Tayland Televizyonunun Hüsnü Ağabeyle Ropörtajı

Tayland Devlet Televizyonu 2 saate yakın bir röportaj ile Hüsnü Ağabeyden Risale-i Nur ve Türkiye’de İslam konusunu dinledi. Ezcümle; 1940 ’ların Türkiye’si, cumhuriyet devri, tek parti sultası, Anadolu’da İslami inkişaf, Risale-i Nurun bu inkişaftaki rolü, müsbet hareket metodu, tasavvuf ve İslam gibi konuların ele alındığı uzun bir sohbet oldu.

Nurlardan, Lahikalardan ve İşarât-ül İ’caz’dan derslerle tezyin edilen sohbet, Tayland’dan gelen yayıncılar kadar bizleri de mest etti… Bediüzzaman Hazretlerinin hayattaki son varis ve vekili, manevi evladı Hüsnü Bayramoğlu Ağabey 1941 senesinde ilk defa Nurları yazmaya başladıklarını ifade ederek şöyle devam etti;

“Pederim Hıfzı Efendi Safranbolu âlimleri ve hocalarıyla Üstadımızı Kastamonu’da ziyaret etmişti. Bu ziyaretinde 5 küçük eseri kendisine Üstadımız vermiş ve sizin hanenizi medrese-i nuriye olarak ve iki evladını ve hanımını Nura talebe olarak kabul ediyorum. Karşımızda imansızlık cereyanı var. Bu cereyana karşı Nur-u Kur’an ile ve Kur’an’ın bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nurlarla mukabele edilebilir. Ev halkına selam et, Nurları yazsınlar!” buyurmuş. Bu selamı bize Pederim getirdi. Artık dünyalar bizim olmuştu. Bize dünyada en sevgili şey Nurları yazmak oldu. 15 günde hatt-ı Arabiyi öğrenmiş, her şeyi bir kenara koymuş aşk ile Nurları yazmaya koyulmuştuk. Ben kasem ederim 8 yaşımda aldığım o selamın lezzetinin yerini dünyada hiçbir şey alamaz! Adeta kendimizden geçmiştik. Ta o yaşlarda bu Zat-ı Fatinulasr’ı bu asırda vazifedar en büyük müceddid olarak idrak etmiştik. Kardeşim, işte o selamın manevi hazzı ve duasıdır ki 80 seneye yakın bizi bu hizmette istihdam ediyor. Rabbim ayırmasın.”

Risale-i Nur tarikat mıdır? Tasavvuftan ve kelamcılardan farklı yönleri var mıdır? Varsa nelerdir? sorusuna Hüsnü Bayramoğlu Ağabey Kastamonu Lahikasından şu mektubu okuyarak cevap verdiler; “ Hem Risaleti’n-Nur, sâir ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliya misillü, yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor; belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh vesâir letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar; hakaik-ı imâniyeyi kör gözüne de gösterir.  RN-Kastamonu Lâhikası/11”

Bu hayatın gayesi nedir ve dünyaya neden gönderildik, vazifemiz nedir?.. Sualine ise şu gelen nurani parça ile cevap verdi; “Saniyen: Kur’ân’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksadlar; Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adâlet ile İbadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.

Sual: Kur’ân’ın, şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?

Cevap: Evet, benî-âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücud ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celbetti; “Şu garip ve acip mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:

Hikmet: – Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir? Bu suale, benî-âdem nâmına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu: – Ey hikmet!

Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız olan istîdadlarımızı nemalandırmaktır.

Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî’den Risâlet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelî’nin Risâlet beratı olarak bana verdiği Kur’ân-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku! Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın verdiği şu cevaplar, Kur’ân’dan muktebes ve Kur’ân lisaniyle söylenildiğinden, Kur’ân’ın anâsır-ı esasiyesinin şu dört maksatta temerküz ettiği anlaşılıyor.” (İşârât-ül İ’caz, 15)

Böylece gece uzun ve tatlı musahabelerden sonra gelen misafirlere namazın hakikatı da anlatılarak vedalaşıldı. Cenab-ı Hak yapılan sohbetlerin ve programların tesirini halketsin. Amin. Röportaj kayıt: www.nurdanhaber.com  19.10.2018

Kaynak Linki : http://www.nurdanhaber.com/

www.NurNet.Org