Etiket arşivi: Yunus Çengel

Kâinattaki Hârikalıkları Örten Ülfet Perdesi

Acaba bir kişi evdeki artık yemekleri ve bozulmaya yüz tutmuş sebze ve meyveleri alıp, bunlardan yumurta yapan ve arda kalan malzemeyi de çiçeklere koyabileceğimiz gübreye çeviren karpuz büyüklüğünde bir makine yapsaydı – üstelik de maliyeti bir karpuz fiyatını aşmasaydı ve biblo gibi mutfağın bir köşesine koyabileceğimiz bir güzellikte olsaydı – bilim adamları dâhil tüm insanlık bu kişideki sanat ve estetikle bezenmiş harika ilmi tam bir hayret ve hayranlıkla ayakta alkışlamaz mıydı? Bunun nasıl yapıldığını görmek için başta bilim adamları olmak üzere, herkes büyük bir merak içinde sıraya girmez miydi? Hele bu yumurtalar belli bir sıcaklıkta 21 gün bekletilince kabuğun içinde minik bir yumurta makinesine dönse ve bu makine yine yemek artıklarıyla büyüyüp bir süre sonra kendisi yumurta yapmaya başlasa, acaba “Olamaz” diye haykırmaz mıydık? Hele hele bu makine bir de görüyor olsaydı ve ara sıra dışarıya gezmeye çıksaydı “Rüya görüyor olmalıyım” deyip, kendimizi çimdiklemez miydik? Bu mûcit kişiyi baş tacı etmez miydik? Kendisine en yüksek bilim madalyalarını vermez miydik? Eğer evhamlı tipler isek, aklımızı aciz bırakan ve bilim seviyemizi komik hale düşüren bu kişi hakkında “Mutlaka teknolojinin bizden kat kat ileri olduğu bir gezegenden gelmiş olan bir uzaylı” spekülasyonlarına îtibar etmez miydik?

Ama ne yazık ki, her şeyin üzerine âdeta kara bir bulut gibi sinen ülfet perdesi, çevremizdeki binlerce bu tür teknoloji harikalarını – hem de canlılarını – görmemize engel olmaktadır.

Prof. Dr. Yunus Çengel

İnsan ve İlim

Kâinattaki varlıkların her biri kendisinin bir ilimle, bir irade ve şuur tarafından tanzim ve teşkil edildiğini göstermektedir. Eşyadaki bu ilmin varlığının keşif edilmesi ancak akıl gözüyle olabilmektedir. Tıpkı eşyanın görülmesi için ışığın gerekli olduğu gibi. Eşyanın bu kadar sanatlı ve hikmetli yaratılması ancak sonsuz bir ilimle mümkündür.

Etrafımıza dikkatle baktığımız zaman görürüz ki, her şey ilimle yapılmıştır. Atom altı parçacıklardan galaksilere kadar her şeyde yaygın bir ilim vardır ve bu ilimleri keşfetmekle uğraşan “parçacık fiziği”nden “astronomi”ye kadar sayısız bilim dallarının varlığı, yüksek ve derin bir ilmin varlığıyla mümkündür. Varlıkların her birinin tam bir nizam ve intizam içinde en hassas ölçülerle yapılmış olmaları, bir ilmi gösterir. Çünkü intizam ile, ölçü ile, tartı ile iş görmek, kuvvetli bir ilim ile olur.

Varlıkların meydana gelmesindeki harika kolaylık mükemmel bir ilme işaret eder. Çünkü bir işin kolayca yapılması, ilim ve irfan ile olur.

Meselâ bir kişi tavukların yediği ot, hububat, vs gibi şeylerden bir yumurta yapmayı keşfetse, herhalde kendisi takdir ve hayranlıkla anılır ve günlerce iftiharla ilmin ulaştığı yüksek seviyeden ve insan aklının harikalığından bahsedilirdi – bunu yapmak için kocaman ve pahalı bir fabrika kurmak gerekse bile. Ama nedense akıl ve ilim konusunda hiç bir iddiası olmayan tavukların, sanat ve ilim harikası olan yumurtayı küçücük vücutlarında ışıksız bir ortamda, hem de el değmeden ve de hijyen olarak yapıyor olmaları, nedense kimsenin dikkatini çekmiyor. Çünkü o kadar kolay yapılıyor ki, âdeta aniden hiç yoktan var oluveriyor.

Hele belli sıcaklıkta tutulan yumurtanın karanlık kabuk içinde hiç el değmeden cisimleşmiş bir sanat ve ilim şaheseri olan bir civcive dönüvermesi, yine akılları aciz bırakan derin bir ilme işaret eder. Keza toprağa ekilen bir çekirdeğin, sonsuz bir kolaylık içinde, bir ağaç olması ve toprak ham maddesinden yapraklar dokunup meyveler yapılması – meselâ nar tanelerinin hiç de hijyen olmayan şartlarda, inci taneleri gibi pak ve temiz olarak tam bir nizam içinde yerlerine dizilmeleri ve beyaz tüllerle ayrılmış kümelerin biyolojik olarak parçalanabilen bir malzemeyle ambalajlanıp dallarda teşhir edilmeleri – hayalinden bile aciz olduğumuz sonsuz bir ilim, irade, ve kudretin varlığı konusunda şüphe bırakmaz.

Prof. Dr. Yunus Çengel

Futbol Açılımı

Bir ülke düşünün ki yıllar önce devlet en çok taraftarı olan bir futbol takımını ‘ulusal takım’ ilan edip diğerlerini kapatmış. Sonra herkese birlik çağrısı yapıp ulusal takımı tek yürek halinde desteklemeye çağırmış. Ancak, diğer takımların taraftarları nesiller boyu damarlarına işlemiş olan kendi takımlarına taraftarlık hissinin sökülüp atılma talebini bir haksızlık ve temel kişisel haklarına bir tecavüz olarak görmüşler ve bu dayatmaya karşı tavır almışlar. Ulusal takıma taraftar olmayı reddeden bu kişiler yıllar boyu ulusal birlik için bir ‘tehdit unsuru’ olarak algılanıp şüpheyle bakılmışlar ve devlet de bunları milli güvenliğin zaafa uğrayacağı korkusuyla büyük masraflarla sıkı bir gözetim altında tutmuş. Bu gerilim ortamında ekonominin çöküşü ile beraber iktidar değişmiş ve yeni yönetim mevcut durumun sürdürülemez olduğunu görüp çare aramaya başlamış. Kapatılan futbol takımlarının taraftarlarının küskünlüğünü giderecek bir çözüm bulmak için toplantı üstüne toplantı yapılmış ve rapor üstüne rapor hazırlanmış.

Futbol açılımı siyaseti bölmüş

Sonunda yeni yönetim siyasi bir irade sergileyerek ulusal takım taraftarlarını da fazla tedirgin etmeden ikinci bir takımın devlet kontrolü altında kurulabilmesinin önünü açacak düzenlemeleri yapmaya karar vermiş ve bulunan çözüm formülünün adını “Futbol Açılımı” koymuş. Bu cesur yaklaşımından dolayı da iktidar bir demokrasi havarisi olarak görülmüş. Muhalefet ise bunu bir ‘ihanet projesi’ olarak görmüş ve iktidarı bölücülükle itham etmiş. Ekranlarda da yeni bir futbol takımına izin verilmesinin ülkeyi bölünmeye götürecek bir sürecin başlangıcı olduğunu iddia etmiş ve zaten çok takımlı bir hayatı hayallerine sığdırmakta zorlanan halkın tedirginliği daha da artmış.

Yeni bir takım kurma hürriyeti

Bu tür bir haberi okuyan aklı başında birisi herhalde böyle bir ülkenin bugünün dünyasında olamayacağını düşünüp bu ülkenin hangi gezegende ve zaman diliminde olduğunu merak edecektir. Sonra da futbol takımı kurup istenen takıma taraftar olmakta hiçbir sınırlamanın olmadığı kendi ülkesine bakacak ve çok takımlılığın ülkenin birlik ve beraberliğine bir tehdit oluşturduğu düşüncesine kahkahalarla gülecektir. Çünkü çok takımlı bir kültürde doğup büyüyen bu kişinin ülkesinde, çok takımlılığın ülke birlik ve beraberliğine bir tehdit olabileceğini düşünen bir kişinin aklından şüphe edilir. Bu tür evhamlı kişilere takımları ne olursa olsun insanların hürriyet ortamını sevdiği ve bu ortamı sağlayan ülkelerine olan bağlılıklarının da azalmayıp aksine arttığı ve devletlerine küskün insanların olmadığı hatırlatılır. Ayrıca, serbest rekabet içinde mücadele ederek futbolun güzelliklerini sergileyen takımların tüm futbolseverlere bir şölen sunduğu ve hayatlarına renk ve heyecan kattığı anlatılır. Futbol hürriyeti olan ülkelerde herkes tuttuğu takımlarda farklı, ama serbestçe takım tutma veya yeni bir takım kurma hürriyeti konusunda tam bir birliktir.

Yine düşünün ki bu ülkede birlik olsun diye ayak tipine bakılmaksızın futbol takımındaki her oyuncu aynı ölçüde tek tip bir krampon giymeye zorlanıyor. Yani onlardan ayaklarını üst yönetimce belirlenen krampon tipine uydurmaları isteniyor. Ayak farklılıklarını gözardı eden böyle insanlık dışı bir uygulama tahmin edileceği gibi norm dışı ayakları incitir, sahiplerini küstürür ve tüm takımın performansını düşürür. Hatta onları krampon düşmanı haline getirip yeni arayışlara iter. Aslında buradaki düşmanlık krampona değil, seçilen tek tipe ve zorbalığadır. Yoksa herkes memnuniyetle krampon giyer ve giymeyi savunur – yeter ki takımdaki tüm ayakları kapsayacak kadar değişik boyları ve tipleri olsun. Ayakları incinen ve hatta yaralanan krampon mağdurlarını ‘krampon düşmanı’ ilan etmek duyarsızlıktır ve bağnazlıktır. Hele hele ‘bunlara bir-iki tip daha sunacak olsak tam şımarırlar ve kontrolden çıkarlar’ demek, tam bir despotluktur. Tek tipte ısrarı bırakıp esnek bir yaklaşımla ‘ayakkabının ayağa uyumluluğu’ esas alınsa görülecektir ki takımda ‘ayakkabı sorunu’ diye bir şey kalmayacak ve ‘ayakkabı düşmanı’ olarak etiketlenen kişiler ansızın ayakkabı dostu ve savunucusu oluvermişler.

Farklılık doğal bir zenginlik

İnsanlar bedenen bir hayli benzer olsalar bile fikir, his ve meyil yönünden çok farklıdırlar. Bedenen birbirinin aynı olan eş yumurta ikizlerinin dahi taban tabana zıt fikir ve eğilimleri olabilir. İki insan arasındaki fark, iki hayvan türü arasındaki farktan daha az değildir ve bu farkı tanımamak insanlığı inkârdır. Bu farka saygı duymayan rejimler de insanlık dışıdır ve insanlık için bir ayıptır. Hukuk önündeki eşitlik ve fırsat eşitliği gibi titizlikle korunması gereken evrensel değerler bir kenarda tutularak, dünyada birbirinin eşiti yani aynı olan iki insanın olmadığını söylemek herhalde abartı olmaz. En büyük eşitsizlik, aynı olmayanlara aynı işlemi yapmaktır ve en büyük ayrımcılık da tipleri aynı olmayanlara tek tip işlemi yapmaktır. Bu tür toptancı bir yaklaşım dayanışmayı değil, huzursuzluk ve kavgayı doğurur. Eskilerin ifadesiyle, ‘Tenasüp, tesanüdün esasıdır; temasül, tezadın sebebidir.’ Yani dayanışmanın temeli uyumluluk, zıtlaşmanın sebebi de benzerliktir –tıpkı elektron ve protonlarda olduğu gibi.

Futbol açılımı’ sancılarıyla kıvranan bu zavallı ülkenin yetkililerine sormak lazım: Yahu siz hangi dünyada ve hangi çağda yaşıyorsunuz? Görmüyor musunuz ki, tüm çağdaş ülkelerde futbol takımı kurulması ve taraftarlık sonuna kadar serbesttir? Bu serbestlikten hangi ülke zarar görmüş? Yine görmüyor musunuz ki, kendi vatandaşlarınız futbolu ancak yabancı ülkelerde ve yabancılar oynarken seyredebiliyorlar ve şampiyonalarda yer alamamanın ezikliğini yaşıyorlar? Rekabetçi ortamda yetişmediği için de uluslararası turnuvalarda ulusal takımınız ilk maçlarda elenip boynu bükük olarak ülkeye geri gönderiliyor.

Birliği bozan hürriyetsizliktir

Diğer ülkelere bakarak görmüyor musunuz ki ülkelerin birlik ve beraberliğini bozan ve onları zayıflatan hürriyet değil hürriyetsizliktir? Tarihe bakınca görülmüyor mu ki insanları şevke getirip yücelten ve güçlendiren özgürlük, onları bir hayvan sürüsüne çevirip silikleştiren de yasakçılıktır? Evlerinden kaçan çocukların baskıcı ailelerden çıktığı ve demokrasinin hüküm sürdüğü ülkelere göç etmek için fırsat kollayanların baskıcı ülke vatandaşları olduğu sizi hiç mi düşündürmüyor mu? En zayıf ve en fakir ülkelerin demokrasinin en kıt olduğu, insan hak ve hürriyetlerine en az saygı gösterildiği ülkeler olması acaba bir tesadüf mü? Hür dünya ancak hürriyet zemininde gelişebilen bilim, sanat ve teknolojide yeni ufuklara uçarken ve hâkimiyetini pekiştirirken, siz daha ne kadar yasaklarla vatandaşlarınızı ‘koruma’ planları yapmaya ve ülkeyi bir hapishaneye çevirmeye devam edeceksiniz?

Rotayı ne belirleyecek

Rehberiniz akıl ve bilim mi olacak, mazi karanlıklarında gömülmüş ezberler mi? Rotanızı ümit mi belirleyecek, korkular mı? Zemininiz hürriyet mi olacak, yasaklar mı? Siz sınırlarınızı yabancı işgaline karşı tanklı tüfekli askerlerle beklerken ve fikir hürriyetini ülke birlik ve bütünlüğü için bir tehdit olarak görürken, yabancıların internet ve uydu ordularıyla her türlü fikirle neredeyse her eve girdiğini ve vatandaşlarınızın beyinlerine kolaylıkla zaten ulaştığını hiç mi fark etmiyorsunuz? Kafayı kuma gömmeyi hâlâ akıllılık mı zannediyorsunuz? Hürriyetçi ve despotik tek tipçi rejimlerin meyvelerini yan yana duran iki levha gibi net olarak gösteren Güney ve Kuzey Kore örnekleri size hiç mi fikir vermiyor? Güney Kore gibi bir dünya devi olmaktan mı korkuyorsunuz ki, Kuzey Kore gibi kaynaklarınızı içine sıkışıp kaldığınız yasakçı kabuğu daha da sağlamlaştırmaya harcıyorsunuz? İnsanı gerçek insan yapan hürriyet ışığından niye korkuyorsunuz ki hürriyeti halkınıza gıdım gıdım ve elleriniz titreyerek veriyorsunuz?

Çok şükür ki futbolun her renginin sonuna kadar hür olduğu ve her tip ve ölçüde ayakkabı satışının serbest olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve bu hürriyetin keyfini doya doya çıkarıyoruz. Bu çağda hâlâ “Futbol Açılımı” gibi anlamakta bile zorlandığımız şeylerle uğraşan bir ülkede de yaşıyor olabilirdik.

Prof. Dr. Yunus Çengel Nevada Üniversitesi Öğretim Üyesi