Etiket arşivi: zübeyir gündüzalp

Tahiri Mutlu, Üstadın Son Yolculuğunu Anlatıyor!

“UR­FA’YA Zİ­YA­RE­TE Gİ­DE­CE­ĞİZ…”

Tahiri Mutlu: “Biz du­ru­yo­ruz ba­şın­da, Üs­tad Haz­ret­le­ri uyur va­zi­yet­te ya­tı­yor. Bir ara gö­zü­nü aç­tı, ‘Hüsnü’ye söy­le, Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­de­ce­ğiz’ de­di, tek­rar gö­zü­nü yum­du. Ben he­men kal­ktım bak­tım, kar­deş­ler ya­tı­yor, de­dim: ‘Kar­deş­ler! Üs­tad Haz­ret­le­ri Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­de­ce­ğiz, diyor.’ Emir­dağ’dan ge­lir­ken ara­ba­nın las­ti­ği pat­la­mış, ye­de­ği tak­mış­lar…

Hüsnü, ‘Oto­mo­bi­lin bi­raz ta­mi­re ih­ti­ya­cı var’ de­di. Ben git­tim söy­le­dim Üs­tad’a. ‘Baş­ka oto­mo­bi­le ba­kıl­sın’ de­di. Va­kit yok, dur­mu­yor, ta­mi­ri­ne mü­sa­a­de yok. Va­kit yok ya­ni… Tek­rar gel­dim, ben yi­ne, ‘Kardeş­ler! Üs­tad’ımız, baş­ka oto­mo­bi­le ba­kıl­sın, di­yor’ de­dim. Öy­le de­yin­ce hep­si bir­den hop sefer­ber va­zi­ye­ti al­dı­lar, he­men pat­lak te­ke­ri dü­zelt­ti­ler.

“Biz de bir yan­dan Üs­tad’ın eş­ya­la­rı­nı ta­şı­yo­ruz… Oto­mo­bi­le bi­nin­ce, o ayak­la­rı­nı sal­ladı­ğı boş­luk var ya, ora­yı dol­dur­duk ki Hz. Üs­tad ya­tak ola­rak bu­ra­ya yat­sın di­ye… Kar­deş­ler ha­zır­lan­dı­lar, oto­mo­bil ha­zır… Üs­tad Haz­ret­le­ri­ni kal­dır­dık, giy­dir­dik; yi­ne kol­tuk­la­rın­dan tu­tu­yo­ruz… 

Zü­be­yir de­di ki: ‘Ağa­bey, Üs­tad’a bir daha tek­rar ede­lim, Üs­tad’ın ate­şi var…’ ‘Çok iyi olur’ de­dim. ‘Üs­tad’ım, Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­di­yo­ruz’ de­di Zü­be­yir. ‘Evet’ de­me­ye vak­ti yok Üs­tad’ın, bu de­re­ce has­ta; ka­fa­sı­nı sal­la­dı, ‘evet’ de­mek is­te­di­ği­ni an­la­dık. Ya­vaş ya­vaş in­dir­dik. Oto­mo­bi­lin ka­pı­sı­na oturt­tuk. Kol­tuk­la­rın­dan tut­tum, kar­deş­ler ayak­la­rın­dan tut­tular, ha­zır­la­dı­ğı­mız ye­re çek­tik, ya­tır­dık el­ham­dü­lil­lah onu… Kar­deş­ler de bin­di­ler…

 “Ur­fa’ya Üs­tad’la be­ra­ber Bay­ram da git­mek is­ti­yor­du. Fa­kat Üs­tad Haz­ret­le­ri, ev­de bir ki­şi bı­rak­maz, dai­ma iki ki­şi bı­ra­kır; yi­ne Bay­ram’la iki­miz ka­la­cak­tık. Fa­kat Bay­ram da Üs­tad’la git­mek is­ti­yor… O da şo­för, eh­li­ye­ti var. Üs­tad, Al­lah ra­zı ol­sun, ben ne söy­le­sem kabul eder­di. De­dim:

‘Üs­tad’ım, çok uzun me­sa­fe­ye ha­re­ket ede­cek­si­niz, Bay­ram da Hüsnü karde­şi­mi­ze yar­dım et­se, mü­sa­a­de et­se­niz…’ ‘Pe­ki’ de­di. ‘Bay­ram ha­zır­lan ba­ka­lım, hay­di!’ de­dik, bin­di­ler. Ga­raj ka­pı­sı­nı aç­tım. Ga­raj ka­pı­sı ka­pa­lıy­ken ha­zır­lan­dı­lar; ka­pı­yı aç­tım, on­dan sonra uğur­la­dım.”

Ruhları için el fatiha

Kaynak: Son Şahitler

 

www.NurNet.org

Konferans ve Vaazlar İle Hizmet Etmek

Aziz Kardeşimiz Ahmet Feyzi, Mehmet Emin,

Necdet bey’in tekrar ifade vermesini bildiren mektubunuzu aldık. Üstadımıza okuduk. Üstadımız sizlere selâm ediyor ve muvafakkiyetler niyaz ediyor ve diyor ki:

“Aziz kardeşlerimiz, şu dünyanın gidişatı ve hâdisatın sevkiyatı ve her daim bitamamiha âhiret hesabına olmasından ehl-i hakikat, âhiret ve beka itibariyle dünyaya bakıyorlar. Bu dünyadamuvaffakiyet ve parlak saadet maksud-u bizzat değil, belki rıza-yı İlâhî saadet-i ebediye gibi ulvi emirlerdir

Esma-i Hüsnanın mütenevvi tecelliyatına mazhariyet kesbetmektir. Mahiyet-i insaniyede münderic acz, fakr, za’f gibi madenleri tazyiklerle işlettirip dergâh-ı Uluhiyete iltica ettirmektir. Eğer bunlar olmasaydı, yalnız kürsülere çıkıp konferanslar ve vaazlar vermekfikrî münâkaşalar yapmak gibi meşru hususlar dahi olsaydı sönük kalırdı, tam kemâl olmazdı, hakiki ubudiyet yapılmayacaktı. Yalnız bir cihette ayinedarlık olurdu, mes’ele ruhun derinliğine inmeyecekti. İşte bu ve bunun gibi daha pek çok sebebler var ki; Risale-i Nur şakirdleri cüz’î, küllî, dünyevî müzayakalara, kederlere düçar oluyorlar. Tâ ihlâslarını muhafaza edebilsinler. 

Hadisatın şa’şaa-yı suriyesine kapılıp aldanmasınlar.” Hatta bu sene içinde Üstadımızın Ankara ve İstanbul’a son seyahatları ve neticesinde, muhalif ve muvafık muhitlerin birden Nur’a iltihakları mânâ teşkil edip meydana gelen Risale-i Nur talebelerinin azim mânevî kuvveti icabı iken Risale-i Nur’un nuranî ve bedi’ ve ulvi dairesine naehiller girmemek,dünyevî ve siyasî cereyanlar bulaşmamak için kader-i İlâhî dest-i inâyetle muhafaza ediyor.Sırr-ı imtihanı muhafaza ediyor gibi bazı sebebler olsa gerektir.

Kardeşiniz

Zübeyir, M.Acet

ŞÚRÂ

ŞÚRÂ

Bir zat Zübeyir Ağabeye Nur’un meslek ve meşrebi hakkında sual soruyor.

Zübeyir Ağabey:“Üstadımız 6000 küsur sayfa külliyatta,3000 küsür sahifede: Peygamber (a.s.m)’ın:”Ben o Süfyan’ın zamanında gelseydim; en tenha bir yere çekilir, Kur’an’dan iman bürhanlarını istihrac eder,o Süfyana onunla mukabele ederdim.” beyanlarına binaen,garba nefyedildiğilde yirmi küsur senede Kur’anı’ın Anasır-ı Esasîyesi olan TEVHİD, NÜBÜVVET, HAŞİR, ADALET İLE İBADET’i, yani bizatihi imanın rükünleri ve Esasat-ı İslamiye üzerine 6000 sahife Risale-i Nur Külliyatını,bu son asrın en dehşetli dalaletine karşı, istibdad-ı mutlak altında,avn ve inayet-i İlahiye ile, çoğu elyazması 600 000 nüsha olarak neşrine muvaffak olmuşlardır.

3000 küsur sahife olan iman hakikatleri derslerini;Merhum Mustafa Sungur ağabeyimizin Üstadımıza ittiba’en talim ettikleri gibi,kitapları dağıtıp beraber okuyarak,aklımızı ikna ederken, kalp ve ruhlarımıza feyyaz nurlarını ders alarak iktisab ediyoruz.

Fakat,3000 sahifeye yakın Tarihçe ve lahikalarda Muazzez Hadim-i Kuran Üstadımızın bizatihi Kur’an’dan ahzettikleri imana hizmet meslek ve meşrebini ders verdikleri ve ferden ve Hizb-ül-Kur’an olarak imtisal ve ittiba etmemiz gereken o ameli hususları,o Kurani sıratı müstakimde Rıza-yı Bari’ dairesinde isabetle muvaffak olmamız için; Hz. Mehdi mektubunda beyan edilen Üçüncü Said tabir ettikleri tatbikat devresinde,emsalsiz bir ders ve terbiye ile beraber on sene kadar hizmetlerinde bulunan zatları,o kudsi Kur’ani tarzı en doğru ve hayattar olarak bize intikal ettiren o Nur Erkanlarını “Mutlak vekilimdirler.”diyerek tavzif etmişlerdir .

Ve şunu ehemmiyetle beyan buyuruyorlar:
“Onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor;ancak vazifeye,hizmete bakıp o noktada bakmalısınız.” buyuruyor.

Bu nokta çok ehemmiyetlidir.
Peygamber (a.s.m)İmam-ı Ali (r.a)’a:

“Ben Kur’an’ın’ın tenzili için harbettim; sen te’vili için habedeceksin.” buyurmuşlar.

Aziz Üstadımız şöyle buyuruyorlar:
“Benim mesleğim sahabe mesleğidir.
Risale-i Nur bizatihi Kur’an’ın malıdır.
Bu zamanda bir mu’cize-imaneviyesidir.
Ehil olanlara velayet-i kübra feyizlerini ifaza eder.”.

İşte bu kudsi Kur’an’i tarzın,kudsi Kur’ani keyfiyetin;değişmeden aynen muhafaza edilerek devamına medar olmak üzere,enson vasiyetlerinde:”Dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum.”diyerek bir ŞÚRÂ teşkil etmişlerdir;o kudsi emaneti o hey’ete tevdi etmişlerdir.

Zübeyir ağabey Üstadımızın bu azam ehemmiyetli tedbiri için,şöyle buyurdular:

“HZ .İSA (as)’IN DİNİ HAVARİLERİYLE YAYILDIĞI GİBİ; ÜSTADIMIZIN TARZI,DAVASI DA, HİZMETKARLARI VASITASIYLA İNTİŞAR EDECEKTİR. “

Merhum Zübeyir Ağabey(ra):
“Üstadımızın hizmeti zordur; Risale-i Nur’un hizmeti kolaydır.” buyurmuşlardır. Üstadımız hususi hizmetlerinde Zübeyir Ağabeyi ve Hüsnü Ağabeyi istihdam etmişlerdir.
VESSELAMÜ ALA MENİTTEBEAL HÜDA

Bir ehemm not:Merhum Bayram Ağabey(ra):”Son vasiyet yazılırken,
Zübeyir Ağabey ile ben Üstadımızın yanında olduğumuz için,bizi ismen
yazmadı.”buyurdular.

EYÜP EKMEKÇİ

www.NurNet.org

BEYANAT VE TENVİRLER 

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – BEYANAT VE TENVİRLER – ORTA BOY
CİLT      : KARTON KAPAK
EBAT    : ORTA BOY (10,5 x 16 cm)
KAĞIT  : ŞAMUA (70 gr)

BASKI  : RENKLİ BASKI

SAYFA  : 121 SAYFA

Muhammed Numan ÖZEL’den de temin edebilirsiniz (0555 652 95 97)
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey tarafından hazırlanıp müteaddit defa SÖZLER NEŞRİYAT Tarafından tab edilmiş ve baskısına bir süre ara verilen eser tekrar okurlarla
“Beyanat ve Tenvirler neden ve nasıl hazırlandı?”
1969 yılından sonra din adına kurulan bir partiyle, Nurculuk hareketi ciddî bir problemle karşı karşıya gelecekti. Kurulma aşamasında Maraş Senatörü Tevfik Paksu, Isparta Milletvekili Hüsamettin Akmumcu, Yeni Türkiye Partisi Adıyaman Milletvekili Süleyman Arif Emre gibi Nur Talebesi kökenli bazı parlamenterler fiilî olarak yer almaktaydı.

Dr. Mehmet Akay’ın hatıralarından;

“Bir ara Ankara’ya geldiğini duydum. Ders yapacak, dinleyeceğiz, diye çok sevindim. Meğer bazı kişilerin parti kurma meseleleri varmış. Onlar o anda oraya gelmişler. Zübeyir Ağabey, sadece ‘Hoş geldiniz.’ deyip hemen kalktı. Onlar bekledikleri halde Zübeyir Ağabey, geri gelmedi. Mecburen kalkıp gittiler.”

1969 yılında din adına ortaya çıkan siyasî partinin müntesipleri, Nur Talebelerini kendi saflarına çekmeye çalışırlar. Tehlikenin farkında olan Zübeyir Gündüzalp, hemen sür’atli bir şekilde tedbirlerini alır.

Risale-i Nur’un tamamınında Bediüzzaman’ın siyasî görüşlerini bir araya getirir. Çalışma hemen tamamlanarak “Beyanat ve Tenvirler” adıyla da neşredilir. Böylece bu siyasî hareket onun ciddî bir direnişiyle karşılaşır.

BU ZAMANI TARİF EDEN EMR-İ PEYGAMBERÎ

Eski zamanda değiliz. Ahirzamandayız. Din üzerine dönen entrikanın bini bir para olan Süfyanizm devrindeyiz. Bu devirde Müslümanların siyaset temelli din hizmeti kurma çabasından uzak durmalarını bizzat Peygamber Efendimiz (asm) emrediyor. 

Buyuruyor ki: “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir.” 

 

Bediüzzaman Hazretleri sırf bu emr-i Peygamberî’ye (asm) uyarak, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında kendisine verilmek istenen mebusluğu, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, Vilâyat-ı Şarkiye Vaiz-i Umûmiliği gibi teklifleri kabul etmiyor1 ve sonrasında siyasetten arî bir iman ve Kur’ân hizmeti tesis ediyor. 

Üçüncü Said döneminde de Üstad Hazretleri yüksek İslâm siyasetini demokratlığı (Hürriyet-i şer’iye) ikame etmek ve güçlendirmek manasında anlıyor, demokratlığı (hürriyet-i şer’iyeyi) program edinen ve bu konuda samimî gördüğü bir partiyi destekliyor. Yazı ve mektuplarında bu manayı savunuyor, din adına başka siyasî oluşumların çare olmadığını, buna izin de olmadığını, dini hizmetlerin inkişafı için âlem-i İslâm’ın meşveret ve şûrâya önem vererek dini delillere dayandırarak bunu açıkça ilân ediyor. 

Hatta kendi döneminde din adına siyasî oluşum çabalarına asla destek vermiyor, bu çabaları gösterenlerle kardeş olduğunu ikrar etmekle beraber, siyaset noktasında farklı düşündüklerini onları ötelemeden, kucaklayıcı bir üslûpla açıkça söylüyor.2  

KIYAMETE KADAR GEÇERLİ MESLEK

Bediüzzaman Hazretleri’nin siyasî mesleği budur ve Üçüncü Said dönemi bu meslek üzerine müessestir. Bu meslek konjonktürel değildir, zamanla mukayyet değildir, o zaman öyleydi bu zaman şöyledir gibi söylemlerle satılabilecek bir hafifmeşreplik değildir; bu meslek asrın imamının şer’î delillere müsteniden çizdiği bir siyasî stratejidir. Kıyamete kadar da geçerlidir.

Bu meslek iyi anlaşılmazsa din-i mübin-i İslâm’a kötülük edilmiş olur, ümmet bulunduğu vahim badireden kurtulamaz, Müslümanlar sıkıntıya girerler, âlem-i İslâm zayıf düşer ve mütegallibe devletlerin oyuncağı olur.  

Bir Nur Talebesi bu meslekten rücu ederse, Üstadına ve Risale-i Nur’a sadâkat göstermemiş olur. Dolayısıyla bu meslek senin parti benim parti meselesi değildir. Esasen parti meselesi değildir. Senin adam benim adam meselesi hiç değildir.  

ZÜBEYİR AĞABEY’İN ALDIĞI SADÂKAT DERSİ   

Oysa diğer taraftan din adına siyasî oluşum kurma tehlikesi Cumhuriyet döneminde daha bir nüksetmiştir. Çünkü milletin iman, ibadet, ahlâk gibi en zirvedeki dinî hukuku hep çiğnenmiştir. Allah demek yasaklanmıştır. Camiler kapatılmış, ezanlar susturulmuştur. Millet balo ve dans gibi garbın sefih kültürüne zorlanmıştır. 

Dert büyüktür. Bu büyük derde karşı Müslüman ehl-i hamiyetin, Müslüman’ın ve dinin hukukunu savunma lüzumunu hissetmesi bu meselenin boş karnı olmuştur.

İşte bu noktada Bediüzzaman Hazretleri metot olarak din adına siyasî yapılar oluşturmayı değil; samimî hürriyet-i şer’iyyeyi esas tutan demokratik siyasî yapılara destek vermeyi ve din hizmetini siyasete karıştırmadan safî olarak yapmayı önemle tavsiye etmiştir.

Millî Nizam hareketinin başına o zaman Odalar Birliği İdare Heyeti üyesi bulunan Profesör N. Erbakan getirilmek istenince, Erbakan: “Ben şeyhime sormadan böyle bir şeye karar veremem!” diyor.

Ve bir Nur Talebesi olan eski senatör Hacı Tevfik Paksu’ya: “Bizim adabımızda şeyhin yanında konuşulmaz. Beraber gidelim. Siz parti meselesini açın. Eğer Şeyh Hazretleri susarsa, bu tasdik ve tasvip manasındadır. Partiyi kurarız.” diyor. 

Birlikte Mehmet Zahit Kotku Efendiye gidiyorlar. Tevfik Paksu konuyu açıyor. Şeyh sükût ediyor. Ve parti kurma talimatı böylece alınmış oluyor. 

Tevfik Paksu bu meseleyi Zübeyir Abiye anlattığında, Zübeyir Ağabey: “Allah senden razı olsun Tevfik kardeşim. Sen bana Üstadıma sadâkat dersi öğrettin! Bir Profesör şeyhine sormadan bir iş yapamıyorsa; müceddit ve cihanşumul bir hüviyeti bulunan Üstadıma sadâkatte daha ne kadar mesafe kat etmem gerektiğini çok güzel öğrettin.” diyor.3

Bu ve buna benzer din adına siyasî eğilim tehlikesi ciddî olarak tekrar nüksedince, Zübeyir Ağabey bu eğilime karşı Üstadın çizgisini net olarak ortaya koymak için Risale-i Nur’dan mektup ve bölümlerle Beyanat ve Tenvirler kitabını hazırlıyor. 

Beyanat ve Tenvirler Nurcuların istikamet rehberi hüviyetinde çıkıyor.  

Dipnotlar: 

1- Tarihçe-i Hayat, s. 131, 132.

2- Emirdağ Lâhikası.

3- İşte Hayatım, s. 137.

Bir Modern Zaman Evliyası: Zübeyir Gündüzalp

Halil Yürür’e göre Gündüzalp fenafillah makamındadır. Birçok kerametine şahit olur. Bir gün Kırklareli cemaatine sahabeleri anlatır. İstanbul’a döndüğünde Gündüzalp Kırklareli’nde anlattıklarının hepsini söyler. Halil hayretler içinde kalır: Allah tarafından sizin önünüzde dünyanın bir makinesi var da ona mı bakıyorsunuz. Yahu ağabey Kırklareli buraya 200 kilometre ötede… Nereden biliyorsun bunları? 
Bir gün sabah namazına kalkamaz. Bir ara ağzına ılık ılık bir şeylerin döküldüğünü hisseder. Gözünü açtığında Zübeyir’in cennetler bahşeden şefkatli gözleriyle karşılaşır. “O öyle bir insandır ki, namaza kalk bile demezdi. Akla kapı açar, ihtiyarı elden almazdı.”
Bir zaman Üstad, Zübeyir’e “Eğer seni dinlemezlerse bir dağa çekilirsin.” der. İhtimal ki o gün gelmiştir. Bir gün Zübeyir, Halil’e seslenir. “Eşyalarımı topla.” Eşyaları toplayıp bisiklete sarar. Çamlıca’daki eve giderler.  Burası iki odalı, küçük bir evdir. Yıllarca bu evde ikisi otururlar. Halil, ihtiyacı olduğunda haber vermesi için Zübeyir’in odasına bir zil taktırır. 
Bir ara geliri hizmetlerde kullanılmak üzere Zübeyir Gündüzalp adına “Kanaat Pres Atelyesi” ismiyle pres atelyesi açar. Bu ismi vermesinin nedeni “zengin olurum da, evlenmeye kalkarım sonra da hizmetten ayrılırım” korkusudur. 
DÜNYANIN TERK ETTİĞİ HALİL
Zübeyir, Üstaddan ayrı kalmaya dayanamayacağı için önce vefat etmek ister. Bu halini açıklayınca Üstad sırrı ifşa eder.  “Sen hemen ölmeyeceksin, azap çekeceksin, çile çekeceksin.” Halil, bunu bizzat Zübeyir’den işitir. Bir gece dersten çıkarlar.  Çamlıca’daki eve gideceklerdir. Saat gecenin biridir.  Zübeyir “Üsküdar Camisinde namaz kılalım.” der. Cami kapalıdır. Hava öyle soğuktur ki Halil tir tir titremektedirler. Dışarıda buz gibi muşamba üzerinde namaz kılacaklardır. Halil genç olmasına rağmen dayanacak gibi değildir. “Eve gidelim, sobayı yakalım, sıcacık yerde namazımızı kılalım…” diye iç geçirir. Ama emir büyük yerdendir. Buz gibi suyla abdest alırlar. Zübeyir imam, Halil cemaat olur, namaza dururlar. Namaz bitince Halil’e döner. “Kardeşim Halil, işte biz böyle sürüne, sürüne, sürüne öleceğiz.”  
Hizmet ehli ya dünyayı terk etmeli ya da o dünyayı terk etmeli. Bir gün Zübeyir, Halil’e seslenir. “Kardeşim dünya seni terk etmiş.” Bunu duyunca öyle üzülür ki adeta bayılıp tekrar dirilir. Epey sonra aklı başına gelir. İlk ziyaretinde Üstada verdiği sözü hatırlar. “Ben gençliğimi bu yolda geçireceğim.” Yıllar sonra da söyle diyecektir. “Dünya benimle barışmıyor. Dünya beni terk etmiş, küsmüş; ben dünyayı terk etseydim gidip barışacaktım. Ben dünyayı terk etmedim ki, o beni terk etmiş. Ben onu terk etseydim, dönüp, gelip barışırdım. O bizi terk edince yapacak bir şey yok… Bak kimse yok yanımızda şimdi. O yükü çekmek çok zor… Sizin şimdi gelmenizle ben bugün cennete girdim sanki. Yalnız ben şikâyetçi değilim kardeşim. Zübeyir ağabey bana “Sen kendini herkes gibi bilme” derdi. Bunu ben o zaman düşünüyordum hep, ama bir şey de anlamıyordum. Sonra sonra anladık ama kuvvet kalmadı… Bak Şimdi cebimde Haşir Risalesi var, onu okuyorum. Bir senedir ezberlemek için okuyorum…”
ZÜBEYİR DÜNYADAN GEÇİYOR
Bir gün Halil, Zübeyir’e “Ben senin emrinden de, yanından da ayrılmam; bizi ancak ölüm ayırır.” der. Gerçekten de vefatına kadar dokuz yıl öyle yaşarlar. Gündüzalp vefatından kısa süre önce rüyasında Üstadı görür. Halil’e anlatır. “Bir ormanlıkta Üstad Hazretleriyle geziyoruz… Bir anda kaybettim Üstadı. ‘Üstadım! Üstadım!’ diye uyandım.” Belli ki Üstad ‘bu hasretlik bitsin’ demiş, Zübeyir’i yanına çağırmıştır. 
Çağrıya cevap gelir. Zübeyir hastalanır. Süleymaniye’deki dershaneye götürürler. Halil kısa süreliğine dışarı çıkar. O arada Zübeyir daha da ağırlaşır. Halil’i çağırın, der. Geldiğinde ağabeyleri ağlarken bulur. Zübeyir dünyasını değiştirmiştir. Halil çözülür, ağlamaya başlar. Kendini yerlere atar. Dile kolay dokuz yıl aynı evi paylaşmışlardır. Halil’in iki canı vardır. Biri Bediüzzaman, diğeri Zübeyir. O gün ikinci canı da çıkar. O günden sonra dünyada cansız ceset gibi dolaşır, çile çeker.   
Zübeyir’le Halil’in bu bağını bilen ağabeyler Halil’e Gündüzalp’in kabrinin defnedileceği yeri söyleyip söylemediğini sorarlar. Halil de  “Bizim kabrimiz İstanbul’dadır.” dediğini söyler. Bunun üzerine Eyüp Sultan’a defnederler. Halil, Gündüzalp’i kabre indirir. Emaneti emin ellere, Üstada teslim eder.
MUSTAFA ORAL