Televizyon

Üçüncü taife olan ihtiyarlar, bir sülüs teşkil ediyor. Bunlar kabre yakınlaşıyorlar, ölüme yaklaşıyorlar, dünyadan uzaklaşıyorlar, âhirete yanaşıyorlar. Böylelerin menfaati ve nuru ve tesellisi, Hülâgu ve Cengiz gibi zalimlerin gaddarane sergüzeştlerini dinlemesinde midir? Ve âhireti unutturacak, dünyaya bağlandıracak, neticesiz, manen sukut, zahiren terakki denilen şimdiki nevi hareketinizde midir? Ve uhrevî nur, Sinemada mıdır? Ve hakikî teselli, Tiyatroda mıdır? (Mektübat:421)

Asrımızda hayat-ı içtimaiyeyi ifsad eden müfsidlerin teknik imkânlarla yaptıkları külli ifsadatına karşı Hz. Bediüzzaman’ın birkaç ikazı: 

…nasılki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta’til ederek iştirak ediyorlar; öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor. (Kastamonu:104)

“Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve Şeairler kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor.” (Kastamonu:30)

Altıncı Mes’ele: Rivayette var ki: “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra  Min Fitnetid Deccali ve min fitneti AhirizZaman  vird-i ümmet olmuş.

Allahu a’lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki:

O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ; Rusya’da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar. İşte Dans ve Tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid’aları birer cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz. (Şualar:584)

Sû’-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler, haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, Tiyatro, Dans gibi şeylerde tiryaki olmuş ise, mutlak zaruret olmadığı ve sû’-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebeb olamaz. (Emirağ II:242)

Radyo Televizyon gibi aletlerin bugünkü menfi  kullanılışlarının zararlarını beyanla ikaz  eden Risale-i Nurdan birkaç parçadır. Kur’an-ı Kerim Televizyon ve Radyo gibi medeniyet harikalarını haber verip helal dairede kullanılmalarını teşvik ediyor. Televizyon gibi keşfiyata işaret edip hususiyetleriyle bildiren bazı ayetlerin izahı ve bunları müsbet işlerde kullanma şartı vardır: 

Levla en reaa bürhane Rabbihi  âyet-i kerimesinin -bir kavle göre- işaret ettiği gibi, Hazret-i Yusuf’un (A.S.) Ken’an’da bulunan babasının timsalini görür görmez Zeliha’dan geri çekilmesi; ve kervanları Mısır’dan avdet ettiğinde Hazret-i Ya’kub’un İnni leecidü rıyha Yusufe  yani “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” demesi; ve bir ifritin Hazret-i Süleyman’a  “Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm” demesine işaret eden   Ene âtike bihi kable en yertedde ileyke tarfüke  âyet-i kerimesi; pek uzak mesafelerden celb-i savt, suret vesaire gibi beşerin keşfettiği veya edeceği icadata nümune ve me’hazdirler.

Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğrettik manasında   Ullimna Mantikat Tayri   olan âyet-i kerime; beşerin keşfiyatından Radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdir. Ve hakeza beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır, istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur. (İşaratül’icaz:208)

Hem meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’a taht-ı Belkîs’i yanına celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim” olan hâdise-i hârikaya delalet eden şu âyet:

Kalellezi indehü ilmun minel kitabi Ene âtike bihi kable en yertedde ileyke tarfüke felemma reahü müstekırran indehü

ilâ âhir… İşaret ediyor ki: Uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek mümkündür. Hem vaki’dir ki; risaletiyle beraber saltanatla müşerref olan Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, hem masumiyetine, hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzât zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini görmek ve dertlerini işitmek; bir mu’cize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir.

 

Birden ihtar edilen bir mes’ele:

Âhirzamanda bir şahsın hatiat ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi ve o âhirzamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günahlardır ki Kâinatın heyet-i mecmuasına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harab olmasına sebebiyet verir, diye düşünürdüm. Şimdi bu zamanda müteaddid esbabını gördük.

Ezcümle müteaddid vücuhundan Radyomla anlaşıldı ki: O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi birden işler ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günaha sokar. Evet küre-i havanın yüzbinler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlahiyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü sena ile doldurmak lâzım gelirken, dalaletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden elbette tokat yiyecek. Nasılki havarik-ı medeniyet namı altındaki ihsanat-ı İlahiyeyi, bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek tahribata sarfedip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevi ve vahşi derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehennem’e gitmeden evvel, Cehennem azabını tattırıyor. (Kastamonu:71)

İkinci Nükte: Bu medeniyet-i hazıranın hârikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-ı beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki: Ehemmiyetli bir kısım insanı tenbelliğe ve sefahete ve sa’yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için sa’yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor. (Emirdağ II:99)

Yine aynı neşriyat organlarının efkâr-ı ammeye verdiği zararlardan ikaz dersleri devam ediyor.

Emin’le Feyzi’nin sordukları bir suale Üstad’dan aldıkları cevab:

Sual: Bize verdiğiniz cevabda diyorsunuz: “Siyasî geniş daireleri merak ile takib eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder.” Bunun izahını istiyoruz?

 

Elcevab Üstadımız diyor ki:

Evet bu zamanda merak ile, Radyo vasıtasıyla, ciddî alâkadarane

küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır.

Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır manevî bir ecnebi olur.

Evet ben kendim gördüm: Lüzumsuz bir merak ile, mütedeyyin iken âmî bir adam -beride ilme mensubiyeti varken- eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlubiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytten Seyyidler Cemaatinin bir kâfire karşı mağlubiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmî bir adamın, alâkasız bir geniş daire-i siyaset hatırı için, böyle kâfir bir düşmanı Mücahid bir Seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acib bir misali değil midir?

Evet haricî siyaset memurları ve erkân-ı harbler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesaili; basit fikirli ve idare-i ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla, onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmek ile dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merak ile onlara göre malayani ve lüzumsuz mesail-i siyasiyeyi Radyo ile ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki; ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir. (Risale-i Nurlardan.)

Paylaşan:Abdülkadir Haktanır 

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: