Etiket arşivi: yeryüzü

Toprak Ana

BEDİÜZZAMAN’IN PENCERESİNDEN

”TOPRAKTAKİ ATOMLAR”

Yeryüzünün bir kısmı topraktır. Kayaçlardan bir cm kalınlığında bir toprak tabakasının oluşması için en az 300 yıl geçmesi gerekir. Dünyada 12 takım toprak bulunur. Toprak, katı, sıvı ve gaz halindeki maddelerden oluşmuş bir sistemdir. Toprağın yaklaşık yarısını katı kısmı oluşturur.

 Dünya’nın yaklaşık % 29’unu oluşturan karalar, Dünya’daki türlerinin yaklaşık % 86’sına ev sahipliği yapar. Bir kaşık toprakta yaklaşık 10.000 çeşit bakteri bulunur. 

Topraktaki gaz kısım; toprak havası, sıvı kısım da toprak suyu demektir. Bu maddeler, toprakta farklı oranlarda bulunabilirler. Toprak içerisinde su oranı %20 iken, hava oranı %30’dur. Su oranı %15 ise, hava oranı %35 olur. Yani topraktaki hava ve su oranının toplamı %50’yi tamamlar.

Toprağın katı kısmını kum, mil ve kil olarak adlandırılan mineral parçacıkları ve organik maddeler oluşturur. İyi bir toprağın katı kısmında %5 oranında organik madde, %45 oranında inorganik madde bulunmaktadır. Organik maddeler, toprak içerisindeki canlıların atık ve artıklardır. Bunlar da Karbon, Hidrojen, Oksijen ve Azot elementlerinden meydana getirilmişlerdir.

Azot gaz formuyla bitkiler tarafından kullanılamaz. Bunun için öncelikle toprak organizmaları tarafından bitkilerin kullanabileceği bir forma dönüştürülmeleri gerekir. İşte toprakta bulunan azot bağlayan bakterilere, azot gazını amonyağa dönüştürme görevi verilmiştir. Bakterilerin besinleri bitkilerin aracılığıyla sağlarken, bitkilerin gereksinim duydukları azot da onlara verilir.

Yerkabuğunun %98’i ise yalnızca sekiz elementten oluşur. Bunlar, oksijen, silikon, alüminyum, demir, kalsiyum, sodyum, potasyum ve magnezyumdur.

Toprak elementlerinden (lantanitler, itriyum ve skandiyum) nadir elementlerdir. Günümüzde yenilenebilir enerji kaynaklarında sıklıkla kullanılan kimyasalların başında gelirler. Güneş pillerinden rüzgar tribünlerine, elektrikli araçların bataryalarına kadar pek çok yerde bu elementler kullanılıyor. Bu elementler temiz enerjinin göz bebeğidir.

Toprak ve tohum; farklı bitkisel hayatların gözlemlenebildiği bir laboratuar alanı gibidir. Hayatın içinde tohumun ve tohumun içindeki hayatın toprak ile birlikteliği, bitki dünyasındaki güzellikler için bir sergi sarayı görevi yapar. Bir avuç toprak, her bir tohumun kapalı kapılarını tek tek açarak onlarda gizlenen sırları açığa çıkarır. Her ilkbaharda açılan sergi, sonbaharda tek tek kapanmaya başlar ve kışın beyaz örtüsüne bürünerek yeni bir baharı bekler. Ve bu döngü muhteşem bir şekilde devam edip gider. Karbon, Hidrojen, Azot ve Oksijenin farklı oranlarda birleşimleriyle yaratılmış ve birbirinden çok farklı dallardaki bu serginin farklı sanatkârları yoktur, üzerlerindeki imza tekdir ve bütün sergi bir tek Sanatkâra aittir.

*toprakta, her bir zerresi, kâbildir ki, muhtelif bütün tohumlar ve çekirdeklere medâr ve menşe’ olsun. (SÖZLER, 10.Söz)  

*Zerrelerden mürekkeb bir parça toprak, her bir çiçekli ve meyveli nebâtâtın neşv ü nemâsına menşe’ olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan; bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtâtın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvanâtın nutfeleri gibi ayrı ayrı şeyler değil, nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellidü’l-mâ, müvellidü’l-humuzadan mürekkeb, mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle sırf mânevî olarak aslının programı tevdî edilmiş; işte o tohumları nöbetle o kâseye koysak, her biri hârika cihazâtıyla, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku’ bulmuş gibi inanırsın. (SÖZLER, 22.Söz)

*o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerre, cüz’ü olduğu zîhayata bakar. Onun nizâmına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’ etmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. (SÖZLER, 22.Söz)

Toprakta yetişen bitki, sebze ve meyveleri bazı hayvanlar yer, bun lara otçullar denir. Bazı canlılar ayrıca bitkiden başka  et ile de beslenir, bunlara da hepçil denir. Hayvanlar ve insanlar toprakta yetişen bitki, sebze veya meyveyi yediğinde onlardaki atomlar yeni bedenlere girer ve orada faaliyete başlarlar. Çekirdek ölür filiz olur, filiz büyür çiçek açar meyve verir. Meyveyi hayvan veya insan yer, o ölür hayvan veya insanın bir parçası olur. Sonra gün gelir onlarda ölür, toprak olur.

*Meselâ, bir incir ağacı ölse, dağılsa, onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâkî kalır. (SÖZLER, 29.Söz)

*Sâkin toprak, sâkin olan her bir zerresi, bütün çiçekli nebâtâtın ve meyvedar ağaçların tohumlarına medâr ve menşe’ olmak kâbil olduğundan, hangi tohum gelse ve o zerrede, yani misliyet itibâriyle bir zerre hükmünde olan bir avuç toprakta kendine mahsus bir fabrika ve bütün levâzımâtına ve teşkilâtına lâzım bütün cihazâtı bulunduğundan, o zerrede ve o zerrenin kulübeciği olan o bir avuç toprakta eşcar ve nebâtât ve çiçekler ve meyveler envaı adedince muntazam mânevî makine ve fabrikaları bulunması veyahut mu’cizekâr, her şeyi hiçten icad eder ve her şeyin her şeyini ve her cihetini bilir bir ilim ve kudret bulunması lâzımdır, veyahut bir Kadîr-i Mutlak, bir Alîm-i Küll-i Şeyin emir ve izniyle, havl ve kuvveti ile o vazifeler gördürülür. (SÖZLER, 30.Söz)

*meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır. (MEKTUBAT, 1.Mektup)

Dr.Selçuk Eskiçubuk

Ayetler ve İbretler: Daralan Yeryüzü

“Bizim yeryüzüne gelip de onu kenarlarından eksiltmekte olduğumuzu onlar görmedi mi?” — Ra’d Suresi, 13:41

“Bizim yeryüzüne gelip de onu kenarlarından eksiltmekte olduğumuzu onlar görmüyor mu?” — Enbiyâ Suresi, 21:44

Aynı hakikati hemen hemen aynı ifadelerle dile getiren bu iki âyet-i kerimede hem istikbale dair haberler, hem de zamanımız anlayışına hitap eden ince işaretler buluyoruz. Her iki âyetin “Görmediler mi?” ve “Görmüyorlar mı?” şeklindeki sorusu, benzer âyetlerde olduğu gibi, burada da dikkatimizi çekiyor. Bu soru, âyetin indiği zamanda görülmese bile ileride görülecek olan bir hakikatten söz eden âyetlerde sık sık sorulan bir sorudur. Kur’ân âleme ezelden baktığı için, bize göre henüz olmamış şeyleri de olup bitmiş gibi bize anlatır; onun indiği zamandaki insanlara hitap ettiği gibi, istikbalin insanlarına da hitap eder. Onun için, Kur’ân’ın “Gördüler” veya “Görüyorlar” anlamına gelen bu soruları da bazan geçmişin, bazan halin, bazan da geleceğin insanlarını birinci derecede muhatap alabilir. Nihayet, onların hepsi Kur’ân’ın karşısında saf saf dizilmiş, o ezelî kelâmı dinleyen muhataplardır.

“Yeryüzünün kenarlarından eksilmesi” konusunda değişik yorumlar yapılmıştır. Bu yorumlardan başlıcası, inkâr ehlinin başlarına gelecek âkıbet ile ilgilidir. Bu yorumda, bizim “yeryüzü” olarak tercüme ettiğimiz “arz” sözcüğü, yine meşhur anlamlarından biri olan “ülke” anlamına alınmaktadır ki, bu takdirde meal şu şekilde olur:

“O inkârcılar, her taraftan kuşatılıp da ülke sınırlarının daraldığını, gittikçe küçülüp zayıflamakta ve bir köşeye kıstırılmakta olduklarını görmüyorlar mı?”

Bu âyetlerin Mekke döneminde indiğini dikkate alırsak, o zamanın güç odakları hakkında bir gayb haberi taşıdıklarını anlarız. Gerçekten de, o gün için yeryüzünde, en azından ülkelerinde kendilerinden daha güçlü kimse tanımayan, Müslümanlara göz açtırmamakta kararlı olan ve her yaptıklarının yanlarına kalacağını sanan zamanın güçlü kişileri hakkında bu âyetlerin verdiği haber doğru çıkmış ve o inkârcılar, sınırları daralarak, yurtları küçülerek, kalabalıkları azalarak, güçleri tükenerek hezimete uğrayıp gitmişlerdir. Tabii, bu hükmün genel bir kural ifade ettiğini ve aynı şartların aynı âkıbeti doğurduğunu da unutmamak gerekir. Zaman, zemin ve kişiler değişse de, Kur’ân’ın verdiği bu haber, değişmeyecek bir hüküm olarak devam eder ve mü’minlere, inkâr ehli karşısında asla eğilmemeleri ve haklı dâvâlarında sebat etmeleri yönünde bir güven telkin eder.

Modern yorumlar ise, âyetin yine istikbale ait bir başka haberini ortaya çıkarıyor. Yeryüzünün kenarlarından eksilmesi, bütün bir yeryüzü çapında ele alındığı takdirde—ki âyetin ifadesi buna son derece elverişlidir—dünya karalarında bir küçülme, bir daralma ihtimali ortaya çıkmaktadır. Bu nasıl olabilir? Böyle bir soruya verilebilecek cevaplar arasında en ziyade makul, hattâ kaçınılmaz görüneni, karaların deniz vasıtasıyla kenarlarından kırpılmasıdır. Hızla sürüklenmekte olduğumuz küresel ısınma, böyle bir âkıbetin belirtilerini şimdiden vermeye başlamış bulunuyor. Buzulların erimeye başladıklarına dair endişe verici haberler birbirini izliyor. Bu gelişmeler aynı yönde sürüp gittiği takdirde, bir süre sonra, eriyen buzullar dünya denizlerinin seviyesinde bir yükselmeye yol açacaktır. Bunun sonucu ise gayet açıktır: Yükselen deniz, tüm dünya kıyılarını istilâ edecektir. Veya, bir başka deyişle, deniz, dünya karalarını kıyılarından kırpa kırpa yükselecek, belki pek çok yerlerde sahillerin yüzlerce kilometre geriye çekilmesi sonucunu doğuracak, bu arada nice sahil şehirleri, belki birçok ada ve yarımada denizlere karışıp gidecektir.

Âyet “Görmüyorlar mı?” diye soruyor. Evet, görüyoruz. Böyle bir âkıbete doğru sürüklendiğimizi gözümüzle görüyoruz. Lâkin, “Geliyorum” diyen bu felâkete karşı isyanımızdan da bir türlü vazgeçmiyoruz. Gerek klasik yorumların, gerekse modern yorumların birleştiği ortak bir nokta var ki, Kur’ân da zaten dikkatimizi bu yöne çekiyor: Yeryüzünün kenarlarından eksilmesi, insanların kendi inkâr ve isyanlarının bir sonucundan başka birşey değildir. Bu isyan, ister Allah’ın peygamberleri aracılığıyla bildirdiği buyruklara karşı olsun, ister Onun kâinata yerleştirdiği yasalara aykırı hareket etmek şeklinde olsun, ısrar edildiği ve geri dönülmediği takdirde, sonucunu insanlığa bir şekilde tattıracaktır.

Dikkat çekicidir ki, her iki âyet de, Allah’ın “yeryüzüne gelmesi” şeklinde bir ifade içeriyor. Yüce Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu dikkate aldığımızda, bu deyimin pek etkili bir heybet ve azamet ifadesi olduğunu ve hiçbir gücün karşı koyamayacağı bir şekilde, İlâhî kudretin yeryüzünde tecellî ederek inkâr ehlini inkâr ve isyanlarına pişman edeceğinden söz ettiğini anlarız.

Ümit Şimşek / Zafer Dergisi