Etiket arşivi: zübeyir gündüzalp

Konferans ve Vaazlar İle Hizmet Etmek

Aziz Kardeşimiz Ahmet Feyzi, Mehmet Emin,

Necdet bey’in tekrar ifade vermesini bildiren mektubunuzu aldık. Üstadımıza okuduk. Üstadımız sizlere selâm ediyor ve muvafakkiyetler niyaz ediyor ve diyor ki:

“Aziz kardeşlerimiz, şu dünyanın gidişatı ve hâdisatın sevkiyatı ve her daim bitamamiha âhiret hesabına olmasından ehl-i hakikat, âhiret ve beka itibariyle dünyaya bakıyorlar. Bu dünyadamuvaffakiyet ve parlak saadet maksud-u bizzat değil, belki rıza-yı İlâhî saadet-i ebediye gibi ulvi emirlerdir

Esma-i Hüsnanın mütenevvi tecelliyatına mazhariyet kesbetmektir. Mahiyet-i insaniyede münderic acz, fakr, za’f gibi madenleri tazyiklerle işlettirip dergâh-ı Uluhiyete iltica ettirmektir. Eğer bunlar olmasaydı, yalnız kürsülere çıkıp konferanslar ve vaazlar vermekfikrî münâkaşalar yapmak gibi meşru hususlar dahi olsaydı sönük kalırdı, tam kemâl olmazdı, hakiki ubudiyet yapılmayacaktı. Yalnız bir cihette ayinedarlık olurdu, mes’ele ruhun derinliğine inmeyecekti. İşte bu ve bunun gibi daha pek çok sebebler var ki; Risale-i Nur şakirdleri cüz’î, küllî, dünyevî müzayakalara, kederlere düçar oluyorlar. Tâ ihlâslarını muhafaza edebilsinler. 

Hadisatın şa’şaa-yı suriyesine kapılıp aldanmasınlar.” Hatta bu sene içinde Üstadımızın Ankara ve İstanbul’a son seyahatları ve neticesinde, muhalif ve muvafık muhitlerin birden Nur’a iltihakları mânâ teşkil edip meydana gelen Risale-i Nur talebelerinin azim mânevî kuvveti icabı iken Risale-i Nur’un nuranî ve bedi’ ve ulvi dairesine naehiller girmemek,dünyevî ve siyasî cereyanlar bulaşmamak için kader-i İlâhî dest-i inâyetle muhafaza ediyor.Sırr-ı imtihanı muhafaza ediyor gibi bazı sebebler olsa gerektir.

Kardeşiniz

Zübeyir, M.Acet

ŞÚRÂ

ŞÚRÂ

Bir zat Zübeyir Ağabeye Nur’un meslek ve meşrebi hakkında sual soruyor.

Zübeyir Ağabey:“Üstadımız 6000 küsur sayfa külliyatta,3000 küsür sahifede: Peygamber (a.s.m)’ın:”Ben o Süfyan’ın zamanında gelseydim; en tenha bir yere çekilir, Kur’an’dan iman bürhanlarını istihrac eder,o Süfyana onunla mukabele ederdim.” beyanlarına binaen,garba nefyedildiğilde yirmi küsur senede Kur’anı’ın Anasır-ı Esasîyesi olan TEVHİD, NÜBÜVVET, HAŞİR, ADALET İLE İBADET’i, yani bizatihi imanın rükünleri ve Esasat-ı İslamiye üzerine 6000 sahife Risale-i Nur Külliyatını,bu son asrın en dehşetli dalaletine karşı, istibdad-ı mutlak altında,avn ve inayet-i İlahiye ile, çoğu elyazması 600 000 nüsha olarak neşrine muvaffak olmuşlardır.

3000 küsur sahife olan iman hakikatleri derslerini;Merhum Mustafa Sungur ağabeyimizin Üstadımıza ittiba’en talim ettikleri gibi,kitapları dağıtıp beraber okuyarak,aklımızı ikna ederken, kalp ve ruhlarımıza feyyaz nurlarını ders alarak iktisab ediyoruz.

Fakat,3000 sahifeye yakın Tarihçe ve lahikalarda Muazzez Hadim-i Kuran Üstadımızın bizatihi Kur’an’dan ahzettikleri imana hizmet meslek ve meşrebini ders verdikleri ve ferden ve Hizb-ül-Kur’an olarak imtisal ve ittiba etmemiz gereken o ameli hususları,o Kurani sıratı müstakimde Rıza-yı Bari’ dairesinde isabetle muvaffak olmamız için; Hz. Mehdi mektubunda beyan edilen Üçüncü Said tabir ettikleri tatbikat devresinde,emsalsiz bir ders ve terbiye ile beraber on sene kadar hizmetlerinde bulunan zatları,o kudsi Kur’ani tarzı en doğru ve hayattar olarak bize intikal ettiren o Nur Erkanlarını “Mutlak vekilimdirler.”diyerek tavzif etmişlerdir .

Ve şunu ehemmiyetle beyan buyuruyorlar:
“Onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor;ancak vazifeye,hizmete bakıp o noktada bakmalısınız.” buyuruyor.

Bu nokta çok ehemmiyetlidir.
Peygamber (a.s.m)İmam-ı Ali (r.a)’a:

“Ben Kur’an’ın’ın tenzili için harbettim; sen te’vili için habedeceksin.” buyurmuşlar.

Aziz Üstadımız şöyle buyuruyorlar:
“Benim mesleğim sahabe mesleğidir.
Risale-i Nur bizatihi Kur’an’ın malıdır.
Bu zamanda bir mu’cize-imaneviyesidir.
Ehil olanlara velayet-i kübra feyizlerini ifaza eder.”.

İşte bu kudsi Kur’an’i tarzın,kudsi Kur’ani keyfiyetin;değişmeden aynen muhafaza edilerek devamına medar olmak üzere,enson vasiyetlerinde:”Dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum.”diyerek bir ŞÚRÂ teşkil etmişlerdir;o kudsi emaneti o hey’ete tevdi etmişlerdir.

Zübeyir ağabey Üstadımızın bu azam ehemmiyetli tedbiri için,şöyle buyurdular:

“HZ .İSA (as)’IN DİNİ HAVARİLERİYLE YAYILDIĞI GİBİ; ÜSTADIMIZIN TARZI,DAVASI DA, HİZMETKARLARI VASITASIYLA İNTİŞAR EDECEKTİR. “

Merhum Zübeyir Ağabey(ra):
“Üstadımızın hizmeti zordur; Risale-i Nur’un hizmeti kolaydır.” buyurmuşlardır. Üstadımız hususi hizmetlerinde Zübeyir Ağabeyi ve Hüsnü Ağabeyi istihdam etmişlerdir.
VESSELAMÜ ALA MENİTTEBEAL HÜDA

Bir ehemm not:Merhum Bayram Ağabey(ra):”Son vasiyet yazılırken,
Zübeyir Ağabey ile ben Üstadımızın yanında olduğumuz için,bizi ismen
yazmadı.”buyurdular.

EYÜP EKMEKÇİ

www.NurNet.org

BEYANAT VE TENVİRLER 

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – BEYANAT VE TENVİRLER – ORTA BOY
CİLT      : KARTON KAPAK
EBAT    : ORTA BOY (10,5 x 16 cm)
KAĞIT  : ŞAMUA (70 gr)

BASKI  : RENKLİ BASKI

SAYFA  : 121 SAYFA

Muhammed Numan ÖZEL’den de temin edebilirsiniz (0555 652 95 97)
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey tarafından hazırlanıp müteaddit defa SÖZLER NEŞRİYAT Tarafından tab edilmiş ve baskısına bir süre ara verilen eser tekrar okurlarla
“Beyanat ve Tenvirler neden ve nasıl hazırlandı?”
1969 yılından sonra din adına kurulan bir partiyle, Nurculuk hareketi ciddî bir problemle karşı karşıya gelecekti. Kurulma aşamasında Maraş Senatörü Tevfik Paksu, Isparta Milletvekili Hüsamettin Akmumcu, Yeni Türkiye Partisi Adıyaman Milletvekili Süleyman Arif Emre gibi Nur Talebesi kökenli bazı parlamenterler fiilî olarak yer almaktaydı.

Dr. Mehmet Akay’ın hatıralarından;

“Bir ara Ankara’ya geldiğini duydum. Ders yapacak, dinleyeceğiz, diye çok sevindim. Meğer bazı kişilerin parti kurma meseleleri varmış. Onlar o anda oraya gelmişler. Zübeyir Ağabey, sadece ‘Hoş geldiniz.’ deyip hemen kalktı. Onlar bekledikleri halde Zübeyir Ağabey, geri gelmedi. Mecburen kalkıp gittiler.”

1969 yılında din adına ortaya çıkan siyasî partinin müntesipleri, Nur Talebelerini kendi saflarına çekmeye çalışırlar. Tehlikenin farkında olan Zübeyir Gündüzalp, hemen sür’atli bir şekilde tedbirlerini alır.

Risale-i Nur’un tamamınında Bediüzzaman’ın siyasî görüşlerini bir araya getirir. Çalışma hemen tamamlanarak “Beyanat ve Tenvirler” adıyla da neşredilir. Böylece bu siyasî hareket onun ciddî bir direnişiyle karşılaşır.

BU ZAMANI TARİF EDEN EMR-İ PEYGAMBERÎ

Eski zamanda değiliz. Ahirzamandayız. Din üzerine dönen entrikanın bini bir para olan Süfyanizm devrindeyiz. Bu devirde Müslümanların siyaset temelli din hizmeti kurma çabasından uzak durmalarını bizzat Peygamber Efendimiz (asm) emrediyor. 

Buyuruyor ki: “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir.” 

 

Bediüzzaman Hazretleri sırf bu emr-i Peygamberî’ye (asm) uyarak, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında kendisine verilmek istenen mebusluğu, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, Vilâyat-ı Şarkiye Vaiz-i Umûmiliği gibi teklifleri kabul etmiyor1 ve sonrasında siyasetten arî bir iman ve Kur’ân hizmeti tesis ediyor. 

Üçüncü Said döneminde de Üstad Hazretleri yüksek İslâm siyasetini demokratlığı (Hürriyet-i şer’iye) ikame etmek ve güçlendirmek manasında anlıyor, demokratlığı (hürriyet-i şer’iyeyi) program edinen ve bu konuda samimî gördüğü bir partiyi destekliyor. Yazı ve mektuplarında bu manayı savunuyor, din adına başka siyasî oluşumların çare olmadığını, buna izin de olmadığını, dini hizmetlerin inkişafı için âlem-i İslâm’ın meşveret ve şûrâya önem vererek dini delillere dayandırarak bunu açıkça ilân ediyor. 

Hatta kendi döneminde din adına siyasî oluşum çabalarına asla destek vermiyor, bu çabaları gösterenlerle kardeş olduğunu ikrar etmekle beraber, siyaset noktasında farklı düşündüklerini onları ötelemeden, kucaklayıcı bir üslûpla açıkça söylüyor.2  

KIYAMETE KADAR GEÇERLİ MESLEK

Bediüzzaman Hazretleri’nin siyasî mesleği budur ve Üçüncü Said dönemi bu meslek üzerine müessestir. Bu meslek konjonktürel değildir, zamanla mukayyet değildir, o zaman öyleydi bu zaman şöyledir gibi söylemlerle satılabilecek bir hafifmeşreplik değildir; bu meslek asrın imamının şer’î delillere müsteniden çizdiği bir siyasî stratejidir. Kıyamete kadar da geçerlidir.

Bu meslek iyi anlaşılmazsa din-i mübin-i İslâm’a kötülük edilmiş olur, ümmet bulunduğu vahim badireden kurtulamaz, Müslümanlar sıkıntıya girerler, âlem-i İslâm zayıf düşer ve mütegallibe devletlerin oyuncağı olur.  

Bir Nur Talebesi bu meslekten rücu ederse, Üstadına ve Risale-i Nur’a sadâkat göstermemiş olur. Dolayısıyla bu meslek senin parti benim parti meselesi değildir. Esasen parti meselesi değildir. Senin adam benim adam meselesi hiç değildir.  

ZÜBEYİR AĞABEY’İN ALDIĞI SADÂKAT DERSİ   

Oysa diğer taraftan din adına siyasî oluşum kurma tehlikesi Cumhuriyet döneminde daha bir nüksetmiştir. Çünkü milletin iman, ibadet, ahlâk gibi en zirvedeki dinî hukuku hep çiğnenmiştir. Allah demek yasaklanmıştır. Camiler kapatılmış, ezanlar susturulmuştur. Millet balo ve dans gibi garbın sefih kültürüne zorlanmıştır. 

Dert büyüktür. Bu büyük derde karşı Müslüman ehl-i hamiyetin, Müslüman’ın ve dinin hukukunu savunma lüzumunu hissetmesi bu meselenin boş karnı olmuştur.

İşte bu noktada Bediüzzaman Hazretleri metot olarak din adına siyasî yapılar oluşturmayı değil; samimî hürriyet-i şer’iyyeyi esas tutan demokratik siyasî yapılara destek vermeyi ve din hizmetini siyasete karıştırmadan safî olarak yapmayı önemle tavsiye etmiştir.

Millî Nizam hareketinin başına o zaman Odalar Birliği İdare Heyeti üyesi bulunan Profesör N. Erbakan getirilmek istenince, Erbakan: “Ben şeyhime sormadan böyle bir şeye karar veremem!” diyor.

Ve bir Nur Talebesi olan eski senatör Hacı Tevfik Paksu’ya: “Bizim adabımızda şeyhin yanında konuşulmaz. Beraber gidelim. Siz parti meselesini açın. Eğer Şeyh Hazretleri susarsa, bu tasdik ve tasvip manasındadır. Partiyi kurarız.” diyor. 

Birlikte Mehmet Zahit Kotku Efendiye gidiyorlar. Tevfik Paksu konuyu açıyor. Şeyh sükût ediyor. Ve parti kurma talimatı böylece alınmış oluyor. 

Tevfik Paksu bu meseleyi Zübeyir Abiye anlattığında, Zübeyir Ağabey: “Allah senden razı olsun Tevfik kardeşim. Sen bana Üstadıma sadâkat dersi öğrettin! Bir Profesör şeyhine sormadan bir iş yapamıyorsa; müceddit ve cihanşumul bir hüviyeti bulunan Üstadıma sadâkatte daha ne kadar mesafe kat etmem gerektiğini çok güzel öğrettin.” diyor.3

Bu ve buna benzer din adına siyasî eğilim tehlikesi ciddî olarak tekrar nüksedince, Zübeyir Ağabey bu eğilime karşı Üstadın çizgisini net olarak ortaya koymak için Risale-i Nur’dan mektup ve bölümlerle Beyanat ve Tenvirler kitabını hazırlıyor. 

Beyanat ve Tenvirler Nurcuların istikamet rehberi hüviyetinde çıkıyor.  

Dipnotlar: 

1- Tarihçe-i Hayat, s. 131, 132.

2- Emirdağ Lâhikası.

3- İşte Hayatım, s. 137.

Bir Modern Zaman Evliyası: Zübeyir Gündüzalp

Halil Yürür’e göre Gündüzalp fenafillah makamındadır. Birçok kerametine şahit olur. Bir gün Kırklareli cemaatine sahabeleri anlatır. İstanbul’a döndüğünde Gündüzalp Kırklareli’nde anlattıklarının hepsini söyler. Halil hayretler içinde kalır: Allah tarafından sizin önünüzde dünyanın bir makinesi var da ona mı bakıyorsunuz. Yahu ağabey Kırklareli buraya 200 kilometre ötede… Nereden biliyorsun bunları? 
Bir gün sabah namazına kalkamaz. Bir ara ağzına ılık ılık bir şeylerin döküldüğünü hisseder. Gözünü açtığında Zübeyir’in cennetler bahşeden şefkatli gözleriyle karşılaşır. “O öyle bir insandır ki, namaza kalk bile demezdi. Akla kapı açar, ihtiyarı elden almazdı.”
Bir zaman Üstad, Zübeyir’e “Eğer seni dinlemezlerse bir dağa çekilirsin.” der. İhtimal ki o gün gelmiştir. Bir gün Zübeyir, Halil’e seslenir. “Eşyalarımı topla.” Eşyaları toplayıp bisiklete sarar. Çamlıca’daki eve giderler.  Burası iki odalı, küçük bir evdir. Yıllarca bu evde ikisi otururlar. Halil, ihtiyacı olduğunda haber vermesi için Zübeyir’in odasına bir zil taktırır. 
Bir ara geliri hizmetlerde kullanılmak üzere Zübeyir Gündüzalp adına “Kanaat Pres Atelyesi” ismiyle pres atelyesi açar. Bu ismi vermesinin nedeni “zengin olurum da, evlenmeye kalkarım sonra da hizmetten ayrılırım” korkusudur. 
DÜNYANIN TERK ETTİĞİ HALİL
Zübeyir, Üstaddan ayrı kalmaya dayanamayacağı için önce vefat etmek ister. Bu halini açıklayınca Üstad sırrı ifşa eder.  “Sen hemen ölmeyeceksin, azap çekeceksin, çile çekeceksin.” Halil, bunu bizzat Zübeyir’den işitir. Bir gece dersten çıkarlar.  Çamlıca’daki eve gideceklerdir. Saat gecenin biridir.  Zübeyir “Üsküdar Camisinde namaz kılalım.” der. Cami kapalıdır. Hava öyle soğuktur ki Halil tir tir titremektedirler. Dışarıda buz gibi muşamba üzerinde namaz kılacaklardır. Halil genç olmasına rağmen dayanacak gibi değildir. “Eve gidelim, sobayı yakalım, sıcacık yerde namazımızı kılalım…” diye iç geçirir. Ama emir büyük yerdendir. Buz gibi suyla abdest alırlar. Zübeyir imam, Halil cemaat olur, namaza dururlar. Namaz bitince Halil’e döner. “Kardeşim Halil, işte biz böyle sürüne, sürüne, sürüne öleceğiz.”  
Hizmet ehli ya dünyayı terk etmeli ya da o dünyayı terk etmeli. Bir gün Zübeyir, Halil’e seslenir. “Kardeşim dünya seni terk etmiş.” Bunu duyunca öyle üzülür ki adeta bayılıp tekrar dirilir. Epey sonra aklı başına gelir. İlk ziyaretinde Üstada verdiği sözü hatırlar. “Ben gençliğimi bu yolda geçireceğim.” Yıllar sonra da söyle diyecektir. “Dünya benimle barışmıyor. Dünya beni terk etmiş, küsmüş; ben dünyayı terk etseydim gidip barışacaktım. Ben dünyayı terk etmedim ki, o beni terk etmiş. Ben onu terk etseydim, dönüp, gelip barışırdım. O bizi terk edince yapacak bir şey yok… Bak kimse yok yanımızda şimdi. O yükü çekmek çok zor… Sizin şimdi gelmenizle ben bugün cennete girdim sanki. Yalnız ben şikâyetçi değilim kardeşim. Zübeyir ağabey bana “Sen kendini herkes gibi bilme” derdi. Bunu ben o zaman düşünüyordum hep, ama bir şey de anlamıyordum. Sonra sonra anladık ama kuvvet kalmadı… Bak Şimdi cebimde Haşir Risalesi var, onu okuyorum. Bir senedir ezberlemek için okuyorum…”
ZÜBEYİR DÜNYADAN GEÇİYOR
Bir gün Halil, Zübeyir’e “Ben senin emrinden de, yanından da ayrılmam; bizi ancak ölüm ayırır.” der. Gerçekten de vefatına kadar dokuz yıl öyle yaşarlar. Gündüzalp vefatından kısa süre önce rüyasında Üstadı görür. Halil’e anlatır. “Bir ormanlıkta Üstad Hazretleriyle geziyoruz… Bir anda kaybettim Üstadı. ‘Üstadım! Üstadım!’ diye uyandım.” Belli ki Üstad ‘bu hasretlik bitsin’ demiş, Zübeyir’i yanına çağırmıştır. 
Çağrıya cevap gelir. Zübeyir hastalanır. Süleymaniye’deki dershaneye götürürler. Halil kısa süreliğine dışarı çıkar. O arada Zübeyir daha da ağırlaşır. Halil’i çağırın, der. Geldiğinde ağabeyleri ağlarken bulur. Zübeyir dünyasını değiştirmiştir. Halil çözülür, ağlamaya başlar. Kendini yerlere atar. Dile kolay dokuz yıl aynı evi paylaşmışlardır. Halil’in iki canı vardır. Biri Bediüzzaman, diğeri Zübeyir. O gün ikinci canı da çıkar. O günden sonra dünyada cansız ceset gibi dolaşır, çile çeker.   
Zübeyir’le Halil’in bu bağını bilen ağabeyler Halil’e Gündüzalp’in kabrinin defnedileceği yeri söyleyip söylemediğini sorarlar. Halil de  “Bizim kabrimiz İstanbul’dadır.” dediğini söyler. Bunun üzerine Eyüp Sultan’a defnederler. Halil, Gündüzalp’i kabre indirir. Emaneti emin ellere, Üstada teslim eder.
MUSTAFA ORAL

Zübeyir Gündüzalp’ten İbretlik Tespitler

Değerli kardeşim!

İslamiyeti yıkabilmek için müşrikler ve kafirler bu asra kadar çok çalıştılar, halen de çalışıyorlar. Bundan evvelki asırlarda bu menfur gayelerini tahakkuk ettirebilmek için haçlı seferleri gibi maddi harplerle islamiyetin bayraktarlığını yapan Türk milletine müteaddid defalar taarruz ettiler. Her defasında da kahraman Türklerdeki iman ve islamiyet kuvveti karşısında mağlup ve muzmahil oldular. Nihayet maddi harblerle Türkleri mağlub edemeyeceklerini anlayan kafirler planlarını değiştirdiler. Müslümanlar arasında fitne, fesat, tefrika tohumu saçmak hainliğini yapmaya koyuldular.

İşte şimdi içinde bulunduğumuz şu zamanda dahi islam düşmanları bu mezkür planlarında muvaffak olabilmek için çalışıyorlar. Hocayı hocaya, müezzini müezzine, vaizi vaize, din hizmetçisini din hizmetçisine ezdirmeye kardeşi kardeşle çarpıştırmaya çabalıyorlar. Akla hayale gelmeyen şeytanlıklar, iblisane entrikalar çeviriyorlar.

Ehl-i imanın gözleriyle göremediği ancak neticesini gördüğü dinsizlerin çok planlarından birisi de şudur: Hoca hoca ile müezzin imamla, müftü vaizle, dine hizmet eden dine hizmet edenle kavgaya, münakaşaya tutuşur, birbiri aleyhinde söylentiler yayar. Bir taraf sükut etse aradakilere sükutu “konuşuyor, aleyhindedir gibi” bir takım şeyler uydurarak diğer münakaşacı ehl-i diyanete anlatır. Bu iftiralarla onu birkat daha tahrik eder.

Böyle bir hadise husule gelince “Bu münakaşaya, bu geçimsizliğe sebebiyet verenler bunu vücuda getirenler din düşmanlarıdır. Ehl-i hizmeti birbiriyle kavgaya düşürüp dini hizmeti baltalamak gayesinde muvaffak olmaya çalışan gizli islam düşmanlarıdır.” Diyerek hadiselerin esasına, künhüne, menbaına vakıf olan üstadımız Hazret-i Bediüzzamanın dersine inkıyad ve itaat eden nur talebeleri ehl-i hizmeti uyandırırlar, bu uyanıklık ve şuura sahip olanlar ne pahasına olursa olsun mutlaka sükut ederler. İftira ve ittiham yağmuruna tutan herhangi bir din kardeşine, kat’a ve asla mukabelede bulunmazlar.

Fakat dindarlar arasında vukua gelen münakaşa ve geçimsizliklerde mutlaka islam düşmanlarının bir parmağı bir rolü olduğunu gözleriyle göremeyenler derler ki:

“Nerede bu din düşmanları?
İşte birbiriyle münakaşa mücadele edenler meydanda… hepsi ehl-i imandır.
Ehl-i diyanetin kavgasında aradakiler ve meydandakiler hep Müslümandır.
Bunları birbirine tutuşturan birtek din düşmanı dahi bu meydanda görünüp kışkırtıcılık yapmıyor.
Şu halde geçimsizliğin birbiriyle didişme ve ittihamların sebebi ehl-i imandır. Kabahat ehl-i imandan sudur ediyor”
derler.”

İşte din düşmanlarının tatbik ettikleri en şeytankarane planın en görünmeyen en maskeli ve en aldatıcı ve uyutucu tarafı budur. En kandırıcı ciheti ve neticesi budur. Bunu böyle bilmek ve buna böyle demek çok büyük bir safderinluktur. Çok büyük bir safdillik ve çok büyük bir aldanmaktır. Ehl-i iman için katmerli bir uyku ve derin bir gaflettir.

Evet, zahiren görünüşte iki din ehli mücadele ederken yanlarında birbirlerine tutuşturucu bir kafir yoktur. Zaten böyle olsa o birbirine dargın küskün dindarlar yapılan planı, çevrilen dolabı anlar, o din düşmanını güldürmüş olmamak için derhal barışırlar. Hepsi de o namazsız, ibadetsiz. Fesatçı kafire hücum ederler.

Bunun için din düşmanları daima perde arkasında kalıyorlar, ortada gazetelerle, mecmualarla, her türlü yayın vasıtalarıyla dedikodular ittiham ve iftiralar yayarlar.

Ehl-i islamı birbirine düşürecek bir takım yalanlar, iftiralar, ittihamları tekrar tekrar yayarlar. Nihayet fesat verici laflar Müslüman ahali içine girer, ahali de birbirine nakil ede ede din düşmanlarının dindarlar aleyhinde uydurdukları sözler dindarların dilinden dökülmeye başlar. Bu taktikle ehl-i imanın dine hizmet edenlerin aralarına nifak verici umumi bir hava verilir ve bir zemin vücuda getirilir. Böylece Müslümanların birbiriyle didişmesi, kavgaya tutuşması mücadelesi temin edilmiş olur.

Cenab-ı Hakka hadsiz şükürler olsun ki Risale-i nuru okuyan ve edindikleri ilimle amel edenler böyle planların tesiri altında kalmıyor. Onları risale-i nur uyandırıyor. Gizli ve aşikar din düşmanlarının çevirdikleri fitne ve fesatları göremeyen gözlerimize Risale-i nur gösteriyor.

Bir nur talebesi bir din kardeşi tarafından kötülük görse, o kötülüğü doğrudan doğruya islami vahdetimizi bozmağa çalışan din düşmanlarından geldiğini bilir. Karşısına çıkan o din kardeşine mukabelede bulunmaz. Diğer cihetten de din kardeşinin kendisine hücumunda kendinin de hatasının olduğunu görür, düşünür ona darılıp gücenmez ona tevazu ve mahviyet gösterir. Kendisinin hata edebileceğini, ölçüsüz hareket etmiş olabileceğini düşünür kusuru kendinden bilir.

Eğer iftiraya maruz kalmışsa: “Ben bu iftiranın husule getirdiği azaba müstahakım. Gizli kusurlarımdan dolayı allah bana bu iftiralar, ittihamlarla şefkat tokadı vuruyor” diye mülahaza eder ve inanır.

Risale-i nurun verdiği bu şuurla, bu kamilane davranışla, yüksek adamlara has bu münevver inanışla dinsizlerin planlarını parça parça etmiş olur. Neticesiz ve te’sirsiz bir hale düşürür. Din kardeşliği birlik, dirlik ve beraberliğini, ittihad ve tesanüdünü muhafaza eder.

Uhuvvet-i Nuriyeye zarar vermemek gibi yüksek bir seciyeye sahip anlayışlı ve risale-i nuru kendini islah niyetiyle okuyan ihlas uhuvvet, tesanüd düsturlarını okurken kardeşlerine karşı bu kudsi derslerin icabına göre hareket edip etmediğini düşünen nefs, nefs-i emmare, his ve heves bahislerini tekrar be tekrar okuyan ve okurken bu dersleri kendi nefsine ders vererek ve kendini muhatap edinerek okuyan olgun ve bilgin kardeşim!

Din düşmanlarının muvaffak olmaya çalıştıkları bir desise de şudur: müslümanlarda hamiyet seciyesini, yani biri birini müdafaa etmek meziyetini yok etmektir. Dine imana hizmet edenlere, dinsiz tahriklerle zulum geldiği zaman herhangi bir hadisenin zararını, menfi neticelerini birbiri üzerine attırmak, bu suretle Kur’an hizmetkarlarının ittihad ve ittifakını gevşetmek, manevi kuvvetini yok etmektir.

Din düşmanlarının, dindarları birbirine düşürücü bu iblisane entrikaları da risale-i nurla uyanan Müslümanlar arasında neticesiz kalmıştır. Nur talebeleri dinsiz yazarların iftira kampanyalarının verdiği vehimlerle karakollara, mahkemelere, hapishanelere düştükleri zaman onların suç addettikleri şeyleri her nur talebesi kendi üzerine alır. Her nurcu nur risalelerinin ve diğer nurcu kardeşinin serbest bırakılmasını, risale-i nurun nur kardeşinin bedeline, kendisinin hapse atılması hasletine, bu ittifak ve şefkate maliktir.

Görünüşte zahiren vak’aya sebep olan bir nur talebesini, diğer nurcu kardeşler daima müdafaa ederler. Dinsizler tecavüz tasallut ve saldırma kampanyaları açınca nurcular da bir birlerini müdafaa, muhafaza ve yardıma koşma kampanyası açarlar. Herhangi bir vak’aya zahiren sebep olan nurcu kendi kendine nefs muhasebesi yapar hizmet ve mücahede aşkiyle kendisinin ve nefsinin yanlışlığını anlar.

Bu yanlışlığından dolayı bir din kardeşi haklı veya haksız olarak kendini tenkid etse kusurunu itiraf eder. Sükut eder. Sert çıkış ve söylenişleri dava adamına has bir olgunluk ve efendilikle karşılar. Fakat kendisi ise başka hadise müsebbibi bir nur kardeşini asla ve kat’a tenkid etmez ona sertlik ve husumet göstermez. Sa’ye şevkini kırmaz.

Din düşmanları planlarının te’siriyle, nur kardeşliğini herhangi hissi bir hareketle zedelememek hamiyet ve şefkatine malik asil ruhlu kardeşim! Gıyabi konuşmamızı bu kadar uzatmayacaktım. Nur risaleleri külliyatının tamamını elde edememiş olmanız hasbihalimizi biraz uzattı.

Din düşmanları yıllar yılı zehirlerini akıta akıta, tefrika tohumları saça saça şu gayelerinde de muvaffak olmak için çabalıyorlar: kendi dinsiz paçavraları, kafir ve küfürle kokan ağızlar, dinimize, itikadımıza, inanışımıza, peygamberimize ve din büyüklerimize, islami ve milli varlıklarımıza ve bize dinimizi ve imanımızı öğreten, kur’an ve islam yolunu gösteren eserlere ve mürşidlere alimlere, müelliflere en alçakçasına hakaretler savursunlar, nutuklar çeksinler, yazsınlar, çizsinler, bütün bu zulümlere karşıda, tek bir müslüman dahi çıkıp cevap vermesin.

Ahaliyi ve gençleri bu zehir fışkırtan zehirlerden korumaya çalışmasın. Her türlü kusur ve lekelerden uzak bulunan müberra ve münezzeh olan islami izzet, şeref ve haysiyetimizi müdafaa etmesin. Hamiyetsizliğin yani din ve din adamlarımızı ve kardeşlerimizi müdafaa edememek zillet ve meskeneti içinde olsun.

İşte Risale-i Nur ve talebeleri dinsizlerin bu sinsi ve şeytani planlarını da akamete uğratmıştır. Risale-i Nur Müslümanlardaki hamiyet seciyesini uyandırmış, ayaklandırmış ve şahlandırmıştır. Dinimizin, din adamlarımızın, din kardeşliğimizin müdafiliğini yaparak izzet-i islamiye ve şeref-i diniyemizi muhafaza etmiştir. Her zaman için ehl-i imanı müdafaa etmek ve onun imdadına koşmayı vazife edinmiştir.

İmana ve İslamiyet’e ve Müslümanlara yapılan haksızlık ve zulümlere baş tutmak, göğüs germek hakkı haykırmak gibi mukaddes bir vazife ve vecibeyi yaparken onun en mükemmeli veya en muvafık tarzı herkesten beklenmez ve istenmez. Ancak herkes kendi kabiliyeti, ilim ve irfanı nisbetinde yapması beklenir ve istenir. Din hizmetinde ve müdafaasında matlup olan tarz da budur.

Bu esasa binaen nur talebeleri de iman ve İslamiyet’e olan hoyratça ve alçakça yapılan hücumlara kabiliyetleri derecesinde karşı dururlar. Herhangi isabetsiz ve tahrik edici ve meslek-i nuriyeye uymayan bir harekette bulunan olsa ve diğer nur kardeşleri onun hatasının sevaba ve iyiliğe inkilab etmesi, dönmesi için dua ve temennide bulunurlar. Düşman taarruzuna uğrayan kardeşlerinin imdadına müdafaasına koşarlar.

Zübeyir Gündüzalp

Kaynak : Risale Ajans