Etiket arşivi: yazar

İslam’da, Cemaat ve Ümmet Vardır

Dünyamız, siyasî rejim adı altında, fakat gerçekte ferdin manevi yapısı ve yaşayışına dayalı telakki tarzlarından örülü ayrı kutuplara bölünmüş durumdadır… Bir tarafta emperyalizm-kapitalizm, bir tarafta sosyalizm-komünizm…

Emperyalizm de, kapitalizm de, sosyalizm de, komünizmde de – taşıdıkları isimler ne olursa olsun-muhteva olarak müşabih bütün bu hareketler, aslında sınıfçılık şuuru ile beslenmiş sınıf hareketleridir.

İslâm’da ise, cemaat vardır, ümmet vardır, MUHAMMED (A.S.M.) ÜMMETi’ni teşkil eden ve onların müşterek tefekkürü, hayat nizamı temelinde kucaklamış MİLLETLER CEMAATİ vardır. Esas tefekkürde birleşmiş olan Müslüman milletler, kendi milli hususiyetlerine, yaşadıkları coğrafyanın şartlarına ve örflerine uygun tarzı,  iradeleriyle tercih ederler. Bütün bunlar, talî ve mahallî tedbirlerdir.

Mârûf ile emir ve münkerden nehy, kat’î nasslar olduğuna göre islâm âlemi için, bu nasslann esası içinde değişen zamanın hak hududunu isabetle tesbit edecek Ulü’l-emr‘e, yani idare edenlere sahip iseler, sınıf şuuru ve sınıf hâkimiyetini ifade eden, tegallüb ve tahakümü temsil eden siyasî ve içtimaî tarzlara rağbet etmek mümkün değildir.

İnsanları, mektûb, yani yazılmış ve mer’ileşmiş kanunlar ve nizamlar olduğu kadar, gayr-ı mektûb, yani yazılmamış, fakat ferdin hayatına yerlemiş âdetler, örfler, an’aneler, tercihler, redler, muhabbetler, nefretler idare eder.

Bir gün Ubeydullah Efendi, çok yakından tanıdığı ve hayat-ı hususiyelerine vakıf olduğu ingilizlerden bahsederken, «Kayda şayân tarafları, ferd, aile, cemiyet, hattâ devlet olarak an’aneleriyle idare edilmekte olmalandır. Zannediyorum o bizim iki vilâyetimiz kadar toprağa sahip ADA’larından dünyayı idare etmelerinin mümeyyiz sebebi budur. Ama bu hakikati ne kendileri itiraf ederler, ne de başkalarının dikkatini celbeder..» demişti.

İslâmiyet esasında, muayyen ve hiç bir cephesi meçhul olmayan akîde ve ahlâk kaidelerinin terkibidir. Müslüman o kimsedir ki, siyasî olduğu kadar, içtimaî, iktisadî, bütün hak ve vazifeleri hürriyet, adalet, uhuvvet gibi faal hayatın içindeki tatbikatta ilham ve kararını münhasıran islâmî esaslardan almış olacak… İslâmiyet’in zuhuru, bu terkible mümkün olduğuna göre, geride kalan, yukarıda da işaret ettiğimiz üzere zamanın tegayyürü üzerinde isabetli kararlar alabilecek ulü’I-emirler, yani idareciler seçmek gibi, islâm’ın temel kaidesi maddî-manevî kıymetleriyle yaşanılan zamanın ferdini yetiştirmiş olmak himmetinin esirgenmemesi ile, yine İslâm’ın devlet tarzı olan müşavere ederek karar verecek kıymette meclislere sahip olmakla tecelli ediyor..
Bu, mevzuun resmi ve zahirî kısmıdır.

Asıl olan, ferdin, ahlâkî ve manevî terkibinin kifâyetidir. Bunu da, dini irşad olarak kabul eden İslâmiyet’te yerine getirmemiş olmanın sebeplerini araştırmak lâzımdır.

Tarih ortadadır: Dört Halife devrinde, Emevî ve Abbasîlerin bir kısım saltanatlarında, fakat bilhassa Selçuklu ve Osmanlı Devletleri gibi yekûnu bin seneye erişebilmiş uzun devre içinde devletin kudretli, cemiyetin bahtiyar, ailenin mes’ud, ferdin huzurlu olduğu zaman içinde kanunların sayısı ve devletin kadrosu bugünkünden fazla mı idi?

İslâm’da sınıfsızlık devlet nizamının neticesidir.
İslâm’daki sınıfsızlığı, devletin zor kullanarak vücuda getirmiş olduğunu zannetmek hatadır. İslâmiyet, ferdî farkları kabul eder. Kişiye sa’yi, gayreti, şahsî kıymetinin ve emeklerinin muhassalası refahı meşru ve makbul görür, hattâ bunu teşvik eder. Bu faal hayatın neticesinde teşekkül etmiş servete hayır-hasenat yollarını gösterir ve maddî refahın yanında manevî huzurun da yolunu açar. Böylelikle umumî hayatta keşmekeşlerin temeli menbaı yaşama seviyelerinin farkından doğan ihtiraslara ve mücadelelere imkân vermez.

Her biri ayrı bir müessese ve içtimaî muavenet menbaı olan infâk (muhtaçları besleme, geçindirme), iktâr, (yoksulluktan kurtarma, geçimini sağlama) ikta‘ (sahipsiz toprakların bundan mahrum olanlara, imar etmek, istihsalde bulunmak üzere verilmesi) gibi tedbirlerle ifrat servet terakümlerine mani olur. Fakat bu tanzimi, sosyalist ve komünist tercihlerde olduğu gibi, hâkim bir zümrenin eline bırakmaz. Çünkü temeldeki tatbikatla böyle bir zümrenin tegallübüne ve teşekkülüne imkân vermez.

Hakikî Müslüman, islâmî terbiye ve ahlâka hakikî mana ve mefhumu ile sahip ferd, beşerî uhuvvete, içtimaî tesanüde, yoksul dindaşına yardıma, sen tokken kardeşin açsa bizden değilsin diyen bir dinin, hakikî mensubu ise ve bu kardeşliği, istisnasız bütün Muhammed ümmetinin hepsi için kalbinde kabul edecek kadar beşrî fazilete sahip ise, Ubeydullah Efendi’nin, dünyaya hâkimiyetlerini, nahvet, gurur, zulüm, tahakküm vesilesi yapmalarına rağmen, bu gayelerine vusul için (gayr-ı mektub) yazılmamış kaidelere merbut ingilizlerin hususiyetine, fakat beşerî hizmet ve himmetler yolunda sahip Müslümanların teşkil edecekleri cemiyetin saadetini tasavvur edebilmek güç değildir.

Gerçi, Asr-ı Saadet İslâmî fazilet terkibi, zamanla o kadar tahribe uğradı ki, nasıl Peygamberimiz (S.A.V.) zamanında ve dört Halife devrinde tedbirler ulü’l-emirden, yani idare edenlerden gelerek tesis edilmiş ise, Bugün de benzer himmete elbette lüzum vardır. Fakat Asr-ı Saadet’te şirk ve küfrün, dalâletin hâkim olduğu bir tarz yıkılmış, yani bâtıl izale, hak tesis edilmiş idi. Bizde böyle midir? Bu necib milletin irsiyyetinde, o fazilet ve ahlâk kaidelerine istinad etmiş muazzam ve muhteşem devlet ve cemiyetlerin irsiyyeti vardır.

Fidan, tahmin edildiğinden kısa zamanda meyvesini verir ve dünyaya yine emsal olur…

Bediüzzaman‘ın tarzı da daima ümitlerle meşbu olmaktır. Rüya hitabesindeki şu müjde, gönüllerde nurlu kandilleri ışıldatmaktadır.

«Evet, ümitvâr olunuz. Şu istikbâl inkılâbı içinde en yüksek gür seda, İslâm’ın sedası olacaktır.»

Cemal Kutay

Toplumun Vicdanı Yazarlar

“Yazmak, hem konuşmak hem de susmaktır. Sessiz çığlıklar atmaktır.”  diyor  Marguerite Duras.

Bana göre  yazmak :

Sevindiğin de harflerin kahkahalara dönüşmesidir…koseler_0835

Üzüldüğünde  göz yaşlarının harf harf  damlamasıdır… yazmak.

Yazmak bazen insanın harflerle  dertleşmesidir…

Bazen de farklı alemlere yolculuktur… yazmak.

Evet ,yazmak en erdemli davranış olduğu gibi yazar da en erdemli insandır.

Yazarlık toplumun duygularını,düşüncelerini ,sorunlarını  yansıtan en önemli  araçtır.Kısacası yazar, bir toplumun vicdanıdır.

Kendini yazar olarak kabul eden bir insanın ,üzerine yüklenmiş olan sorumluluğun farkında da olması gerekir.Çünkü toplum onu, yeri geldiğinde gözü,kulağı yeri geldiğinde  de içinde haykırmak istediği haksızlıkları dışarıya yansıtan  vicdanı  olarak görür.

Toplumun vicdanı olan yazarlar, vicdanlı olmak zorundadır.Basit bir dünyevi menfaat için  kendi değerlerini düşürmemeleri gerekir. Bağımsız olmaları gerekir.

Evet son zamanlarda yaşanan olaylarla ilgili  özellikle bazı basın araçları ve yazarların   siyasi ve toplumsal olaylarda  göstermiş olduğu yanıltıcı ve yanlı tavır Bediüzzamanın sözlerinde ma’kes  buluyor.Sanki Üstad bu zamanımıza seslenmiş gibi durum ortaya çıkıyor.

Yazılı ve görsel basına  bakıyorsunuz.Hiç beklemediğiniz yazardan beklemediğiniz davranışı görüyorsunuz.

Kimisi kısa zaman önce yücelttiği insanları yerden yere vuruyor.Kimisi daha önce yerden yere vurduğu kişileri öve öve bitiremiyor.Bu durumu izliyor ve şaşkınlık içinde kalıyorsunuz.

Acaba nedendir ? ben yanlış mı düşünüyorum ? diye aklınıza sorular  takılıyor.

Sonra  bakıyorsunuz ki farklı beklentiler,farklı çıkarlar  ve  farklı duygular bu insanları söylemlerinden  farklı şeyler yazdırmış.

Üzülüyorsunuz ve yazmanın erdemini bu kadar itibarsızlaştıranlara  kızıyorsunuz. Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilenler, sonunda düz hat olup çiğnenmeye mahkumdurlar.” diyerek  yazıklar olsun diyorsunuz. 

Meryem Cemile (Margaret Marcus) Kimdir?

Meryem Cemile, 1934 yılında New York’ta, Amerika’nın içinde bulunduğu ekonomik buhranın en şiddetli döneminde, dördüncü kuşak Almanya Yahudi kökenli bir Amerikalı olarak dünyaya geldi. New York’un en varlıklı ve kalabalık bir banliyösü olan Westchester’da mahalli okullarda tamamiyle dini bir eğitim alarak büyüdü. Her zaman ortalamanın üzerinde bir öğrenci olarak; kısa zaman içinde elinden kitap hiç eksik olmayan hırslı bir entellektüel, doymak bilmez bir kitap kurdu oldu ve okuma seviyesi öğrenim gördüğü okulun gereksiniminin çok ötelerine çıktı.

Ergenlik çağına girdiğinde; yaşıtlarında çok ender görülen ,son derece ciddi, hoppalıklardan nefret eden bir kişiliğe sahipti. En ziyade dine, felsefeye, tarihe, antropolojiye, sosyolojiye ve biyolojiye ilgi duyuyordu. Okul ve kütüphaneler artık onun ikinci evi haline gelmişti.

1952 yılı yazında Liseden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi Liberal Sanatlar bölümüne girdi. Üniversitedeyken 1953 yılında ağır bir hastalığa yakalandı. Durumu gittikçe kötüye gitti ve iki yıl sonra diplomasını alamadan üniversiteyi terk etmek zorunda kaldı. 1957-1959 yılları arasında hastanelerde tedavi oldu. Hastaneden taburcu olduktan sonra, yazmaya olanak buldu. Marmaduke Pickthall’ın Kuran-ı Kerim tercümesi ve Allame Muhammed Esad’ın “Mekke’ye Giden Yol” ve “Yolların Ayrılış Noktalarında İslam” adlı eserleri ilgisini İslama yöneltti. New York’un Müslüman bölgelerindeki insanlarla kurduğu diyaloglar onu artık tamamiyle İslamiyetle ilgilenen bir insan haline getirdi ve en sonunda Margaret Marcus olan ismini Meryem Cemile olarak değiştirdi.

İslamiyetle ilgili ulaşabildiği İngilizce tüm kaynakları okuduğu bu dönemlerde Meryem Cemile; Aralık 1960’tan itibaren Mevlana Seyyid Ebul Ala Mevdudi ile düzenli olarak yazışmaya başladı. 1962 baharında Mevlana Mevdudi, Meryem Cemile’yi Pakistan’a gelerek Lahor’da kendi ailesinin bir üyesi olarak yaşamaya davet etti. Meryem Cemile bu teklifi bir yıl sonra kabul etti ve Cemaat-i İslami üyesi olup ilerde tüm kitaplarını yayımlayacak olan Muhammed Yusuf Han ile evlendi. Akabinde dört çocuğu oldu. Evli bir kadın için nadir görülebilecek bir şekilde tüm entelektüel ve yazım faaliyetlerine devam etti. Tüm önemli eserlerini hamilelik dönemlerinde yazan Meryem Cemile İslami örtünmeye de son derece riayetkardı.

Onun ateizm ve materyalizme olan nefreti hemen her eserinde görülür. Ona göre İslam; hayatın ve ölümün manasını bildirmede, yaşamın nihai gayesini anlatmada yegane kaynaktı.

Yazının orjinali için tıklayınız

www.NurNet.Org

Sitemizde Yazmak İster Misiniz ?

“Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır”. (Hadis-i Şerif)

Türkiye’de başlayıp çok kısa bir zamanda tüm dünyaya yayılan Risale-i Nur eserlerinin,  “Hizmet ve Faaliyetlerinin” duyurulması önemli.

İnternet’de çeşitli sitelerde, forumlarda, bloglarda bu haberlere rastlıyoruz. Fakat toplu bir şekilde bu hizmetler, meraklı nazarlara sunulmalı.

İnce ince iplerin bir araya gelmesiyle çok güçlü halatların ortaya çıkması gibi, küçük küçük hizmet haberlerinin bir araya getirililip bir internet sitesi çatısı altında toplanması, manevi kuvvete ciddi  destek  olan, okuyanların şevklerini arttıran,  güçlü bir cereyan etkisi yapacaktır.

Böylece farklı mekanlardaki yeni hizmet modelleri, okuyanlara yeni ufuklar açıyor, yeni hizmet modellerinin keşfedilmesine vesile oluyor.

Ayrıca genç kalemlerin kendilerini yetiştirebileceği ve sahip oldukları potansiyeli açığa çıkarmaları için fırsatların çoğaltılması gerek.

Sitemiz, Siz Kıymetli Üyelerimizin, Nurlardan ve Kuran Hakikatlarınden istifade ettikleri manaları paylaşabileceği bir ortam sunar. Böylece okuyanların fikri derinliğine katkıda bulunabilirsiniz.

Kendi bölgenizdeki hizmet haberlerini,  faydalı olabilecek bilgileri veya alıntı makale, deneme ve yazıları paylaşabilirsiniz.

Yazı eklemek için siteye üye olmanız yeterlidir. Eklediğiniz yazılar editörün onaylaması ile yayınlanır.

*  *  *

Yazı eklemek için gerekli teknik bilgiler

Yardımcı dokümanlara “Yayın Politikamız” sayfasından ulaşabilirsiniz.

Yayın politikamız sayfasını açmak için tıklayınız : http://www.nurnet.org/yayin-politikamiz/