Etiket arşivi: yol

Heyhat! (şiir)

Ömür denen şu bilmece

Hep akıyor gündüz gece

 

Ne çabuk geçti şu zaman

Hayat çok zor ve çok yaman

 

Her an yaklaşıyor ecel

Kabir çağırıyor “gel, gel”

 

Yolun sonu geldi “HEYHAT!”

Demek bitiyor şu hayat

 

Durun! Bekleyin sabaha

Benim çok işim var daha  

 

Hazır değilim bu yola

Borcum vardır sağa sola

 

Bekliyordur çoluk çocuk

Haberim yoktu ne çabuk

 

Biraz zaman verin bana

Yaşayayım kana kana

 

Daha dünyaya doymadım

Taş üstüne taş koymadım

 

Yarım kaldı bütün işler

Bozulacak tüm gidişler

 

Olmaz mı sonradan gelsem

Bütün işlerimi görsem

 

Ama çabalar nafile

Kaçıyorum bile bile

               

Gelirse kapıya ecel

Hiç kimse olamaz engel

 

Tanyeri, unutma sakın!

Çünkü yolun sonu yakın

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Yol Haritamız Kuran

“Sizi karanlıklardan, aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametli, çok şefkatlidir…” (1)

“İşte bu Kur’an muazzam bir kitabdır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur). Artık buna uyun, emirlerine bağlanın ve Allah’tan korkun ki, size merhâmet edilsin.” (2)

İnsanlığın çorak gönül toprağına rahmet yağmurları yağdıran sonsuz rahmetin sonsuz nuru… Kerim olan Rabbim’den Kerim olarak indirilen sonsuz kerem kaynağı… Tüm yolların rotası O’nu göstermekte. Bütün yıkılışların, kayboluşların hayat bulduğu iksir O… O’ndan gelen ezelî nurla müjdeler dökülmekte mücedditlerin dilinden zaman ve mekânın derinliklerine. Hanslar Hasan olursa, ancak O’nun diriltici nefesiyle olabilir. Obamalar gerçek Hüseynî ruhuna, O’nun getirdiği şaşmaz adâlet ölçüleri ve prensipleriyle ulaşabilirler ancak… İnsanlık yaratılışına denk düşmeyen hevâ ve hevesin ürünü beşerî kurallarla değil.. Acımasız zulüm ve katliâm iniltileriyle yeri-göğü titreten mazlumların feryatları, ancak O’nunla sükûn bulabilir, güven ve huzura erebilir.

Barışa susamış gönüller, beldeler, kıtalar O’nun yokluğunda derbeder, bîçâre… Bu gün Türkiyemiz, güneyinden kuzeyine, batısından doğusuna huzur istiyorsa, kardeşlik çığlıkları atıyorsa; çaresi Kur’ân’a sarılmaktır. Irkçılık ve etnik yaklaşımlardan vaz geçmektir. İslâm birliğine giden yolda yardımcı ve destek olmaktır.

O’ndan bir parça taşımayan kalp bomboş bir ev, sanki vîrâne… Rabbim’den en güzel hitapla indirilmiş yer yüzünün barış güvercini, niza ve kavgaların şaşmaz hâkemi, teraziyi müstakîm tutan dosdoğru el… Sahte dostlukların cirit attığı âlem çarşısında en güzel vefâlı dosttur O…

Kur’an hayat’tır, saf ve gerçek güzellik, daimî bir gençlik, tazelik, tükenmez bir enerjidir.

Her şeye rağmen, bütün kozmos kaosların ortasında bocalayan insanlık için, küresel felâketlerin, toplumsal kasırgaların çöl ortamında yol gösterici ışıklı levhalar misâli parlayan güzellik, yaşanan ve yaşatılan hayattır O.

Şu günümüz hâdiselerinde o şaşmaz reçeteye ne kadar da muhtacız.

Hz.Ebû Bekirlerin, Ömerlerin, Mus’apların, Sümeyyelerin, Sümeyrâların, Şâh-ı Nakşibend’in, Geylânîlerin, İmam Rabbânîlerin, Muhammed Zahit Kotkuların, Bediüzzaman Said Nursî’nin ve daha nice âriflerin, zâhidlerin (kaddesallahu esrârehum) hayatlarına hayat, dâvalarına esas, fikirlerine ışık, kalplerine nur ve sürur olan lâhûtî bir kitaptır O…

Büyük kâinat kitabının ezelî tercümesi, şerh ve izahı… Bütün zaman ve mekânların lisânı.. İnsanlığın gerçek hikmet ve ilim kitabı, mürşidi, hidayetçisi..

Müsbet ilimleri okuyan ve şerh eden, sayısız kürsülerin en yüksek mertebesinden, Arş-ı Âzam’dan yankılanan sesidir O.

Kur’an, insanları küfrün karanlıklarından imânın aydınlığına, Allah’ın yoluna çıkarmak için (3), Mü’minler için bir şifâ ve rahmet kaynağı olduğu için (4), insanlık ailesinin adalet içinde yaşaması için (5), Kur’ânla Hakk’ın geldiğini, bâtılın yıkılmaya mahkûm olduğunu bildirmek için (6), Allah’ın gösterdiği doğrultuda hükmetmek için (7), daha önce indirilen kitaplardakileri doğrulamak için (8), insanları en doğru yola iletmek için (9), Kur’ân benzeri bir sure getirilemeyeceğini bildirmek ve meydan okumak için (10), inanıp da güzel amel işleyenlere Cenneti müjdelemek (11)… için indirilmiştir.

Gönlünü ve kulağını Kur’an’a açan herkes Kur’an’dan dersini alır. Güneş, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. Güneşe yönelen her çiçek ondan payını alır. Tıpkı tüm varlıkların istifadesi gibi…

Bülbül milyonlarca nağme döker, ama biz anlamayız. Anlamayız diye bülbül sesinin güzelliğinden mahrum kalmak istemez, onu hayran hayran dinleriz.

Kur’an-ı Kerim anlaşılmak için indirilmiştir. Kur’an’da geçen yüzlerce ta’kılûn, ya’kılun, ta’lemûn, ya’lemun, yetedebberûn, tetefekkerûn, yetefekkerûn, yefkahûn kelimeleri Kur’an’ın anlaşılmasını istemektedir.

Anlaşılmadan okunup zevk alınan tek kitap Kur’an’dır. Dünyada anlaşılmadan zevkle okunan ikinci bir kitap gösterilemez. İsterseniz bildiğiniz harflerle yazılmış yabancı dilden bir kitabı okumayı bir deneyin, okuyamazsınız. Her gün bir cüz okuyarak ayda bir hatim indiren babanız – anneniz veya eşiniz-çocuğunuzdan bir yabancı dildeki kitabı okumasını isteyin. Bir satır okur ve bırakır. Ama Kur’ân öyle değil. Hak dostunun kelamını can kulağıyla okur, tatlı bir huzur, gül koklar gibi nefis bir lezzet alırız O’nun mânevî ikliminden…

Ya bir de anlayarak okuyabilsek…

“Allah hikmeti dilediğine verir, kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir.” (12) âyetinde derin ve faydalı bilgiye sahip kılınanlar, insanlığa ışık saçar, nur serper, pozitif enerji yayarlar.

Okumakdan zevk aldığımız Kur’an’ı bir anlasak yerimizde duramaz, hizmetten hizmete, nurdan nura koşardık. Mekke’den Medine’ye, Medine’den Kudüs’e, Kudüs’den İstanbul’a koşan sahâbe gibi cihad şevkiyle dolar taşardık

Kur’ân âyetlerine bakarak cehennemi görür gibi (13), cenneti koklar gibi (14) bir ruh hâline girebilseydik; küresel zalimlerin, süfyan ve deccal ruhlu mütegallibelerin önüne geçer, insanlığa dehşet ve göz yaşıyla cehennemî bir çığır açmaya çalışanların karşısına tıpkı Ömer (r.a) gibi dikilir, Kur’ânî çağrımızla yer yüzünün cennet olması adına geceyi gündüze katardık. Barışı zedeleyen, ümmetin birliğini zayıflatan, ırkçılığı öne çıkaran davranışlardan şiddetle kaçınırdık.

Kur’ânî sadâlar kâinatta çınlar, gönüller ve kulaklar en güzel bayramını yaşardı.

Ana okulundan üniversiteye kadar, hangi gerekçe ile olursa olsun, İngilizce öğrenen ve hayranlığını ifade eden insanımız, iki dünyamızı da mâmur ve mutlu edecek olan Kur’ânın dilini öğrenmekten geri durmamalıdır.

O’nu anlama ve mefkûresini pratik hayata geçirme çabaları asla neticesiz kalmaz. Zor bir doğumun sancılarıyla kıvranan insanlığın kutlu doğum müjdesini O fısıldamaktadır.

Yangın yeri hâline dönüştürülen, tek gözlü ve tek dişli canavarların istilasından insanlığı hak, adâlet, eşitlik, hürriyet, insaf, merhâmet, şefkat ve barış eliyle yeniden inşa ve ihya edecek olan hareketin merkezi, kaynağı ve kalesidir O.

Yaralı kalplerin, cehâletin, fakrın, ihtilaf, kavga ve çekişmelerin, horlanmışlığın, yoksulluğun, kimsesizliğin, harabiyetin, kırgınlıkların, istismarcılığın, gasp edilen hakların, akıtılan göz yaşlarının, vurgunun, talanın, rüşvetin, sınır tanımayan şehvetin, geri kalmışlığın, gözü dönmüşlüğün, aymazlığın, vurdumduymazlığın, sorumsuzluğun, atâletin, meskenetin, her türlü âfetin, küresel felâketin, güvenden yoksun memleketin, zekâtsız servetin, şımartılmış saltanatın, başıboş hayatın, zembereği boşalmış saatin, dağılmış dikkatin, zedelenmiş rikkatin, mahzun payitahtın ve kurtuluşu arayan beşeriyetin tek çâresi ve reçetesi Kur’ân’dır, Kur’ân ahlâkına sarılmak ve O’nunla amel etmektir.

İsmail Aksoy

aksoyismail06@gmail.com

www.NurNet.org

Dipnotlar:

1. Hadid Suresi,57/9

2. el-En’âm,6/155

3. İbrahim,14/1

4. İsrâ,17/82

5. Hadid,57/25

6. İsrâ,17/81

7. Nisa,4/ 105

8. Maide,5/ 48

9. İsra,17/ 9

10. Yûnus,10/38,Hûd,11/13

11. Hûd,11/23

12. Bakara,2/269

13. Tekâsür,102/ 6

14. Muhammed,47/ 6

Sırat-ı Müstakim

Sırat-ı Müstakimin manası hak yol, “dosdoğru yol” (Fatiha, ayet 6) demektir. Emir edildiği üzere Cenab-ı Allah’ın gösterdiği hidayet yoludur. Kur’an’ı Kerim’den, Ruhun, Vücudun, Nefsin ve İradenin sırat-ı Müstakimi’nden bahsetmektedir. Bunlardan vücudun sıratı müstakimi fiziki ve somut; Ruh, Nefis ve İradenin sırat-ı müstakimi ise soyut olduğu görülmektedir.

Bediüzzaman İşaratü’l İ’caz’da Sırat-ı müstakimi şöyle ifade etmektedir: Sırat-ı müstakim yiğitlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk ve kahramanlık, helâle razı olup haramdan kaçınma, İlâhi gayeden meydana çıkan “adl ve adalete işarettir” .

“Şöyle ki: tagayyür, inkılâp ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi, menfaatleri celp ve cezp için, kuvve-i şeheviye-i behimiye; ikincisi, zararlı şeyleri def için, kuvve-i subuiyye-i gadabiye; üçüncüsü, nef ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için, kuvve-i akliye-i melekiyedir” (İşaratül İ’caz.)

İnsandaki bu kuvvelere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin her birisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.

Kuvve-i şeheviye-i behimiye: Menfaatleri kendine çekme, hayvani istek ve arzulara ait duygu, cinsi istek duygusu, dünya zevklerine istek duygusu; yeme, içme, konuşma, uyuma istek ve hissi gibi kabiliyetlerdir. Bunda ifrat, tefrit ve vasat üç kuvve vardır. “Tefrit kuvvesi humuttur (Cinsi isteksiz) ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur (günahkârlık, ahlaka aykırı, cinsi sapıklık) ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise, iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur.”

Kuvve-i sebuiyye-i gadabiye: zararlı şeyleri defetmeye sevk eden gazap hissi ve duygusudur. Bunda Tefrit mertebesi, korkaklık ve yüreksizliktir. Korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi, öfkelenme, köpürme, kızma ve aşırı hiddet gibi ne maddi ne de manevi hiçbir şeyden korkmaz, bütün tazyik ve baskı, zorbalık ve zulümler tamamen bunun ürünüdür. Vasat mertebesi ise kuvvetini yiğitlikte, cesurluk ve kahramanlıkta kullanarak dünya ve ahireti için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.

Mehmet Akif şöyle demiş, “Yumuşak huylu isem, kim demiş uysal koyunum/Kesilir fakat çekmeye gelmez boynum.” Başkalarına zarar vermeden, uysal koyun değil, aslan gibi kükreyen imanlı bir M.Akif’tır. Kükreyenlerden,  haykıranlardan bahsedince elbette,  Bediüzzaman akla gelir. İşte o İslam mücahidi, İman, İslam ve Kur’an adına dinine zarar gelmesin diye gençliğini ve tüm hayatını feda etmiştir. “Başımda ki saçlarım sayısınca başlarım olsa, her gün birini kesseniz, İman ve Kur’an’a feda olan bu baş zındıkaya eğilmeyecektir.” İşte yiğitlikte kahramanlık ta  budur. Sefih ve mimsiz medeniyetin zulmü altında yetişen gençlerin sonu da elbette bugün ki tahribat ve anarşistliktir.

Kuvve-i akliye-ı Melekiye: akıl ve meleke duygusudur. Bunun tefrit mertebesi, ahmaklık ve kalın kafalılıktır. Hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, haksız yere aldatıcı sözlerle karşı tarafı iknaa çalışmak demagoji ve lâfazanlık yapmaktır. Hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterebilecek zekâya sahiptir. Vasat mertebesi ise hakkı hak, batılı batıl bilir. Kötülüklerden uzak kalır. Böylece hem kişi, hem aile hem de toplum olarak herkes rahat eder, huzur ve emniyet içerisinde yaşar.

Rüstem Garzanlı – Diyarbakır

www.NurNet.org