Tarihselcilik Hakkında Bir Müzâkere

(Aşağıdaki yazı, yapılan bir müzakereye ait yazıların hafifçe ta’dil edilmiş halidir. Dipnotların tamamı metnin sağlıklı anlaşılması açısından tarafımdan eklenmiştir. Kendim hariç diğer kişilerin isimlerini kasıtlı olarak belirtmedim. Tâ ki yayınlanması noktasında kişisel bir problem hasıl olmasın. )

Ş.D.- Tarihselciliğin tarifini en kaba şekilde şöyle yapmak mümkün: Kur’an, muayyen (sınırlı) bir coğrafyanın ve sosyolojinin ihtiyaçlarını karşılayan muayyen bir İlâhî metindir. Başka bir deyişle sınırlı sayıdaki sorun ve sorunlara sınırlı sayıda bir yanıttır. Kur’an’ın asıl-doğrudan muhatapları nazil olduğu dönemdeki Araplar. Diğerleri tali-dolaylı muhataplar. Dolayısıyla Kur’an’ın biz tali muhataplara hitabı “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!” gibi bir şey. Nitekim ülkemizde tarihselciliğin en ateşin savunucusu Mustafa Öztürk şöyle diyor:

Kur’an’daki tarihselliğin ahkamla sınırlı olduğunu düşünmüyoruz. Kanaatimizce Kur’an bazı temel mesajları hariç tamamen tarihseldir… Öte yandan Hz. Peygamber’in genelde Arap toplumunu özelde de Kureyş kabilesini, diğer bir deyişle Mekke ve çevresinde yaşayan müşrik Arapları uyarması için gönderildiğini bildiren ayetler Kur’an hitabının tarihsel ve yerel olduğunu gösterir.” (Kuran ve Tefsir Kültürümüz, Ankara Okulu y. s.11-12)

Bu yaklaşımın bir Müslüman için bindiği dalı kesmek olduğu izahtan vârestedir.

M.Ö.- Ben şahsen ne Fazlurrahman ne de Mustafa Öztürk hocanın iddialarıyla tatmin olmadım. Ama Ömer Özsoy hoca gerçek tarihselcilik manifestosu yazmış. Bence Fazlurrahman’dan bir kaç adım ileriye taşımış.

C.Ş.- Ben de şahsen Öztürk hocaya katılıyorum. Müslümanların bu gerçek karşısında kafalarını toprağa gömmeleri asıl bence izahtan vârestedir. Ku’ran metni gerek sosyolojik gerekse antropolojik olarak çok açık tarihsel bir metin olduğunu haykırıyor. Bu konu da Mustafa hocanın Kur’an tarihi eserinde anlattığı Kur’an metninin kitaplaşma serüveni dahi metni evrensel kılamayacağımızın bir başka delilidir. Allah ile Resulünün ortak kesiştiği mesele tevhiddir. Temel esas budur. Özellikle pagan olan bir topluma karşı çok açık bir mesajdır. Bu dönem için bu temel hakikat ve devamında diğer bazı hususlar dışında geri kalan metin Arabın ufku dahilinde çizilen tablo kabilindendir.

Ş.D.– Hocam Mustafa Öztürk’ün öğrencisi Hadiye Ünsal ile birlikte kaleme aldıkları Kur’an Tarihi kitabında ” Kuran tarihinin resmi İnkılap tarihimizden pek farkı yok ” dediğini okumuşsunuz belki. Buna da katılıyor musunuz?

C.Ş.- Burada Kur’an tarihini yazan kesime dönük bir eleştiri var. Elbette katılıyorum. Kur’an tarihi üzerine uydurulup gerçekmiş gibi lanse edilen çok görüş var. Örneğin peygamber eşliğinde oluşturulan ve metni kitap haline getirmeyi amaçlayan bir heyet kurulduğu yalanı bu resmi tarihin yalanıdır. Eldeki veriler oluşturulmuş bir tarihi gerçeklik olmaktan uzak. Bu konuda ben pek tatmin olmadım. Elimizde haddizatında kuru bir fideizmden[1] başka bir şey yok. Metnin kitaplaşma serüveni hala çözülebilmiş değil. Kur’an tarihi kitabında Öztürk hocanın dediği gibi bizim bazı problemlerimiz çözümsüz. Böyle olunca elde kuru bir fideizm kalıyor. O da tek dayanağımız. İbn-i Mesud üzerinden oluşturulan muazzam bir hadis külliyatı olması daha sonra Kur’anı en çok bilenlerden biri olduğu halde Zeyd öncülüğünde oluşturulan heyette olmaması. Ebu Huzeyme’nin[2] şahitliği meselesi üzerinden metne alınan âyet mevzusu yani bunlar Müsteşriklere fazlasıyla koz vermemiş mi? Kabul etmesek ve romantizme sığınsak da bu sorunlarımız çözümsüz. Dahası var ama sosyal medya bu iş için pek uygun değil hocam.

F.D.- En çok güldüğüm akım, Tarihselcilik.

F.K.- Bunu söyleyen ya ahmaktır veya mūnafık… Şu anda dūnyanın çeşitli mūzelerinde bulunan o devrin imparatorlarına yazılmış peygamber mektuplarını da mı görmūyor? Hadi ayeti, ayetleri öyle yorumluyor diyelim ya peygamber mektupları…

Ş.D.- Muhammed Hamidullah ve Süleyman Ateş gibi bazı ilim adamları o mektupların dine davet amaçlı değil, siyasi amaçlı olduğunu söylüyor. Ama isabetli bir yaklaşım değil kanaatimce.

F.K.- İhsan Sūreyya Sırma içerikleriyle beraber çok gūzel açıklamıştı, okumuştum. Aklımda toplayamıyorum şimdi…

Eymen Akça- Metnin toparlanması meselesi neden karışık olsun? Vahiy kendi içinde bütün. ” Zikri biz indirdik elbette onu koruyucular biziz ” (Hicr suresi ) ayeti bir kuru vaad değil. Hafızlık müessesesi kitabet kadar ciddi ve köklü bir yapı. Vahiy ister hıfz ile ister kitabetle korunsun vaad-i İlâhî net… Zaten bu konular yüzyıllar evvelinden yazılmış, teyid edilmiş. Biz bilmiyoruz. Şüpheye mahal yok. Ayrıca heyet konusu kafa karıştırmasın. Heyette bulunmayıp da değil âyetler için bildiği bir hadisin tek harfi değiştirilip rivayet edilse itiraz edip hadisin tam metnini ezbere veren ve 1600’den[3] fazla hadis ezbere aktaran İbn-i Ömer hayatta vardı. Ondan daha hakperest olan babası ve hâfız Hz. Ömer (RA) hayattaydı. Ondan hakperestlikte geri kalmayan Ebû Zerr, Hz. Zübeyr bin Avvam ( R.Anhuma ) gibi dinde çok hassas Sahabeler diri idi. Olayı 6 kişilik heyete indirmeyin. Onların özelliği yazıyı en iyi bilen hafız sahabelerden olmaları idi.[4] Bu diğer sahabelerin yazmadığı, hafız olmadığı veya yanlışa sustuğu anlamına gelmez.[5] Siz dahi zayıf imanınızla din adına uydurulan ve atılan çamura tepkinizi gösteriyorken o çelik gibi kuvvetli ve güneş yakıcı iman sahibi, Kur’an’ın tenzili için işkence ve ölüm gören sahabeler susamazdı ve zaten susmadılar. Bir kâfir müsteşrık Avrupa’da çamur atıyor bizim burada Kitabımıza imanımız yıkılıyor. Nasıl bir âcizlik ve kitaptan uzaklıktır bu! Yazık, çok yazık.

Ş.D.- Çok güzel izah ettiniz hocam. Gel gör ki tarihselci Mustafa Öztürk ” Zikri biz indirdik onu koruyacak olan da biziz ” âyeti kerimesinde geçen ” zikr ” ifadesini peygamberimiz olarak anlıyor. Yani ” Muhammed’i biz gönderdik onu koruyacak olan da biziz. ” Böyle olunca insan şunu sormadan edemiyor: ” O halde Kuran’ın kıyamete kadar korunmuşluğunun Kur’anî delili ne?

S.G.- Bir başkası da aynı ayette geçen ” zikr ” kelimesinin aslında ” tevhid ” olduğunu ve ne zaman ki bozulmaya başlandı Allahın müdahalesi ile tekrar tekrar canlandırıldı ve buna da devam edilecek. Peygamberlerin gönderiliş amacı da budur. Zikri korumak.

Ş.D. Hocam bence iki yorum da isabetli değil. Zikrin Kur’an olması Cumhurun dediği gibi çok daha makul.

Eymen Akça-İnnâ nahnu nezzelna’z-zikra ve innâ lehu lehâfizûn ” ( Zikri biz indirdik elbette onu koruyucular biziz ) âyetindeki zikir Peygamber Efendimiz (ASM) olamaz. Çünkü hiç bir âyet ” nezzelna’r-resul ” demez. Fakat ” Ersele resûlehu ” der.[6] Oysa ” nezzelna aleyke’l-Kur’ane“[7] diye veya ” enzele’l-kitab “[8] şeklinde nuzûl-u vahiy ve inzal-i kitab diyor. Peygamberler için ba’s[9] ve ersele fiilleri kullanılır. Bediüzzaman enzele-nezzelnâ farkını ifade ettiği İşârâtü’l-İ’cazda der ki: “ “ Tef’il” kalıbında gelen “nezzelna” tabiri, “Kur’an’ı, kademe kademe, olaylara göre ve tedricen indirdik, demektir. ” ( Bakara sûresi, 23. âyet ) Bu açıdan Hicr suresinin bu ayetinde bahsedilen zikr, Hz. Peygamber (ASM) olamaz. Çünkü O, olaylara göre nüzul etmedi. Hadiselere göre nüzul, vahy-i ilâhî olan Kur’an için olabilir. Mustafa Öztürk hoca tekellüflü te’villerle Kur’anı tahrif ve kendinden mahşerde davacı ediyor. Allah ıslah ve hidayet etsin, basiret ve sıddıkıyet versin. Eğer hakikatte erirse çok güzel bir din hizmetçisi olur, kanaatindeyim. Bu yüzden ona beddua etmek ile İblis tarafına itmemek lazım. Diğer iddiaya gelince: Zikir, tevhid olamaz. Çünkü zikir, hakka karşı yapılır. Tevhid ve iman, hakikat; teslim ve İslam, haktır. Bu açıdan zikir, hakkı tezkir ve hakikati talim eden “ vahiy ” olabilir. Hak müşahede edildiğinden ve İslam hakkı ifade ettiğinden, İslam’ın temeli bu yüzden kelime-i şehâdettir. İslam’ın en büyük bir şartı olan namaz, Kur’anda bu cihetten zikir olarak isimlendirilir.

Ş.D.– Ayette geçen ” zikr ” ifadesinin Kur’an olduğu hemen hemen kesindir. Ama korumanın (hâfizun) nüzul sürecindeki koruma mı yoksa nüzul sürecinden sonraki kıyamete kadar koruma mı olduğu kesin değildir. Bu konuda âlimler tam ortasından ikiye bölünmüş gibi… Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

Eymen Akça- Arapça’da ism-i fâiller sürekliliği ifade ederler. ” Hâfizun ” ifadesi de bir ism-i fâildir, yani fiilden doğan isim… Ayrıca lam-ı te’kid, bir işi kasem ( yemin ) derecesine iblağ eder. Kasem ise, o iş veya fiili bir haysiyet meselesi yapıp sabit hakikat kılar. Âyetteki “ Le hâfizun ” ifadesinde lam-ı te’kid var. Ayrıca bir fiil Esma-yı Hüsnaya merbut ise ve o fiil bütün zamanlara ait bir ihtiyacı ifade ediyorsa ebediyet kazanır. El-Hâfiz ve El-Hafîz isimleri, baki ve daimi Esma-yı Hüsnadır. Hz. Yakub’un (AS) Yusuf sûresinde[10] ve Hz. Hud’un (AS) Hud suresindeki[11] ifadeleriyle…. Ayrıca kitaplara iman ve emniyet, imanın 6 esasından biri olması ve muhafazası hakkında şek olan bir şeyin emniyet verememesi sırrınca, hıfz-ı Kur’an hakka’l-yakîndir. Aksi takdirde kitaplara imanımız Tevrat ve İncil’e karşı imana dönerdi. Onlar hıfz edilmediği için doğan yeni kitap gelmesi meselesi bizlere bir ihtiyaç olarak doğardı. Bu da hatem-i nübüvvet[12] âyetine zıt… Hz. Peygamber (ASM) hatm-i nübüvvet olduğu gibi Kur’an da hâtime-i vahiydir.

Eymen AKÇA

[1] Fideizm, sorgulamadan ve herhangi bir delil olmadan bir meseleye iman etmek olarak felsefede kullanılan bir tabirdir. Din dairesinde buna “ taklidî iman ” denilmektedir.

[2] Burada bir sehiv var… Söz konusu sahabe Huzeyme bin Sâbit olup künyesi ise Ebu Huzeyme değil, Ebu Umare’dir. ( Bakınız, DİA, Huzeyme bin Sâbit Maddesi. )

[3] Müzakerede hatırlayamadığım için kesin rakam veremedim fakat kaynaklara bakınca gördüm ki İbn-i Ömer (R.Anhuma) 2630 hadis rivayet etmiştir. Onun rivayet ettiği hadisler, birebir Hz. Peygamber (ASM) tarafından söylendiği kelime ve harfler üzere olduğundan, rivayet metodunu temel alan Şafii mezhebi kendisini Abdullah bin Ömer (R.Anhuma) kanalıyla Hz. Peygamber’e ( ASM) bağlar. Dirayet metodunu esas kabul eden Hanefilerin Abdullah bin Mes’ud’u (RA) bağlantı kanalı kabul ettiği gibi… ( Bakınız, DİA, Abdullah bin Ömer bin Hattab maddesi. )

[4] Abdullah bin Mes’ud (RA) Kur’anın cem edilmesi ve istinsah yoluyla çoğaltılması heyetinde yer almadı. İddia edildiği gibi bu heyet Hz. Peygamber (ASM) hayattayken değil Hz Osman (RA) döneminde kurulmuştur. Heyetin oluşturulmasında yazı yazmayı bilme temel alındığının delili Abdullah bin Mes’ud’un (RA) Hz. Peygamber’ce (ASM) “ Kur’anı en iyi bilen 4 sahabeden birisi ” sayılmasına rağmen, vahiy katipleri arasında bulunmadığı ve yazı yazmayı bilmediğinden heyete alınmamasıdır. Zeyd bin Sâbit ise, yazı yazmayı en iyi bilen sahabelerdendi. Heyette bulunan Abdullah bin Zübeyr, Abdurrahman bin Haris bin Hişam ve Said bin As( R.Anum ) yazı yazmayı en iyi bilen kişilerdendi. Bu cihetten Sahabeler tarafından ve Tabiin tarafından heyete yönelik ciddi bir itiraz olmamıştır. Sadece Abdullah bin Mes’udun heyet başkanlığına Zeyd bin Sâbit’in getirilmesine bir itiraz olmuşsa da Hz. Osman (RA) onu ikna etmiştir. ( Bakınız, DİA, Kur’an maddesi. )

[5] Kaynaklar, Hz. Ebu Bekir (R.Anhuma) döneminde yapılan Yemame savaşında Muhacir ve Ensar’dan 70 hâfız sahabenin şehit düştüğünü rivayet etmektedir. Muhammed Hamidullah ise yaptığı çok kapsamlı ve derin incelemeler neticesinde sahabelerden hâfız olanların sayısını 3000 olarak belirtmiştir.

[6] Fetih suresi 28. Âyet ve benzerleri…

[7] İnsan ( Dehr ) suresi, 23. Âyet ve benzerleri…

[8] Şûra suresi, 17. Âyet ve benzerleri…

[9] “ Hüvellezi bease fi’l-ümmiyyine resûlen ” diye başlayan Cuma suresi 2. Âyet benzerleri ile; “ hüvellezi ersele resûlehu bi’l-hüdâ ” diye başlayan Feth suresi 28. Âyet ve benzerlerine bakılabilir.

[10] Yusuf suresi, 64. Âyet.

[11] Hud suresi, 57. Âyet.

[12] Ahzab suresi, 40. Âyet

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: