Etiket arşivi: Veli Sırım

Neden Okuyan, Okutan ve Okunan Adam: Bediüzzaman? O’nda Ne Var?

Bütün dünyayı kasıp kavuran dinsizliğe karşı Kur’an nuruyla durdu. Okudu, yazdı ve herkese okuttu. Onun yazdığı risaleler herkes için kurtuluş reçetesi olmuştu..

Risale-i Nur dan sayfaKur’an’ın ilk emri; Oku! “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!

Bu emri alan Resulüllah (sas) okudu. Kur’an’ı okudu, insanlara onun nasıl okunacagını ögretti.

O’nun verdigi dersle, asırlar boyu nice salihler, veliler, alimler, müçtehitler hep okudular.

19. asrın sonlarında ülkemizin sakin bir köşesinde ömrü okumayla ve okutmayla geçecek bir kişi dünyaya geldi. Bu zat, din ilimlerinden fen ilimlerine, felsefeden fizik, kimya, matematik ve astronomi ilimlerine kadar zamanın revaçta bulunan birçok ilmini tahsil etti. Yüzlerce kitap okudu. Hatta ezberledi. Eriştiği ilmî seviye ve sahip olduğu harika meziyetlerden dolayı kendisine “Bediüzzaman” denildi.

Üç farkli dönemi yaşadi; Meşrutiyet dönemi. Tek parti dönemi. Çok partili dönem. Her dönemi ve şartlarını çok iyi okudu.

Her dönemde, çözümsüzlüğe düşen insanlara çözümler üretti. Çareler sundu. Ümit aşıladı; ümit oldu.

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında patlak veren 31 Mart Olayı’nda, yatıştırıcı rol oynamasına rağmen Divan-i Harp’te yargılandı. Ama beraat etti.

Birinci Dünya Savaşı esnasinda, Kafkas Cephesi’nde Ruslarla savaştı; esir düstü. Rusya’dan yayılıp bütün dünyayi saran ve Anadolu insanını tehdit eden dinsizlik tâununa karşı, dogrudan Kur’an’dan aldığı bir reçete ortaya koydu. Risale-i Nur Külliyatini telif etti.

Bu eserlerle, kalplerde sönmeye yüz tutan iman ateşini yeniden tutuşturdu. Buna karşılık sürgünler ve hapislerle dolu bir hayat geçirdi.

Çok ağır şartların ve dayanılmaz zorlukların ürünü olan Risale-i Nur, ilk ortaya çıktığı andan itibaren imana susamış gönülleri etrafında topladı. Köylüsünden kentlisine, cahilinden alimine herkes onu okudu, onu yazdı. Onu okuyanların sayısı her geçen gün arttı. Okuyan bir baskasına okutma telaşı ve gayretiyle harekete geçti. Bir dönem yüzlerce el, yüz binlerce Risale’yi yazıp çoğalttı. Elle yazılan eserler, gönüllü “Nur Postacıları” tarafindan yurdun pek çok bölgesine gönderiliyordu. Bunun ardından da çoğaltılan eserler aynı yollardan tekrar Bediüzzaman’a ulaştırılıyordu. Ülke çapında tam bir posta ağı kurulmuştu. Hemen belirtelim; o dönemin zor şartları altında, bu gayretlerin başarıyla sonuçlanmasında kibrit kutuları bile çok büyük rol oynadı. Afyon Mahkemesi’nde Said Nursi’yi itham eden savcı, bu şekilde çoğaltılan ve dağıtılan Risalelerin 600 bine ulaştığını belirtiyordu.

Bir dönem teksir makineleri döndü, durmadan Risale basti. 1946 yılında Nur talebeleri tarafindan alınan teksir makinesi ile bir nüsha kısa zamanda binlerce nüsha olarak çogaltılıyordu. Bu yolla yurdun birçok yerine daha fazla ve daha hizli bir sekilde ulaşma imkânı doğmuş oldu. Teksir makinelerinin devreye girmesi bütün Nur talebelerini olduğu gibi Said Nursî’yi de çok sevindirmiş, teksir makinesini “Bin Kalemli Kâtip; Bin Kalemli Nurcu” gibi ifadelerle sıfatlandırmıştı.

Bir dönem de matbaa makineleri Türkiye’nin dört bir kösesine Risale yetiştirmek için çalıştı. Bu dönemde matbaalarda, teksir makinelerinden kat kat hızlı olarak basılan Risaleler, çok daha kolay yollarla, binlerce kişinin eline ulaştırıldı. Yaşanan her bir gelisme “Said’ler, Hamza’lar, Osman’lar, Tâhir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler ve diğerlerinin” sayısını alabildiğine artırdı. Derken, okuma ve okutma gayreti ülke sınırlarını da aştı. Risale-i Nur, 40 farklı dünya diline tercüme edildi. 40 ülkede 100’e yakin üniversitede, 500 civarında ilim adamı Risale-i Nur ve Bediüzzaman konusunda akademik çalışmalar yaptı. Bunlar da yetmedi, dünya çapında sempozyumlar düzenlendi. “Oliver’ler, John’lar, Thomas’lar” onda kendilerinden birer parça buldular. Onu okudular, ondan ders aldılar.

Bediüzzaman’ın iki kitabı vardı. Birisi Kur’an, diğeri kâinat. O, her ikisini de çok iyi okudu.

Okuduklarını insanlığa çok iyi aktardı.

Kibrit kutularından uluslararasi dev organizasyonlarına uzanan uzun, ama çok bereketli çizgide dini, dili, ırkı, kültürü ve coğrafyası ne olursa olsun tüm dünya insanlığı omuz omuza geldi. İşte bu yüzden Risale-i Nur Külliyatı çok okundu.

İşte bu yüzden Risale-i Nur Külliyatı çok okunuyor.

İşte bu yüzden Risale-i Nur Külliyati çok okunacak.

Dr. Veli SIRIM

Hz. Muhammed (a.s.m), Kâinat Kitabının En Büyük Ayetidir!

Kâinat ve insan…

Her ikisinden hangisini alırsanız alın, sanki birisi ayna, diğeri o aynada görüntüsü akseden varlık gibidir. Veya sanki birisi dev bir ağaç, diğeri onun tohumudur. Ya da kâinat büyük bir insan, insan da küçültülmüş bir kâinattır.

Bu benzerlikler ve paralellikler maddî planda geçerli olduğu gibi, aynen manevî planda da kendisini gösterir.

Nasıl madde itibarıyla insan, sanki kâinatın bütün özelliklerini içeren bir numune ise, insanın kalbi de, adeta binlerce manevî alemi ana hatlarıyla işaret eden bir harita hükmündedir.

Nasıl insanın zihni ve hafızası, kâinatta maddî ilim bakımından bütün ilimleri öğrenebilecek bir kapasitede yaratılmışsa, kalbi de kâinatta gizli sınırsız hakikatleri elde etmeye, manevî alemlerdeki sırları ve gizemleri bir bir açmaya elverişli bir özellik taşır.

O halde insan, maddesi itibarıyla nasıl kâinat ağacının küçük bir çekirdeği mahiyetindeyse, onun kalbi de manevî alemlerin çekirdeği olarak düşünülebilir ve nasıl bir çekirdek toprağı, nemi ve ışığı bulunca yavaş yavaş neşv ü nemâ buluyorsa, kalp çekirdeği de uygun şartlarda ve gerekli vasıtalarla gelişir, manevî sümbüller verir. Çünkü o tohumcuğun içine ebedî, uhrevî ve haşmetli bir alemin yapı taşları, temel esasları ve özellikleri yerleştirilmiştir.

Kâinat büyük bir insan, insan küçük bir kâinattır.

Kâinat aynı zamanda bir kitaptır. Üzerinde Kâtibini anlatan, gösteren ve öğreten sayısız âyetler vardır. Bu âyetleri okumak, okuyabilmek gerekir. Bunun için bir öğretmen, bir muallime ihtiyaç vardır.

İnsan da İlahî bir kitaptır. Onun üzerinde de sonsuz ve sınırsız âyetler bulunur.

İnsan kâinat kitabını okumak, tefekkür etmek ve yüce Yaratıcıyı bulup tanımak için yaratılmıştır. İnsan, küçültülmüş bir kâinat kitabı olan kendisini okumak, üzerindeki yansımaları ve tecellileri görmek ve müşahede etmek için yaratılmıştır.

İnsan, eşsiz hakikatleri aktaran, yansıtan ve tercüme eden kendisini, kendisi gibi tüm insanları, tıpkı kâinat kitabı üzerindeki âyetler misali okumak, anlamak ve anlatmakla görevlidir.

Bediüzzaman bazı risalelerinde bütün kâinatı ve varlıklar âlemini Kur’an-ı Kebîr ve Furkan-ı Azam olarak niteler. Bunu ifade ettikten sonra da Hz. Muhammed’in (a.s.m.) kâinat denilen Kur’an-ı Kebîrin “Âyet-i Kübrâsı” ve o “Furkan-ı Âzam”ın “İsm-i Âzam”ı olduğunu zikreder.

Peygamberlik ve nübüvvet zincirinin son halkası ve en son mührü olan Hz. Muhammed (a.s.m.) büyük kâinat kitabının en büyük âyetidir. Bütün kâinat, içinde bulunan bütün varlıklarıyla Allah’ın varlığını, birliğini, sahip olduğu sonsuz sıfat ve isimlerini gösterir ve ispat eder. Kâinattaki bütün varlıklar içinde en fazla, en geniş kapsamlı ve en açık bir şekilde gösteren ve ispatlayan en büyük âyet Hz. Muhammed’dir (a.s.m.).

İnsan, işte bu temel ve çok önemli görevlerin yerine getirebilmek için bütün insanlığa bu hakikatleri öğretmek için gönderilen Hz. Muhammed’e (a.s.m.) tabi olmak, onu okumak, onun okuduklarını dinlemek ve öğrenmekle görevlendirilmiştir.

Kalem-i İlâhînin Mürekkebidir

Gözümüz önünde bulunan varlıklar âlemine büyük bir kitap nazarıyla bakacak olursak, nur-u Muhammedî (a.s.m.), yani Hz. Muhammed’in (a.s.m.) manevî nuru o kâinat kitabının Kâtibinin kaleminin mürekkebi olduğunu söyleyebiliriz.
Kitâb-ı Kebîrin Âyet-i Kübrâsıdır.

Peygamberlik ve nübüvvet zincirinin son halkası ve en son mührü olan Hz. Muhammed (a.s.m.) büyük kâinat kitabının en büyük âyetidir. Bütün kâinat, içinde bulunan bütün varlıklarıyla Allah’ın varlığını, birliğini, sahip olduğu sonsuz sıfat ve isimlerini gösterir ve ispat eder. Kâinattaki bütün varlıklar içinde en fazla, en geniş kapsamlı ve en açık bir şekilde gösteren ve ispatlayan en büyük âyet Hz. Muhammed’dir (a.s.m.).

Dr. Veli Sırım

kaynaklar,
Sözler / Yirmi İkinci Söz – s.128; Lem’alar / Otuzuncu Lem’a – s.811.
Mesnevî-i Nuriye – Habbe