklarında: “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününün tek gecelerinde arayınız”[8]buyurulmuş ama “Kadir gecesi şu gecedir” diye kesin bir hüküm verilmemiştir. Allah Teala, o geceyi Ramazan ayının gecelerinde saklamıştır; ta ki insanlar Ramazan ayının bütün gecelerine saygı göstersinler ve her gecesini Kadir gecesi imiş gibi değerlendirsinler de çok çok mükâfata nail olsunlar.

Kadir gecesinin saklanmasının ikinci bir hikmeti de şu:

Ramazan ayında hele kadir gecesinde günah işlemenin cezasıyla, diğer aylarda ve gecelerde günah işlemenin cezası bir değildir. Mükâfatı bir olmadığı gibi. Onun için Cenab-ı Hak, insanoğlunun günahlara karşı cesaretini bildiğinden şefkat ve merhametinin gereği olarak Kadir gecesini Ramazan ayının gecelerinde saklamıştır; ta ki Kadir gecesini bile bile günah işleyip de büyük büyük cezaya çarpılmasınlar. Çünkü sahanın otoriteleri, bir insan Kadir gecesini bilse ve o geceyi ibadetle ihya etse bin ayın sevabını kazanacak ve yine Kadir gecesini bilse, bile bile isyan etse ve günah işlese o zaman da bin ayın günahını kazanacaktır.[9] demişlerdir.

Hz. Peygamber (s.a.v) beraberinde Hz. Ali (r.a) olduğu halde mescide girdi ve uyuyan birisini gördü de:

-Ey Ali! Onu uyandır, abdestini alsın, buyurdu. Hz. Ali, adamı uyandırdı, sonra da Resulullah Efendimize sordu:

-Ya Resûlellah! Şüphesiz ki Sen hayırlı hizmetleri yapmada hep öncüsün, hepimizin önünde gidersin. Bu adamı Sen neden uyandırmadın? Cevap çok ilginç:

– Onun seni reddetmesi küfür (inkâr) olmaz. Ama beni reddetmesi onun inkâra düşmesine sebep olurdu. Küfür yani iman esaslarından birini inkâr sınırsız bir cinayettir. Ben böyle yaptım ki reddettiği takdirde cinayeti,  büyük olmasın, hafif olsun.

İşte Peygamber’in (s.a.v) rahmeti, şefkati bu. Sen buna Allah Telâ’nın rahmetini, merhametini kıyas et.[10] Böylece Allah’ın Kadir gecesini saklamaktaki rahmetinin sırrını ve sınırsızlığını anla.

Allah Tealâ’nın sakladığı daha böyle çok şeyler vardır. Mesala: Rızasını ibadetlerde saklamıştır, ta ki ibadetlerin hepsine önem versinler. Gazabını günahlarda saklamıştır. Ta ki hepsinden sakınsınlar. Velisini insanlar içinde saklamıştır. Ta ki insanların hepsine hürmet edip değer versinler. İcabetini dualarda saklamıştır. Ta ki çok çok dua etsinler. İsm-i Azam’ını saklamıştır. Ta ki bütün güzel isimlerine ism-i azammış gibi değer versinler. Ölümün vaktini saklamıştır. Ta ki insan ömrünün başında şımarıp ömrünün sonuna doğru da korkudan çıldırıp ödü patlamasın, dengeli ve hazırlıklı yaşasın.[11]

KUR’AN’IN İNİŞİNİN ETKİLERİ

Kur’an’ın inişine sahne olan zaman dilimleri, diğer zaman dilimlerinden çok farklı olmuştur. Mesela:

1-Bir rivayete göre, Kur’an, Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına birden, toptan indirilmiştir. Bu toptan indirildiği geceyi Berat Gecesi haline getirmiş,

2-Parça parça, ayet ayet indirilmeye başladığı Ramazan ayını, ayların sultanı yapmış, bereketlendirmiş, rahmet, mağfiret ve Cehennemden kurtuluş ayı haline getirmiş,

3-Ramazan ayının içinde inmeye başladığı geceyi Kadir Gecesi yapmış, o geceyi de 1000 aydan daha hayırlı bir gece haline getirmiş,

4-İndiği aklın ve kalbin sahibi olan Zât’ı, alemlerin rahmeti, geçmiş ve geleceğin efendisi yapmış, Muhammed Mustafa (s.a.v) haline getirmiş, alınması gereken eşsiz bir örnek olarak insanlığın önüne koymuştur.

5-Sayısız denilecek kadar çok miktarda meleklerin ve Cebrail’in şafak sökünceye kadar bütün işlerin yoluna konulması için Allah’ın emriyle inişini sağlamıştır.

6-Cehalet ve cahiliye çağını kapatmış ilim ve bilim çağını açmıştır. Şirk ve küfür dönemini kapatmış, iman ve tevhid dönemini açmıştır. Zulüm ve depresyon dönemine son vermiş, hak ve adalet dönemini hakim kılmış, asrını huzur ve saadet asrı yapmıştır.

GÜNÜMÜZ MEDENİYETİNİN TEMELLERİNİN ATILDIĞI GECE: KADİR GECESİ

Miraç Gecesinde: İslam coğrafyasının sınırları çizilmiş. Kadir Gecesinde: Günümüz medeniyetinin temelleri atılmış, Kur’an’da anlatılan peygamberlerin mucizeleriyle de günümüz medeniyet harikalarının nihaî sınırları belirlenmiştir.[12]

Mirac Gecesinde İslâm coğrafyasının sınırlarının nasıl çizildiğini miraç makalemizde anlatmıştık. Şimdi biz o yazının sadece Kadir Gecesiyle ilgili olan kısmını dikkatlere sunmaya çalışacağız:

Doğulu ve Batılı vicdan sahibi her araştırmacının ittifak ettiği bir gerçek vardır. O da: Bu gün dünyaya hâkim olan Modern Avrupa Medeniyeti, varlığını Ronesans’a, Ronesans da varlığını Endülüs İslâm Devletine ve dolayısıyla İslâm Medeniyetine borçludur.

İslâm Medeniyetinin kaynağı Kur’an’dır. Kur’an ise Ramazan ayında, Kadir Gecesinde inmeye başlamıştır. O gece inen ayetlerin ilkinin “İkra’=oku” diye başlaması da çok anlamlıdır. Medeniyete, ahlaka, bilime, teknik ve terakkiye giden yol okumaktan geçer. Kalkınmanın, medenileşmenin ve modernleşmenin temelinde çekirdek olarak İslâm’ın bu ilk emri vardır. Bir “İKRA’=OKU” dan böyle bir medeniyet çıkar mı demeyin. Kocaman incir ağacı da mini minnacık çekirdeğinden çıkmıyor mu? Siz çıkana değil, çıkarana bakacaksınız.

Asya, “oku” diyen kitap kendi elinde olmasına rağmen, böyle bir medeniyete sahne olma liyakat ve fırsatını kaçırdığından dolayı hayıflanmalı, hatasını itiraf etmeli, Allah’dan özür dilemeli, tevbe ve istğfar edip Kur’an’a dönmelidir. Avrupa ise gurur ve kibiri bırakıp Allah’a şükretmelidir. Ve bilmelidir ki kendisini zirvelere taşıyan medeniyet Kur’an’dan fışkırmıştır. Onun sahibi de Allah’dır. İncir ağacı, bu incirler “benim hünerim” deyip kibirlenemeyeceği gibi, Avrupa da “bu medeniyet benim hünerim” deyip kibirlenemez.[13] Hava atamaz. Çünkü elindeki nimetlerin sahibi, Kur’an’ı ve İslamiyet’i insanlığa gönderen Allah’tır.

Avrupa ve Amerika Kur’an’ın İslamiyet’ine teslim olmadığı içindir ki maddi gücü nisbetinde dünyada adaleti sağlayamamakta, insanlığa merhamet, muhabbet, ihlas, isar ve ihsan sunamamakta, tam tersi ihtilallere, inkılaplara, darbelere sebep olmakta, çanak tutmakta, akan kana ve gözyaşına ortak olmakta, bir bakıma da kendi elleriyle kendi mezarını kazmaktadır.

Roma imparatorluğu, Sasani İmparatorluğu, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları da yıkılmaz, diyorlardı. Şimdi onların yerinde yeller esiyor.

Biz, İslam’dan uzak zalim bir Avrupa ve Amerikan’ın yıkılışını seyretmekten ziyade, İslam’ın imanı, adalet ve merhametini benimsemiş; mazlumun dostu, zalimin hasmı bir Avrupa ve Amerikan’ın şahlanmasını seyretmek istiyoruz. Avrupa ve Amerika bunu beceremezse, çok yakın bir gelecekte bunlar da yıkılan saltanat ve imparatorlukların hurdalık ve çöplüğünde yerlerini alacaklardır.

KADİR GECESİNDE BİR DEMET DUA

Kadir Gecesi, aynı zamanda dua gecesidir. Yüce Rabbimiz, bize bizden yakın olarak bizi dinleyecek, dilekçelerimizi kabul edecek, bağış isteyene bağış, rızık isteyene rızık, iş isteyene iş, şifa isteyene şifa verecek. Biz istemekten usanmayalım. Çünkü O bizi dinlemekten usanmayacak. Hatta ısrarla isteyen kullarını rahmetinin, muhabbetinin bağrına basacaktır.

Öyleyse artık durulacak zaman değildir. Dua edelim. Dert bizde, derman Onda. İsteyelim. Yangın bizde, yağmur Onda. Yangınımızı söndür Allahım, diyelim. Tembellik bizde, hiç durmadan çalışkanlık Onda. Yorulma bizde, yorulmamazlık Onda. Noksanlık bizde, kemal Onda. Çirkinlik bizde cemal Onda. Hikmetsizlik bizde hikmet Onda. Acizlik bizde, kudret Onda. Zayıflık bizde, kuvvet Onda. Zillet bizde, izzet Onda. Fukaralık bizde, zenginlik Onda. Kötülük bizde, iyilik Onda. İhtiyaç bizde, istiğna Onda. Öyleyse artık niye duralım?  Duaların kabul edileceği vakit açıklanmış: Her an, her zaman. Özellikle mübarek ay, gün ve geceler. Özellikle de Kadir Gecesi. Davet gelmiş, kabul edileceğimizin müjdesi verilmiş. Öyleyse artık niye bekleyelim?

Eğer biliyorsak önce Kur’an ve hadislerde geçen me’sûr dualarla dua edelim. Buna gücümüz yetmiyorsa, cevşen okuyalım, buna da gücümüz yetmiyorsa içimizden geldiği şekliyle dua edelim. Bunu da yapamıyorsak, bilenlerin yanına gidelim, cemaatler oluşturalım, geçerli sözü, tutarlı yüzü olanların dualarına amin diyelim. Neyi, nasıl isteyeceğimizi bize öğretmesini de Rabbimizden isteyelim. Bir taraftan da mesür duaları öğrenmek için cehd ve gayret gösterelim.

En büyük ihtiyacımızın Allah olduğunu Allah’a arz edelim. Başka şeyler kimin olursa olsun, Sen benim ol Allahım yeter, diyelim. Ağlaya ağlaya, çağlaya çağlaya Ona kavuşmaya çalışalım. Dualarımızı salatü selamlara sarıp gönderelim, bol bol salat ve selam okuyalım. Dualarımızı, duaları makbul kulların duaları arkasına ekleyelim. Allah Teala’ya takdim edelim.

Bu gece fitreler, zekâtlar ve sadakalar verelim, muhtaçların duasını alalım. Bu gece kaza namazlarımızı bitirmeye karar verelim. Bir daha namazı terk etmeyeceğimize,  kazaya bırakmayacağımıza dair Allah Teala’ya söz verelim. Bundan sonra: “Elimle, dilimle, halimle ne kendime, ne aileme, ne insanlara, ne de herhangi bir şeye zarar vermeyeceğim. Beni kabul et ve bana sahip ol, beni koru Allahım!” diyelim. Tövbe istiğfar edelim. Bol bol Kur’an okuyalım. Bu gece okunan her bir Kur’an harfine 30 bin karşılık, 30 bin sevap verilecek, unutmayalım. Allah Teala’dan, Allah’ın razı olacağı tipte bir adam olmayı isteyelim.

Kul haklarını geri verelim, incittiklerimizden özür dileyelim, ana-babamızı, büyüklerimizi, akrabalarımızı razı edelim, helallık alalım. Kur’an ve iman hakikatlerini öğreten, ders veren, faydalı, güvenilir kitaplar okuyalım. Allah, peygamber, Kur’an ve İslam hakkındaki bilgilerimizi artıralım, derinleştirelim. Gecenin uygun bir saatinde çocuklarımızla birlikte Allah’a yönelelim, başta zalim nefsimizin, sonra diğer zalimlerin zulmünden kurtulmak için Allah’tan yardım isteyelim. Mazlumlara, kurtuluş savaşı veren Müslümanlara, darbe ile hakları elinden alınan mazlum, mağdur, maktul Müslümanlara dua edelim.

Bilinçsiz dualar, gafil kalple yapılan dualar makbul ve geçerli değil. Allah bilinçli ve uyanık kalple dua etmeye, kendisine yalvarmaya bizi muvaffak eylesin. Âmin

KADİR GECESİNE ÖZEL DUAMIZ

Öyleyse gelin, bilinçli bir şekilde Kadir Gecesine özel bir dua edelim:

1-Allahım! İnsanlık âlemine gönderdiğin son mesajın, son kitabın, son kelamın olan şu Kur’an-ı okumaya, anlamaya, yaşamaya beni ve ailemi, çocuklarımı muvaffak eyle.

2-Allahım! Beni ailemi ve çocuklarımı bağışladığın ve beratını eline verdiğin kulların içine kat.

3-Allahım! Kur’an’ın hürmetine beni, ailemi ve çocuklarımı Ramazan ayına kavuşup bereketlenen, nurlanan, huzur ve mutluluğa kavuşan, onun rahmetinden, marifetinden ve mağfiretinden nasibini alıp cehennemden kurtulan kulların zümresine ilhak eyle.

4-Allahım! Kadir Gecesi olduğuna inandığımız bu geceyi, Kur’an’ın inişine sahne olan Kadir Gecesi eyle.Allahım! Sen muhakkak affedicisin, affetmeyi seversin, bizleri affeyle!

5-Allahım! Hakkında başlı başına bir sure indirdiğin ve 1000 aydan daha hayırlı olduğunu ilan ettiğin Kadir Gecesine kavuşmayı ve 1000 aylık mükâfatı almayı hepimize nasip eyle.

6-Allahım! Kadir Gecesinde indirdiğin Kur’an hürmetine hepimizi şeytanların ve şeytanlaşmışların şerrinden koru. Kadir Gecesinde inen, işleri ibadet ve duadan başka bir şey olmayan Cebrail ve Sair meleklerle bizi hemhal et. Evlerimizi, yurtlarımızı, yuvalarımızı, okullarımızı, üniversitelerimizi, basınımızı, yayınımızı, ticarethanelerimizi, makamlarımızı, mevkilerimizi her yerimizi meleklerin uğrağı haline getir. Hiçbir yerde şeytanlara ve şeytanlaşmışlara yer kalmasın. Ya Rabbi hepimizi bu gecede Cebrail’in Ve Sair meleklerin ziyaretine açık ve layık eyle.

7-Allahım! Bu gece de indirdiğin Kur’an ve bu gecede izninle gelen melekler hürmetine bizi ve üzerimizde hakkı olan herkesi affet.

Bilerek veya bilmeyerek onur ve gururunu incittiğimiz, haklarını çiğnediğimiz kullarından helallık almaya, mallarını vermeye, kırılan gönüllerini hoşnut ve tamir etmeye bizi muvaffak eyle. Üzerimizde hakkı olan herkesi ve herşeyi affet. Ta ki kimsenin benden isteyeceği bir şey kalmasın. Kötülüklerimizi iyiliklerle değiştir. Kötülüklerimizi sildirecek iyilikler bize yaptır Allahım!

8-Allahım! Ramazan’ın gecelerinde özellikle Kadir Gecesinde yapılan duaları geri çevirmeyeceğini biliyoruz. Bizim de dualarımızı kabul eyle. Bizi, duası geri çevrilmeyen, her ne zaman el kaldırsa anında kabul edilen nazlı ve niyazlı kullarından eyle.

9-Allahım! Bu gecede indirdiğin Kur’an hürmetine. Bizi, seni her sevgiliden çok seven, senin tarafından sevilen ve her şeyi ile seni sevdirmeye çalışan kullarının arasına al.

10-Allahım! Kadir Gecesi hürmetine ve kadir gecesinde indirdiğin Kur’an-ı Azimüşşan hürmetine, Kur’an’ın ilmini bize nasip eyle. Habib-i Edib’in sevdasıyla gönüllerimizi doldur. Kur’an’ın ahkâmıyla Habib-i Edib’in ahlakıyla yaşamayı bize nasip eyle.

11-Allahım! Kelam-ı Kadim’in hürmetine, dizginlerini şeytanın eline vermiş, Kur’an yolunda olduğunu söyleyerek Kur’an’dan sapan, eserleriyle, etkileriyle Müslüman milletin midesini bulandıran, kafasını bozan ne kadar medyatik sapık varsa onların şerrinden Müslüman milletimizi koru.

12-Allahım! Ülkemizi ve bütün İslam ülkelerini yönetenlere feraset, basiret, adalet, merhamet, dirayet, kudret ve hidayet nasıp eyle. Yaptıkları kötülüklerden, zulümlerden, darbelerden dolayı içlerine nedamet, pişmanlık duygusunu ver. Vazgeçsinler. Mazlumlar kurtulsun. Bu aziz mübarek günde daha fazla kimse acı çekmesin ya Rabbi!

13-Allahım!  Geçmiş ve gelecek günahlarımızı bağışla. Bu gece söz verip yarın dönenlerden eyleme. Bu gece tövbe istiğfar edip yarın ve daha sonraki günler tövbesini bozanlardan eyleme.

14-Allahım! Kadir Gecesinde çağlayan haline gelen rahmetin hürmetine, kâinatımızı güzelleştiren Güzel isimlerin hürmetine, dünyamızı ve ahiretimizi güzelleştiren güzeller güzeli Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz hürmetine, hukukun Üstünlüğünü getiren hak din İslamiyet hürmetine, İslam ve insanlık aleminin suyu, havası, güneş’i ve hayatı olan güzel kitabın Kur’an hürmetine bizi razı olduğun bu güzellerden ve güzelliklerden ayırma. Hepimize kâmil iman, ekmel ihlas, çocuklarımıza selamet, istikamet, sağlık ve saadetler nasip eyle. Allahım! Verdiğin bu nimetleri elimizden alma!

15- Cimrilikten, özellikle zekat ve sadaka noktasındaki cimrilikten bizi koru ya Rabbi! Mert ve cömert kullarından eyle ya Rabbi!

16-Doğru tüccarlar, cennette peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacaktır. Bizi ve tüccarlarımızı doğru olmaya muvaffak eyle Ya Rabbi!

Adaletli Yöneticiler, hiçbir gölgenin olmadığı mahşer meydanında arşın gölgesine ve Allah’ın himayesine alınacaklar. Yöneticilerimizi ve bizi onlardan eyle Ya Rabbi!

Arşın gölgesine alınacak yedı sınıf insanlardan biri de, ömrünün baharında ibadete başlayan ve bir daha bırakmayan gençlerdir. Bizim gençlerimizi de onlardan eyle ya Rabbi!

17-Yüce Allah buyuruyor (Kutsi Hadiste): “Ben Allahu Azimüşşan, meliklerin meliki, hükümdarların hükümdarıyım. Tüm meliklerin(devlet başkanlarının kalpleri ve perçemleri benim elimdedir. Kullar bana itaat ederse, ben de yöneticileri onlara rahmet kılarım. Eğer kullar bana isyan ederse bende yöneticileri onlara ceza kılarım, bela ederim. Binaenaleyh yöneticilere sövmekle meşgul olmayın. Aksine kendinizi zikir ve tazarru ile meşgul edin. Meliklerinizin hakkından Ben gelirim. (Sizi onların şerlerinden Ben korurum. Siz Bana karşı görevlerinizde kusur etmeyin.) Bana tövbe edip dönün ki, ben de onları size (rahmetle, muhabbetle) yönlendireyim.”[14]

18-Ülkemizin ve dünyamızın barışa çok ihtiyacı var Ya Rabbi. Bu barışı bize ve dünyamıza nasip eyle. Barış sürecini başlatanlara, destekleyenlere başarılar nasip eyle. Onları iki cihanın cennetine koy. Barış sürecini baltalamak isteyenlere ve destekçilerine fırsat verme ya Rabbi!

19-Allahım! İslam ülkelerinin başındakilere akıl, kalplerine kâmil iman nasip eyle. Onları halkından beddua değil, dua alan insanlar haline getir. Onları ve yönettikleri halkları Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizin ahlakıyla ahlaklandır. Ahlaklandır ki, dünyamızın ateşi sönsün. Kur’an’ın ahkâmını hayatımıza hâkim eyle. Eyle ki, anarşi ve terör bitsin. Cinayetler, hıyanetler son bulsun. Her yere sülh, sükun, huzur ve saadet hâkim olsun. Cennet dünyamıza gelsin. Dünyamız cennete dönsün. Ebedî ve sermedî cennet bizim olsun. Âmin bihurmeti seyyidilmürselin ve bi hurmeti Tâhâ ve Yâsîn.

 Vehbi Karakaş / Risale Haber


[1] Kadir, 97/1-5

[2] Bkz. Barla Lahikası, 282

[3] Tirmizî, Daavat, 89

[4] İtikâf hakkında geniş bilgi için bkz. Karakaş, Vehbi, Üç Aylarla Toplum Eğitimi, Ayfa Yayınları, İst. 2012

[5] Müslim, İtikâf, 7.

[6] Fahrurrazî, et-Tefsîrü’l-Kebir, XXII, 38

[7] Geylanî Abdulkadir, Ğunyetü’t-Talibîn, 318-319

[8] Buharî, itikâf, 1; Müslim, İ’tikâf, 2,3,4,5; Tirmizî, Savm, 71; İbn Mace, Sıyam, 58

[9] bkz. Fahrurrazi, Tefsir-i Kebir, XXXII, 28-29

[10] A.e, aynı yer.

[11] bkz. Razî, a.e., XXXII, 28-29

[12] Bu meselenin izahı için bakınız. Nursi, Said, Sözler, 20. Söz, 2. Makam

[13] Geniş bilgi ve yazının dipnot ve kaynakları için bkz. KARAKAŞ, Vehbi, Üçaylar, Kutlu Ay ve Günler Kandil Geceleri, Ayfa Yayınları, İstanbul- 2012

[14] Tirmizî, Daavat, 83

Vehbi Karakaş’tan Taziye Mesajı

Muhterem Mustafa Sungur ağabey,
Asrın mebusuna talebe ve hizmetkar olma devletini Allah sana nasip eyledi. Asrın Mebus’unun mesajını, dilden dile ilden ile götürdün. 1981’de benim gibi hiç oğlu hiçin mektubuna Osmanlıca yazı ile özel bir mektup kaleme aldın.İnşaallah bu mektupları yayınlayacağım. Her zaman, her yerde nurları okudun, karanlıkları aydınlattın. Umulmadık ve beklenmedik kimseler tarafından örselendin, silkelendin. Mahzun ve mükedder kaldın, ama yılmadın, yıkılmadın.

Sabrınla, kemalinle, affınla seni üzenlerin nedametine, rücuuna, özür dilemesine fırsat tanıdın. Hayli zaman hastalıklarla pençeleştin. Dünya gamından geçtin, ebede kanat açtın, şevk ile her dem uçtun. Terhis teskeresini aldın, Rahmet-i Rahman’a, bostan-ı cinana kavuştun. Nur aleminin, İslam aleminin imanı sağ olsun.

Ebediyyet yolculuğunda Allah yar ve yardımcın olsun.

Cennette buluşmayı Rabbim hepimize nasip eylesin.

Hüküm Allah’ındır, diyoruz, yakınlarına ve sevenlerine taziyelerimizi sunuyoruz.

Dr. Vehbi KARAKAŞ
risale ajans

Depremin Hatırlattıkları

Deprem bir harekettir. Her hareket bir kuvvetten doğar. Kâinatta hiç bir hareket tesadüfen olmamakta ve başıboş değildir. Rüzgârın hareketini, bulutların hareketini ve yağmurun hareketini rastgele ve başıboş zannedebilir misiniz? Yağmur damlaları başıboş olsaydı bu kadar düzenli bir şekilde yere iner miydi? Zaten evrende tesadüf ve başıboş bir olay yoktur. Her hareket ve kuvvetin arkasında bir kast, bir şuur ve bir fail vardır.

Öyleyse deprem hareketinin arkasındaki güç nedir, fail kimdir? Bu sorulara herkes bir cevap verir. Kimisi tesadüfen oluyor, der. Kimisi kendi kendine oluyor, der. Kimisi tabiat (doğa) yapıyor, der. Din de, Allah yapıyor, der.

Dördüncü şıkkın dışındakileri çürütmek için ne zaman, ne de kelime israf etmeye niyetim var. Çünkü onların çürük olduğunu akıl ve vicdan görmekte ve anlamaktadır.

Biz dördüncü şıkkın üzerinde durmak istiyoruz. Ve diyoruz ki deprem failsiz ve hikmetsiz bir hareket değildir. Farz edelim, yerde bir maktül var. Bunu kim öldürdü, dediklerinde her halde biri kalkıp:

Şu tabancadan çıkan kurşun öldürdü, demez ve kurşundan davacı olmaz. Evet o adamı tabancadan çıkan kurşun öldürmüştür, bu doğrudur. Ama o tabancanın tetiğini çeken bir el, bir kuvvet, bir şuur, bir irade vardır. Evet deprem şu kadar insanı öldürdü, şu kadar binayı yıktı. Bu doğru. Öyleyse neden depremi mahkemeye veren çıkmadı? Çünkü deprem de yukarda ki kurşun gibidir. Tabancanın tetiğini nasıl çeken varsa, depremin de tetiğini bir çeken var. Kur’an’ın ifadesine göre o, Allah’tır. (1)

Depremi ister bir uyarı olarak kabul edin, ister etmeyin; ama bu hareketin arkasında Allah’ın ilmi, hikmeti, iradesi, kudreti, ibreti ve dersi vardır. Böyle inanmak tevhidin gereğidir. Bu olayı, tesadüflere, kendi kendine oluşlara, başıboşluğa havale etmek şirktir.

Kitab-ı Kerimimiz olan Kur’an, ağacın başından düşen bir yaprağın dahi Allah’ın izniyle düştüğünü haber vermektedir.(2) Allah’ın izni, iradesi olmadan bir yaprak dahi düşemediğine göre, deprem gibi büyük bir hareketin Allah’ın izni, haberi ve iradesi olmadan gerçekleşmesi nasıl mümkün olacaktır?

Allah (c.c) deprem ve benzeri afetlerle, olumlu ve olumsuz, tatlı-acı bütün icraatıyla kendisini hatırlatıyor. “Ben varım” diyor. Adeta “her şeyinizin sahibi benken beni hesaba katmıyorsunuz. Hayatı eğlenceden ibaret sananlar, sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar eğleniyorlar; benim, bu yaptıklarından razı olup olmadığımı sormuyorlar. Hayatı kavgadan ibaret sananlar ve birbirlerini acımasızca öldürenler benim bu işten ve terörden razı olmadığımı hesaba katmıyorlar. Bir hiç uğruna hem dünyalarını ve hem de ahiretlerini cehennemleştiriyorlar.” diyor.

Bu icraatıyla haklı değil mi Allah sevgili okurlarım? Bu olaylar da olmazsa Allah, ahiret, hesap, dine hizmet ciddi anlamda kimin aklına geliyor? Çok az kimsenin. Nerden belli? Allah yokmuş gibi yaşanan hayatlardan, gayr-i meşru eğlencelere dalmalardan, terk edilen namazlardan, verilmeyen zekâtlardan, “neme lazım”, “hep bana” anlayışlarından belli.

Depremler bunların hepsini terk ettiriyor. Samimiyetle Allah dedirtiyor. Dua ettiriyor, namaza başlatıyor, günahlardan uzaklaştırıyor, yardımlaşmaya sevk ediyor. “Neme lazım”, “hep bana” gibi acımasız anlayışları parçalıyor. Ölümü, ahireti ve hesabı düşündürüyor.

Bizi çepeçevre kuşatmış olan gafletimiz o kadar kalın ki, rahmet, nimet ve nasihat onu parçalamaya yetmiyor. Allah, musibet ve deprem balyozunu devreye sokuyor. Maddî ve manevî hayatımızı tehdit eden gafletimizi parçalayıp bizi kurtarıyor. Kurtarırken içimizden günahkâr olanları dua ve ibadete, tevbe ve istiğfara yönlendiriyor, şükürlüleri ve masumları şehitlik rütbesiyle cennete atıyor, şükürsüz ve şirk içinde olanları da cehenneme döküyor.

İçinde yaşadığımız kürenin İki türlü hareketi vardır:

1-Saniyede 30 km hızla gittiği halde hızıyla ve gürültüsüyle kimseyi rahatsız etmeyen normal ve intizamlı hareketi.

2-Sesi ve gürültüsüyle ödleri koparan, yürekleri hoplatan anormal ve intizamsız görünen depremdeki hareketi.

Bu hareketlerin hiç biri başıboş değil. Allah’ın emriyle olan hareketlerdir. İntizamsız ve düzensiz görünen ikinci hareketin en büyük hikmeti birinci hareketteki intizamı, düzeni, nimeti, rahmeti ve hikmeti anlamayanlara anlatmak, görmeyenlere göstermek ve Allah’ın evrendeki muhteşem ve kusursuz düzenine dikkat çekmektir. Yani Yüce Allah intizamsız görünen depremle, kâinattaki mükemmel icraatına dikkat çekmiştir. Hastalığı vermekle sağlığın önemine, geceyi yaratmakla gündüzün önemine, karanlığı yaratmakla ışığın önemine dikkat çekmesi gibi.

Her nedense milyarlarca insanın organlarının tam ve mükemmel yaratılmasındaki intizam ve ihtişam kimsenin dikkat ve takdirini çekmez de bir insanın tek elinde altı parmağının olması hayret ve dikkat uyandırır.

Yerin depremle sarsılması değil, Allah’ın yere ve aleme yerleştirdiği mükemmel düzeni bizi hayrete düşürmeli ve hayran bırakmalı, bu hayret ve hayranlık şükür ve şükrana dönüşmelidir. Çok kere bu olmayınca şiddetli depremlerle sadece hayrete değil, aynı zamanda hendeklere düşüyoruz ve her şeyimizi kaybediyoruz. Allah bu akıbetten, maddî ve manevî depremlerden hepimizi korusun.

Seminerlerimin birinde dinleyicilerden biri sordu:

Pekiyi deprem Allah’ın işi ise Allah neden bu tahribata ve bu zulme izin veriyor?

Depremin zulüm olduğunu kim söyledi ve kim öğretti size? Bilimsel makalelerin birinde bir cümle okumuştum. Cümle aynen şöyleydi: “Depremler olmasaydı, dünyada hiç bir canlı yaşayamazdı.” Depremin zulüm görünen bir yönü varsa o insanlara aittir. Hâşâ! Allah zulümden münezzehtir. O merhametlilerin en merhametlisidir. Her kimde merhamet varsa o merhameti o kimseye veren de O’dur.

Dinleyici yine sordu:

İyi ama depremin yüzünde görünen bir merhametsizlik var. Pekiyi bunun anlamı ne, sebebi kim?

Tekrar ediyorum, Allah’a bakan yönünde merhametsizlik yok. Tam tersi Allah’ın icraat ve inkılaplarında hayat var. Bir buğday, toprağa düşmeden, patlamadan, çatlamadan erimeden, çürümeden, kısaca varlığını kaybetmeden başak olamaz. Varlığını ve canlılığını sürdüremez.

Biz insanlar da böyleyiz. Toprağa girmeden, dünyadaki varlığımızı kaybetmeden ebedî hayata ve ölümsüzlüğe kavuşamayız. Bir buğday toprağa girdikten sonra, yüz buğday oluyorsa, toprağa giren bir insanın ne kadar mükemmel bir hayata kavuşacağını anlamakta zorlanmıyoruz.

Depremin ve benzeri olayların bıraktığı merhametsiz görünen tabloya gelince onun nedeni ve suçlusu biziz. Yani insan oğlunun küfrü ve küfranı, israf ve ifsadıdır. Siyasî, ticarî, sosyal ve ekonomik gibi bir çok depremlerin temelinde de yine bunlar vardır. Küfür, küfran, israf ve ifsat.

Küfür, Allah’ı tanımamak, Allah yokmuş gibi yaşamak, küfran ise O’nun nimetlerine karşı nankörlüktür. İsraf, muhtaçlara vermen gereken fazlayı kendine, günahlara ve boşa harcamak. İfsat, bozmak, bozgunculuk yapmaktır. Onun içindir ki Allah, Kur’an’da kâfirleri, (3) müsrifleri (4) ve müfsitleri (5) sevmediğini çok net bir şekilde ortaya koymuştur.

Allah’ın türlü türlü orduları (6) ve türlü türlü silahları vardır. Onlardan biri de depremdir. Bu gerçeği biz Kur’an’ın şu ayetlerinden anlıyoruz: “De ki: Çıkın yeryüzünde dolaşın. Anarşist ve ahlaksızların akıbetinin ne olduğunu görün.” (7) “Onların her birini biz, günahından ve suçundan dolayı yakaladık. Kiminin üzerine taş yağdıran (kasırga) gönderdik. Kimini dayanılmaz bir ses, bir deprem yakaladı. Kimini yere batırdık. Bazılarını da boğduk. Aslında Allah onlara zulmetmedi, etmeyecekti. Lakin onlar (rahat durmadılar, hadlerini aştılar,) kendilerine zulmettiler.” (8)

KÖTÜLÜĞÜ YARATMAK, KÖTÜLÜK DEĞİLDİR, KÖTÜLÜĞÜ YAPMAK KÖTÜLÜKTÜR

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, mülkün sahibi olan Allah, tarih boyu yaramazlık yapanları cezalandırmıştır. Ama bu cezada suç ceza verende değil, ceza alandadır.

Denilir ki: “Halk-ı şer, şer değildir, kesb-i şer şerdir.” Bunu bir cümle ile izah edelim: Ateşi Allah yaratmıştır. Ateşi yaratmasının da sayısız hikmeti vardır. Bir insan kalkar da parmağını ateşe sokarsa, ateşi yaratan mı suçlu olur, ateşe parmağını sokan mı? Bu misalden yola çıkarak diyoruz ki: Depremi yaratmak, şer değildir; çünkü onun bizim bilemediğimiz belki çok faydaları vardır. Asıl şer depreme davetiye çıkarmaktır.

Depremin ne zaman, nerde, nasıl olacağını bilim henüz tesbit etmiş değildir.(9) Denemeler sahibi Montaigne’in güzel bir tesbiti var. Der ki: “Ölümün bizi nerde yakalayacağı belli değil. En iyisi biz onu her yerde bekleyelim.” Ben de deprem için aynı şeyi söylüyorum: Depremin bizi nerde, nasıl, ne zaman yakalayacağı belli değil. En iyisi biz ona her yerde hazır olalım ve biz ona sü-i istimallerimizle, israflarımızla, ifsatlarımızla, zulümlerimizle, varlığın Yaratıcısına isyan ve tuğyan dolu yaşayışımızla, gayr-i meşru eğlencelerimizle davetiye çıkarmayalım.

DEPREME HAZIRLIKLI OLMALIYIZ

Deprem olması ve yaşanması gereken bir olaydır. Zaman zaman nasıl gökyüzünü bulutlar kaplar, yağmur yağar, şimşek çakar. Bunlar nasıl Allah’ın evrene koyduğu nizamın bir parçası ise, deprem de o nizamın ve düzenlemelerin bir parçasıdır. Yeri harekete geçiren Allah, insana da tedbirli olmasını emretmiş.

Biz nasıl gece gelince gecenin, kış gelince kışın kanunlarına uyuyor, kendimizi ona göre ayarlıyoruz. Depreme göre de kendimizi hazırlamamız gerekiyor. Sağlam zeminde, sağlam malzemeler kullanarak, sağlam binalar inşa edeceğiz. Haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk yapmayacağız. Taciz, tecavüz, kapkaç, gasb, anarşi ve terör olaylarına katılmayacağız. Cinayetlere tenezzül etmeyeceğiz. Haklı ve adil devlete, ana-babamıza, hocalarımıza isyan etmeyeceğiz. Evrenin sahip ve yaratıcısına itaat ve ibadet edeceğiz. Eşimizi ve çocuklarımızı Allah’ın birer emaneti göreceğiz, seveceğiz, okşayacağız, öpeceğiz. Tek kelime ile zalim olmayacağız. Çünkü Allah, küfrün cezasını çok kere ahrete bırakır ama, zulmün ve zalimin cezasını çok kere burada verir. Bir anda nimeti nıkmete, yağmuru sele, rüzgarı hortuma dönüştürür. Her şey dostumuzken düşman olur. Görünmez askerleri (mikropları) devreye sokar, vurulması gerekenleri vurur.

DEPREMLERDE SUÇSUZ VE GÜNAHSIZLARIN DURUMU

Bu operasyonlarda bazen suçsuz ve günahsızlar da musibet ve felaketlerden payını alır. Öyle olmasaydı imtihan sırrı bozulur, Allah herkesi kendine inanmaya zorlamış olurdu. Vurulanlar içinde suçlular da vardır, suçsuzlar da. “Bir bela ve musibetten çekininiz ki, o geldi mi, yalnız zalimleri yakmaz; masumları da yakar.” (10)

Pekiyi suçsuz ve günahsız insanlar suçsuzken depreme yakalanır ve musibete düşerlerse, bunların Allah’ın merhamet ve adaletinden payları nedir?

İki önemli pay var onlara:

1-Yüce Allah, onların telef olan mal ve servetlerini kendileri adına verilmiş bir sadaka olarak kabul ediyor. Böylece fani mal ve servetleri, ebedi bir mal ve servete dönüşüyor.

2-Onlar hükmen şehid oluyorlar. Cennete gidiyorlar. Böylece fani ve ölümlü hayatları baki ve ölümsüz hayatla değiştirilmiş oluyor. İşte deprem içinde saadet ve kahr içinde lütuf buna derler. Tabii ki bu önemli sonuç, İslam’ı yaşayan Müslümanlar, bir de bülûğ çağına ermemiş tüm masumlar için geçerlidir.

Biz depremden değil, depreme hazırlıksız yakalanmaktan, bir de depremin dizginleri elinde olan Allah’dan korkmalıyız. Ne Allah’ın ve ne de kulların hakkına tecavüz etmemeliyiz.

Depremin son derece hiddetli ve şiddetli olması da bir yazarımızın densizce ve ukalaca dediği gibi Yaratıcı’nın hâşâ merhametsizliğinden ve adaletsizliğinden değil, bizim gafletimizin, zulmümüzün ve yanlışlarımızın şiddetindendir. Bunu böyle söylemez ve böyle inanmazsak depremden ders ve ibret almış olmayız.

Tekrar ediyorum, Yüce Yaratıcı, dürüst (11) ve çalışkan olmamızı, (12) sağlam iş yapmamızı, sağlam zemine sağlam binalar kurmamızı ve sağlam malzeme kullanmamızı, (13) sonra da kendisine güvenmemizi istiyor. (14)

Deprem insanı öldürmez. İnsanı, sahtekârlık, tembellik, çürük iş yapmak, çürük malzeme kullanmak, çürük yere bina dikmek ve gayr-i ahlakî bir hayat sürmek öldürür.

Depremin görevi, sadece terbiyeye yönelik değildir. Onun daha pek çok hikmetleri vardır. Allah’ın sonsuz kudret ve azametini hissettirmenin yanında arz kabuğundaki enerjiyi boşaltır, böylece dünyamızın, fezaya fırlayıp bütün bütün yok olmaktan kurtulmasına, madenlerin ve sıcak su kaynaklarının ortaya çıkmasına ve kaplıcaların keşfine sebep olur. Deprem sayesinde yanar dağların kontrolü sağlanır, daha büyük patlamaların önüne geçilmiş olur.

Acılarla ve sancılarla karşılaştığımız zaman, önce olayların dizgini elinde olan Zât’ı değil, kendimizi suçlamalıyız. Hikmetini anlayamadığımız yerlerde susmasını bilmeliyiz. Ne güzel söylemiş İbrahim Hakkı:

Hak şerleri hayreyler/ Zannetmeki gayreyler/ Arif anı seyreyler/ Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler.

Öbür taraftan bir başka dost:

Gelse celalinden cefa / Yahut cemalinden vefa

İkisi de cana safa / Kahrında hoş, lutfun da hoş

İşte bu inanç, depremle sarsılmış insanları depresyondan ve her türlü bunalımdan kurtarır, ayakta kalmalarını ve hayata tutunmalarını sağlar.

Allah milletimize ve devletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın. Bizi rahmetinin ve nimetinin farkına varıp, şükür yapan sevgili dostlarından eylesin.

Deprem şehitlerimizi ve tüm şehitlerimizi Allah hepimiz hakkında şefaatçi eylesin. Hepsine Yüce Rabbimizden rahmet, yaralılara acil şifalar ve yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bkz. Mülk, 67 / 2

2-En’am, 6 / 59

3-Bkz.Rûm sûresi, 30 / 45;

4-Enam, 5 / 141; A’raf, 7 / 31

5-Maide, 5 / 64

6-Bkz. Fetih, 48 / 7

7-A’raf, 7 / 86

8-Ankebût, 29 / 40

9-Bilim ve Teknik Dergisi, Eylül 1999, s.7; Karakaş, Vehbi, Depremin Hatırlattıklar Hasretin Söylettikleri, s.28 Mega Basım, İstanbul-1999

10-Enfal, 8 / 25

11-Bkz, Ahzab, 59 / 70

12-Bkz. Necm, 53 / 39

13-Bkz, Neml, 27 / 88

14-Bkz. Al-I İmran, 3 / 159

Zekât Vermek İstemeyenler Okusun!

Allah Teâlanın zekât vermeyenler hakkındaki şiddetli tehditlerini dikkatlere sunmadan geçemeyeceğim. Allah Teâla’nın bu tehdit ve uyarıları da Onun şefkat ve merhametinin bir başka tecellisidir. Önündeki ateşe veya uçuruma düşecek olan bir görmeyene, önündeki ateşi veya uçurumu haber vermek, haber verenin iyilikseverliğini ve şefkatini göstermez mi?

Şimdi buyurun hep beraber Yüce Rabbimizin uyarılarını büyük bir dikkatle okuyalım, dinleyelim:

Altın ve gümüşü (parayı) biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanları acı dolu bir azapla müjdele. O gün bu paralar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı”! denilecek.

Bir başka âyet-i celilesinde de şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, (zekât ve sadaka vermeyenler, hayır-hasenat yapmayanlar) bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Bu ayetlerden aldığı ilhamla Allah Rasûlü Efendimiz de malının ve parasının kırkta bir zekâtını kuruşu kuruşuna hesap edip vermeyenler hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah kime mal verir de zekâtını ödemezse, kıyamet gününde o mal, sahibine, gözlerinin önünde simsiyah iki benek bulunan gayet zehirli ve zehirinin etkisinden başı kel bir yılan şeklinde onun karşısına getirilip boynuna dolandırılır, sonra yılan onu avurtlarına alarak boğmaya başlar: ‘Ben senin malınım, ben senin yığdığın stoklarınım.” der. Allah Rasûlü Efendimiz bu sözünün arkasından yukardaki ayet-i celileyi okuyarak işin ciddiyetini ortaya koymuştur.

Zekât, servetimizi, ona zarar verecek kirlerden temizleme, sadaka da bedenimizi sağlığa kavuşturma operasyonlarıdır. Zekât ve sadakalar, bahçemizdeki ağaçlarda görünen fazla dallardır. Onlar budanırsa bahçe sağlığa kavuşacak, daha güzel meyveler vermesine sebep olacaktır. Dalların budanmasına izin vermeyen bahçesine zarar verir. Günün birinde de bahçeden de, meyveden de mahrum kalır. Servetini kaybeden, sıhhatini de kaybeder. Gerek servetimizi ve gerekse sıhhatimizi korumak istiyorsak bu makaleyi ve Rasûlullah Efendimizin şu sözünü hep görebileceğimiz bir yere koyalım, gidip gelip onu okuyalım ve gereğini yapalım. İki dünyamızın Saadeti buyurmuşlar ki: “Servetinizi zekât vererek koruyun, hastalarınızı ve hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin, belaların defi için dua ile (namazla Allah’tan) yardım isteyin.

Varisü’n-Nebî’nin muhteşem tesbitiyle makalemizi noktalayalım: “Kalp amellerinin güneşi imandır, beden ile yapılan amellerin fihristesi namazdır, mal ile yapılan amellerin kutbu zekâttır.” “Namaz, dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekat da islamınkantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden ilahi iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.

Not: Daha geniş bilgi için Vehbi Karakaş’ın Timaş Yayınları arasında çıkan “Niçin Zekât” adındaki kitaba müracaat edilebilir.

Dr. Vehbi Karakaş

Risale-i Nur’u medyaya taşımayı bırakın medya siz olun

Dr. Vehbi Karakaş Risale-i Nur ve Medya sorularını cevapladı.

Risale-i Nur’un medya (televizyon, radyo, yazılı basın, internet) kanalları aracılığı ile duyurulması, anlatılması, konuşulması ve tartışılması için uygun kişi ve uygun dil, yakışır üslûb konusundaki düşünceleriniz…

Biraz öz eleştiride bulunacağım. Güneşin güzelliğine en büyük delil, yine güneştir. Risale-i Nur’un güzelliğine en büyük delil de Risale-i Nur’un kendisidir. Yani güneş varlığını hissettirebilmesi için başkasının kuvvetine ve himmetine ihtiyaç duymaz. Risale-i Nur’un temsilcisi durumunda olanlar veya kendisini o konumda görenler, ona gölge düşürmesinler, ona perde olmasınlar, ona ayna olsunlar yeter. Risale-i Nur, sadece İslam’ın ve Kur’an’ın ilmi değildir. O aynı zamanda İslam’ın hali ve Kur’an’ın ahlakıdır. Bu hal ve bu ahlak, herkesten çok Risale-i Nur’u okuyanların yaşama biçiminde görülmelidir. Risale-i Nur, tesanüdden, teanukden, tecavüpten, teavünden, müfritane irtibattan, şefkatten, muhabbetten, uhuvvetten, vifaktan, ittifaktan, ittihattan, isardan ve ihlasdan bahsediyorsa ve bu özellikler fert ve cemaat olarak Nur talebelerinde görülmüyorsa kimse kusura bakmasın böyle bir cemaatin etkin gücü olmaz ve böylelerini de kimse kale almaz.

Bu halinizle siz medya kanallarında Risale-i Nur’u etkin bir şekilde duyuramaz, anlatamaz, konuşamaz, tartışamaz ve tartıştıramazsınız. Bu işten önce Risale-i Nur ekolüne intisaplı olanların aralarındaki ihtilafı, dağınıklılığı, soğukluğu, kırgınlığı, düzensizlik ve disiplinsizliği, başsızlığı ve programsızlığı gidermeleri, herkesin birbirinden ve değerlerinden haberdar olmaları lazım. Bu gerçekleştirilirse soruda belirtilen uygun kişiler, uygun diller, yakışır üslûplar bulmakta zorluk çekilmez. Üstad-ı Muhterem ne demiş: “Kardaşım hizmet, hikmet-i ilahi ile bütün dünyaya yayılacaktır. Siz aranızdaki uhuvvet, muhabbet, ittihat ve tesanüd düsturlarını çiğnemeyin.

Risale-i Nur, uygulanmak için okunmalıdır. Ezberlenmek için değil. Kur’an, Tevrat’ı ezberleyip de amel Onun dediklerini yapmayan Yahudileri Cuma sûresinde şiddetle kınamış, bizim de aynı konuma düşmememiz için dikkatimizi çekmiştir.

Bediüzzaman, İslam’ın sadece dili değildir. O aynı zamanda İslam’ın halidir ve Rasulullah’ın ahlakıdır. Mevıza-i hasene ve hikmetle davet, onun davet şekli, kavl-i leyyin ve müsbet hareket onun hareket tarzı, ilim ve marifet onun en müessir silahı, pozitif enerji ve nur onun bombasıdır. Bu bomba nereye düşerse orayı imha değil, ihya eder. Ölmüşleri diriltir, cahilleri âlim eder. Bediüzzaman Nur talebesini tarif ederken şöyle der: Koyun gibi olmalı, kuş gibi olmamalıdır. Çünkü koyun yavrusuna süt (yaşadığını ve ürettiğini) verir. Kuş yavrusuna kay (kusmuğunu, yaşamadığını ve üretmediğini) verir.

TV, Radyo, gazete, kitap ve dergi yayıncılığı dışında alternatif yayın araçları konusunda neler söylenebilir?           

Hele siz öncelikle bu yayın araçlarını bir kullanın. Alternatiflerini sonra düşünelim. Bana göre daha başka alternatifler aramak yerine bu araçları etkili kullanmanın yolları aranmalıdır. Elin oğlu bu gün bu araçların hepsini kullanıyor. Hem de en etkili bir şekilde kullanıyor. Ama biz onlar kadar bu araçları etkili kullanamıyoruz. Bu araçları kullananlarımızdan bir kısmı da körler-sağırlar birbirini ağırlar olmuşlar. Aynı adamlarla oturmuş, aynı adamlarla kalkmışlar. Bu yüzden etkileri de kapının eşiğinden dışarı çıkamamıştır.

Bugün bütün dünyanın kullandığı en etkili iletişim araçları ve aygıtları nelerdir? Biz bunları ne kadar kullanabiliyoruz?

Radyo, televizyon, internet, gazete, dergi ve benzeri araçlar en etkili iletişim araçlarıdır. Biz bunları yeterince kullanamıyoruz. Neden? Nedenini birinci ve ikinci cevapta arz ettim. Bir sebep de üçüncü cevapta arz edeyim: Galiba Allah’ın yardımına liyakat kesp edemiyoruz. Muhabbetin yerini, adavet alırsa, tevhidin yerini tefrika alırsa, tevazuun yerini tekebbür alırsa, mahviyetin yerini hava atma ve kendini gösterme hevesi alırsa, yardımlaşma ve diğergamlığın yerini bencillik alırsa… Herkes mevcut imkânlarıyla Allah’ın dinine hizmet etmesi gerekirken, Allah’ın dinini ve hizmeti dünyevi nimetleri ve imkânları elde etme aracı olarak görürse Allah’ın yardımı geri dönebilir. Allah’ın yardımı gelmezse muvaffakıyet olur mu? Olmaz. Allah ne buyuruyor? Siz Allah’a (ve Allah’ın dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım edecek ve ayaklarınız kaymayacak, sırtınız yere gelmeyecektir.”

Müslüman yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Allah ise hâkim-i mutlaktır. Allah’ın halifesi olan Müslüman yeryüzünün hâkim-i mutlakı olması gerekmez mi? “Kur’an, yeryüzüne Allah’ın salih kulları varis ve hâkim olacaktır” demiyor mu? Hani nerde? Bu gün “dünyanın hâkimi ve süper gücü Müslümanlardır” diyebiliyor muyuz? Hayır. Neden yeryüzünün varisleri ve hâkimleri Müslümanlar değil? Neden? Lütfen bir düşünün.

Risale-i Nurun iletişim dili konusundaki düşünceleriniz?

Risale-i Nur’la insan arasında iletişim sağlanmalı. İnsan Risale-i Nur’la buluşmalı ve onu anlamalıdır. İletişim dili olarak da kendi orijinal dili kullanılmalıdır. Risale-i Nur’un dili nedir? Risale-i Nur, ne Türkçedir, ne Kürtçedir, ne de Arapçadır. Risale-i Nur Risale-i Nur’cadır. Risale-i Nur’u anlamak için bu dil öğrenilmeye değer. Fani dünyayı kazanmak için bir sürü yabancı dil öğrenen insan, baki dünyayı kazanmak için Risale-i Nurca öğrenmeyi ihmal etmemelidir. Risale-i Nur, İslamî ilimlerin harmanlanmış halidir. Onu çok iyi anlamak için bu ilimlere ihtiyaç vardır. İslamî ilimleri bilmeyenler onu anlayamaz, ondan nasibini alamaz, demiyorum.  Okuyan herkes ondan nasibini alır. Ama herkes anladığı ve algıladığı kadar alır. Kim ne alırsa alsın, alınan şey, Risale-i Nuru eskitmez, ondan bir şey de eksiltmez. Risale-i Nur, insan ve iman kurtarma aracıdır. O hep taze ve genç olmalıdır ki bu kurtarma operasyonu kıyamete kadar devam etsin. Bu özelliği Allah Kur’an’a ve Kur’an’dan ilhamını alan Risale-i Nur’a vermiştir. Onun için diyorum ki nasıl dil kursları açılmakta, Risale-i Nur’u anlamak için de özel birimler, fakülteler ve kurumlar açılmalıdır. Risale-i Nur okuma ve anlama kursları diye. Herkes buranın müdavimi olmalıdır. Kimisi öğretmen ve kimisi öğrenci olarak. Öğretmen de kendisini öğrenci hissetmeli, asla ona karşı müstağni durmamalıdır.

Mevcut medya organları –özellikle televizyon kanalları- üzerinden Risale-i Nur’un tanıtımı nasıl yapılabilir?

“Herkesin ve her kesimin muhtaç olduğu ilim” şeklinde bir sloganla medya organlarına reklam verilmeli. Risale-i Nur’un hakikatlerini anlatmak için takvalı simalar, güler yüzler, tatlı diller, tatlı dilliler, anlayan dimağlar, anlatan kabiliyetler kullanılmalıdır. Bunun için fonlar tahsis edilmeli. Bu tahsisat israf sayılmamalı. Sizin defineniz var, mücevher hazineniz var ama kimsenin ondan haberi yok. Neye yarar o define ve o hazine? Onu alan, bulan Kur’an’la tanışacak, Peygambere sevdalanacak. Allah’ın sevgili kulu olacak. Bu sonuca götürecek olan bir duyuru, bir reklam, bir hakikat her yerde, her insanın karşısına çıkarılmalıdır. Bu yolda bir veren, bin, on bin ve nihayet cennet kazanacaktır.

Televizyon programcılığında karizmatik ve medyatik isimlerin daha etkili olduğu göz önünde bulundurulursa mevcut potansiyelimiz ile tanıtım ne düzeyde yapılabilir?

Eskimemiş karizmalar aranmalı, bulunmalı, şovdan, şöhretten, riyadan uzak, anlayan, yaşayan ve anlatma kapasitesinde olan herkese ve her kesime hitap edebilecek çapta ve tipte isimler istihdam edilmeli. Bunlar mevcut potansiyelden (tabii varsa) ve mevcut olmayan potansiyelden, hatta farklı fraksiyonlardan çıkarılmalıdır.

Bilim adamı, gazeteci, sanatçı, yazar gibi mesleklerinde tanınmış isimlerimiz ile televizyon yayımcılığı konusunda harekete geçmemizin zamanı gelmiş midir?

Geç bile kalınmıştır. Bu geç kalmanın vebali ve günahı nasıl telafi edilecektir bilmem. Bu meselenin de müzakere ye ihtiyacı vardır. Ve derhal harekete geçilmelidir.

Nur hareketinin kendi medyası olacaksa bunun alt yapısı nasıl oluşturulabilir? Cemaati kanallar mı olmalı yoksa cemaatler üstü bir anlayışla yeni bir yapılanmaya doğru gidilmeli? Tamamen özel girişimciler eliyle yürütülecek işlere destek mi verilmeli?

Nur hareketinin medyası demeyin, iman hareketinin medyası deyin. Çerçeveyi daraltmayın, tekele düşürmeyin, çok elleri işin altına sokun. Bu hususta çok ciddi çalışmalar yapılmalı, bu hususta ittifak ve ittihadın sağlanması, kurulacak medyanın da başarısını beraberinde getirecektir. Bu meselenin de hiç zaman kaybetmeden müzakere mutfağına alınıp pişirilmeye ihtiyacı vardır. Risale-i Nur ekolüne mensup olanlardan birçoğu, ellerindeki üründen başka ürünleri kullanamıyorlar; çünkü bunların çoğu İmam-Hatip ve İlahiyat kökenli değil. (Onun için kullanmıyorlar demedim, kullanamıyorlar, dedim.) Risale-i Nur ekolüne mensup olmayan Müslümanlar da Risale-i Nur’a yanaşmıyor ve yaklaşmıyorlar. Bu insafsız ve izansız yanlışı ortadan kaldırmanın yollarını bulmak lazım. Risale-i Nur’u tekelde tutan zihinlerdeki bariyerleri kırmak lazım.

Risale-i Nur’u ne tür programlar ve formatlar aracılığı ile ekrana taşımalıyız?

Ehl-i dünyanın kullandığı meşru anlamdaki bütün programlardan ve formatlardan yararlanılabilir. Yeni ve orijinal formatlar bulunabilir. Bu hususta format yarışmaları tertiplenebilir. Şimdilik bu kadar söylemekle yetinelim.

Toplum neyi niçin seyrediyor? Bizi niçin ve nasıl seyretmeli?   

Toplumun ilgi ile izlediği her şey, toplumun yararına olduğu söylenemez. Hattâ bazen toplum, zararına olanları da ilgiyle izlemektedir. Bu zararlı gidişi durdurmanın en etkili yollarından biri, toplumun ilgisini çeken daha kaliteli programlar ve projeler toplumun önüne koymak ve ekranlara getirmektir. Bir bu. İkincisi de toplum, size ihtiyacını hissetmelidir. Ve siz onun ihtiyacı olduğunuzu, orijinal olduğunuzu üstünlük havasına kapılmadan topluma hissettirmelisiniz. Üçüncüsü de, abi-kardeş, ahbab-çavuş ilişkisiyle ekranlar doldurulmamalıdır. İşin erbabı ekranlara davet edilerek bir taşla birkaç kuş avlama hedeflenmelidir.

Risale-i Nur camiasına yakın/uzak TV kanalları ile ilişki kurma ve irtibata geçme konusunda ne gibi çalışmalar yapılabilir?

Kimsenin yapmadığını yapma niyetiyle yola çıktığınızı söyleyerek. Bunu söyleyebilmeniz için de ciddi hazırlıklarınız olması lazım. Kimi zaman da yakın bulduğunuz medyaya iş birliği ve güç birliği teklifinde bulunarak. Mehtap TV, Radyo Cihan, nasıl Samanyolu TV’nin rakibi değil de yardımcısı ise sizin kuracağınız radyo, televizyon da mevcut kanalların destekleyicisi olabilir ve olmalıdır. Her şeye rağmen sizin çıkışınızı hoş karşılamayabilirler. Hiç önemli değil. Önemli olan sizin İslam ve ihlas düsturları içinde hayırlı hizmete teşebbüs etmiş olmanızdır. Kur’an’ın ifadesi ve işareti ile söyleyeyim, siz doğru ve dürüst olduktan sonra başkasının sizin hakkınızda olumsuz düşünceleri size zarar veremez.

Medyanın gündemine Risale-i Nur’u taşımak için yapılması gereken uygun sosyal ve kültürel faaliyetler nelerdir? Bu faaliyetler ile medyayı buluşturma konusunda neler yapılabilir?

Medyanın gündemine Risale-i Nur’u taşımayı bırakın. Medya siz olun. Öyle bir medya kuracaksınız, öyle programlar icra edeceksiniz ki, medya sizi gündemine taşımak mecburiyetinde kalacaktır. Ölü toprağını üzerinizden atacaksınız. Her yere medrese açmak, medrese binalarını büyütmek ve büyük binaları medrese haline getirmek ne kadar önemli sanıldıysa –ki şimdiye kadar hizmet hep böyle telakki edildi- en az bunun kadar önemli olan da hizmeti medyalaştırmak, medyayı hizmetin emrine sunmak, böylece vatan sathını, hattâ dünyayı medreseleştirmek, iman ve Kur’an eğitim merkezi haline getirmektir. Üstad-ı Muhterem’in hedefi de bu idi. “Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bize tedenni dünyası olsun?” Sözünün ve sorusunun anlamı da budur. Bizim yeni yayınlanan “Hz. Peygamberden Bediüzzaman’a Yansımalar” kitabımızdaki “Bediüzzaman’ı Anlamak” başlığını lütfen herkes okusun. Bizim bu sözlerimiz, uyarı değil, bir çığlıktır. Lütfen lütfen lütfen… Çabuk olun.

Risale-i Nur yayıncılığı yapanlar için yayın standartları ortaya koymak istense, önerileriniz ne olacaktır?

Önerilerim, yukardaki cevaplar içinde saklıdır ve açıktır. Bu söylenenler istikametinde adımlar atıldıktan sonra, özel bir gündemle neler yapılabileceği masaya yatırılabilir ve yatırılmalıdır. Önce bu işleri yapacak kadrolar, beyinler ve dimağlar tesbit edilmelidir.

Sizce Risale-i Nurları tanıtmada en etkili araçlar nelerdir? İlk üç tanesini belirtir misiniz?

İletişim araçlarının hepsidir. Biri diğerinden önemsiz değildir. Herkes arabanın motorunu en önemli görür. Şiddetli bir yağmurda ve karda arabanızın silecekleri olmazsa ya olduğunuz yerde kalırsınız, ya da uçurumdan aşağıya yuvarlanır paramparça olursunuz. Derler ki “Küçük bir şey yoktur.” Büyük büyüklüğüne güvenmesin, küçük de küçüklüğünden dolayı mahzun olmasın, ye’se kapılmasın. İkisini Allah bir birine muhtaç yaratmış. Bu hikmetli icraatından dolayı O’na namütenahi şükürler olsun.

Yerel, bölgesel, ülke çapında ve uluslararası platformlarda Risale-i Nur yayınlarına bakıldığında, Cemaatlerin durumu nasıl gözükmektedir?

Düzensizlik ve disiplinsizlik içinde görüyorum. Vifak, ittifak ve ittihadsızlık noktasındaki başarısızlık bu faaliyetlere yansımaktadır. Vifak, ittifak ve ittihad en büyük ihtiyacımızdır. Cemaatleri bu noktaya yönlendirecek barış timlerine, takımlarına acilen ihtiyaç var. Bu barış elçilerinin ve timlerinin oluşturulmasına da acilen ihtiyaç var. Bu görev çok önemlidir. Bunun önemini önce Allah ortaya koymuş, sonra da Rasulullah Efendimiz gerek icraatıyla ve gerekse sözleriyle perçinlemiştir. Gerekirse bir başka platformda bu meseleyi açabiliriz; şimdilik bu kadarla iktifa edelim.

Son olarak derim ki tebliğ araçları içinde Risale-i Nur’un orijinalliği dikkate sunulmalı, farklı olduğu çok iyi hissettirilmelidir. Bediüzzaman’ın işlediği konular mercek altına alınmalı, Bediüzzaman’ca işlenmelidir. Mesela: Risale-i Nurda iman esasları, Risale-i Nur’da Hz. Peygamber, Risale-i Nurda Melekler ve Azrail, Risale-i Nurda hayat ve ruh, Risale-i Nurda üç aylar ve Ramazan, Risale-i Nur’da haşir ve ahiret, Risale-i Nur’da Kader, Risale-i Nur’da Miraç…

Bu ve benzeri konuları sempozyum, konferans, panel ve medyaya taşımakla hem geniş çapta İslam’ın esaslarını işleyerek millet evlatlarının imanını takviye etmiş olacaksınız; hem akademisyenleri tebliğ hazırlamaya davet ederek onlara Bediüzzaman’ı okuma ve tanıma fırsatı vermiş olacaksınız, hem akademik dünya ile halkı bütünleştirmiş olacaksınız; hem de Bediüzzaman’ın farkını âleme fark ettirmiş olacaksınız. Bir taşla birçok kuş avlamak buna derler. Allah hepimizi yardımına layık eylesin, tevfiki hepimize refik olsun. Vesselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.

Risale Akademi