Tarihten günümüze ışık tutan bir yaprak

Üstad Bediüzzaman ile, Bekir Berk arasındaki bağ
“Yıl 1958, Ankara dâvâsında maznun sandalyesine oturtulan, Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Tahirî Mutlu, Bayram Yüksel ve Ceylan Çalışkan’ın bulunduğu on iki talebesinin serbestiyetine ateşin bir müdafaa ile muvaffak olan Bekir Berk, Bediüzzaman Hazretlerinin bizzat davetiyle Üstad’ı ziyaret için Isparta’ya gelmiştir.

Bir heyecan içinde ahşap bir evin merdivenlerini tırmanır. Yüksek tavanlı genişçe bir odaya alındığında büyülenmiş gibidir. Mahkeme salonlarında fırtına gibi esen, şimşek gibi çakan, yıldırımlar yağdıran şöhretli avukatın âdeta dizlerinin bağı çözülmüş, dili tutulmuştur.

Odada eski bir karyola ve yanı başındaki sehpadan başka hiçbir eşya yok. Sadece otursun diye kendisi için karyolanın yanı başına bir iskemle konmuştur. Karyolada İslâm tarihinin en mümtaz simalarından, destansı hayatı ve bugün cihâna kabul ettirdiği dâvâsı ile yaşlı bir zât oturmaktadır: Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri.

Bekir Berk, kendisi için konduğu açık olan iskemleyi yana iterek Bediüzzaman’ın huzurunda herkes gibi diz çöker. Son nefesine kadar sâdık kalacağı, uğrunda hayatıyla birlikte her şeyini fedâ ettiği ilk diz çöküşüdür bu. Bir daha da o kararlı oturuş ve duruştan hiç ayrılmamıştır.

Üstad, mümtaz misafirine bütün varlığı ile müteveccihtir. Derin bir sürur ve sevinç içinde olduğu her tavrı ve sözünde açıkça görülmektedir. “Kardeşim! Seni bana Allah gönderdi! Seni 40 sene hizmet etmiş talebem gibi kabul ediyorum. Yaptığın müdafaalar için sana 500 banknot vermem gerekirdi. Ama mükâfatını dünyada vermek istemiyor, ahirete bırakıyorum. İhtiyarımızla hareket etmiyoruz, istihdam olunuyoruz” dediğinde Berk, derin ürpertiler geçirir. “İhtiyarımızla hareket etmiyoruz, istihdam olunuyoruz” ifadesi alevden bir mızrak gibi şuuruna saplanmıştır. Üstad’ın suallerine ancak kekeleyerek kısa cevaplar vermektedir. Büyük hâtibin nutku tutulmuş, hitabet sanatının zirvelerinde kartallar gibi kanat çırparken âdeta yere çakılmıştır.

Ve ümmetin dertlerinin bağrını yangın yerine çevirdiği, küfrün bütün silâhlarını sinesinde tecrübe ettiği; Küfre karşı, Himalayalar gibi dik, Everest kadar yüksek başını zulmün her çeşidiyle eğmeye çalıştıkları Bediüzzaman, Bekir Berk’in gelişinden duyduğu sevinç ve şükrü tarihe şu ifadelerle tevdi eder: “Seni bana Allah gönderdi!”

Otomobil hareket etmek üzere, yolculuk var… Vedalaşmanın en hazîn dakikaları. Arka koltukta hasta ve yaşlı haliyle başka bir âlemden gelmiş gibi Üstad Bediüzzaman oturuyor. Uzunca boyu ve heybetli yapısıyla arabanın arka kapısından üstadına doğru eğilen Bekir Berk vedalaşmayı ağırdan alıyor, beraber gidemeyişinin hüznü içindedir. Birlikte yaşadığımız bir ân gibi tasavvur ediniz…

Üstad, kolunu boynuna dolayıp Bekir Berk’i alnından öptü. Sen Nur’un en büyük kahramanısın!” dedi. O günlerde, merhum Mustafa Sungur’un da te’yid ederek anlattığı bu hatıraların ardından, Bediüzzaman Hazretlerinin merhum talebesi Bayram Yüksel de “Bekir beyin hakkı ödenmez” diyordu. Fedâkâr talebelerinin satın alıp Üstad’ın hizmetine tahsis ettikleri otomobil!

Otomobilin tekeri birkaç tur döndükten sonra bir daha durdu. Bekir Berk de bu bir kaç turu otomobilin eşliğinde yürümüştü. Otomobille birlikte durdu. Üstad, açık pencereden kendisine bir daha iltifat etti: “Seninle üç beraberliğim var: Biri, Risale-i Nur talebesi olman. İkincisi, Nur’un avukatı olman. Üçüncü bir beraberliğimiz daha var, ama onu şimdi söylemeyeceğim.”